10 Şubat 2018 Cumartesi

FARKLILIKLAR AŞKA ENGEL DEĞİLDİR



O köyleri dolaşırken tanımıştı onu. Depremde anasını, babasını ve iki küçük kardeşi ölünce muhtar olan ağabeyi onu yanına almıştı. O köye arkadaşı ile geldiğinde onu evinde misafir eden muhtar anlatmıştı bunları. "Depremde bizim köyler çok hasar gördü. Doğru dürüst yardım da almadık. Herkes kendi yarasını kendi sarmak zorunda kaldı. Babamın evi yıkıldı. Anam babam iki küçük kardeşim öldü. O evden bir kız kardeşim sağ çıktı. Onu da ben yanıma aldım. Hepimiz işte bu evde yaşıyoruz" demişti.
Konu ilerleyip evliliklerden açılınca onun yanındaki arkadaşın sorusu üzerine muhtar "bizim buralarda da başlık istenir. Ama öyle eskiden oduğu gibi çok diretilmez. Anlaşma yoluna gidilir" demiş sonra "mesela benim kardeşimi öyle bir memur falan istese hiç başlıksız veririm. Yeter ki bu taş, topraktan kurtulsun" demişti.
Sonra sohbet devam etmiş sıra yemeğe gelmişti. Bu sırada görmüştü o kızı. Yemekleri getirmişti. Yemekten sonra da bir tepside çay getirmişti, ama o sırada farketmemişti kızı. Daha doğrusu farketse bile dikkatli bakmamıştı. Muhtarla sohbete devam etmişler; laf arasında arkadaşı kendinden bahsetmiş, evli olduğunu söylemiş; onun için ise "bizim genç bekar" demişti. O kendisinden bahsedilince biraz utanmıştı.
Bu sırada kız tekrar içeri girince gözgöze gelmişlerdi. Kızın masmavi gözleri vardı. Bakışı ürkek ceylan gibiydi. Gözgöze gelince kız kızarmıştı. Hızla tepsiyi alıp çıkarken arkasından simsiyah örülü saçları başörtüsünün altından çıkmış sırtına doğru uzuyordu. Bu kısacık göz göze gelmeyle bir anda neye uğradığnı şaşırmıştı. Arkadaşı ve muhtar onun şaşkınlığını farketmemiş sobete devam ediyordu.
Onun aklında kızın masmavi gözleri, sırtına uzayan sim siyah örülü saçları kalmıştı. Sonraki günler, haftalar o köylerde dolaştı. Arkadaşı rahatsızlanıp gidince yalnız kalmıştı. Köyleri yalnız dolaşıyor; bu sıralarda mutlaka bir bahane uydurup yol üzerindeki o köye mutlaka uğruyordu. Artık kız da onun bu uğramalarını sanki bekliyor gibi nasıl farkediyorsa farkediyor, o dolmuştan inip köye doğru giden yokuş yolun ucuna vardığında bir şekilde göz göze geliyorlardı. Öyle ki muhtar bile onun bu köye sık uğramalarını kanıksamış onu evin bir ferdi gibi kabul etmeye başlamıştı.
Kız Türkçe bilmiyor, o ise Kürtçe bilmiyordu. Ama her ikisi de birbirini sevdiklerini bakışarak anlaşabiliyordu. Bu kızla evlenecekti. Kafaya koymuştu. Ne yapıp yapacak bunu ailesine kabul ettirecekti. Asıl zorluğu kızın Kürt oluşu değil alevi oluşuydu. Ama o annesine güveniyordu. Babasına ikna etmede kesin yardımcı olurdu. Arkadaşı olsaydı muhtara bir şekilde kardeşiyle evlenmek istediğini söylerdi. Ama o yoktu. Kendisinin bunu söylemesini uygun görmedi. O köylerde işi bitmişti. O gün o köye vedalaşmak için geldi. Muhtarı kendi kaldığı şehire davet etti. "Sizi ailemle tanıştırmak istiyorum" dedi. Muhtar görüşmeyi dileyerek onu uğurladı. Bu sırada kız az ilerideydi. Sanki "beni bırakıp nereye gidiyorsun?" der gibi bakıyordu. Son bir kez muhtara "hoşça kal, en kısa zamanda görüşürüz" dedi. Kıza "bekle geleceğim" demek istemişti. Kız da bunu anlamış, yüzü yine kızarmıştı. O şekilde köyden ayrıldı. Aklında kızın mavi gözleri yola indi. Aslında öğrenciydi. Mühendislik okuyordu. Bir gün mutlaka okulu bitirecekti. Bu kızla evlenmeyi çok istiyordu. Daha sonra o bölgeden ayrıldı. Bir süre İstanbul’da kaldı. İstanbul’da polis baskıları çok artmıştı. Uzun süredir ailesinin oturduğu ilçeye hiç uğramamıştı. Annesi aklına geldi; hep onu merak ederek yaşamıştı. Radyoda her gün dinledikleri çatışma ve tutuklanma haberlerini dinledikçe onun namına endişeleniyorlardı. Bunu arada bir telefon görüşmelerinde dile getiriyorlardı. Birkaç kez kısa süreli tutuklu kalmıştı.

Aslında tehlikeden hep şans eseri ‘kıl payı’ kurtuluyordu. Hele bir keresinde onun yazıp çoğalttığı bildiriyi İstanbul Üniversitesinde dağıtırken yakalanmaktan kıl payı kurtulmuştu.

İşte o gün de polisten kıl payı kurtulunca memleketi aklına geldi. Ailesini çok özlemişti. Ne zamandır annesine onlara Nuriş’ten bahsedip onunla evlenmek istediğini söylemeyi düşünüyordu. O düşünceyle çıktı oradan ve ailesinin yanına gitti. Ailesine konuyu açtı. Tahmin ettiği gibi annesi ona bu konuda anlayış gösterdi ve “sen nasıl istersen öyle olsun oğlum” dedi. Artık seviçten uçuyordu. Önce Nuriş’in köyüne gidip ağabeyine niyetini söylemeyi düşündü. O köye doğru yola çıktı.

Önce o şehre vardı. Sonra onların köy yolunun yanından geçen kasaba dolmuşuna bindi. Köyün yol ayrımında indi. Köye çıktı. Girişte birkaç kişiyle karşılaştı. Onlara muhtarı sordu. Evde olduğunu söyleyip ‘tarif etmek istediler’. O “ben biliyorum” deyip muhtarın evine geldi.

Muhtar evin önünde bir taşın üstünde oturuyordu. Onu görünce donuk bir yüz ifadesiyle baktı. Sonra isteksizce” hoş geldin” deyip eve buyur etti. Muhtarın davranışına şaşırmıştı. Birlikte odaya girip divana oturdular.

Muhtar biraz canı sıkkın “ne var? Ne yok?” dedi. O kısaca “sağ ol; yolum düştü. Uğrayayım dedim” diye cevap verdi. Gözü kapıda; Nuriş’in girip gelmesini bekliyordu.

Muhtar sanki onun Nuriş’i beklediğini sezmiş gibi “Nuriş’i geçen hafta kaybettik” dedi.

Şaşırmıştı… Gayrı- ihtiyari “Ne dedin? Nasıl oldu?” diye biraz yüksek sesle sordu.

Muhtar “geçen hafta aniden sancısı tuttu. Çok da ateşlenmişti. Acele şehirdeki hastaneye götürdük. Bağırsak düğümlenmesi olmuş. Doktorlar çok uğraştı; ama kurtaramadılar. Getirip defnettik” dedi.

Çok üzgün olduğu belliydi. O da çok şaşırmış ve çok üzülmüştü. Ne söyleyeceğini bilemedi. “Çok üzüldüm geçmiş olsun” dedi. Bir süre daha hiç konuşmadan oturdular. Sonra kalktı “ben geceye kalmadan gideyim” dedi.

Muhtar da hiç kal falan demedi. Kapıda vedalaştılar. Aşağı şosede dolmuş beklemek için yola çıktı. Mezarlığın yanından geçiyordu. Durdu. ‘Mezarlığa girip onun mezarını görmek istiyordu’ “Yeni mezar; belli olur” diye düşünmüştü.

İlerde ot yığınlarının yanında köylüler vardı. Onları fark edince “uygun olmaz” diye düşündü.

Mezarın yanından geçerken Nuriş’e el salladı. Karşıdaki köylüler de kendilerine el salladı zannedip el salladılar.

Yavaşça mezarlığı geçip şoseye indi.  






1 yorum: