27 Temmuz 2017 Perşembe

İKİ FARKLI HAYATIN BİRBİRİNE ÇOK BENZEYEN SONU

"Hiç Kuşlu Cami tarafına yolunuz düştü mü? Oradaki sokak kedilerini gördünüz mü?" bilmiyorum.
Orada yaşayan sokak kedileri öteki sokak kedilerinden farklıdır. Yani diğer sokak kedilerine hiç benzemez. Hele kasap önünde, lokanta ve dönerci civarında dolanan, kuyruk sallayıp yaltaklanarak karın doyurmaya çalışan kedilere hiç benzemez. 
‘Nerede? Ne zaman? Nasıl yiyecek bulurlar? Nerelerde dolaşırlar?’ hiç bilinmez.
Sabahleyin erkenden hepsi bankanın köşesindeki dönerci arabasının altında toplanır. Güneş parkın köşeye vurunca oraya gider topluca sabah temizliklerini yaparlar; sonra civar hareketlenmeye başlayınca kaybolup giderlerdi.
Arada bir yanınızdan şimşek gibi geçince veya parkta arada bir neyi paylaşamıyorlarsa?’ çıkardıkları gürültüyle onları ancak fark edersiniz.
Akşam da yine hepsi bir anda parkın çıkışında toplanır, sonra bankanın köşeye gelirlerdi. O saatte banka kapalı; dönerci de çoktan gitmiş olurdu.
Yine oralarda bir süre dolaşırlar; gece olunca da bankayla asmalı kahve arasındaki boşlukta kaybolurlardı.
Bu yaşam biçimi hergün aynı şekilde başlar ve sona ererdi. 
Ben onları ‘bir arkadaşım sayesinde elde ettiğim’ proje çizimi için kullandığım büroda sabahladığım günlerde tanımıştım. Hatta dost bile olmuştum. Rast geldiklerinde ‘birilerinin önlerine koyduğu hiçbir şeye tenezzül etmezken’ benim yarım ekmek döner ve ciğerimi pek ala paylaşırlardı.
Sanırım beni de kendilerinden sayıyorlardı. 
Bu kediler öyle diğer kediler gibi pist deyince asla gitmezlerdi. Önce “pist” diyene dönüp şöyle bir bakarlar; ‘nasıl bir? Sert, gaddar, hayvan düşmanı mı? Yoksa nane molla biri mi? Kendilerinden korkan veya tiksinen biri mi?’ bunu bir bakışta anlarlar; eğer “pist” diyen ikinci kategoride nane molla birisi ise döner ”ah korktum” der gibi bir miyav çeker; kuyruk sallaya sallaya çeker gider, durur kaşınır sonra gideceği yere giderlerdi. Bu sırada adeta kendine pist diyen kişiyle dalga geçerlerdi. 
Diyelim biri eline bir şey alıp onlara fırlatacak gibi yaptı; ‘eğer bunu korkutmak için yaptıysa’ veya ‘attığını vuran kişi değilse’ bunu da anlar istiflerini bozmazlardı.
Ancak pist diyen veya fırlatmak için eline bir şey alan gaddar, hayvan düşmanı biriyse ona keskin bir “miyav” çeker şimşek gibi kaybolup giderlerdi.
Onların böyle bir hayatları vardı. Acımasız, kıyasıya, mücadele  isteyen ama onurlu; kimseye benzemeyen çetin bir yaşam.
Ama onların da önünde eğildikleri, etrafına toplanıp mırıl mırıl yaltaklandıkları biri vardı. Evet  onlara tümüyle egemen olan biri. 
Ben onu bu kedileri gözlerken fark ettim. Hatta ilk başta onu fark ettim. Bu bir gözü kör korkunç görünüşlü ‘kaplan olarak doğacakken’ son anda vazgeçip kedi olarak doğmuş, iri bir kedi idi.
Her gün bu kedinin yanında, etrafında bankanın köşede toplanır, sanki onunu talimatıyla parkın köşesine geçip sabah temizliği yapar ve yine onun talimatıyla sağa sola dağılırlardı.
Ben gördüklerimden öyle anlıyordum. O kör kedi akşamüzeri parkın köşede belirince ağzında hep bir kuş veya kasap kedilerinden zorla aldığı irice et veya ciğer parçası olurdu. Gelir bankanın köşede döner tazgahının altında, kedilerin önüne kor; onlar da sessizce kavga gürültü yapmadan önlerine konan neyse birlikte yerdi. Kör Kedi de bu sırada onları seyrederdi.
Ben bu Kediye baktıkça ‘onu nerede okudum? bilmiyorum’ okuduğum veya okuduğumu zannettiğim (birinden duymuş da olabilirim) hikayedeki bir gözü kör ceberut görünüşlü; ilk bakışta insana korku veren oralarda KÖR KADI diye ünlenen kadıya benzetirdim.
Okuduğum hikayedeki o ceberut, korkunç görünüşlü bir gözü kör Kadı mahkemede çok adil, müşfik biriydi. Korka korka karşısına çıkanlar ‘ister berat etsin, ister mahkum olsun’ onu çok sever ömür boyu saygı duyardı.
Ben hikayeyi öyle hatırlıyorum.  Bu kör kediyi tanıdıkça onu tıpkı o kör kadıya benzetiyordum.
Hele bir gün giderek samimi olduğum dönerci benim bu kör kediye çok ilgi gösterdiğimi görünce ”abi, bu kedi var ya; bunların reisi. Geçenlerde şu aralıkta kedinin biri enikledi. Herhalde biraz hastaydı. Bu kör kedi günlerce, o kediye yiyecek taşıdı. Hem ananın hem yavruların hayatını kurtardı. Dar bir aralıkta olduğu için ara sıra bende bir şeyler atıyordum. Hayret o hasta kedi, bu kör kedi gelene kadar hiç dokunmuyordu. Allah seni inandırsın şaştım kaldım” deyince benim bu kediye sevgim ve hayranlığım artmış ve ona KÖR KADI demeye başlamıştım.
Benden duyanlar da ona hep KÖR KADI diyordu. 
O gün öğleden sonraydı. Ben büroda oturuyordum. Hava bulutlanmış, ortalık kararmıştı. Az sonra o şehrin bildiğimiz yağmuru aniden bastırdı. Gök gürlüyor, şimşek çakıyor, yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Tam benim sevdiğim havaydı.
“Nedense?” gök gürültülü şimşek çakışlı, bardaktan boşanırcasına yağmurlu veya ince ince kar yağışlı, tipili havalara bayılırım.
Onun için o sıra yağmurun zevkine daha iyi varayım diye kapıyı açıp, sandalyeyi kapı aralığına koyup oturdum.
Sokakta bir anda sağdan soldan birikip oluşan küçük selin sürüklediği yaprak, kağıt parçası, sigara izmariti gibi şeylerin döne döne gidişini izliyordum.
KÖR KADI bankanın yanından geçip, hızla parka doğru koştu. O anda aşağı tarafından hızla gelen taksinin onu ezip geçtiğini gördüm. Taksi geçince koştum ‘arka ayakları ve karnı ezilmişti.’ Gören gözüyle acı içinde bana bakıyordu. Baş tarafından tutup bankın altına çektim. Çok ezilmişti kan akıyordu. Bir süre baktım. Yapabilecek bir şey yoktu dayanamayıp büroya geldim. Adamakıllı ıslanmış; çok da üzülmüştüm.
Ben büroya geldiğimde gördüm. Bütün kediler etrafında toplanıp mırıl mırıl sesler çıkarıyor bir yandan sırayla ezilen yerleri yalıyordu. Sanırım o şekilde iyileşeceğini umuyorlardı. Bazen sırayla, bazen hep beraber KÖR KADI’ larının yarasını yalamaya devam ettiler. Onların bu gayretine hayran kalmış bakıyordum. 
O sırada  köşeden Tombalacı Nuri gözüktü. Hızla meyhaneler sokağına gidiyordu. Tam önümden geçerken birden caminin oradaki parka yöneldi.
O saatte o yağmurlu havada parkta yalnız naylon çadırlarda yaşayan adem babalar olurdu. Onların tarafından bir bağırtı sesi gelmişti. Sanırım Nuri de o sesi duyup oraya yönelmişti. 
Ben Tombalacı Nuri'yi yıllardır tanırım. Nereli olduğu hakkında bir fikrim yok. Arada bir benim kaldığım otele gelip kalırdı. Oralarda tanımıştım. Tombalacılık yapıyordu. Öyle eksik taşlı, hileli kartlı tombalacılardan değildi. Harbi tombalacıydı.
O şehirde, o semtte hep aynı köşede çalışırdı. Ara sıra yanına uğrardım. Müşterileri hep varlıklı insanlardı. Genç orta yaşlı, temiz müşterisi vardı. Tombalayı bir şey kazanmak için değil öylesine, vakit geçirmek için çekerler, kazanırlarsa birini alıp diğerlerini Nuri'ye bırakırlardı. Onun muhabbetini seviyorlardı. Ayrıca o kimseye saygıda kusur etmezdi.  Ayrıca muhitinde pislik barındırmadığı için bir yerde bulunduğu yerin güvenliğini sağlıyordu.
O kendi için hep böyle derdi. Bir keresinde limana gelen 6. Filoyu protesto eden gençlerden biri polisten kaçarak onun yanına gelmiş Nuri de onu yandaki inşaatta saklamıştı. Bunu akşam otele geldiğinde keyifle anlatmış ”birader artık bende devrimci oldum” diye hava atmıştı.
Geçekten çok iyi insandı. Gariban dostuydu. Parası bitenlere borç verir; olmadı gider bir şeyler yaptırıp gelip yedirirdi. Beni de çok sever, her şeyini anlatırdı.
Genelevinde (asıl adı Sultan olan) Ajda isimli bir dostu vardı. Hatta onu çıkarıp evlenmek istemiş. Kabul etmeyince çok kırılmıştı. Sonra o kadının Nuri'yi çok kötü dövdürdüğü söylenmişti. Ama bundan hiç bahsetmezdi. O caminin parkındaki adem babalara hep sahip çıkar, onlara rahatsızlık verenleri arar bulur, posta kordu.
Oraya her gelişinde adem babalara ekmek arası döner, ciğer ısmarlar, arada bir zıkkımlansınlar diye şarap alırdı. Onu o civarda herkes severdi. Ancak son yıllarda içtiği zıkkımlar yüzünden çabuk çökmüş, beli kamburlaştığı için karşılaştığı kişilerin onu tepeden baktığını gördükçe, içine kapanmış pek konuşmuyordu. Ama eli açıklığı hep devam ediyordu.
Sanırım şimdi de adem babaların oradan gelen sesle yardıma ihtiyaçları olduğunu düşünüp  yağmura aldırmadan o tarafa yönelmişti. 
Nuri oraya yönelince, bağırış, çağırış, küfür sesleri yükseldi. Adem Babaların koşarak çil yavrusu gibi dağıldıklarını gördüm. Biri elinde bıçakla fırlayıp geçti. Az sonra Nuri ‘kamburu biraz daha artmış şekilde’ gözüktü. Birden yere kapaklandı. Donup kalmıştım.
Koştum, yere kapaklanan Nuri'yi çevirdim. Karnından kan fışkırıyordu. Fışkıran kan hızla kirli yağmur sularına karışıp onların rengini değiştirerek akıp gidiyordu. Karşı kahveden birileri koştu geldi. Biri başındaki şapkayı karnına bastırıp tampon yaptı. Taksi çağırdılar. Taksiye bindirdik. Orada tanıdık iki kişi taksiye bindi. Götürdüler.
Ben şaşkın korkmuş, üzgün sırılsıklam ıslanmış halde büroya dönüyordum. Gözüm orada adem babalara ilişti. Metruk binanın kapısı önünde, öylece titreşerek bakıyorlardı.
Gittim büroya sandalyeye oturdum. Gördüklerim karşısında neşe kaçmıştı. Yağmur da zevk vermiyordu.
KÖR KADI’ya baktım, öylece yatıyordu. Kediler etrafında;  ama yalamadan bekleşiyordu. Sanırım  ölmüştü.
Akşamüzeri yağmur dinince belediye temizlik görevlileri geldi; onu çöp arabasına koyup gittiler.
Kediler bir süre çöp arabasının arkasından baktılar. Ellerinden geleni yapmışlardı; ama yine ölmüştü. Topluca önümden sessizce geçtiler. Bankanın köşesindeki aralıkta kaybolup gittiler. Ne ertesi gün ne sonraki gün ortalıkta gözükmediler. Sonraki günler eski neşelerinin olmadığını fark ettim. Uzunca süre matem tuttular. Veya bana öyle geldi. 
KÖR KADI’ nın çöp arabasında götürülmesinden az sonra Tombalacı Nuri'nin kan kaybından öldüğü haberi geldi. Yardıma ihtiyaçları olduğunu düşünüp yardımlarına koştuğu adem babalar toz olmuştu. ‘Kim bıçakladı?’ şahit bile olmadılar.

Onu da belediye görevlileri, alıp kimsesizler mezarlığına gömmüşler. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder