POLİTİKA
15.11.2015 16:19:56
Merhaba; geçtiğimiz
gün bir Akit yazarının kurtuluş savaşı için "İngilizler kalaydı ırzımıza
geçerlerdi; ama dilimize karışmazlardı" dediğini sayfama düşen paylaşımda
okumuştum. Yine Yeni Şafak'ta İbrahim
Karagül cumhuriyet döneminin sona erdiğini savunuyordu.
Sanırım cumhuriyetin
kuruluşu sonrası Latin alfabesine geçişe gönderme yapıp bu uygulamayı
eleştiriyorlar.
Onların bu
yaklaşımına cumhuriyet karşıtı olan çoğu kişi onaylamıştır sanırım.
Burada dikkat çekmek
istediğim; kişinin sorgulamadan bir şeye karşı çıkması veya kabul etmesi. Yoksa
gerçeğin ne olduğunu bile bile kişisel çıkarları için bunu saptıranlarla işim
olmaz benim.
Dün paylaştığım
yazıda onun için sorgulamayı öne çıkarmaya çalışmıştım.
Çünkü o yazarlar
veya onlara onay verenler eğer İngilizlerin veya emperyalizmin 'öyle çok uzağa
gitmeye gerek yok' örneğin ABD'nin Irak'ı işgalinin sonrası ABD askeri 'Akit
yazarının temenni ettiği gibi' binlerce Irak kadının ırzına geçerken ABD'nin
Irak'ın alfabesini değiştirmeye gerek görmediğini bilirler.
Ama bu yazarları ve
onların düşüncelerini savunanlar ayni ABD'nin yüzlerce Iraklı bilim insanını
öldürdüğünü, Bağdat kütüphanesini tarümar edip Irak üniversitelerinden bilim yapmayı
niçin olanaksız hale getirdiğini, Irak'ın tarihi eserlerini kaçırıp Irak
Halkını kültürüyle bağlarını niçin kopartmaya çalıştığını bilmezler veya
bilmedikleri için umursamazlar.
Zaten sorun da
burada. Bilgi körlüğü nedeniyle olaylar ve uygulamalar arasındaki bağlantının
farkına varamama ve istemeden birilerinin oyuncağı haline gelme; birilerinin
oyuncağı olma yani.
Burada anlatmak
istediğim 'Özellikle petrolün değer kazanması sonrası Arap petrollerine göz
diken emperyalizm Arapların özellikle alfabesine hiç dokunmadı. Çünkü
aydınlanmış Arap toplumu emperyalizmin hiç işine gelmezdi'.
Yani Akit yazarının
düşündüğü gibi Emperyalizm Arapların veya Iraklıların dinlerine, dillerine
onlara çok saygılı olduğu için dokunmamazlık etmedi. Bu halleriyle; yani
cehaletin karanlığındaki halleriyle sömürmek daha kolayına geldiği için onların
diline dinine dokunmadı.
Cumhuriyetin
kuruluşu sonrası Mustafa Kemal Türkiye Halkının aydınlanıp kendini sorgulaması
ve geleceğini aydınlık temeller üzerine kurması için ısrarla Arap alfabesinin
yerine Latin alfabelerini savundu.
Onun bu
kararlılığına karşı çıkanların argümanı "İslam aleminden kopuyoruz"
olmuştu.
Emperyalizmin İslam
dünyası üzerindeki amacını çok iyi analiz eden Mustafa Kemal bu nedenle Latin
alfabesini kabulünde ısrar ederken yönetim üzerinde dinin etkisi yerine
laikliğin ve çağdaşlığın etkin olmasını savundu.
Cehaletin
karanlığında, din diye hurafenin egemen olduğu halkın savaşlardaki direncine
yakından tanık olduğu için "olmaz, boşa uğraşıyorsun. Bu cahil halka okuma
yazma öğretemezsin" diye o dönemin kimi aydınlarının 'örneğin Halide Edip
Adıvar'ın Yunus Nadi'nin' uyarısına rağmen politikasında ısrar etti.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra saltanatı ve hilafeti kaldırıp 1928 de Latin alfabesini bu gayeyle
uygulamaya koydu.
Alfabenin kabulünden
24 gün sonra Türkiye Halkıyla Millet Mektepleri gibi bilinmedik bir yolculuğa
çıktı. Ve beş yıl sonra halkın % 25'inin okuma yazma öğrenmesini sağladı.
Cumhuriyetin
kuruluşu sırasında bir yandan halka laikliği ve çağdaş aklı benimsetmeye
çalışırken öte yandan halkı 'din diye dayatılan' cehaletin karanlığının
etkisinden kurtarmak için kılık kıyafetten tekke ve zaviyelerin kapatılmasına
kadar bir dizi uygulamayı devreye soktu.
Bugün Mustafa
Kemal'i eleştiren kimi aydınlarla yazarların buluştuğu yer aynı. "Halkı
cahil bıraktı" veya "dinini özgürce yaşamasına engel oldu" diye
suçlamadır.
Önceki gece Paris'te
Işid saldırısı sonucu bir katliam yaşandı. Bir yandan o katliamı eleştirirken
diğer yandan "Fransızlar Suriye muhaliflerini eğitmede ilk önce
davrananlardandı" diyerek sanki o katliam için "oh olsun" diyen
duruma düştüklerini hiç fark etmiyorlardı.
Kendini 'Atatürkçü,
Kemalist' diye tanımlayanlar şehit cenazelerine tepki gösterirken yıllardır
Kürt Halkının kimliğine ve kişiliğine yapılan baskıyı görmezden geliyorlar veya
Kürt Halkına düşmanlık duyuyorlar.
Bazısı da iktidarın
uygulamalarına tepki duyduğu için veya kimi polislerin ilkellik ve ırkçılık
karışımı söylemlerine bakıp asker ve polisin şehit olmasını umursamıyor.
Kimi solcu kesim de
asker ve polisleri şehit eden PKK isimli terör örgütünün 12 Eylül faşizminin
gölgesinde kurulduğunu görmezden geldiği için PKK'ya yönelik eleştirileri Kürt
Halkına veya PKK'ya inanıp katılmış Kürt gençlerinin ölülerine yapılan eleştiri
veya saygısızlık gibi görüp karşı çıkıyorlar.
Bu ayrıntılı
açıklamadaki amacım; yaşamı bilerek sorgulamayan insanın 'istediği kadar iyi
niyetli olsun' sonunda gelip bilgisizliğin kör çukurundaki batağa batacağına
işaret etmektir.
Onun için mutlaka
doğru bilgilerle donanıp yaşamı doğru sorgulamak gerekir. Bunun için de
öncelikle sanat ve edebiyatla tanışıp kitap okuma alışkanlığı kazanmak gerekir.
Onun için
geleceğimiz olan çocuklarımızın cehaletin ve bilgisizliğin çukurunda debelenmemesi
için onların aydınlanmasına gereken önemi göstermeliyiz.
Yani onların da
bizim gibi "terör kimin terörü" veya "bu terörü kim
besliyor?" diye sormadan "Terörü kim? Niçin besliyor?" sorusunu
doğru sorup, doğru bilgilerle donanıp terörün her çeşidine karşı çıkması ve
"kimin ölüsü?" demeden bütün öldürmelere ve katliamlara karşı çıkması
gerekiyor.
Böyle davranmayı
seçip, geleceğimizi bu doğru temeller üzerine inşa edersek; ancak o zaman
emperyalizmin veya inanç diye dayatılan cehaletin ürettiği teröre karşı çıkmaya
ve eleştirmeye hakkımız olur.
Yoksa "ölen
kimdenmiş?" ilkelliğinde kalıp teröre veya terörün öldürdüğü ölümlere
kendimizce mazeretler üretme zavallılığından asla kurtulamayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder