NUR TOPU GİBİ TAKINTISI OLDU
O güne kadar herhangi bir takıntısı yoktu. Ama eşinin çok
takıntısı vardı. Mutfakta her şeyin, çay kaşıklarına kadar her şeyin sayısını bilirdi.
Salondaki eşyalarda simetriye çok dikkat ederdi. Ayrıca her şeyin yerini,
şeklini de bilirdi. Herhangi bir şey; örneğin sehpanın üstündeki vazo, perdelerin
veya başka bir eşyanın hafif yeri değişsin veya bulunduğu durum bozulsun hemen
fark ederdi.
O da eşinin bu takıntıları ile dalga geçer; söylediği bir şeyi
yapmazsa perdeyi bozmakla veya eşyaların yerini değiştirmekle tehdit eder; her
dediğini yaptırırdı.
Hele ‘mutfakta herhangi bir eşyayı saklarım demesi’ çok etkili oluyordu.
Çünkü böyle bir durumda eşinin mutfaktaki bütün eşyaları tek, tek sayması ve
kaybolan eşyayı mutlaka bulması gerekirdi. Çünkü eşi kendisini buna mecbur
olduğunu hissederdi.
Evlilikleri süresince eşinin bu takıntıları onun için hep eğlence
kaynağı olurdu. Kendisinin hiçbir takıntısı olmadığını, kafaya hiçbir şey
takmadığını söyler, övünür dururdu.
Gerçekten öyleydi. Yatağa yatsa, yatar yatmaz uyurdu. Oysa eşi
saatlerce uyuyamaz, kalkar kafasına takılan bir şey ‘örneğin o gün misafir
geldiyse’ çay kaşıklarını tek tek sayar yerine kordu. Gece kafasına takılır,
tekrar kalkar tek, tek tekrar sayardı.
Bu sırada salona girer; defalarca kontrol ettiği ‘televizyonun
kapanıp kapanmadığını’ tekrar kontrol ederdi. Bazen de bir isim aklına takılır,
saatlerce onu hatırlamaya çalışırdı. Öyle ki; kaç kez gecenin bir yarısı
kocasını uyandırıp o aklına takılan kişiyi tarif eder; adını sorardı.
Kocası alışmıştı. Eşinin takıntısı bir yerde onun eğlence kaynağı
oluyordu. Karşılıklı birbirlerine takılarak, evliliklerine renk katıyorlardı.
Ayrıca eşinin temizlik takıntılı kadınlardan olmadığına
şükrediyordu. Öyle bir tanıdıkları vardı. Kadın, kocası ve çocukları eve
gelince kapıda ayaklarına poşet giydirip doğru banyoya götürürmüş. Mutfakta
bulaşık makinesinin temiz yıkadığına güvenmez bütün bulaşıkları tekrar tek tek
elle yıkarmış.
O kadının kocası ile bir gün su parası ödemek için gittiği
belediyede karşılaşınca adam sohbet sırasında anlatmıştı. Bu sırada adamın
ödediği su faturasını görünce ağzı bir karış açık kalmıştı. Onun neredeyse bir
yıllık su parasının iki katını o adam her ay ödüyormuş.
Laf su parasından açılınca adam öyle bir dert yanmıştı ki, o
kendi eşinin takıntıları için şükretmişti.
Çok şükür böyle geçinip gidiyordu.
Bir gün İstanbul’da oturan kızlarının daveti üzerine, gezmek için
İstanbul’a gittiler. Kızları Ortaköy’de oturuyordu. Ortaköy’ü çok
beğenmişlerdi. Her gün beraber boğaz kıyısına iniyorlardı.
Bu sırada Ortaköy’ün trafiğine hayran kalmışlardı.
Yolda giden taksilerin karşıdan karşıya geçmek isteyen yayaları
görünce, sanki fotoselli gibi aniden yavaşlaması çok hoşlarına gitmişti. Eşiyle
beraber boğaz kenarına giderken bir biri, bir öteki karşı tarafa geçiyordu. Bu
sırada araçların onları görünce yavaşlaması çok hoşlarına gidiyordu.
Bazen önce o tek başına caddeye çıkıyor ve karşıdan karşıya geçme
oyununu kendi oynuyordu.
Kızlarının arkadaşlarıyla karşılaşınca, kızları kendilerinden
utanmasın diye yeni kıyafetler almışlardı. Bu arada yeğeni de ona güzel bir
spor ayakkabı hediye etmişti.
İstanbul’a geldiğinde ”iyi ki öyle davranmışım” demişti. O semtte
herkesin kılık kıyafeti düzgündü. Ayrıca eşi ‘burada herkesin ayakkabısı çok
şık’ demişti. O da eşine güzel bir spor ayakkabı almıştı.
Birlikte takıp takıştırıp, yeni spor ayakkabılarını giyip caddeye
öyle çıkıyorlar ve boğaz kenarına gidiyorlardı.
Orada eşi ile birlikte gelip geçenlerin ayakkabılarını kritik
etmek ve kendi ayakkabıları ile karşılaştırmak alışkanlık haline gelmişti.
Öyle ki eşi ona veya o eşine dürtüp önlerinden geçen veya yanda
oturan birinin ayakkabısını gösterip işaretle değerlendiriyordu. Erkek o sırada bunların bir takıntı haline
geldiğini fark etmemişti. Eşiyle gezerken eğlence kaynağı diye kabul ediyordu
bunu.
Bir süre sonra kendi kaldıkları şehre döndüler. Erkek Ortaköy’de
karşıdan karşıya rahatça geçme alışkanlığıyla kendi kaldığı şehirde karşıdan
karşıya geçmeye kalkınca az daha eziliyordu. Onu gören araçlar Ortaköy’de
olduğu gibi bırakın yavaşlamayı, tam gaz üzerine geliyordu. Trafik ışıklarının
olduğu yerde yeşil yansa bile; aynı güvenle karşıdan karşıya geçemeyeceğini
fark edince Ortaköy’de kazandığı bu alışkanlığı hemen terk etti.
Yalnız yolda veya bir yerde otururken gördüğü kişilerin
ayakkabılarını kritik etmeye devam etti.
Yanınızdan geçerken veya bir yerde otururken ayakkabılarınıza
dikkatle bakan birini görürseniz sakın yanlış anlamayın. İstanbul’da edindiği
takıntısıyla bizim dostumuzdan başkası değildir. “Çok şükür, hiç takıntım yok”
deyip eşinin takıntısı ile alay ederken ‘nur topu’ gibi bir takıntısı olmuştu.
Artık o da kendi takıntıyla yaşamına devam etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder