18 Temmuz 2017 Salı

AKLIM ÇOCUKLUĞUMA AKTI GİTTİ



Sabahleyin bir iş nedeniyle evden çıktım. Bir süre sonra dönüşte soluklanmak için bizim sokağın ucunda olan caminin avlusuna girip; oradaki banklardan birine oturdum.
Sokaktaki cami bir tekke adıyla ünlü; eskilerden kalma mimarisiyle güzel bir cami.
Bahçesi de sessizliğiyle hoş bir yermiş. İlk kez gittiğim için fark ettim. Sokağın hemen altında da çocuk parkı var. Orada da oturacak banklar var; ama oralarda genellikle parktaki oyun araçlarıyla oynaması için çocuklarını getiren genellikle bayanların eyleştiği bir yer.
Çocuk taciz ve tecavüzlerin ayyuka çıktığı bir dönemde benim gibi ‘yaşlı bile olsa’ birinin o banklarda oturmasının hoş karşılanmayacağını bildiğim için ‘çocukları kendi aralarında oyun oynarken izlemek çok hoşuma gitse de’ orada oturup eyleşmeyi hiç düşünmem. Onun için bugün yorulunca caminin bahçesindeki bankları tecrcih ettiğim.
Bahçede oturmak için epey oturma yeri var. Bu yerlerin bir bölümünde oturan yaşlılar vardı. Onlara selam verip ileride boş bir banka oturdum.
Onlar karşıdan selamımı aldı. Adet üzere merhabalaştık. O sırada o yaşlıların az ilerisinde iki oturan iki bayan gözüme ilişti. Biri ‘türban’ denen başörtülü bir kadın, yanındaki ‘başı açık’ normal kıyafetli bir kadın.
İlk başta içimden “bunların burada ne işi var?” dedim. O sırada caminin içinden kuş cıvıltısı gibi çocuk cıvıltıları gelince anladım. Camide kuran kursu vardı. Bu bayanlar da oraya kuran kursu için getirdikleri çocuklarını bekleyen çocuk yakınlarıydı.
Az sonra kurs bitti, kursa katılan çocuklar tüm çocuksu halleriyle kurstan çıkmaya başladı. Hallerinden “iyi ki kurs bitti” diye sevinç içinde oldukları anlaşılıyordu. O sıra onları götürmek için anne ve babalar belirdi.
Epey uğraşılarla çocuklarını razı edip alıp gittiler. Kimsesi gelmeyen çocuklar bundan memnun ötekilerle oyun için sözleşerek çıkıp gitti.
Onları izlerken benim aklım da çocukluğuma kayıp gitti. Çünkü ben bu yaşa tıpkı onlar gibi çocuksu duygularla onların yaşadığı çocukluğu yaşayarak gelmiştim.
Onun için aklım kayıp gitmişti çocukluğuma.
Benim çocukluğumu yaşadığım yıllarda ‘böyle kuran kursları var mıydı?’ diye hatırlamaya çalıştım. Sanırım yoktu ki; hatırlayamadım.
Yalnız o yıllardan aklımda kalan anam ve kadın arkadaşlarının “kör Mustafa” diye bilinen hafız Mustafa abiyle dini sohbetleriydi. Ondan namaz duası vb. konularda bir şeyler öğrenmeye çalışırlardı. Mustafa abinin amalığı bir de hemşeriliği kadınların onunla rahatça sohbetine olanak sağlıyordu sanırım.
Mustafa abiyi yıllar sonra daha yakından tanıma olanağı buldum. Farklı bir din adamıydı. Bir kere çok dürüst ve aydın kafalı biriydi. Çocukların öyle fazla namazla niyazla ilgili olmasından ziyade ilim irfan sahibi insanlar olarak yetişmesinden yanaydı. Dinle ilgii namaz kılacak kadar ilgili olmalarını yeterli görürdü. Sabah çok erken kalktığından sanırım o yıllar meşhur olan bizim radyoyu falan izlerdi. Bir keresinde söylemişti bunu.
Sabah namazından sonra açık olan kahvenin ilk müşterilerindendi.
Bir dönem kahvecilik yapınca onu daha yakından tanıma olanağı bulmuştum. O sıra düşüncelerini, dürüstlüğünü daha iyi fark ettim.
Neden bilmem başta ezan okumak olmak üzere namaz esnasında bir imamın yapması gereken tüm görevleri yaptığı halde görme özrünü bahane edip ona bir türlü imam veya müezzin kadrosu verilmemişti; ama o ilçede yaşayanların gönüllerinin imamı olarak kalmıştı hep.
Ölüler için sala verilmesinden, mevlitlerde kuran okunmasına kadar bütün işlerini ona yaptıran halkın bu hizmetleri karşılığında verdikleriyle geçimini sağlamış, onurundan kişiliğinden hiç taviz vermeden kadro için kimseye yalvarmadan onuruyla yaşamayı seçmiş ve ilçe halkının sevgilisi olarak vefatından sonra görkemli bir cenaze töreniyle uğurlanmıştı.
Tekkenin bahçesinde çocukluğuma akıp giden aklımın ilk uğrak yerlerinden biri olmuştu “Kör Mustafa” abiyle ilgili anılarım.
Yine o yıllarda gezinirken kendi çocukluğum uçuştu aklımda. Ben de öteki çocukların çocukluğuna benzeyen şimdinin çocuklarının hiç bilmediği çocukluğu yaşadım; yalnız bir farkla. Çocukluk yıllarımdaki anılarımı en çok dolduran kitap kütüphane farkıyla...
Ancak bizim dinden imandan uzak yetiştiğimiz anlaşılmasın sakın. O yıllarda bizim de dinle bir şekilde tanışmamızı sağlamıştı büyüklerimizin. Tıpkı Mustafa abinin düşündüğü gibi namaz kılacak kadar dualar öğretilmişti bize. Her çocuk gibi Ramazanda kimimiz oruç tutmaya bile heveslenmişti ve inanç sahibine, namaz niyazla ilgili olana veya hiç ilgisi olmayana saygı öğretilmişti bize. Yani laik toplum anlayışında olduğu gibi kimsenin namazına niyazına karışmadan yaşamak öğretilmişti.
Öyle cennet mükafatı veya cehennem korkusu gibi düşüncelerle yaklaşılmazdı çocuklara.
Kör Halil diye bilinen Halil hoca o sıra kahvecilik yapan babamın iyi müşterilerindendi. Benim kitap okumaya merakımı fark edince “Peygamberler tarihi” diye kalın bir kitap hediye etmişti bana. Ben o kitabı zevkle okumuştum.
Ondan öğrendiğim bilgiler ortaokulda epey işime yaramıştı. Din dersine dışarıdan giren ve o kitabı okuduğumu bilen öğretmenim derste “Erdoğan kalk anlat bakalım peygamberlerin hayatını” derdi. Ben de kalkıp anlatırdım. O yıl din dersimiz benim o kitaptan aklımda kalan peygamber hayatlarını anlatmamla geçmişti.
Aklım çocukluğumda gezinirken bunlar aklıma geldi ve tabi hayal dünyamın gelişmesinde önemli katkısı olan “masalcı teyze” Dudanım teyze ve onun anlattığı masallar aklıma geldi.
Benim çocukluk yıllarımda öyle televizyon falan yok. O aletlerden en çok radyo vardı evlerde. O da her evde değil. Bir de dedemin hanındaki sinema vardı. O yıllarda bizim yaştaki çocukların sinemaya gitme olanağı da yok tabi.
Çocuklar gündüzleri mahalle veya komşulardaki yaşıtlarıyla birlikte oyun oynardı.
Yani bütün çocuk oyunları kolektif oynanan oyunlardı. Çocukluklarını kendi gibi çocuklarla birlikte yaşardı hepsi.
Bilmiyorum şimdiki çocukların da yıllar sonra geriye dönüp baktıklarında çocuksu duygularla akıllarından kalan ve hatırlayacağı çocukluk anıları ve çocukluk arkadaşları var mı? Ama benim yaşadığım yıllardan aklımda kalan ve hiç unutmadığım; aklıma geldiklerinde sanki dün onlardan ayrılmış gibi tazelikte çocukluk anılarım ve çocukluk arkadaşlarım var.
Belli yıl ve yaşa kadar sanırım pek çok kişinin de benzer anılarla hatırladığı çocukluk anısı ve arkadaşları vardır.
Çünkü o yıllar ne yaşanmışsa hep birlikte yaşanırdı. Köy, kasaba, şehir fark etmez; hemen herkesin aklında yaşamlarından belli izleri vardır.
Yani ben öyle düşünüyorum.
Neyse; o yıllardaki her anne gibi bizim anamız da yanına bizi alır birlikte oturmaya giderdi veya başka anneler yanlarında çocukları bize oturmaya gelinirdi. O yıllar kadınların bu ev gezmesinin adı “oturmaya gitmek” olarak bilinirdi.
O sıra oturmaya gidilen yerde veya misafir olarak oturmaya gelen misafirin yanlarında getirdikleri çocuklarıyla birlikte oyunlar çıkarılırdı.
Az büyüklerin yönlendirmesiyle en çok oynanan oyun mendil veya çorap içinde yüzük saklamaca oyunuydu.
Bizim için; daha doğrusu benim için favori olarak gitmek istediğimiz ev Dudanım teyzelerin eviydi.
Onların evine gitmeyi veya onun bize misafir olarak oturmaya gelmesini dört gözle beklerdik.
Anam gece oturmasından bahsedince ben ve kardeşlerim “ne olur Dudanım teyzelere gidelim” derdik.
Bu ısrarımızın nedeni onun anlattığı masalları dinleme arzusuydu.
Şimdi rahmetli olan mübarek kadın öyle güzel masal anlatırdı ki. “Bir varmış bir yokmuş” diye anlatmaya başladığında sanki ağzında şeker vardı da onu bizimle paylaşıyormuş gibi gelirdi. Öyle tatlı anlatırdı yani.
Aynı masalı kendi hayal dünyasına uygun eklemelerle defalarca anlattığı halde hiç bıkkınlık vermeden aynı tatta dinletirdi bize.
Hele onun “tozlu bey” masalı. Aradan bu kadar yıl geçmiş. Hep aklımdadır.
Ondan dinlediğim bu masalı evde kardeşlerime kendim eklemeler yaparak anlatırdım. Onlar da dinlerdi haliyle.
Yine o yıllardan aklımda kalan kütüphane alışkanlığım ve geçtiğimiz günlerde vefat eden kütüphane öğretmenim sevgili Salih öğretmenin olağan üstü sabrıydı.
Tekkenin camisinin avlusunda kuran kursundan çocuksu cıvıltıyla dağılan çocukları; onların çocuksu telaşını izlerken aklımda akıp çocukluğuma dair hatırladıklarım arasından seçtiklerimdi bunlar.
Siz diyeceksiniz “senin çocukluğun hep böyle hep güzelliklerle mi geçti? Hiç kötü bir şey yaşamadın mı? Sen çok mükemmel bir çocuk muydun? Senin hiç yanlışın olmadı mı?” gibi sorular aklınızdan geçebilir.
Olmaz mı? Benim belki öteki çocuklardan da fazla çok olumsuz, çok yanlış hallerim olmuştur.
Benim burada anlattığım kendi çocukluğum değil ki. Ondan bahsederken asıl anlatmak istediğim o yıllardaki çocukluk; çocukların yaşamları.
Aklımın kayıp gittiği çocukluğumdan kimi örneklerle asıl anlatmak istediğim o yılların çocuklarının kolektif bir yaşam içinde oldukları. Oyunları birlikte oynadıkları… Büyüklerin onlarla belli şefkat içinde daha çok ilgili oldukları…
Yani şimdi olduğu gibi eline akıllı telefon vb. aleti verip veya ceplerini harçlıkla doldurup veya böyle sorgulamadan kuran kurslarına başlarından savar gibi gönderip onlara karşı görevlerini yaptıklarını sanan anne baba sorumsuzluğu içinde olmadıklarını bu nedenle o yılların çocuklarının şanslı çocuklar olduğunu anlatmak istedim.
O yıllarda anne babanın ‘koşulları ne olursa olsun’ çocukları kendi kendilerine yeterli oluncaya kadar sorumluluklarının bilince çocuklarıyla ilgilerini hiç kesmeden onları yönlendirme çabası içinde olduklarını anlatmak istedim.
Yani çocuksu cıvıltılarla kuran kursundan dağılan çocukları izlerken bugünün çocuklarının giderek bir başlarına yalnızlaşan hayatlara sürüklendiği; hele tek çocuklu ailelerin çocukların gelecekte derin psikolojik sorunlar yaşayacağı aklıma gelince de içim acıdı. Bunu ifade etmek istedim.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder