Merhaba; bence 1980
yılında 12 Eylül günü gerçekleşen faşist darbeyi doğru anlamak için sadece o
süreçte yaşanan zulüm, baskı ve işkenceler ve işkencecilerden hesap sorulması
biçiminde öne çıkarılmamalı. Çünkü o darbenin; yani “bayrak harekat planı”
denen planın amacı sadece başta solcular olarak halkı işkenceyle, baskı ve
zulümle sindirmek değildi. Darbenin bunların ötesinde Türkiye Halkının
geleceğini çok yakından ilgilendiren siyasi hedefleri vardı.
Bana göre o
darbenin bu siyasi hedefleri doğru anlaşılmadıkça o günden bugüne, bugünden
yarına toplumsal yapının siyaseten savrulmasını; bugün hemen herkesin hem fikir
olduğu yargı bağımlılığını ve demokrasinin, kişisel özgürlüklerin tümden yok
olmasına evrilen süreci anlamak olası değildir.
Bence 12 Eylül
faşist darbesinin gerçekleştirilmesinin üç temel nedeni vardı.
Birincisi
önceden oluşturulan işkence merkezlerinde adeta bütün herkese yönelik görünümde
gerçekleşen acımasız baskı, zulüm ve işkenceyle bir yandan sol muhalefeti
parçalanırken, 12 Eylül öncesi toplumda giderek etkinliği artan başta TKP olmak
üzere sol siyasal yapılanmaları darmadağın edildi. Yine seksen öncesi yükselen DİSK'in öncülüğünde sendikal hareket, demokratik kitle örgütlenmeleri etkisiz hale getirildi ve
bütün toplumda siyaset yapmaya yönelik bir ürküntü, bir korku yaratılarak
toplumda oluşan muhalif bilinci dumura uğratıldı ve toplumun geçmişle bütün
bağlarını koparıldı.
ABD onaylı
faşist darbenin taşeronluğunu üstlenen faşist cunta bu görevlerini layıkıyla yaptı.
Bunların yanında
özellikle Kürt Halkına yönelik yediden yetmişe mezralara kadar uzanan baskı,
zulüm ve işkenceyle onların temel sorunları olan dillerini konuşabilmek, eşit
yurttaşlık haklarını kazanmak gibi sorunların demokratik yollardan demokrasi mücadelesiyle
çözüleceği ve barış içinde birlikte yaşanacağı umudunu yok etmek de faşist cuntanın görevleri arasındaydı; bunu
başardılar.
Bunun yanı sıra şehirlerden
köylere, mezralara kadar bütün Kürt Halkına yapılan acımasız baskı ve zulüm
sonucu dağlara savrulan Kürt gençleri adeta devlete karşı silahlı mücadeleye
kışkırtıldı. Burada amaç yaşanacak kanlı çatışmalarda gerçekleşecek ölümlerin
acısıyla Kürt ve Türk Halkını birbirine karşı ölümüne düşman edilmesi; böylece
Kürt ve Türk Halkının demokrasi mücadelesinde siyaseten buluşmasının önüne geçmekti.
12 Eylül faşist cuntası taşeronluğunu yaptığı “bayrak harekat planıyla” bu
görevini de layıkıyla yaptı.
Faşist cunta
marifetiyle bunlar yapılırken darbenin asıl amacı ABD kontrollü ılımlı
İslam projesinin siyasi zeminini oluşturup ABD nin güdümünde inancı siyasetin
merkezine koymuş; ama radikalleşmeyen bir iktidar oluşturmaktı. Ancak bu uzun
vadeli bir projeydi. Önce bu projeyi hayata geçirecek kadroların oluşması için
bir cemaatin devlet içinde örgütlenmesine gereksinim vardı.
Ancak aynı amaçla
İran için hazırlanan Humeyni liderliğinde 1979 yılında İran’da gerçekleşen
devrim sonrası iktidarı radikal İslam ele geçirince “Dimyat’a pirince
giderken evdeki bulgurdan oldu” örneği İran'da çok başarısız olundu. Öyle ki! O devrim
sonrası iktidarı ele geçiren radikal İslamcıların etkisiyle İran’da çok güçlü
ABD aleyhtarı bir kamuoyu oluştu; bunun sonucu daha önce şah kanalıyla İran’da
üzerindeki etkinliği kaybettiği gibi İran'ın o dönemin Sovyetlerine yanaşmasını
da önleyemedi.
Onun için aynı
sonucu yaşayıp yıllardır ‘stratejik ortak’ ilan ettiği Türkiyeyi de kaybetmemek;
aynı zamanda Türkiye’de İslam dünyasında etkin; hatta lider konumunda kendisiyle
uyumlu bir iktidar oluşturmak için daha seçici olundu. Darbe sonunda ‘ılımlı
İslam’ projesi için en uygun cemaatin Fetullah Gülen cemaati olduğu tespit edildi.
Faşist cunta marifetiyle bu cemaat lideriyle; yani Fetullah Gülen’le anlaşmaya varıldı. Bu anlaşma sonucu bu cemaatin öncelikle ordu, emniyet ve
yargıda yapılanması için start verildi. Bunun için Gülen cemaati daha önce orduda
ve emniyette kadrolaşmada gerekli görülen çok titiz ön araştırmalardan muaf
tutuldu ve cemaatin tespit ettiği kadroların askeri okullara ve polis kolejlerine
kolaylıkla yerleşmelerinin önü açıldı. Tabi bunun için de eğitimde Gülen
cemaatine tabi eğitimli insan yetiştirmek için eğitime, okullaşmaya,
dershaneciliğe, yurtlara öncelik verildi.
Bütün bunlar
yapılırken bütün Türkiyeyi kasıp kavuran, baskı ve zulüm sonucu kimseye göz
açtırmayan doğu ve güneydoğuda mezralara kadar 'siyaset yapsın yapmasın' yediden yetmişe kadın, erkek
çoluk çocuk Kürt halkına acımasız zulüm uygulayan faşist cunta nedense ‘devletin
seksen öncesi kullandığını itiraf ettiği’ Abdullah Öcalan’ın ve kadrosunun Bekaa
vadisinde yeniden örgütlenmesini görmezden geldi.
1986 yılında M.
Ali Birant’a röportaj veren Abdullah Öcalan faşist cuntanın kendisine yönelik
bir uygulamaya gitmemesini ve örgütlenmesini engellememesini “bizi ciddiye
almadılar” diye açıklıyordu. Yani o sıra 'Abdullah Öcalan'ın kendi ifadesiyle' başta Mossad ve CIA olmak üzere çeşitli devletlerin yardım ve işbirliği teklif ettiği Abdullah Öcalan'ın defalarca Türkiye'ye gidip gelmesini seksen öncesi kadrolarını Bekaa vadisine taşımasını faşist cunta dönemindeki Türk istihbaratı fark etmedi; görmedi.
Bilindiği gibi
sonrasında PKK ile yaşanan kanlı çatışmalarda gerçekleşen ölümler nedeniyle
Kürt ve Türk Halkı arasında düşmanlık derinleşti; barış çabaları hep güdük
kaldı. Yani faşist cunta bu konuda da görevini layıkıyla yerine getirmişti.
Buradan bakınca;
sonuç olarak o darbenin amacını ve o faşist darbeden bugüne siyasal yapıyı,
içinde savrulduğumuz iç ve dış politikayı; kısacası siyaseten ve ekonomik
anlamda yaşananları, gelecek kuşakların eğitiminde yaşananları; bu gelişmelere
karşı toplumdaki ilgisizliği; bunun nedenlerinin doğru anlaşılabilmesini
sağlayacak olan yukarıda yazdıklarımdır. Ancak bu şekilde 1980 yılında 12 Eylül’de
gerçekleşen faşist doğru anlaşılabilir.
12 Eylül faşist
darbesinin yıl dönümü bugün bana bunları düşündürdü.
Buradan ifade
etmek istedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder