19 Kasım 2017 Pazar

Masum soruları cevaplamaya çalışırken yine zor sorulara çattım


POLİTİKA
14.11.2015 16:56:55
Bloglarda özellikle Radikal blogda üç dört yıldır çeşitli konularda düşündüklerimi yazıp paylaşıyorum.

Hiç kendimi bu kadar “ne yazacağım?” konusunda sıkıntılı bulmamıştım.

Sanırım buna neden özellikle 7 Haziran sonrasında doğan demokrasi umudu ve rahatlamanın kaybolması.

Bu kaygılarla bu aletin başına geçip bir şeyler yazmaya çalışırken ve sürekli ‘oto sansürün’ kontrolü altındayken eşimin soruları “neyi yazacağım?” konusunda beni rahatlattı.

Ben bu alette ne zaman bir şeyler yazmaya çalışsam; bu sırada onun hep bir takım sorularıyla karşılaşırım. Sorularını hemen cevap vermezsem “dur internete bakalım” deyip internete baktıktan sonra cevap veririm.

Yine öyle oldu. İlk sorusu zor yerden geldi. “HDP'ler PKK’lı mı” dedi. “Nereden çıkardın bunu?” deyince “haberlerde öyle dedi” diye cevap verdi. Şaşırdım tabi “hangi haber?” dedim. “Silvan’a onlar gitmiş” dedi. Ben “ne alaka?” deyince “orda PKK asker, polis öldürüyor” dedi. Sonra “geçen gün 10 Kasım törenlerine de katılmamışlar. Ondan sordum” dedi.

Ben o gün gün boyu babamın sağlığıyla ilgili olduğum için ‘HDP'nin 10 Kasım törenlerin katılıp katılmadığını’ bilmiyordum.

soruyu sorunca önce düşündüm. İçimden ‘sanırım Dersim katliamı benzeri’ katliamları gerekçe gösterip, yine cumhuriyetin kuruluşu sırasında kimi sürgünleri öne sürerek katılmamış olabileceğini düşünüp öyle cevap verdim.

Eşim “iyi; ama hani Demirtaş HDP Türkiye partisi olacaktı?” diye sorusunda ısrarcı olunca deyim yerindeyse “apışıp kaldım”.

Çaktırmadan internete girip katılıp katılmadığını sordum. Demirtaş’ın ve Bahçeli’nin Anıtkabir’deki törenlere katılmadığını görünce ‘rahatladım’  “Bahçeli’de katılmamış” dedim.

Ama içimden bütün Türkiye’nin 10 Kasım nedeniyle Anıtkabire; Dolmabahçe’ye koştuğu sırada ‘Türkiye Partisi olma’ iddiasındaki partinin 10 Kasım anmalarına katılmamasını; öte yandan Silvan’a koşmasını’ anlatmaya çalıştım. Silvan’da halkın güvenlik güçleriyle PKK arasında çok zor günler geçirdiğini HDP'nin de Kürt seçmenini bu zor günde yalnız bırakmamak için oraya gittiğini, Silvan’da sokağa çıkma yasağı sırasında ve sonrasında halkın yaşadığı zulmü anlatmaya çalıştım.

Bilmiyorum anlatabildim mi? Çünkü yaşananlar ve yaşananlar konusunda bilgi kirliliği herkes gibi onun da kafasını karıştırmış. Benim de bu konularda bilgim olduğunu düşünüp soruyor.

Eşim ev hanımı. Siyasi konularla çok ilgili değil; ama her aydın bir insan gibi olan bitenle de ilgili. Onun için soruyor. Zaten her gün birlikteyiz. Epey bir zamandır çeşitli konularda yazılar yazdığım için o da fırsat buldukça veya ilgisini çektikçe soruyor.

“Sizin de eşinizle böyle sorulu cevaplı sohbetiniz oluyor mu?” bilmem; ama ben böyle sohbetleri seviyorum. Nerdeyse her gün her saat birlikte olunca hoş ve ilginç bir sohbet oluyor.

Dün akşam da haberlerde programı sunan bayan Antalya’da toplanacak G 20 zirvesiyle ilgili bilgiler verince “G 20 zirvesi ne demek?” dedi.

G 20'nin dünyanın gelişmiş zengin ülkelerinin başkanlarının yılda bir kere bir araya gelip dünya sorunları üzerinde görüş alış verişi yaptığını söyledim. “Kimler katılıyor?” deyince internetten bakıp söyledim. Avrupa ülkelerinin olmayışı dikkatini çekti.

“Sen hep Norveç’i övüyorsun. O niye yok?” diye sorunca “kimbilir? Bak burda AB var. Belki onlar orada temsil ediliyor” diye cevapladım.

“Biz de gelişmiş ülke miyiz?” deyince güldüm. “Öyle söylüyorlar” dedim. O “iyi; ama biz her şeyi dışarıdan alıyoruz” diye cevap verdi.

O sıra kumanda elinde tabi. Kanallarda geziyor.

Sorusuna “neyi dışarıdan alıyoruz?” deyince “neyi olacak? Eti, pirinci. Sarımsağı bile dışarıdan alıyormuşuz. Biz tarım ülkesi değil miyiz?” diye cevapladı.

“Almanya’da meyve üretiliyor mu? Fransa’da portakal üretiliyor mu? Ne üretiliyor?” soruları peş peşe geldi.

Ben Fransa, İspanya’dan Yunanistan’a kadar Akdeniz’de sahili olan ülkelerde bizde üretilen meyvelerin üretildiğini söyledim.

“Ama Almanya soğuk orada da ‘misal’ portakal üretiliyor mu?” diye sorunca yine internete başvurdum. Almanya’nın ve diğer Avrupa ülkelerinin hepsinde iç pazardaki meyve ve sebze tüketimini yarıya yakınını kendi ürettiğini okudum.

Onun bu soruları sormasındaki asıl nedenin kafasında bizim buğdaya kadar hemen her şeyi dışarıdan ithal ettiğimiz; halbuki iklim olarak oralardan çok şanlı olduğumuz gibi düşünce sorular olduğunu fark ettim. O da öyle dedi. “Ne güzel güneşimiz bol. Bir zaman her şeyi biz üretiyorduk. Şimdi eti, sarımsağı bile dışarıdan alıyoruz” dedi.

Sahi sizce çok yakın zamana kadar ‘dünyada tarım ürünleri yönünden kendi kendine yeterli çok az sayıda ülkesinden biriyken; bugün ‘bırakın sarımsaktan buğdaya; arpayı, pirinci’ samanı bile dışarıdan ithal eden bir ülke haline gelmemizin nedeni ne?

‘İthal ettiğimiz tarım ürünleri neler?’ ya da ‘hiç ithal etmediğimiz tarım ürünü var mı?’

Örneğin ‘asgari ücret sıralamasında Avrupa’da kaçıncıyız? Dünya’da kaçıncıyız? Milli gelirden ne kadar pay alıyoruz? Milli gelirden pay alma sıralamasında Avrupa’da kaçıncı? Dünyada kaçıncıyız? Kişi başına ‘kaç öğretmem, kaç doktor, kaç hakim kaç avukat düşüyor?’ Kaç ceza evi var? Kaç gazeteci tutuklu? İş cinayetlerinde dünyada kaçıncıyız? Sınıflarda ortalama kaç öğrenci var? ‘Kişi başına kaç kütüphane? Kaç kütüphaneci düşüyor?’ ‘Kadın cinayetlerinde kaçıncıyız?’ ‘Ortalama evlenme yaşı kaç?’ ‘Kaç cami? Kaç imam var?’ ‘İmam hatip okulları yılda kaç mezun veriyor?’ ‘Yılda ortalama imam açığımız kaç?’ ‘Kaç tornacı? Kaç dokuma ustası? Kaç kaynakçı? Kaç motor ustası, Kaç elektrikçiye? İhtiyaç var. Meslek okullarından bunların karşılığı kaç nitelikli eleman yetişiyor?’ ya da ‘kaç meslek lisemiz var?’

Milli Eğitime genel bütçeden ayrılan pay nedir? Diyanet İşlerine genel bütçeden ayrılan pay nedir?

Ya da Genel bütçeden hangi ihtiyaç için ne kadar pay ayrılıyor?

Hollanda Konya kadar yüz ölçümüne sahip bir ülke ve yıllık tarım ürünleri ihracatı 185 milyar dolarken bizim tarım ürünleri ihracatımız niçin 12.5 milyar dolar. Yani oradan onbeş kat, belki daha fazla büyük ülkeyken ondan on beş kat az tarım ürünü ihracatımızın gerisinde yatan gerçek ne?

Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olmamamıza rağmen Norveç’in denizle ilişkisi bizden çok azken orada neden deniz ürünleri ihracatı birinci geliyor ve ne kadar dolar? Orada Deniz İşleri bakanlığı ayrı bir bakanlıkken bizde niye değil?

Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olarak bizde kişi başına balık tüketimi ne kadar? Almanya’da ne kadar kilogram düşüyor?

Adana’da ‘Dünya Rakı Günü buluşması Adana valiliği niçin yasak getirdi?’

En can alıcı soru “bizde yılda kişi başına kaç kitap düşüyor? Avrupa ortalaması kişi başına kaç kitap düşüyor?

Biz G 20 zirvesine katılacak kadar gelişmiş zengin bir ülkeysek bu sorular ne oluyor?

Bu masum sorulardan sonra aklıma en son gelen sorular “bu sorular ve doğru cevaplar ne kadar yurttaşın kafasını meşgul ediyor? Ortalama yurttaş bu soruları ve cevaplarını merak ediyor mu? Etmiyorsa seçimlerde neye göre oy kullanıyor. Ediyorsa seçim sonuçları oluşan siyaset bu sorulara yeterli cevap verilebilecek mi?”

Gördüğünüz gibi eşimin “HDP 10 Kasım’a niçin katılmadı?’ ya da ‘HDP Türkiye Partisi olacağım diyorsa 10 Kasım Atatürk’ü anmalarına niçin katılmadı?’ ya G 20 zirvesine ev sahipliği yaptığımıza bakarak “Biz zengin bir ülkeyiz diyebiliyor muyuz? Avrupa ne üretiyor? Geçmişte tarım ürünü yönünden her ihtiyacımızı kendimiz karşılarken şimdi her şeyi niye dışarıdan alıyoruz? Tarım ürünlerini bile dışarıdan alırken gelişmiş ülke nasıl oluyoruz?” diye sorduğu masum sorular uzadı, uzadı buraya kadar geldi.

İstenirse çok daha uzatılabilir; ya da siz bu soruları istediğiniz kadar uzatabilirsiniz.

Çünkü bu soruların hepsi bizi yurttaş olarak yakından ilgilendiren ‘ilgilendirmesi gereken’ masum yurttaş soruları...

Tabi öteki sorular da var. Suriye’de işler nasıl gidiyor? Başbakanın söylediği gibi Türkiye hiçbir konuda etik ve stratejik bir hata yapmadı mı? O zaman bugün gelinen nokta tamamen başarılı mı? Eğer öyleyse dış politikada her hangi bir başarısızlıktan söz edilemez demektir. “Acaba öyle mi?”

Cumhurbaşkanı G 20 zirvesinde Suriye konusunda haklı olduğumuzu anlatacakmış. Paris katliamıyla ilgili “sözün bittiği” yerdeyiz demiş. Terörizmle mücadeleden bahsederken Işid ‘ya da Daiş’le’’ ilgili mücadelede samimi olduğunu ikna edebilecek mi? Paris’teki Işid katliamının sonuçlarının Suriye’de Işid’le mücadelede ne etkisi olacak?

Sonra mülteci sorunu var. Suriye’den gelen mültecilerin Türkiye’ye büyük maddi yükü var. Avrupa mültecilerin kendi ülkelerine gelmesini istemiyor. Sanki Türkiye’ye “sen mültecilerin Avrupa’ya sığınmasını engel ol; biz de masrafına ortak olalım” der gibi. Peki Suriyeli mültecilerin Türkiye’deki sosyal yaşamda yarattığı sıkıntılar nasıl giderilecek?

Bu sorunlar veya konular G 20 zirvesine katılan liderleri ne kadar ilgilendiriyor? Ya da HDP Silvan’da yaşananları bir mektupla G20 zirvesine katılan liderlere iletip Türkiye’yi veya iktidarı şikayet edecekmiş. Peki “bu etik mi?” veya “G 20 zirvesine katılan liderleri ne ilgilendirir? İlgilendirir mi?” yani “Silvan veya Kürt sorunu bizim iç sorunumuz değil mi? Bu sorunu uluslar arası platforma götürme HDP'nin masum bir politikası mı?” yoksa “Kürt sorununu uluslar arası arenaya taşımanın bir manevrası mı? Öyleyse yukarıda eşimin “HDP Türkiye partisi olmak istiyordu. Ne oldu?” sorusu haklılık kazanıyor.

Bana göre Silvan’da ne yaşanmışsa bunlarla ilgilenmek, hukuksuz uygulamalar varsa bunlarla mücadele etmek sadece HDP'nin değil bütün Türkiye siyasetinin bir görevi olmalı. Öteki geçmişte olduğu gibi yani İmralı sürecinde olduğu gibi Kürt sorunun görüşülmesinde siyasi tıkanıklık yaratır.

Orada yaşananları “PKK saldırısı” diye geçiştirmek doğru mu? Kürt Halkının güvenlik güçleriyle PKK kıskacında zulmü çağrıştıran yaşadıklarının hukuki sonuçları araştırılacak mı? Yoksa hep olduğu gibi geçiştirilecek mi?

Geçtiğimiz gün Radikal’deki haberde hükümet sözcüsü Ömer Çelik’in “İmralı’yla siyasilerin görüşmesi söz konusu olamaz. HDP kendini muhataplığa indirgemeye çalışıyor. Böyle bir şey yok” derken veya “Türkiye’de sürecin adı çözüm süreci. Barış süreci diye bir şey yok” diye açıklama yaptı ve bu açıklamayı hükümet sözcüsü olarak değil MYK sonrası AKP sözcüsü olarak yaptı.

“Barış süreci yok” dedi. “Sadece Kürt kardeşlerimizle değil, tüm kesimden kardeşlerimizle görüşürüz” dedi. “Peki o zaman bu kardeşlerimizi; yani Kürtleri kim temsil edecek?”

Ayrıca “Siyasilerin İmralı ile görüşmesi söz konusu değil. İhtiyaç duyulursa devletin güvenliği, çıkarları açısından bu görüşme yapılır. HDP muhataplığı kendine indirgemeye çalışıyor böyle bir şey yok. Bu konuda sözü olan bütün siyasi partiler, sosyolojik unsurlar muhataptır. HDP'nin çok enteresandır. Suriye'deki PYD'de de aynı şeyi yapmaya çalışıyor. Bırakın başka unsurları başka Kürt unsurları  bile dışlayan bir yaklaşım sergiliyorlar. Belli bir siyasi çıkar üretmeye dönük yaklaşımlardır. Öteden beri yaklaşımlarımız aynıdır. Bütün kesimler muhataptır” dedi.

Açıklamasının en son bölümünde “Türkiye'de artık ben silah ile şu amaca erişmek işitiyorum diyenin erişeceği hiçbir amaç yok. Bu yol kapalıdır. Meşru bir şekilde güvenlik güçleri gerekli karşılığı veriyor vermeye devam edecektir" dedi.

Bu açıklamalardan AKP'nin HDP'yi muhatap almamak gibi bir eğilimi olduğu anlaşılıyor. “HDP muhatap değilse; siyasi muhatap kim? Bütün siyasi partiler mi?

Bu arada çözüm süreci için Kürt siyasetinde yeni aktörler ve partiler ortaya çıkmış.

Bunlar “Kürt sorununu biz çözeriz” demişler. Bunlar içinde en ilginci İslamcı kimliğiyle Hüdapar. Hüdapar’ın PKK ile çatıştığı biliniyor.

O zaman; yani Hüdapar çözüm sürecine dahil olursa; bu sonuç yeni önü alınmaz çatışmalara yol açar mı?

Bu açıklamaların hepsinin kendi içinde üretilecek soruları vardı.

Ayrıca Doğu ve Güneydoğu’da PKK saldırıları devam ederken şehit haberleri artarak devam ediyor; ancak bu haberlerin dışında olayların gelişimiyle ilgili sağlıklı bilgi yok.

Örneğin “Doğu ve Güneydoğu’da olağan hal veya sıkıyönetim uygulanan yerler var mı? Orada yurttaşlar durumu nedir?”  gibi sorularla ilgili.

Görüldüğü gibi masum yurttaş sorularından uzaklaştın mı? Karşınıza cevabı kolay verilemeyen çetrefili sorular çıkıyor. Ancak bunları da vatandaşın sorması; en azından bu konularda doğru bilgi sahibi olması gerekiyor. Özellikle Suriye konusu bana göre Türkiye’de yaşayan her yurttaş için bilinmesi gereken bir hak gibi. Çünkü hemen hepimizi yakından ilgilendiriyor. Ayrıca çözüm süreci öyle AKP sözcüsü Ömer Çelik’in “o yasak. Öteki de yasak” veya askeri bildiri açıklar gibi “şöyle şöyle olacak. Şu karışacak. Şunlar karışamayacak” gibi emir kipiyle geçiştirilecek konular değil.

Çözüm süreci de yediden yemişe bütün Türkiye Halkını ilgilendiriyor. Bu sürecin mutlaka Barış süreci olarak BARIŞ umudu taşıyan bir süreç olması lazım. İmralı süreci diye başlayan süreç bir barış umudu doğurduğu için Kürt Türk milyonlarca Türkiye Halkının çoğunluğu tarafından benimsenmişti. AKP açısından siyasi sonucu olumsuz olmuşsa bu sürecin; yani BARIŞ sürecinin yanlışlığından değil o sürecin kesintiye uğramasından o sonuç doğdu.

İktidar ve cumhurbaşkanı G 20 zirvesine katılan liderler nezdinde Suriye konusunda haklılıklarını ispatlamaya çalışırken; bu zirvenin ülkemizde toplanması nedeniyle bütün dünyanın ve dünya basının gözünü ülkemize çevirmişken yukarıda sağlıklı cevabı olmayan soruların birikmesi ve bunların zirveye taşınması ülkemizin uluslar arası saygınlığını zedelemez mi?

Görüldüğü gibi masum sorulara cevap ararken karşımıza böyle çetrefilli sorular da çıkıyor. Ve bu sorulara cevap arama yurttaş sorumluluğu taşıyan herkesin görevidir. Sorulara cevap bulmak veya vermek de başta iktidar olmak üzere Türkiye siyasetinin, siyasi partilerin görevidir; ya da öyle olmalı.

Paris saldırısı sonrası analistler bu saldırının üçüncü dünya savaşının ayak sesleri olduğunu söylemesi çok ürkütücü. Bu saldırıyla "terörün dini olmaz" argümanı ne derece kabul görür.

% 49.5 oy alarak güçlü bir iktidara ulaşan AKP de kendine doğru soruları sorup üçüncü dünya savaşı söylentilerinin böyle ayyuka çıktığı sırada doğru cevaplarında buluşmayı seçebilecek mi?

Çünkü geçtiğimiz günlerde yine Ortadoğu'dan bir lider Suriye'deki gelişmelerin Işid'i köşeye sıkıştırması sonucu terörü bütün düyaya, özellikle Avrupa'ya taşıyabileceğini böylece Suriye özelinde bir üçüncü dünya savaşı çıkabileceğini ifade etti.

Türkiye'nin Musul konsolosunun kaçırılışından bu yana tanıştığı Işid'e karşı savaşan koalisyon içinde yer alması Türkiye'nin de Işdi terörüne muhatap olabilme olasılığını artırıyor.

zaman Işid'e karşı ABD ve Rusya ile birlikte savaş planı nasıl? Olası Işid saldırılarına karşı tedbirler alınıyor mu? Ankara garında ve öncesinde Suruç'ta paylayan bombalı saldırılara yetersiz kalan istihbaratın PKK teörüyle uğraşırken olası Işid saldırısı karşısında istihbaratı yeterli mi?

G 20 zirvesinin öncesi yükselen bu terör saldırısı sanırım zirvenin gündemini de etkiliyecek.

Yazı yazma sıkıntısı çekerken ‘ev halinde masum sorulardan G 20 zirvesi öncesi yükselen terör saldırısı ve ülke gündemini işgal eden sorunlar yazma kolaylığı sağladı ve düşündüklerimi böyle ifade ettim.

Yazı son gelişmeler nedeniyle epey uzun oldu. Buraya kadar okuma zahmetine katlanan herkese kocaman bir merhaba.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder