"NE BU ŞİDDET, BU
CELAL?"
Başlığa koyduğum cümle İstiklal
marşı şiirinin
“Çatma, kurban olayım, çehrene ey
nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu
şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız
sonra helal;
Hakkıdır, Hakk'a tapan,
milletimin istiklal” kıt’asının içinde geçer.
Açıklamasında “şiddet” sözcüğünün
katılık ve sertliği, “celal” sözcüğünün ise öfkeyi anlattığı söylenir.
Uzunca bir süredir yazılarımda
toplumsal barışa giden yolun dilde başladığını ifade ediyor ve düşüncelerimizin
muhatabımıza olan ön yargılarımızdan arınarak “doğru ve anlaşılır bir dille;
ama öfkeden ve küfürden arınmış olarak” ifade edilmesinin doğruluğunu
savunuyorum.
Ama bugün gözlenen toplum; özellikle
siyasi kişiler birbirine karşı çok katı ve öfkeli. Bu öfkesini de illa küfürle ifade
ediyor.
Freuda’a göre ilk küfür eden
insan ilk uygar insanmış.
Görünen özellikle toplumu
siyaseten temsil edenler o ilk uygar insan sınırında çakılıp kalmış. Sanırım buna
neden küfürün toplumda alıcısının çok olması.
Öyle ki! Neredeyse bütün
analar orospu olarak ilan edildi.
Siyasiler birbirine karşı
ifadelerinde küfürlerini “orospu çocuğu” sınırına kadar getiriyorlar..
Geçmişte “orospu çocuğu”
tanımlaması mahalle ve kahve jargonu içinde geçerdi. Erkekler öfkelendiğine
“anasını s.ktiğimin çocuğu” derken kadınlar daha çok “orospu çocuğu” demeyi
seçerdi.
İnternet kitlesel kullanıma
açılınca toplum olarak “bu özelliğimiz olduğu gibi sosyal medya denen alana
yansıdı” desem abartı olmaz. Sosyal medyada küfürleri çok rahat ifade edip,
küfür dilli şiir ve söylemleri bayılarak paylaşıp kendi içimizdeki öfkeyi
kusuyoruz.
Tabi bunlara asıl sebep
olan da ‘yukarıda yazdığım gibi’ siyasi ortam ve siyasetin dili. Çünkü orada;
yani toplumu siyaseten temsil eden veya yöneten veya yön veren kesimde küfrün
‘gallavisi’ hiç sakınmadan muhatabına yönelik sarf ediliyor.
Bunu yaparken küfür ve
şiddet söyleminin toplumu gerdiği ve birbirine karşı düşmanlığı derinleştirdiği
hiç umursanmıyor bile edilmiyor. Özellikle siyasi liderler öfkenin siyaset
dilinde şiddet ve küfre dönüşmesini adeta siyasi rant aracı olarak görüyorlar. Belki
öfke, şiddet ve küfür egemen oldukça da yaşamın asıl fark edilmesi gereken
gerçekleri çok rahat karambole getirildiği için bu yol seçiliyor. Referandum
sürecinde öfke ve küfürü seçen siyasetçiler sanki referandum sonrasını yok
sayıyor. Yani referandum sonrası birbirinin suratına nasıl bakacaklarını hiç
umursamıyor gibiler.
Yani demem o ki; toplum olarak
giderek çılgınlaşan bir cinnet hali yaşıyor gibiyiz. Bu halin bir adım
sonrasının bizi toplumsal bir felakete sürükleme olasılığını hiç umursamıyoruz
ve inanın bu durum beni şahsen çok korkutuyor. Korkum kendim için değil elbet;
korkum benim de içinde yer aldığım toplumsal geleceğimiz içindir.
Ne zamandır duyduğum bu
kaygılarla oluşan düşüncemi böyle ifade eden bu yazıyı yazdım.
Amacım özellikle referandum
sürecinde cumhurbaşkanı başkanı naşta olmak üzere iktidar sözcülerin kullandığı
dildeki öfkenin giderek şiddeti çağrıştıran küfürlü ifadelerin bütün toplumu
sarması tehlikesine ve toplumun içine yuvarlandığı veya sürüklendiği bu şiddet
ve öfke sarmalında ‘olası’ önü alınamaz toplumsal çatışmalara işaret etmek.
Unutmayalım ülkemizde
siyasette egemen olan bu nefret ve öfke diliyle gideceğimiz referandumun
sonrasında da birlikte yaşayacağız. Ve bizi siyaseten temsil edenler bizi temsil
etmeye devam edecek.
Belki bunlar birbirine bakacak
yüz bırakmayacak biçimde ifadesini bulan öfke ve nefret dilini kullandıktan
sonra “biz böyle şeylere alışkınız. Birbirimizle kamera önünde ne kavgalar
yaptık? Sonra kameralar gidince bunlara boşverip normal yaşama pekala döndük”
diyebilirler; ama bu öfke nefret dilinin topluma yansıması aynı değildir. Küfür ve şiddet dili toplumdaki etnik kimlik ve inanç farklılıkları veya siyasi düşünce
farklılıkları arasında yarılma giderek kan davasına dönüşen ebedi küslüklere
sebep olabiliyor.
Eğer bu sonuç umursanmıyor veya
amaçları toplumdaki farklılıkları birbirine düşman haline getirip yönetmek ise;
bilmeliler ki! Toplumdaki farklılıklar arasında derinleşen düşmanlıklar yarın
yönetilemez hale gelebilir ve toplum kanlı iç kavgalara sürüklenebilir. O zaman
da elde yönetecek toplum kalmayabilir.
Özellikle Ortadoğu’da sürüp giden
kanlı iç çatışmalara bakınca bu olasılığı kimse görmezden gelip “bizde olmaz
öyle şey” diyemez.
Günümüzde emperyalizmin bu
bölgenin zenginliklerine yönelik yeni hesaplar yaptığına bakınca yukarıda
işaret ettiğim toplum olarak birbirimize düşme olasılığı daha artmaktadır ve
böyle bir olasılık gerçekleşirse Türkiye’de siyaset yapanlar emin olsun eldeki mevcut yönetecekleri ülke kayıp gidecektir
Buradan bakınca dileğim 16 Nisan
yaklaştıkça siyasi liderlerin 16 Nisan sonrasını gözeten duyarlılıkla bugüne
kadar kullandıkları öfke ve nefret dilini terk ederler.
O zaman referandumun sonucu ne
çıkarsa çıksın toplum için hayırlı olacaktır. Öteki gibiyse sonuç ne çıkarsa
çıksın hepimiz için hayırsız olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder