21 Kasım 2017 Salı

"Terör kimin terörü? Ölü kimin ölüsü?"


 POLİTİKA
 15.11.2015 16:19:56
Merhaba; geçtiğimiz gün bir Akit yazarının kurtuluş savaşı için "İngilizler kalaydı ırzımıza geçerlerdi; ama dilimize karışmazlardı" dediğini sayfama düşen paylaşımda okumuştum.  Yine Yeni Şafak'ta İbrahim Karagül cumhuriyet döneminin sona erdiğini savunuyordu.

Sanırım cumhuriyetin kuruluşu sonrası Latin alfabesine geçişe gönderme yapıp bu uygulamayı eleştiriyorlar.

Onların bu yaklaşımına cumhuriyet karşıtı olan çoğu kişi onaylamıştır sanırım.

Burada dikkat çekmek istediğim; kişinin sorgulamadan bir şeye karşı çıkması veya kabul etmesi. Yoksa gerçeğin ne olduğunu bile bile kişisel çıkarları için bunu saptıranlarla işim olmaz benim.

Dün paylaştığım yazıda onun için sorgulamayı öne çıkarmaya çalışmıştım.

Çünkü o yazarlar veya onlara onay verenler eğer İngilizlerin veya emperyalizmin 'öyle çok uzağa gitmeye gerek yok' örneğin ABD'nin Irak'ı işgalinin sonrası ABD askeri 'Akit yazarının temenni ettiği gibi' binlerce Irak kadının ırzına geçerken ABD'nin Irak'ın alfabesini değiştirmeye gerek görmediğini bilirler.

Ama bu yazarları ve onların düşüncelerini savunanlar ayni ABD'nin yüzlerce Iraklı bilim insanını öldürdüğünü, Bağdat kütüphanesini tarümar edip Irak üniversitelerinden bilim yapmayı niçin olanaksız hale getirdiğini, Irak'ın tarihi eserlerini kaçırıp Irak Halkını kültürüyle bağlarını niçin kopartmaya çalıştığını bilmezler veya bilmedikleri için umursamazlar.

Zaten sorun da burada. Bilgi körlüğü nedeniyle olaylar ve uygulamalar arasındaki bağlantının farkına varamama ve istemeden birilerinin oyuncağı haline gelme; birilerinin oyuncağı olma yani.

Burada anlatmak istediğim 'Özellikle petrolün değer kazanması sonrası Arap petrollerine göz diken emperyalizm Arapların özellikle alfabesine hiç dokunmadı. Çünkü aydınlanmış Arap toplumu emperyalizmin hiç işine gelmezdi'.

Yani Akit yazarının düşündüğü gibi Emperyalizm Arapların veya Iraklıların dinlerine, dillerine onlara çok saygılı olduğu için dokunmamazlık etmedi. Bu halleriyle; yani cehaletin karanlığındaki halleriyle sömürmek daha kolayına geldiği için onların diline dinine dokunmadı.

Cumhuriyetin kuruluşu sonrası Mustafa Kemal Türkiye Halkının aydınlanıp kendini sorgulaması ve geleceğini aydınlık temeller üzerine kurması için ısrarla Arap alfabesinin yerine Latin alfabelerini savundu.

Onun bu kararlılığına karşı çıkanların argümanı "İslam aleminden kopuyoruz" olmuştu.

Emperyalizmin İslam dünyası üzerindeki amacını çok iyi analiz eden Mustafa Kemal bu nedenle Latin alfabesini kabulünde ısrar ederken yönetim üzerinde dinin etkisi yerine laikliğin ve çağdaşlığın etkin olmasını savundu.

Cehaletin karanlığında, din diye hurafenin egemen olduğu halkın savaşlardaki direncine yakından tanık olduğu için "olmaz, boşa uğraşıyorsun. Bu cahil halka okuma yazma öğretemezsin" diye o dönemin kimi aydınlarının 'örneğin Halide Edip Adıvar'ın Yunus Nadi'nin' uyarısına rağmen politikasında ısrar etti. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra saltanatı ve hilafeti kaldırıp  1928 de Latin alfabesini bu gayeyle uygulamaya koydu.

Alfabenin kabulünden 24 gün sonra Türkiye Halkıyla Millet Mektepleri gibi bilinmedik bir yolculuğa çıktı. Ve beş yıl sonra halkın % 25'inin okuma yazma öğrenmesini sağladı.

Cumhuriyetin kuruluşu sırasında bir yandan halka laikliği ve çağdaş aklı benimsetmeye çalışırken öte yandan halkı 'din diye dayatılan' cehaletin karanlığının etkisinden kurtarmak için kılık kıyafetten tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar bir dizi uygulamayı devreye soktu.

Bugün Mustafa Kemal'i eleştiren kimi aydınlarla yazarların buluştuğu yer aynı. "Halkı cahil bıraktı" veya "dinini özgürce yaşamasına engel oldu" diye suçlamadır.

Önceki gece Paris'te Işid saldırısı sonucu bir katliam yaşandı. Bir yandan o katliamı eleştirirken diğer yandan "Fransızlar Suriye muhaliflerini eğitmede ilk önce davrananlardandı" diyerek sanki o katliam için "oh olsun" diyen duruma düştüklerini hiç fark etmiyorlardı.

Kendini 'Atatürkçü, Kemalist' diye tanımlayanlar şehit cenazelerine tepki gösterirken yıllardır Kürt Halkının kimliğine ve kişiliğine yapılan baskıyı görmezden geliyorlar veya Kürt Halkına düşmanlık duyuyorlar.

Bazısı da iktidarın uygulamalarına tepki duyduğu için veya kimi polislerin ilkellik ve ırkçılık karışımı söylemlerine bakıp asker ve polisin şehit olmasını umursamıyor.

Kimi solcu kesim de asker ve polisleri şehit eden PKK isimli terör örgütünün 12 Eylül faşizminin gölgesinde kurulduğunu görmezden geldiği için PKK'ya yönelik eleştirileri Kürt Halkına veya PKK'ya inanıp katılmış Kürt gençlerinin ölülerine yapılan eleştiri veya saygısızlık gibi görüp karşı çıkıyorlar.

Bu ayrıntılı açıklamadaki amacım; yaşamı bilerek sorgulamayan insanın 'istediği kadar iyi niyetli olsun' sonunda gelip bilgisizliğin kör çukurundaki batağa batacağına işaret etmektir.

Onun için mutlaka doğru bilgilerle donanıp yaşamı doğru sorgulamak gerekir. Bunun için de öncelikle sanat ve edebiyatla tanışıp kitap okuma alışkanlığı kazanmak gerekir.

Onun için geleceğimiz olan çocuklarımızın cehaletin ve bilgisizliğin çukurunda debelenmemesi için onların aydınlanmasına gereken önemi göstermeliyiz.

Yani onların da bizim gibi "terör kimin terörü" veya "bu terörü kim besliyor?" diye sormadan "Terörü kim? Niçin besliyor?" sorusunu doğru sorup, doğru bilgilerle donanıp terörün her çeşidine karşı çıkması ve "kimin ölüsü?" demeden bütün öldürmelere ve katliamlara karşı çıkması gerekiyor.

Böyle davranmayı seçip, geleceğimizi bu doğru temeller üzerine inşa edersek; ancak o zaman emperyalizmin veya inanç diye dayatılan cehaletin ürettiği teröre karşı çıkmaya ve eleştirmeye hakkımız olur.

Yoksa "ölen kimdenmiş?" ilkelliğinde kalıp teröre veya terörün öldürdüğü ölümlere kendimizce mazeretler üretme zavallılığından asla kurtulamayız.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder