O köyleri dolaşırken
tanımıştı onu. Depremde anasını, babasını ve iki küçük kardeşi ölünce muhtar
olan ağabeyi onu yanına almıştı. O köye arkadaşı ile geldiğinde onu evinde
misafir eden muhtar anlatmıştı bunları. "Depremde bizim köyler çok
hasar gördü. Doğru dürüst yardım da almadık. Herkes kendi yarasını kendi sarmak
zorunda kaldı. Babamın evi yıkıldı. Anam babam iki küçük kardeşim
öldü. O evden bir kız kardeşim sağ çıktı. Onu da ben yanıma
aldım. Hepimiz işte bu evde yaşıyoruz" demişti.
Konu ilerleyip evliliklerden
açılınca onun yanındaki arkadaşın sorusu üzerine muhtar "bizim buralarda
da başlık istenir. Ama öyle eskiden oduğu gibi çok diretilmez. Anlaşma yoluna
gidilir" demiş sonra "mesela benim kardeşimi öyle bir memur
falan istese hiç başlıksız veririm. Yeter ki bu taş, topraktan kurtulsun"
demişti.
Sonra sohbet devam etmiş
sıra yemeğe gelmişti. Bu sırada görmüştü o kızı. Yemekleri
getirmişti. Yemekten sonra da bir tepside çay getirmişti, ama o sırada
farketmemişti kızı. Daha doğrusu farketse bile dikkatli bakmamıştı.
Muhtarla sohbete devam etmişler; laf arasında arkadaşı kendinden bahsetmiş,
evli olduğunu söylemiş; onun için ise "bizim genç bekar"
demişti. O kendisinden bahsedilince biraz utanmıştı.
Bu sırada kız tekrar içeri
girince gözgöze gelmişlerdi. Kızın masmavi gözleri vardı. Bakışı ürkek
ceylan gibiydi. Gözgöze gelince kız kızarmıştı. Hızla tepsiyi alıp çıkarken
arkasından simsiyah örülü saçları başörtüsünün altından çıkmış sırtına doğru
uzuyordu. Bu kısacık göz göze gelmeyle bir anda neye uğradığnı şaşırmıştı.
Arkadaşı ve muhtar onun şaşkınlığını farketmemiş sobete devam ediyordu.
Onun aklında kızın masmavi
gözleri, sırtına uzayan sim siyah örülü saçları kalmıştı. Sonraki günler,
haftalar o köylerde dolaştı. Arkadaşı rahatsızlanıp gidince yalnız kalmıştı.
Köyleri yalnız dolaşıyor; bu sıralarda mutlaka bir bahane uydurup yol
üzerindeki o köye mutlaka uğruyordu. Artık kız da onun bu uğramalarını sanki
bekliyor gibi nasıl farkediyorsa farkediyor, o dolmuştan inip köye doğru giden
yokuş yolun ucuna vardığında bir şekilde göz göze geliyorlardı. Öyle ki muhtar
bile onun bu köye sık uğramalarını kanıksamış onu evin bir ferdi gibi kabul
etmeye başlamıştı.
Kız Türkçe bilmiyor, o ise
Kürtçe bilmiyordu. Ama her ikisi de birbirini sevdiklerini bakışarak anlaşabiliyordu.
Bu kızla evlenecekti. Kafaya koymuştu. Ne yapıp yapacak bunu ailesine kabul
ettirecekti. Asıl zorluğu kızın Kürt oluşu değil alevi oluşuydu. Ama o annesine
güveniyordu. Babasına ikna etmede kesin yardımcı olurdu. Arkadaşı olsaydı
muhtara bir şekilde kardeşiyle evlenmek istediğini söylerdi. Ama o yoktu.
Kendisinin bunu söylemesini uygun görmedi. O köylerde işi bitmişti. O gün o
köye vedalaşmak için geldi. Muhtarı kendi kaldığı şehire davet etti. "Sizi
ailemle tanıştırmak istiyorum" dedi. Muhtar görüşmeyi dileyerek onu
uğurladı. Bu sırada kız az ilerideydi. Sanki "beni bırakıp nereye
gidiyorsun?" der gibi bakıyordu. Son bir kez muhtara "hoşça kal, en
kısa zamanda görüşürüz" dedi. Kıza "bekle geleceğim" demek istemişti.
Kız da bunu anlamış, yüzü yine kızarmıştı. O şekilde köyden ayrıldı. Aklında
kızın mavi gözleri yola indi. Aslında öğrenciydi. Mühendislik okuyordu. Bir gün
mutlaka okulu bitirecekti. Bu kızla evlenmeyi çok istiyordu. Daha sonra o
bölgeden ayrıldı. Bir süre İstanbul’da kaldı. İstanbul’da polis baskıları çok
artmıştı. Uzun süredir ailesinin oturduğu ilçeye hiç uğramamıştı. Annesi aklına
geldi; hep onu merak ederek yaşamıştı. Radyoda her gün dinledikleri çatışma ve
tutuklanma haberlerini dinledikçe onun namına endişeleniyorlardı. Bunu arada
bir telefon görüşmelerinde dile getiriyorlardı. Birkaç kez kısa süreli tutuklu
kalmıştı.
Aslında tehlikeden hep şans
eseri ‘kıl payı’ kurtuluyordu. Hele bir keresinde onun yazıp çoğalttığı
bildiriyi İstanbul Üniversitesinde dağıtırken yakalanmaktan kıl payı
kurtulmuştu.
İşte o gün de polisten kıl
payı kurtulunca memleketi aklına geldi. Ailesini çok özlemişti. Ne zamandır
annesine onlara Nuriş’ten bahsedip onunla evlenmek istediğini söylemeyi
düşünüyordu. O düşünceyle çıktı oradan ve ailesinin yanına gitti. Ailesine
konuyu açtı. Tahmin ettiği gibi annesi ona bu konuda anlayış gösterdi ve “sen
nasıl istersen öyle olsun oğlum” dedi. Artık seviçten uçuyordu. Önce Nuriş’in
köyüne gidip ağabeyine niyetini söylemeyi düşündü. O köye doğru yola çıktı.
Önce o şehre vardı. Sonra
onların köy yolunun yanından geçen kasaba dolmuşuna bindi. Köyün yol ayrımında
indi. Köye çıktı. Girişte birkaç kişiyle karşılaştı. Onlara muhtarı sordu. Evde
olduğunu söyleyip ‘tarif etmek istediler’. O “ben biliyorum” deyip muhtarın
evine geldi.
Muhtar evin önünde bir
taşın üstünde oturuyordu. Onu görünce donuk bir yüz ifadesiyle baktı. Sonra
isteksizce” hoş geldin” deyip eve buyur etti. Muhtarın davranışına şaşırmıştı.
Birlikte odaya girip divana oturdular.
Muhtar biraz canı sıkkın
“ne var? Ne yok?” dedi. O kısaca “sağ ol; yolum düştü. Uğrayayım dedim” diye
cevap verdi. Gözü kapıda; Nuriş’in girip gelmesini bekliyordu.
Muhtar sanki onun Nuriş’i
beklediğini sezmiş gibi “Nuriş’i geçen hafta kaybettik” dedi.
Şaşırmıştı… Gayrı- ihtiyari
“Ne dedin? Nasıl oldu?” diye biraz yüksek sesle sordu.
Muhtar “geçen hafta aniden
sancısı tuttu. Çok da ateşlenmişti. Acele şehirdeki hastaneye götürdük.
Bağırsak düğümlenmesi olmuş. Doktorlar çok uğraştı; ama kurtaramadılar. Getirip
defnettik” dedi.
Çok üzgün olduğu belliydi.
O da çok şaşırmış ve çok üzülmüştü. Ne söyleyeceğini bilemedi. “Çok üzüldüm
geçmiş olsun” dedi. Bir süre daha hiç konuşmadan oturdular. Sonra kalktı “ben
geceye kalmadan gideyim” dedi.
Muhtar da hiç kal falan
demedi. Kapıda vedalaştılar. Aşağı şosede dolmuş beklemek için yola çıktı.
Mezarlığın yanından geçiyordu. Durdu. ‘Mezarlığa girip onun mezarını görmek
istiyordu’ “Yeni mezar; belli olur” diye düşünmüştü.
İlerde ot yığınlarının
yanında köylüler vardı. Onları fark edince “uygun olmaz” diye düşündü.
Mezarın yanından geçerken
Nuriş’e el salladı. Karşıdaki köylüler de kendilerine el salladı zannedip el
salladılar.
Yavaşça mezarlığı geçip
şoseye indi.
Bakışlarda kalan aşkın farklılığı...
YanıtlaSil