20 Temmuz 2017 Perşembe

NUR TOPU GİBİ TAKINTISI OLDU


O güne kadar herhangi bir takıntısı yoktu. Ama eşinin çok takıntısı vardı. Mutfakta her şeyin, çay kaşıklarına kadar her şeyin sayısını bilirdi. Salondaki eşyalarda simetriye çok dikkat ederdi. Ayrıca her şeyin yerini, şeklini de bilirdi. Herhangi bir şey; örneğin sehpanın üstündeki vazo, perdelerin veya başka bir eşyanın hafif yeri değişsin veya bulunduğu durum bozulsun hemen fark ederdi.

O da eşinin bu takıntıları ile dalga geçer; söylediği bir şeyi yapmazsa perdeyi bozmakla veya eşyaların yerini değiştirmekle tehdit eder; her dediğini yaptırırdı.

Hele ‘mutfakta herhangi bir eşyayı saklarım demesi’ çok etkili oluyordu. Çünkü böyle bir durumda eşinin mutfaktaki bütün eşyaları tek, tek sayması ve kaybolan eşyayı mutlaka bulması gerekirdi. Çünkü eşi kendisini buna mecbur olduğunu hissederdi.

Evlilikleri süresince eşinin bu takıntıları onun için hep eğlence kaynağı olurdu. Kendisinin hiçbir takıntısı olmadığını, kafaya hiçbir şey takmadığını söyler, övünür dururdu.

Gerçekten öyleydi. Yatağa yatsa, yatar yatmaz uyurdu. Oysa eşi saatlerce uyuyamaz, kalkar kafasına takılan bir şey ‘örneğin o gün misafir geldiyse’ çay kaşıklarını tek tek sayar yerine kordu. Gece kafasına takılır, tekrar kalkar tek, tek tekrar sayardı.

Bu sırada salona girer; defalarca kontrol ettiği ‘televizyonun kapanıp kapanmadığını’ tekrar kontrol ederdi. Bazen de bir isim aklına takılır, saatlerce onu hatırlamaya çalışırdı. Öyle ki; kaç kez gecenin bir yarısı kocasını uyandırıp o aklına takılan kişiyi tarif eder; adını sorardı.

Kocası alışmıştı. Eşinin takıntısı bir yerde onun eğlence kaynağı oluyordu. Karşılıklı birbirlerine takılarak, evliliklerine renk katıyorlardı.

Ayrıca eşinin temizlik takıntılı kadınlardan olmadığına şükrediyordu. Öyle bir tanıdıkları vardı. Kadın, kocası ve çocukları eve gelince kapıda ayaklarına poşet giydirip doğru banyoya götürürmüş. Mutfakta bulaşık makinesinin temiz yıkadığına güvenmez bütün bulaşıkları tekrar tek tek elle yıkarmış.

O kadının kocası ile bir gün su parası ödemek için gittiği belediyede karşılaşınca adam sohbet sırasında anlatmıştı. Bu sırada adamın ödediği su faturasını görünce ağzı bir karış açık kalmıştı. Onun neredeyse bir yıllık su parasının iki katını o adam her ay ödüyormuş.

Laf su parasından açılınca adam öyle bir dert yanmıştı ki, o kendi eşinin takıntıları için şükretmişti.

Çok şükür böyle geçinip gidiyordu.

Bir gün İstanbul’da oturan kızlarının daveti üzerine, gezmek için İstanbul’a gittiler. Kızları Ortaköy’de oturuyordu. Ortaköy’ü çok beğenmişlerdi. Her gün beraber boğaz kıyısına iniyorlardı.

Bu sırada Ortaköy’ün trafiğine hayran kalmışlardı.

Yolda giden taksilerin karşıdan karşıya geçmek isteyen yayaları görünce, sanki fotoselli gibi aniden yavaşlaması çok hoşlarına gitmişti. Eşiyle beraber boğaz kenarına giderken bir biri, bir öteki karşı tarafa geçiyordu. Bu sırada araçların onları görünce yavaşlaması çok hoşlarına gidiyordu.

Bazen önce o tek başına caddeye çıkıyor ve karşıdan karşıya geçme oyununu kendi oynuyordu.

Kızlarının arkadaşlarıyla karşılaşınca, kızları kendilerinden utanmasın diye yeni kıyafetler almışlardı. Bu arada yeğeni de ona güzel bir spor ayakkabı hediye etmişti.

İstanbul’a geldiğinde ”iyi ki öyle davranmışım” demişti. O semtte herkesin kılık kıyafeti düzgündü. Ayrıca eşi ‘burada herkesin ayakkabısı çok şık’ demişti. O da eşine güzel bir spor ayakkabı almıştı.

Birlikte takıp takıştırıp, yeni spor ayakkabılarını giyip caddeye öyle çıkıyorlar ve boğaz kenarına gidiyorlardı.

Orada eşi ile birlikte gelip geçenlerin ayakkabılarını kritik etmek ve kendi ayakkabıları ile karşılaştırmak alışkanlık haline gelmişti.

Öyle ki eşi ona veya o eşine dürtüp önlerinden geçen veya yanda oturan birinin ayakkabısını gösterip işaretle değerlendiriyordu.  Erkek o sırada bunların bir takıntı haline geldiğini fark etmemişti. Eşiyle gezerken eğlence kaynağı diye kabul ediyordu bunu.

Bir süre sonra kendi kaldıkları şehre döndüler. Erkek Ortaköy’de karşıdan karşıya rahatça geçme alışkanlığıyla kendi kaldığı şehirde karşıdan karşıya geçmeye kalkınca az daha eziliyordu. Onu gören araçlar Ortaköy’de olduğu gibi bırakın yavaşlamayı, tam gaz üzerine geliyordu. Trafik ışıklarının olduğu yerde yeşil yansa bile; aynı güvenle karşıdan karşıya geçemeyeceğini fark edince Ortaköy’de kazandığı bu alışkanlığı hemen terk etti.

Yalnız yolda veya bir yerde otururken gördüğü kişilerin ayakkabılarını kritik etmeye devam etti.


Yanınızdan geçerken veya bir yerde otururken ayakkabılarınıza dikkatle bakan birini görürseniz sakın yanlış anlamayın. İstanbul’da edindiği takıntısıyla bizim dostumuzdan başkası değildir. “Çok şükür, hiç takıntım yok” deyip eşinin takıntısı ile alay ederken ‘nur topu’ gibi bir takıntısı olmuştu. Artık o da kendi takıntıyla yaşamına devam etti.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder