7 Nisan 2017 Cuma

NE BU ŞİDDET BU CELAL






"NE BU ŞİDDET, BU CELAL?"
Başlığa koyduğum cümle İstiklal marşı şiirinin
“Çatma, kurban olayım, çehrene ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal” kıt’asının içinde geçer.

Açıklamasında “şiddet” sözcüğünün katılık ve sertliği, “celal” sözcüğünün ise öfkeyi anlattığı söylenir.

Uzunca bir süredir yazılarımda toplumsal barışa giden yolun dilde başladığını ifade ediyor ve düşüncelerimizin muhatabımıza olan ön yargılarımızdan arınarak “doğru ve anlaşılır bir dille; ama öfkeden ve küfürden arınmış olarak” ifade edilmesinin doğruluğunu savunuyorum.

Ama bugün gözlenen toplum; özellikle siyasi kişiler birbirine karşı çok katı ve öfkeli. Bu öfkesini de illa küfürle ifade ediyor.

Freuda’a göre ilk küfür eden insan ilk uygar insanmış.

Görünen özellikle toplumu siyaseten temsil edenler o ilk uygar insan sınırında çakılıp kalmış. Sanırım buna neden küfürün toplumda alıcısının çok olması.

Öyle ki! Neredeyse bütün analar orospu olarak ilan edildi.

Siyasiler birbirine karşı ifadelerinde küfürlerini “orospu çocuğu” sınırına kadar getiriyorlar..

Geçmişte “orospu çocuğu” tanımlaması mahalle ve kahve jargonu içinde geçerdi. Erkekler öfkelendiğine “anasını s.ktiğimin çocuğu” derken kadınlar daha çok “orospu çocuğu” demeyi seçerdi.

İnternet kitlesel kullanıma açılınca toplum olarak “bu özelliğimiz olduğu gibi sosyal medya denen alana yansıdı” desem abartı olmaz. Sosyal medyada küfürleri çok rahat ifade edip, küfür dilli şiir ve söylemleri bayılarak paylaşıp kendi içimizdeki öfkeyi kusuyoruz.

Tabi bunlara asıl sebep olan da ‘yukarıda yazdığım gibi’ siyasi ortam ve siyasetin dili. Çünkü orada; yani toplumu siyaseten temsil eden veya yöneten veya yön veren kesimde küfrün ‘gallavisi’ hiç sakınmadan muhatabına yönelik sarf ediliyor.

Bunu yaparken küfür ve şiddet söyleminin toplumu gerdiği ve birbirine karşı düşmanlığı derinleştirdiği hiç umursanmıyor bile edilmiyor. Özellikle siyasi liderler öfkenin siyaset dilinde şiddet ve küfre dönüşmesini adeta siyasi rant aracı olarak görüyorlar. Belki öfke, şiddet ve küfür egemen oldukça da yaşamın asıl fark edilmesi gereken gerçekleri çok rahat karambole getirildiği için bu yol seçiliyor. Referandum sürecinde öfke ve küfürü seçen siyasetçiler sanki referandum sonrasını yok sayıyor. Yani referandum sonrası birbirinin suratına nasıl bakacaklarını hiç umursamıyor gibiler.

Yani demem o ki; toplum olarak giderek çılgınlaşan bir cinnet hali yaşıyor gibiyiz. Bu halin bir adım sonrasının bizi toplumsal bir felakete sürükleme olasılığını hiç umursamıyoruz ve inanın bu durum beni şahsen çok korkutuyor. Korkum kendim için değil elbet; korkum benim de içinde yer aldığım toplumsal geleceğimiz içindir.

Ne zamandır duyduğum bu kaygılarla oluşan düşüncemi böyle ifade eden bu yazıyı yazdım.

Amacım özellikle referandum sürecinde cumhurbaşkanı başkanı naşta olmak üzere iktidar sözcülerin kullandığı dildeki öfkenin giderek şiddeti çağrıştıran küfürlü ifadelerin bütün toplumu sarması tehlikesine ve toplumun içine yuvarlandığı veya sürüklendiği bu şiddet ve öfke sarmalında ‘olası’ önü alınamaz toplumsal çatışmalara işaret etmek.

Unutmayalım ülkemizde siyasette egemen olan bu nefret ve öfke diliyle gideceğimiz referandumun sonrasında da birlikte yaşayacağız. Ve bizi siyaseten temsil edenler bizi temsil etmeye devam edecek.

Belki bunlar birbirine bakacak yüz bırakmayacak biçimde ifadesini bulan öfke ve nefret dilini kullandıktan sonra “biz böyle şeylere alışkınız. Birbirimizle kamera önünde ne kavgalar yaptık? Sonra kameralar gidince bunlara boşverip normal yaşama pekala döndük” diyebilirler; ama bu öfke nefret dilinin topluma yansıması aynı değildir. Küfür ve şiddet dili toplumdaki etnik kimlik ve inanç farklılıkları veya siyasi düşünce farklılıkları arasında yarılma giderek kan davasına dönüşen ebedi küslüklere sebep olabiliyor.

Eğer bu sonuç umursanmıyor veya amaçları toplumdaki farklılıkları birbirine düşman haline getirip yönetmek ise; bilmeliler ki! Toplumdaki farklılıklar arasında derinleşen düşmanlıklar yarın yönetilemez hale gelebilir ve toplum kanlı iç kavgalara sürüklenebilir. O zaman da elde yönetecek toplum kalmayabilir.

Özellikle Ortadoğu’da sürüp giden kanlı iç çatışmalara bakınca bu olasılığı kimse görmezden gelip “bizde olmaz öyle şey” diyemez.

Günümüzde emperyalizmin bu bölgenin zenginliklerine yönelik yeni hesaplar yaptığına bakınca yukarıda işaret ettiğim toplum olarak birbirimize düşme olasılığı daha artmaktadır ve böyle bir olasılık gerçekleşirse Türkiye’de siyaset yapanlar emin olsun eldeki mevcut yönetecekleri ülke kayıp gidecektir

Buradan bakınca dileğim 16 Nisan yaklaştıkça siyasi liderlerin 16 Nisan sonrasını gözeten duyarlılıkla bugüne kadar kullandıkları öfke ve nefret dilini terk ederler.

O zaman referandumun sonucu ne çıkarsa çıksın toplum için hayırlı olacaktır. Öteki gibiyse sonuç ne çıkarsa çıksın hepimiz için hayırsız olacaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder