"Hiç
Kuşlu Cami tarafına yolunuz düştü mü? Oradaki sokak kedilerini gördünüz
mü?" bilmiyorum.
Orada
yaşayan sokak kedileri öteki sokak kedilerinden farklıdır. Yani diğer sokak kedilerine hiç
benzemez. Hele kasap önünde, lokanta ve dönerci civarında dolanan, kuyruk
sallayıp yaltaklanarak karın doyurmaya çalışan kedilere hiç benzemez.
‘Nerede?
Ne zaman? Nasıl yiyecek bulurlar? Nerelerde dolaşırlar?’ hiç bilinmez.
Sabahleyin
erkenden hepsi bankanın köşesindeki dönerci arabasının altında toplanır. Güneş
parkın köşeye vurunca oraya gider topluca sabah temizliklerini yaparlar; sonra civar hareketlenmeye başlayınca kaybolup giderlerdi.
Arada
bir yanınızdan şimşek gibi geçince veya parkta arada bir neyi
paylaşamıyorlarsa?’ çıkardıkları gürültüyle onları ancak fark edersiniz.
Akşam
da yine hepsi bir anda parkın çıkışında toplanır, sonra bankanın köşeye
gelirlerdi. O saatte banka kapalı; dönerci de çoktan gitmiş olurdu.
Yine
oralarda bir süre dolaşırlar; gece olunca da bankayla asmalı kahve arasındaki
boşlukta kaybolurlardı.
Bu
yaşam biçimi hergün aynı şekilde başlar ve sona ererdi.
Ben
onları ‘bir arkadaşım sayesinde elde ettiğim’ proje çizimi için kullandığım
büroda sabahladığım günlerde tanımıştım. Hatta dost bile olmuştum. Rast
geldiklerinde ‘birilerinin önlerine koyduğu hiçbir şeye tenezzül etmezken’
benim yarım ekmek döner ve ciğerimi pek ala paylaşırlardı.
Sanırım
beni de kendilerinden sayıyorlardı.
Bu
kediler öyle diğer kediler gibi pist deyince asla gitmezlerdi. Önce “pist” diyene
dönüp şöyle bir bakarlar; ‘nasıl bir? Sert, gaddar, hayvan düşmanı mı? Yoksa
nane molla biri mi? Kendilerinden korkan veya tiksinen biri mi?’ bunu bir
bakışta anlarlar; eğer “pist” diyen ikinci kategoride nane molla birisi ise
döner ”ah korktum” der gibi bir miyav çeker; kuyruk sallaya sallaya çeker
gider, durur kaşınır sonra gideceği yere giderlerdi. Bu sırada adeta kendine
pist diyen kişiyle dalga geçerlerdi.
Diyelim biri eline bir şey alıp onlara
fırlatacak gibi yaptı; ‘eğer bunu korkutmak için yaptıysa’ veya ‘attığını vuran
kişi değilse’ bunu da anlar istiflerini bozmazlardı.
Ancak
pist diyen veya fırlatmak için eline bir şey alan gaddar, hayvan düşmanı biriyse
ona keskin bir “miyav” çeker şimşek gibi kaybolup giderlerdi.
Onların
böyle bir hayatları vardı. Acımasız, kıyasıya, mücadele isteyen ama
onurlu; kimseye benzemeyen çetin bir yaşam.
Ama
onların da önünde eğildikleri, etrafına toplanıp mırıl mırıl yaltaklandıkları
biri vardı. Evet onlara tümüyle egemen olan biri.
Ben
onu bu kedileri gözlerken fark ettim. Hatta ilk başta onu fark ettim. Bu bir
gözü kör korkunç görünüşlü ‘kaplan olarak doğacakken’ son anda vazgeçip kedi
olarak doğmuş, iri bir kedi idi.
Her
gün bu kedinin yanında, etrafında bankanın köşede toplanır, sanki onunu talimatıyla
parkın köşesine geçip sabah temizliği yapar ve yine onun talimatıyla sağa sola
dağılırlardı.
Ben
gördüklerimden öyle anlıyordum. O kör kedi akşamüzeri parkın köşede belirince
ağzında hep bir kuş veya kasap kedilerinden zorla aldığı irice et veya ciğer parçası
olurdu. Gelir bankanın köşede döner tazgahının altında, kedilerin önüne kor;
onlar da sessizce kavga gürültü yapmadan önlerine konan neyse birlikte yerdi.
Kör Kedi de bu sırada onları seyrederdi.
Ben
bu Kediye baktıkça ‘onu nerede okudum? bilmiyorum’ okuduğum veya okuduğumu
zannettiğim (birinden duymuş da olabilirim) hikayedeki bir gözü kör ceberut
görünüşlü; ilk bakışta insana korku veren oralarda KÖR KADI diye ünlenen kadıya
benzetirdim.
Okuduğum
hikayedeki o ceberut, korkunç görünüşlü bir gözü kör Kadı mahkemede çok adil,
müşfik biriydi. Korka korka karşısına çıkanlar ‘ister berat etsin, ister mahkum
olsun’ onu çok sever ömür boyu saygı duyardı.
Ben
hikayeyi öyle hatırlıyorum. Bu kör kediyi tanıdıkça onu tıpkı o kör kadıya benzetiyordum.
Hele
bir gün giderek samimi olduğum dönerci benim bu kör kediye çok ilgi
gösterdiğimi görünce ”abi, bu kedi var ya; bunların reisi. Geçenlerde şu
aralıkta kedinin biri enikledi. Herhalde biraz hastaydı. Bu kör kedi günlerce,
o kediye yiyecek taşıdı. Hem ananın hem yavruların hayatını kurtardı. Dar bir
aralıkta olduğu için ara sıra bende bir şeyler atıyordum. Hayret o hasta kedi,
bu kör kedi gelene kadar hiç dokunmuyordu. Allah seni inandırsın şaştım kaldım”
deyince benim bu kediye sevgim ve hayranlığım artmış ve ona KÖR KADI demeye
başlamıştım.
Benden
duyanlar da ona hep KÖR KADI diyordu.
O
gün öğleden sonraydı. Ben büroda oturuyordum. Hava bulutlanmış, ortalık
kararmıştı. Az sonra o şehrin bildiğimiz yağmuru aniden bastırdı. Gök
gürlüyor, şimşek çakıyor, yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Tam benim
sevdiğim havaydı.
“Nedense?”
gök gürültülü şimşek çakışlı, bardaktan boşanırcasına yağmurlu veya ince ince
kar yağışlı, tipili havalara bayılırım.
Onun
için o sıra yağmurun zevkine daha iyi varayım diye kapıyı açıp, sandalyeyi kapı
aralığına koyup oturdum.
Sokakta
bir anda sağdan soldan birikip oluşan küçük selin sürüklediği yaprak, kağıt
parçası, sigara izmariti gibi şeylerin döne döne gidişini izliyordum.
KÖR
KADI bankanın yanından geçip, hızla parka doğru koştu. O anda aşağı
tarafından hızla gelen taksinin onu ezip geçtiğini gördüm. Taksi geçince koştum
‘arka ayakları ve karnı ezilmişti.’ Gören gözüyle acı içinde bana bakıyordu.
Baş tarafından tutup bankın altına çektim. Çok ezilmişti kan akıyordu. Bir süre
baktım. Yapabilecek bir şey yoktu dayanamayıp büroya geldim. Adamakıllı
ıslanmış; çok da üzülmüştüm.
Ben
büroya geldiğimde gördüm. Bütün kediler etrafında toplanıp mırıl mırıl sesler
çıkarıyor bir yandan sırayla ezilen yerleri yalıyordu. Sanırım o şekilde
iyileşeceğini umuyorlardı. Bazen sırayla, bazen hep beraber KÖR KADI’ larının
yarasını yalamaya devam ettiler. Onların bu gayretine hayran kalmış
bakıyordum.
O
sırada köşeden Tombalacı Nuri gözüktü. Hızla meyhaneler sokağına gidiyordu.
Tam önümden geçerken birden caminin oradaki parka yöneldi.
O
saatte o yağmurlu havada parkta yalnız naylon çadırlarda yaşayan adem babalar
olurdu. Onların tarafından bir bağırtı sesi gelmişti. Sanırım Nuri de o
sesi duyup oraya yönelmişti.
Ben
Tombalacı Nuri'yi yıllardır tanırım. Nereli olduğu hakkında bir fikrim
yok. Arada bir benim kaldığım otele gelip kalırdı. Oralarda tanımıştım.
Tombalacılık yapıyordu. Öyle eksik taşlı, hileli kartlı tombalacılardan
değildi. Harbi tombalacıydı.
O
şehirde, o semtte hep aynı köşede çalışırdı. Ara sıra yanına uğrardım.
Müşterileri hep varlıklı insanlardı. Genç orta yaşlı, temiz müşterisi vardı.
Tombalayı bir şey kazanmak için değil öylesine, vakit geçirmek için çekerler,
kazanırlarsa birini alıp diğerlerini Nuri'ye bırakırlardı. Onun muhabbetini
seviyorlardı. Ayrıca o kimseye saygıda kusur etmezdi. Ayrıca muhitinde
pislik barındırmadığı için bir yerde bulunduğu yerin güvenliğini sağlıyordu.
O
kendi için hep böyle derdi. Bir keresinde limana gelen 6. Filoyu protesto eden
gençlerden biri polisten kaçarak onun yanına gelmiş Nuri de onu yandaki inşaatta saklamıştı. Bunu akşam otele geldiğinde keyifle
anlatmış ”birader artık bende devrimci oldum” diye hava atmıştı.
Geçekten
çok iyi insandı. Gariban dostuydu. Parası bitenlere borç
verir; olmadı gider bir şeyler yaptırıp gelip yedirirdi. Beni de çok sever, her
şeyini anlatırdı.
Genelevinde
(asıl adı Sultan olan) Ajda isimli bir dostu vardı. Hatta onu çıkarıp evlenmek
istemiş. Kabul etmeyince çok kırılmıştı. Sonra o kadının Nuri'yi çok kötü
dövdürdüğü söylenmişti. Ama bundan hiç bahsetmezdi. O caminin parkındaki adem
babalara hep sahip çıkar, onlara rahatsızlık verenleri arar bulur, posta kordu.
Oraya
her gelişinde adem babalara ekmek arası döner, ciğer ısmarlar, arada bir
zıkkımlansınlar diye şarap alırdı. Onu o civarda herkes severdi. Ancak son
yıllarda içtiği zıkkımlar yüzünden çabuk çökmüş, beli kamburlaştığı için
karşılaştığı kişilerin onu tepeden baktığını gördükçe, içine kapanmış pek
konuşmuyordu. Ama eli açıklığı hep devam ediyordu.
Sanırım
şimdi de adem babaların oradan gelen sesle yardıma ihtiyaçları olduğunu düşünüp
yağmura aldırmadan o tarafa yönelmişti.
Nuri
oraya yönelince, bağırış, çağırış, küfür sesleri yükseldi. Adem Babaların
koşarak çil yavrusu gibi dağıldıklarını gördüm. Biri elinde bıçakla fırlayıp
geçti. Az sonra Nuri ‘kamburu biraz daha artmış şekilde’ gözüktü. Birden yere
kapaklandı. Donup kalmıştım.
Koştum,
yere kapaklanan Nuri'yi çevirdim. Karnından kan fışkırıyordu. Fışkıran kan
hızla kirli yağmur sularına karışıp onların rengini değiştirerek akıp
gidiyordu. Karşı kahveden birileri koştu geldi. Biri başındaki şapkayı karnına
bastırıp tampon yaptı. Taksi çağırdılar. Taksiye bindirdik. Orada tanıdık iki
kişi taksiye bindi. Götürdüler.
Ben
şaşkın korkmuş, üzgün sırılsıklam ıslanmış halde büroya dönüyordum. Gözüm orada
adem babalara ilişti. Metruk binanın kapısı önünde, öylece titreşerek
bakıyorlardı.
Gittim
büroya sandalyeye oturdum. Gördüklerim karşısında neşe kaçmıştı. Yağmur da zevk
vermiyordu.
KÖR
KADI’ya baktım, öylece yatıyordu. Kediler etrafında; ama yalamadan
bekleşiyordu. Sanırım ölmüştü.
Akşamüzeri
yağmur dinince belediye temizlik görevlileri geldi; onu çöp arabasına koyup
gittiler.
Kediler
bir süre çöp arabasının arkasından baktılar. Ellerinden geleni yapmışlardı; ama
yine ölmüştü. Topluca önümden sessizce geçtiler. Bankanın köşesindeki aralıkta
kaybolup gittiler. Ne ertesi gün ne sonraki gün ortalıkta gözükmediler. Sonraki
günler eski neşelerinin olmadığını fark ettim. Uzunca süre matem tuttular. Veya
bana öyle geldi.
KÖR
KADI’ nın çöp arabasında götürülmesinden az sonra Tombalacı Nuri'nin kan
kaybından öldüğü haberi geldi. Yardıma ihtiyaçları olduğunu düşünüp
yardımlarına koştuğu adem babalar toz olmuştu. ‘Kim bıçakladı?’ şahit bile
olmadılar.
Onu
da belediye görevlileri, alıp kimsesizler mezarlığına gömmüşler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder