10 Kasım 2017 Cuma
Çanlar kimin için çalıyor?
13.03.2014 11:30:28
'Çanlar Kimim İçin Çalıyor?' toplumsal sorunlara duyarlı hemen
herkesin bildiği bir kitabın başlığı bu. Ernest Hemigway'in İspanya İç Savaşını anlatan bir romanı.
Bu başlıklı yazımı 13 Mart 2014 günü yazmıştım. Bu başlığı
kullanma nedeni olarak da o gün
için Türkiye'de sanki bir iç
çatışma, iç savaş tehlikesi giderek yükseliyor olmasını göstermiştim.
O sıra bu endişe yalnız benim endişem değil. O günlerde
televizyona çıkan bütün yorumcular toplumsal yapıda özellikle son
zamanlarda yaşanan olaylara ve artma eğilimindeki kaosa bakarak '30 Mart
Seçimlerine ulaşmak giderek zorlaşıyor' şeklide endişe ifade ediyordu.
O sıra bunlara bakıp “İktidarın son iki yıldır izlediği iç ve
dış politikanın sonuçlarına bakınca haksız da değiller” demiştim.
O yılların başbakanı ‘şimdinin cumhurbaşkanı’ 'ona muhalif olan
dış ve iç çevrelerde hemen herkesin mutabık kaldığı gibi' giderek artan hukuk,
kural tanımaz politikası ve demokratik kitle eylemlerine tahammülsüzlüğü ve
beraberindeki polis devletini çağrıştıran uygulamalarıyla artan polis şiddeti; bunun sonuçları ülke içinde son zamanda hukuka,
adalete artan güvensizlik bu endişeyi besliyordu.
Özellikle Gezi Parkında yurttaşın kendiliğinden demokratik
çıkışından sonra o zamanın başbakanının ‘şimdinin Cumhurbaşkanı’ bu demokratik
eyleme karşı sertleşen politikası daha arttı.
On yedi Aralık'ta ortaya
çıkan yolsuzluk iddiaları, ekonomideki kötüye gidiş dış ve iç ekonomik
çevrelerde iktidarın uyguladığı ekonomik politikaya yönelik artan güvensizlik
ve eleştirilere karşı o zamanın başbakanının ‘şimdinin cumurbaşkanı’
takındığı tavır toplumda zaten var olan politik ayrışmayı daha da derinleştirme
tehlikesini artırmıştı. Şimdi daha artırıyor.
Çok değil bir hafta önce Ankara’nın tam göbeğinde yüzün üzerinde
canın ölümüne, onlarca canın yaralanmasına toplumun yarısı neredeyse “oh olsun”
diyor gibi.
O zaman 30 Mart yerel seçimlerine yönelik siyasilerin
meydanlarda kullandığı dilden daha acı dil şimdi 1 Kasım’a giderken aynen
kullanılıyor bu ayrışmanın tam anlamıyla tuzu biberi oluyor.
O yıllarda Gezi eylemlerine yönelik polisin artan baskısı ve
kullandığı şiddet sonucu başından yaralanan ve adeta demokrasi güçlerinin
sembolü haline gelen on beş yaşındaki Berkin'in yaşam mücadelesini kaybedip
vefat etmesi üzerine düzenlenen cenaze törenine milyonu aşan katılım
olmuştu.
O sırada milyonlarca gönüllerde gösterilen tepki demokratik
yollardan Türkiye'de iktidarın değişimine karşı olan çevrelerde nasıl
rahatsızlık yarattıysa? Şimdi de yüzün üzerinde canın öldürülmesine tepkiler de
benzer biçimde rahatsızlık yarattı.
Şimdi daha belirgin anlaşılıyor ki milyonların belli bir
olgunlukla iktidara, özellikle iktidarın artan anti demokratik uygulamalarına
ve buna sebep gösterilen cumhurbaşkanına karşı tepkiler saptırılıp kaos
ortamı yaratılmak isteniyor.
Ekrana düşen bilgilere göre güneydoğudan yine şehit
haberleri gelmeye başladı. Sanki birileri kasıtlı olarak yüzün üzerinde ölen
cana tepkileri dengelemek, iktidarın güneydoğu’da estirdiği terörü haklı
çıkarmak için yeni oyunlar peşinde.
İktidarın ihmali sonucu bu ölümlerin olduğuna işaret etmeye
meydan vermemek için o ölümlerin olduğu 10 Ekim günü Diyarbakır ve Erzurum’da
polis ve asker şehit edildi. Tıpkı 12 Eylül öncesi sağcıyı öldüren tabancanın
bir gün sonra bir solcuyu öldürdüğüne benzeyen bir tezgah bu.
Ekrana düşen son bilgilerde neyin doğru neyin yalan olduğunu
anlamak olası değil. İktidarın medya üzerinde cümle alemin şahit olduğu baskısı
giderek gerçekleri ifade edenlerin ümüğünü sıkar oldu.
Bu son gelişmeler sonucunda görülüyor ki; daha önce yer yer
mevzi olarak siyasi partilere yönelik saldırılar yerini şimdi daha büyük kitle
katliamına yönelik saldırılara bırakabilir.
Bu anlamda HDP nin kitle eylemlerinden vazgeçmesi anlaşılabilir.
Ama Türkiye’yi kana bulamak isteyenlerin yalnız muhalefetin toplantılarına
hedef alacağının, iktidarın toplantılarının güvence içinde geçeceğinin bir
garantisi yok ki.
Ortadoğu’da sıkışan emperyalist siyaset ve o siyasetin kuyruğuna
takılmış gidenlerin hangi oyunların peşinde olduğu bilinmiyor ki. Sağ olsun
iktidarın uyguladığı umarsız dış politika sonucu Pakistan’la Afganistan
arasında kalan Peşaver’e benzeyen güney sınırımızda kum gibi terörist kaynıyor.
Geçtiğimiz gün bir terör uzmanı ‘orada teröre bulaşan yurttaşların
geri dönüp geldiğinde normal işine, çiftine çubuğuna döneceğini kimse
beklemesin. Onların hepsi fünyesi takılmamış bombalar gibi geri dönecek. Kim
fünye takıp nereye korsa orada patlar’ diye bir büyük tehlikeyi işaret
ediyordu.
Yani iktidar sayesinde
ülkemizde patlamaya hazır bombaların kasaba ve şehirlerimizde,
mahallelerimizde; hatta oturduğumuz sokak ve apartmanlarda olduğu bir ortama
kavuştuk.
Türkiye Halkı böyle durumlarla yani iktidara yönelik demokratik
tepkilerinin artmasının sonunda demokrasinin kesintiye uğramasını
27 Mayıs 1960 tan bu yana her on yılda bir yaşadı.
Sanki şimdi 1 Kasım öncesi ve belki sonrası yine benzer bir
sonuç yaratılmak isteniyor gibi.
Demokrasi isteyen, demokrasiden yana olan herkes umarım bu çalan
tehlike çanlarının farkındadır.
Umarım provokasyonlara kapılmadan sağ salim 1 Kasım’da
sandıklara ulaşmayı beceririz ve 2 Kasım sabahı barış ve demokrasinden yana bir
sevinci bütün Türkiye Halkı olarak yaşarız.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder