Teknoloji çağına uygun dijital
kütüphane, dijital kitap; insana, özellikle günümüzde fazla dijitalleşen insana
belki çok hoş geliyor.
Benim kızlarım da önceleri
"kitap okuma işi nasıl gidiyor?" diye sorduğumda, biraz da benimle
dalga geçmek isteyerek "baba sen de çok gerisin, artık bilgisayardan
istediğimiz kitabı indirebiliyoruz" diye cevap verirdi.
Sorun istediğin kitabı indirmek
değil; olayı dijitalden koparıp, her türlü yapaylıktan uzak eline aldığın bir
kitapla, o kitabın gezindiği çağlara, o çağlardaki yaşamın içinde gezinme
zevkine varmak, insanı insanlığından, varoluşundan, varoluş değerlerinden
koparmadan, robot bir tip haline getirmeden kendi doğallığı içinde
aydınlanmanın keyfine varmasını sağlamaktır.
Kitabın özelliği bu olmalı...
Kitap salt birtakım bilgileri,
formülleri içinde barındıran bir araç değil, onun ötesinde insanın bütün
geçmişini, geçmişindeki yaşamın her türlü anlarının örneklerini, insanın
yaşanmışlığının kültürel, sosyal yönlerini hoşlaştırılmış bir dille (ki ona
edebiyat diyorlar) anlatımını içinde biriktiren ve yine insanın en güzel
emeğinin ürünü bir değerdir.
Sonra kütüphane, kütüphanecilik
deyince yine çok yanlış algılıyoruz.
Bir gönderide biri kütüphane
ortamındaki toz benzeri şeylerden bahsederek, duvarları bile olmayan dijital
kütüphaneden bahsedip, onları övüyor.
Oysa kütüphane daha doğrusu
kütüphanecilik o değil ki. Öyle olsaydı çağdaş ülkeler kütüphanecilik eğitimine
öyle büyük önem vermez, kişi başına düşen kütüphaneci sayısını sürekli
artırmayı hedeflemezdi. Çünkü kütüphane, kütüphanecilik, okumak için kitap
edinilen veya insanlara her yerde, evde, köyde, kasabada, tatil yerinde, akla
gelen insanın olduğu her yerde kitap okuma olanağı veren bir hizmetin adıdır.
Öyle olduğu için dünyada mutlu
ülkeler sıralamasında ilk sıralarda yer alan Danimarka, Norveç, Hollanda,
Finlandiya gibi ülkelerde kütüphanecilik eğitimine çok önem verilir. Çünkü
kitap alışkanlığının toplumda yaygın olması ancak insanları kütüphanelere
çekerek orada onlara verilecek hizmetin uzman kişilerce yürütülmesi önemlidir.
Yani o ülkelerde kütüphanecilik
önemli bir meslek olarak ele alınır ve kütüphaneci eğitimine bu anlamda çok
önem verilir. Yani kütüphanecilik hizmetinin en iyi ancak bu konuda uzman
personelle verilebileceği düşüncesiyle hareket edilir.
Oralarda aydınlanma seviyesi kişi
başına düşecek kütüphaneci ölçü alınarak belirlenir.
Örneğin Danimarka’da her bin kişiye
bir kütüphaneci düşer ve kütüphanecilik oralarda en saygın mesleklerden
sayılır.
Bizde de kütüphane, topluma kitap
sevgisi aşılama gibi aydınlanmaya yönelik çalışmalar her konuda olduğu gibi
cumhuriyetin kuruluş yıllarında çok önemsenmiş.
Halka yönelik okuma yazma kursları
için açılan ve dünyada sadece Danimarka’da benzer örneği görülen Millet
Mektepleriyle başlayan çalışmalar daha sonra buralardan elde edilen deneyimin
ışığında “halka yani köylüye kendi aydınıyla ulaşma” projesi olan Köy
Enstitülerinde daha sistemli hale gelmiş ve okuldan mezun olan her Köy
Enstitüsü mezununa 150-200 adet dünya klasikleri verilerek onların gittiği köylerin
150-200 kitaplık kütüphaneler kavuşması hedeflenmiş; ayrıca halk evlerinde
açılan halk kütüphaneleriyle okuma yazma kurslarında okuma öğrenmiş halkta
kitap okuma alışkanlığı kazandırma hedeflenmiş.
O dönemde hummalı olarak başlayan
halkın kitaba ilgisini artırma çabaları 2.Dünya savaşının yarattığı kaos sonucu
iktidarın el değiştirmesiyle birlikte akamete uğramıştır.
Öyle ki! O günlerden günümüze
kütüphane hizmetlerinin kütüphaneciliğin gelişim sürecine bakınca ‘adeta’
kerhen yasak savıcı bir anlayışla kütüphanecilik olayına bakılmış.
Kütüphanecilikle ilgili doğru dürüst bir kanun bile çıkarılamamış; cumhuriyetin
kuruluş yıllarında çıkarılan genelgelerle durum idare edilmeye çalışmış; bunun
sonucunda o yıllarda toplumda büyük heves uyandıran aydınlanma süreci giderek
sönümlenmiş ve gerilemiştir.
Kitap kütüphanecilik gibi toplumsal
aydınlanmanın en önemli araç ve argümanları giderek gerilerken toplum hayatına
adeta zorunlu olarak giren çağın iletişim araçları bahane edilip olmayan
kütüphaneciliğin ve kütüphanelerin yerine dijital kütüphaneciliği önermek, öne
sürmek bana göre tam bir görgüsüz şıpsevdiliğin daniskasıdır.
Bunun böyle olduğunu dünyanın en
mutlu ülkeler sıralamasında ilk sıraları alan ve gelir dağılımı yönünden
bizden çok ileride zengin yurttaşların yaşadığı ülkelerdeki yurttaşların
iletişim araçlarına sahip olma olanağı bizden kat be kat üstünken oralarda hala
kütüphaneciliğin ve kütüphanecilik eğitiminin en gözde toplumsal hedeflerden
olması açıkça gösteriyor.
Çünkü insan giderek kendi
ortamından koparılıp teknolojinin hizmetinde birer robota dönüştürülürken,
oralarda insanın koparılmak istendiği geçmişine bağlanması ve geçmiş toplumsal
hatıraları hatırlamasında en iyi araç olan kitabın doğallığını koruması çok
önemsenmektedir
Buradan bakınca bizde şıpsevdi
görgüsüzlüğüyle dijital kütüphaneler öne çıkarılıp övülürse; yani robotlaşan
dünyanın bir parçası haline getirmek özenti haline getirilip bu eylem
alkışlanırsa emin olun gelecekte birey olarak oluşacak veya oluşturulacak
yaratığın hiç tadı tuzu olmayacak; ayrıca teknolojiyle bütünleşen toplumsal
aydınlanmayı öne çıkaran toplumların yanında ortaçağın karanlığında yaşamaya
çalışan bilim kurgu yaratıklarına dönüşmemiz işten bile olmayacaktır.
Buradan bakınca bana göre öyle
tatsız tuzsuz bir yaratık olarak yaşamanın da bir anlamı kalmayacaktır.
Bunu fark eden gelişmiş toplumlar
teknolojik gelişmenin insanın sosyalleşmesinde yarattığı zararın farkına varıp,
bunun çaresini aramaya yöneldiği bir dönemde biz onların terk etmeyi düşündüğü
alanı doldurmaya özenmemeliyiz.
Aksine cumhuriyetin kuruluş yıllarında
yakılan aydınlanma meşalesini sahiplenip; o yıllardaki heyecanı yeniden yaratıp
insanımızın kitapla buluşmasında önemli işlevi olan kütüphaneciliği yeniden
amacına uygun olarak teşkilatlandırıp buralarda çalışması için bu mesleğin
önemini kavrayan uzman kişilerin eğitimine çok önem vermeliyiz.
Kitap okumanın keyfini
gerekliliğini kendimiz önemserken yaşadığımız çevredeki insanlara da
önemsetmeliyiz. Kitap okuma alışkanlığı kazanmanın aydınlanmanın önemli bir
parçası olduğunu bilmeliyiz.
Geleceğimizi kurtarmak istiyorsak
mutlaka geleceğimiz olan çocuklarımıza kitap okuma alışkanlığı kazandırmalıyız.
Ve kitap okumanın, okutmanın keyfine varabilmek için bu 1950 li yıllarda
eşekleriyle köylerde kitap okuma alışkanlığı kazandıran eşekli kütüphaneciyi kendimize
örnek almalıyız ve aydınlanmayı önemseyen yurttaşlar olarak hepimiz aydınlanma
uğraşlarının, kitap okuma seferberliğiyle yaşadığımız çevreye, çocuklarımıza,
eşimize, dostumuza kitap okuma alışkanlığı kazandırmanın en önde gelen yurttaş
sorumluluğumuz olduğunu kabul edip ona göre davranmalıyız.
Emin olun o zaman insan olarak
yaşamanın ve insan olarak içinde yaşadığımız toplumda bir işe yaramanın keyfine
varacağız.
Ben her gün öyle yapıyorum, içime
yaşama sevinci doluyor. Deneyin göreceksiniz sizin de içinize dolacak yaşama
sevinciyle, var olmanın bir ayrı keyfine varacaksınız.