Geçtiğimiz
günlerde karşılaştım onunla. Eski bir dostumdu. Onu görünce çok mutlu oldum.
İnsan
eskidikçe, eskilere bir fazla değer verir oluyor. Sanırım o da karşılaşmamızdan
mutlu olmuştu.
“Sanırım”
diyorum. Çünkü bakışları biraz donuktu. “Ooo! Nereden böyle?” diye sorduğumda,
iki eliyle elimi tutup “sorma” der gibi baktı.
Bir
sıkıntısı olduğunu ve dertleşmek için birini aradığını fark ettim. Etrafa
bakındım; hemen ileride gölgelikte boş bir bank vardı. Elini bırakmadan “gel,
şöyle oturalım” dedim. Birlikte yürüyüp banka oturduk.
O
hala elimi tutuyordu. “Nasılsın? Epeydir gözükmedin. Nerelerdeydin?” dedim.
O
bu sorumu bekliyormuş. Başladı anlatmaya. Hastalanmış, ameliyat olmuş, uzunca
süre yatmış. “Çok şükür şimdi iyiyim” dedi.
Asıl
sıkıntısı çocuklarıymış.
Öyle şer-şör değillermiş. Çok da iyi okumuşlar. Nefes
almakta zorlanıyordu. Burada durakladı. “Geçmiş olsun ameliyat olduğunu bilmiyordum.
Çok şükür kurtulmuşsun, çocuklar da güzel okumuş, yaramazlıkları da yokmuş.
Şükret birader, daha neye sıkılıyorsun” dedim.
Sen
öyle zannet der gibi baktı. “Anlaşamıyorum. Çok istediğim halde anlaşamıyorum,
çok yabancı oldular” dedi.
Güldüm
“çocuklarıyla anlaşamayan yalnız sen misin? Herkesin aynı derdi var” dedim.
Söylediği
doğruydu. Hemen her ana-baba bundan şikayetçi idi. Anlaşamamak,
daha doğrusu iletişim kopukluğu.
Geçenlerde
çocukların teyzesi, eski deyimiyle küçük baldız aradı. Telefonda barut gibiydi.
“Bir daha onları aramıycam. Ne olurlarsa umurumda değil. Ne bunların
saygısızlığı?” diye başlayıp, uzun, uzun dert yandı.
Telefonu
açmadıklarını, hiç arayıp sormadıklarını; halbuki onları ne kadar çok
sevdiğini; ama son kez aradığında telefonu yine açmadıkları için çok
kırıldığını söylüyordu.
Dinledim,
dinledim. Haklı olduğunu söyledim. Biraz rahatlamıştı.
Gerçekten
özellikle internetin yaygınlaşmasıyla bu sıkıntı giderek artmıştı. Hemen herkes
iletişimi internet ve cep telefonu ile yapıyordu. Bir de “kuzen” modası
çıkmıştı. Soruyorsun kim diye “kuzenim” diye cevap veriyor.
Yani
neyin? Teyzenin çocuğu mu? Yoksa amca, dayı veya halanın çocuğu mu? Bunu bir
kerede öğrenemiyorsun. “Teyzemin, halamın, amcamın veya dayımın çocuğu” demek
çok mu zor? Çok mu çağdışı? anlamak zor.
Bir
yapaylık, bir sahtelik. Hal hatır sormalarda verilen cevap aynı.
Bir de
internet dili diye bir dil çıktı. Modaya uyup feysbukta bir sayfa açtım. Eski
bir arkadaşımın sohbette olduğunu görünce hal-hatır sormak için “merhaba, seni
epeydir görmedim, nasılsın” diye yazdım. Cevap verdi. “mrb.iyi.” Canım sıkıldı.
Bu “mrb.” da nereden çıktı? anlamadım ve sayfayı kapadım.
Bir
başka arkadaşa bunu dert yanınca “birader o internet dili” dedi. Meğer herkes
internette öyle konuşuyormuş.
Üzüldüm;
kitap okuma alışkanlığımız olmadığı için zaten yüz elli, iki yüz kelime ile
konuşup anlaşıyoruz. Bu gidişle taş devri insanları gibi işaretle anlaşmaya
başlayacağız.
Ona
bunları söyledim. “Şükret” dedim. “Bak hala uzun uzun sohbet edip dertleşecek
dostluklarımız var” diyerek teselliye çalıştım.
Ama
aslında aynı dert bende de vardı. Çok sevdiğim iki kızımla bir araya
gelemiyorduk. Şöyle telefonda bile ağız tadıyla konuşamıyorduk. Onlar için çok
üzülüyordum. Bu gidişle yapayalnız kalacaklardı. Şimdi şıkır-şıkır kurdukları
arkadaşlık ilişkileri ‘yarın’ herkes kendi yaşam derdine düşünce kaybolup
gidecek; bir, en çok iki, üç arkadaşıyla bu ilişkileri anca sürdürecekti.
İnsanlığın
binlerce yıllık deneyimi sonucu belirlediği “mutluluklar paylaştıkça çoğalır,
dertler paylaştıkça azalır” ilkesini yaşayacak, paylaşacak çok az kimseleri
olacaktı.
İnsanlığın
kültürünün ürettiği folklorik hayat giderek kayboluyordu. Düğünlerin,
bayramların tadı tuzu kalmamıştı. Şimdi belki ihtiyaç duymuyorlardı; ama bir
gün mutlaka etraflarında kendilerine yakın dost, akraba arayacak; ama geçmişte
kaybettikleri için bulmakta zorlanacaklardı.
Bunu
kızlarıma söylediğimde “babişko, sen yaşlanıyorsun galiba” diyerek benim bu
sözlerimi yaşlılığıma veriyorlardı.
O
dostuma bunları anlattım. Uzun, uzun dertleştik. Çocuklarımızın, ilerde doğacak
torunlarımızın yalnızlığa düşmeden, birlikte yaşamanın yollarını bulmalarını
dilemekten başka çaremiz olmadığını söyledik. Bir süre sonra vedalaştık. “İnşallah
biz yanılıyoruzdur” dileğiyle o kendi kaygılarıyla, ben kendi kaygılarımla
yürüyüp gittik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder