16 Temmuz 2017 Pazar

TÜFEK İCAT OLDU



Geçtiğimiz günlerde karşılaştım onunla. Eski bir dostumdu. Onu görünce çok mutlu oldum.
İnsan eskidikçe, eskilere bir fazla değer verir oluyor. Sanırım o da karşılaşmamızdan mutlu olmuştu.
“Sanırım” diyorum. Çünkü bakışları biraz donuktu. “Ooo! Nereden böyle?” diye sorduğumda, iki eliyle elimi tutup “sorma” der gibi baktı.
Bir sıkıntısı olduğunu ve dertleşmek için birini aradığını fark ettim. Etrafa bakındım; hemen ileride gölgelikte boş bir bank vardı. Elini bırakmadan “gel, şöyle oturalım” dedim. Birlikte yürüyüp banka oturduk.
O hala elimi tutuyordu. “Nasılsın? Epeydir gözükmedin. Nerelerdeydin?” dedim. 
O bu sorumu bekliyormuş. Başladı anlatmaya. Hastalanmış, ameliyat olmuş, uzunca süre yatmış. “Çok şükür şimdi iyiyim” dedi.
Asıl sıkıntısı çocuklarıymış. 
Öyle şer-şör değillermiş. Çok da iyi okumuşlar. Nefes almakta zorlanıyordu. Burada durakladı. “Geçmiş olsun ameliyat olduğunu bilmiyordum. Çok şükür kurtulmuşsun, çocuklar da güzel okumuş, yaramazlıkları da yokmuş. Şükret birader, daha neye sıkılıyorsun” dedim.
Sen öyle zannet der gibi baktı. “Anlaşamıyorum. Çok istediğim halde anlaşamıyorum, çok yabancı oldular” dedi.
Güldüm “çocuklarıyla anlaşamayan yalnız sen misin? Herkesin aynı derdi var” dedim.
Söylediği doğruydu. Hemen her ana-baba bundan şikayetçi idi.  Anlaşamamak,  daha doğrusu iletişim kopukluğu.
Geçenlerde çocukların teyzesi, eski deyimiyle küçük baldız aradı. Telefonda barut gibiydi. “Bir daha onları aramıycam. Ne olurlarsa umurumda değil. Ne bunların saygısızlığı?”  diye başlayıp, uzun,  uzun dert yandı.
Telefonu açmadıklarını, hiç arayıp sormadıklarını; halbuki onları ne kadar çok sevdiğini; ama son kez aradığında telefonu yine açmadıkları için çok kırıldığını söylüyordu.
Dinledim, dinledim. Haklı olduğunu söyledim. Biraz rahatlamıştı.
Gerçekten özellikle internetin yaygınlaşmasıyla bu sıkıntı giderek artmıştı. Hemen herkes iletişimi internet ve cep telefonu ile yapıyordu. Bir de “kuzen” modası çıkmıştı. Soruyorsun kim diye “kuzenim” diye cevap veriyor.
Yani neyin? Teyzenin çocuğu mu? Yoksa amca, dayı veya halanın çocuğu mu? Bunu bir kerede öğrenemiyorsun. “Teyzemin, halamın, amcamın veya dayımın çocuğu” demek çok mu zor? Çok mu çağdışı? anlamak zor.
Bir yapaylık, bir sahtelik. Hal hatır sormalarda verilen cevap aynı. 
Bir de internet dili diye bir dil çıktı. Modaya uyup feysbukta bir sayfa açtım. Eski bir arkadaşımın sohbette olduğunu görünce hal-hatır sormak için “merhaba, seni epeydir görmedim, nasılsın” diye yazdım. Cevap verdi. “mrb.iyi.” Canım sıkıldı. Bu “mrb.” da nereden çıktı? anlamadım ve sayfayı kapadım.
Bir başka arkadaşa bunu dert yanınca “birader o internet dili” dedi. Meğer herkes internette öyle konuşuyormuş.
Üzüldüm; kitap okuma alışkanlığımız olmadığı için zaten yüz elli, iki yüz kelime ile konuşup anlaşıyoruz. Bu gidişle taş devri insanları gibi işaretle anlaşmaya başlayacağız. 
Ona bunları söyledim. “Şükret” dedim. “Bak hala uzun uzun sohbet edip dertleşecek dostluklarımız var” diyerek teselliye çalıştım.
Ama aslında aynı dert bende de vardı. Çok sevdiğim iki kızımla bir araya gelemiyorduk. Şöyle telefonda bile ağız tadıyla konuşamıyorduk. Onlar için çok üzülüyordum. Bu gidişle yapayalnız kalacaklardı. Şimdi şıkır-şıkır kurdukları arkadaşlık ilişkileri ‘yarın’ herkes kendi yaşam derdine düşünce kaybolup gidecek; bir, en çok iki, üç arkadaşıyla bu ilişkileri anca sürdürecekti.
İnsanlığın binlerce yıllık deneyimi sonucu belirlediği “mutluluklar paylaştıkça çoğalır, dertler paylaştıkça azalır” ilkesini yaşayacak, paylaşacak çok az kimseleri olacaktı.
İnsanlığın kültürünün ürettiği folklorik hayat giderek kayboluyordu. Düğünlerin, bayramların tadı tuzu kalmamıştı. Şimdi belki ihtiyaç duymuyorlardı; ama bir gün mutlaka etraflarında kendilerine yakın dost, akraba arayacak; ama geçmişte kaybettikleri için bulmakta zorlanacaklardı.
Bunu kızlarıma söylediğimde “babişko, sen yaşlanıyorsun galiba” diyerek benim bu sözlerimi yaşlılığıma veriyorlardı.
O dostuma bunları anlattım. Uzun, uzun dertleştik. Çocuklarımızın, ilerde doğacak torunlarımızın yalnızlığa düşmeden, birlikte yaşamanın yollarını bulmalarını dilemekten başka çaremiz olmadığını söyledik. Bir süre sonra vedalaştık. “İnşallah biz yanılıyoruzdur” dileğiyle o kendi kaygılarıyla, ben kendi kaygılarımla yürüyüp gittik. 
                                                                                                                          




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder