POLİTİKA
14.11.2015 16:56:55
Bloglarda özellikle
Radikal blogda üç dört yıldır çeşitli konularda düşündüklerimi yazıp
paylaşıyorum.
Hiç kendimi bu kadar
“ne yazacağım?” konusunda sıkıntılı bulmamıştım.
Sanırım buna neden
özellikle 7 Haziran sonrasında doğan demokrasi umudu ve rahatlamanın
kaybolması.
Bu kaygılarla bu
aletin başına geçip bir şeyler yazmaya çalışırken ve sürekli ‘oto sansürün’
kontrolü altındayken eşimin soruları “neyi yazacağım?” konusunda beni
rahatlattı.
Ben bu alette ne
zaman bir şeyler yazmaya çalışsam; bu sırada onun hep bir takım sorularıyla
karşılaşırım. Sorularını hemen cevap vermezsem “dur internete bakalım” deyip
internete baktıktan sonra cevap veririm.
Yine öyle oldu. İlk
sorusu zor yerden geldi. “HDP'ler PKK’lı mı” dedi. “Nereden çıkardın bunu?”
deyince “haberlerde öyle dedi” diye cevap verdi. Şaşırdım tabi “hangi haber?”
dedim. “Silvan’a onlar gitmiş” dedi. Ben “ne alaka?” deyince “orda PKK asker,
polis öldürüyor” dedi. Sonra “geçen gün 10 Kasım törenlerine de katılmamışlar.
Ondan sordum” dedi.
Ben o gün gün boyu
babamın sağlığıyla ilgili olduğum için ‘HDP'nin 10 Kasım törenlerin katılıp
katılmadığını’ bilmiyordum.
soruyu sorunca önce
düşündüm. İçimden ‘sanırım Dersim katliamı benzeri’ katliamları gerekçe
gösterip, yine cumhuriyetin kuruluşu sırasında kimi sürgünleri öne sürerek
katılmamış olabileceğini düşünüp öyle cevap verdim.
Eşim “iyi; ama hani
Demirtaş HDP Türkiye partisi olacaktı?” diye sorusunda ısrarcı olunca deyim
yerindeyse “apışıp kaldım”.
Çaktırmadan
internete girip katılıp katılmadığını sordum. Demirtaş’ın ve Bahçeli’nin
Anıtkabir’deki törenlere katılmadığını görünce ‘rahatladım’ “Bahçeli’de katılmamış” dedim.
Ama içimden bütün
Türkiye’nin 10 Kasım nedeniyle Anıtkabire; Dolmabahçe’ye koştuğu sırada
‘Türkiye Partisi olma’ iddiasındaki partinin 10 Kasım anmalarına katılmamasını;
öte yandan Silvan’a koşmasını’ anlatmaya çalıştım. Silvan’da halkın güvenlik
güçleriyle PKK arasında çok zor günler geçirdiğini HDP'nin de Kürt seçmenini bu
zor günde yalnız bırakmamak için oraya gittiğini, Silvan’da sokağa çıkma yasağı
sırasında ve sonrasında halkın yaşadığı zulmü anlatmaya çalıştım.
Bilmiyorum
anlatabildim mi? Çünkü yaşananlar ve yaşananlar konusunda bilgi kirliliği
herkes gibi onun da kafasını karıştırmış. Benim de bu konularda bilgim olduğunu
düşünüp soruyor.
Eşim ev hanımı.
Siyasi konularla çok ilgili değil; ama her aydın bir insan gibi olan bitenle de
ilgili. Onun için soruyor. Zaten her gün birlikteyiz. Epey bir zamandır çeşitli
konularda yazılar yazdığım için o da fırsat buldukça veya ilgisini çektikçe
soruyor.
“Sizin de eşinizle
böyle sorulu cevaplı sohbetiniz oluyor mu?” bilmem; ama ben böyle sohbetleri
seviyorum. Nerdeyse her gün her saat birlikte olunca hoş ve ilginç bir sohbet
oluyor.
Dün akşam da
haberlerde programı sunan bayan Antalya’da toplanacak G 20 zirvesiyle ilgili
bilgiler verince “G 20 zirvesi ne demek?” dedi.
G 20'nin dünyanın
gelişmiş zengin ülkelerinin başkanlarının yılda bir kere bir araya gelip dünya
sorunları üzerinde görüş alış verişi yaptığını söyledim. “Kimler katılıyor?”
deyince internetten bakıp söyledim. Avrupa ülkelerinin olmayışı dikkatini
çekti.
“Sen hep Norveç’i
övüyorsun. O niye yok?” diye sorunca “kimbilir? Bak burda AB var. Belki onlar
orada temsil ediliyor” diye cevapladım.
“Biz de gelişmiş
ülke miyiz?” deyince güldüm. “Öyle söylüyorlar” dedim. O “iyi; ama biz her şeyi
dışarıdan alıyoruz” diye cevap verdi.
O sıra kumanda
elinde tabi. Kanallarda geziyor.
Sorusuna “neyi
dışarıdan alıyoruz?” deyince “neyi olacak? Eti, pirinci. Sarımsağı bile
dışarıdan alıyormuşuz. Biz tarım ülkesi değil miyiz?” diye cevapladı.
“Almanya’da meyve
üretiliyor mu? Fransa’da portakal üretiliyor mu? Ne üretiliyor?” soruları peş
peşe geldi.
Ben Fransa,
İspanya’dan Yunanistan’a kadar Akdeniz’de sahili olan ülkelerde bizde üretilen
meyvelerin üretildiğini söyledim.
“Ama Almanya soğuk
orada da ‘misal’ portakal üretiliyor mu?” diye sorunca yine internete
başvurdum. Almanya’nın ve diğer Avrupa ülkelerinin hepsinde iç pazardaki meyve
ve sebze tüketimini yarıya yakınını kendi ürettiğini okudum.
Onun bu soruları
sormasındaki asıl nedenin kafasında bizim buğdaya kadar hemen her şeyi
dışarıdan ithal ettiğimiz; halbuki iklim olarak oralardan çok şanlı olduğumuz
gibi düşünce sorular olduğunu fark ettim. O da öyle dedi. “Ne güzel güneşimiz
bol. Bir zaman her şeyi biz üretiyorduk. Şimdi eti, sarımsağı bile dışarıdan
alıyoruz” dedi.
Sahi sizce çok yakın
zamana kadar ‘dünyada tarım ürünleri yönünden kendi kendine yeterli çok az
sayıda ülkesinden biriyken; bugün ‘bırakın sarımsaktan buğdaya; arpayı,
pirinci’ samanı bile dışarıdan ithal eden bir ülke haline gelmemizin nedeni ne?
‘İthal ettiğimiz
tarım ürünleri neler?’ ya da ‘hiç ithal etmediğimiz tarım ürünü var mı?’
Örneğin ‘asgari
ücret sıralamasında Avrupa’da kaçıncıyız? Dünya’da kaçıncıyız? Milli gelirden
ne kadar pay alıyoruz? Milli gelirden pay alma sıralamasında Avrupa’da kaçıncı?
Dünyada kaçıncıyız? Kişi başına ‘kaç öğretmem, kaç doktor, kaç hakim kaç avukat
düşüyor?’ Kaç ceza evi var? Kaç gazeteci tutuklu? İş cinayetlerinde dünyada
kaçıncıyız? Sınıflarda ortalama kaç öğrenci var? ‘Kişi başına kaç kütüphane?
Kaç kütüphaneci düşüyor?’ ‘Kadın cinayetlerinde kaçıncıyız?’ ‘Ortalama evlenme
yaşı kaç?’ ‘Kaç cami? Kaç imam var?’ ‘İmam hatip okulları yılda kaç mezun
veriyor?’ ‘Yılda ortalama imam açığımız kaç?’ ‘Kaç tornacı? Kaç dokuma ustası?
Kaç kaynakçı? Kaç motor ustası, Kaç elektrikçiye? İhtiyaç var. Meslek
okullarından bunların karşılığı kaç nitelikli eleman yetişiyor?’ ya da ‘kaç
meslek lisemiz var?’
Milli Eğitime genel
bütçeden ayrılan pay nedir? Diyanet İşlerine genel bütçeden ayrılan pay nedir?
Ya da Genel bütçeden
hangi ihtiyaç için ne kadar pay ayrılıyor?
Hollanda Konya kadar
yüz ölçümüne sahip bir ülke ve yıllık tarım ürünleri ihracatı 185 milyar
dolarken bizim tarım ürünleri ihracatımız niçin 12.5 milyar dolar. Yani oradan
onbeş kat, belki daha fazla büyük ülkeyken ondan on beş kat az tarım ürünü
ihracatımızın gerisinde yatan gerçek ne?
Üç tarafı denizlerle
çevrili bir ülke olmamamıza rağmen Norveç’in denizle ilişkisi bizden çok azken
orada neden deniz ürünleri ihracatı birinci geliyor ve ne kadar dolar? Orada
Deniz İşleri bakanlığı ayrı bir bakanlıkken bizde niye değil?
Üç tarafı denizlerle
çevrili bir ülke olarak bizde kişi başına balık tüketimi ne kadar? Almanya’da
ne kadar kilogram düşüyor?
Adana’da ‘Dünya Rakı
Günü buluşması Adana valiliği niçin yasak getirdi?’
En can alıcı soru
“bizde yılda kişi başına kaç kitap düşüyor? Avrupa ortalaması kişi başına kaç
kitap düşüyor?
Biz G 20 zirvesine
katılacak kadar gelişmiş zengin bir ülkeysek bu sorular ne oluyor?
Bu masum sorulardan
sonra aklıma en son gelen sorular “bu sorular ve doğru cevaplar ne kadar
yurttaşın kafasını meşgul ediyor? Ortalama yurttaş bu soruları ve cevaplarını
merak ediyor mu? Etmiyorsa seçimlerde neye göre oy kullanıyor. Ediyorsa seçim
sonuçları oluşan siyaset bu sorulara yeterli cevap verilebilecek mi?”
Gördüğünüz gibi
eşimin “HDP 10 Kasım’a niçin katılmadı?’ ya da ‘HDP Türkiye Partisi olacağım
diyorsa 10 Kasım Atatürk’ü anmalarına niçin katılmadı?’ ya G 20 zirvesine ev
sahipliği yaptığımıza bakarak “Biz zengin bir ülkeyiz diyebiliyor muyuz? Avrupa
ne üretiyor? Geçmişte tarım ürünü yönünden her ihtiyacımızı kendimiz karşılarken
şimdi her şeyi niye dışarıdan alıyoruz? Tarım ürünlerini bile dışarıdan alırken
gelişmiş ülke nasıl oluyoruz?” diye sorduğu masum sorular uzadı, uzadı buraya
kadar geldi.
İstenirse çok daha
uzatılabilir; ya da siz bu soruları istediğiniz kadar uzatabilirsiniz.
Çünkü bu soruların
hepsi bizi yurttaş olarak yakından ilgilendiren ‘ilgilendirmesi gereken’ masum
yurttaş soruları...
Tabi öteki sorular
da var. Suriye’de işler nasıl gidiyor? Başbakanın söylediği gibi Türkiye hiçbir
konuda etik ve stratejik bir hata yapmadı mı? O zaman bugün gelinen nokta
tamamen başarılı mı? Eğer öyleyse dış politikada her hangi bir başarısızlıktan
söz edilemez demektir. “Acaba öyle mi?”
Cumhurbaşkanı G 20
zirvesinde Suriye konusunda haklı olduğumuzu anlatacakmış. Paris katliamıyla
ilgili “sözün bittiği” yerdeyiz demiş. Terörizmle mücadeleden bahsederken Işid
‘ya da Daiş’le’’ ilgili mücadelede samimi olduğunu ikna edebilecek mi?
Paris’teki Işid katliamının sonuçlarının Suriye’de Işid’le mücadelede ne etkisi
olacak?
Sonra mülteci sorunu
var. Suriye’den gelen mültecilerin Türkiye’ye büyük maddi yükü var. Avrupa
mültecilerin kendi ülkelerine gelmesini istemiyor. Sanki Türkiye’ye “sen
mültecilerin Avrupa’ya sığınmasını engel ol; biz de masrafına ortak olalım” der
gibi. Peki Suriyeli mültecilerin Türkiye’deki sosyal yaşamda yarattığı
sıkıntılar nasıl giderilecek?
Bu sorunlar veya
konular G 20 zirvesine katılan liderleri ne kadar ilgilendiriyor? Ya da HDP
Silvan’da yaşananları bir mektupla G20 zirvesine katılan liderlere iletip Türkiye’yi
veya iktidarı şikayet edecekmiş. Peki “bu etik mi?” veya “G 20 zirvesine
katılan liderleri ne ilgilendirir? İlgilendirir mi?” yani “Silvan veya Kürt
sorunu bizim iç sorunumuz değil mi? Bu sorunu uluslar arası platforma götürme
HDP'nin masum bir politikası mı?” yoksa “Kürt sorununu uluslar arası arenaya
taşımanın bir manevrası mı? Öyleyse yukarıda eşimin “HDP Türkiye partisi olmak
istiyordu. Ne oldu?” sorusu haklılık kazanıyor.
Bana göre Silvan’da
ne yaşanmışsa bunlarla ilgilenmek, hukuksuz uygulamalar varsa bunlarla mücadele
etmek sadece HDP'nin değil bütün Türkiye siyasetinin bir görevi olmalı. Öteki
geçmişte olduğu gibi yani İmralı sürecinde olduğu gibi Kürt sorunun
görüşülmesinde siyasi tıkanıklık yaratır.
Orada yaşananları
“PKK saldırısı” diye geçiştirmek doğru mu? Kürt Halkının güvenlik güçleriyle
PKK kıskacında zulmü çağrıştıran yaşadıklarının hukuki sonuçları araştırılacak
mı? Yoksa hep olduğu gibi geçiştirilecek mi?
Geçtiğimiz gün
Radikal’deki haberde hükümet sözcüsü Ömer Çelik’in “İmralı’yla siyasilerin
görüşmesi söz konusu olamaz. HDP kendini muhataplığa indirgemeye çalışıyor.
Böyle bir şey yok” derken veya “Türkiye’de sürecin adı çözüm süreci. Barış
süreci diye bir şey yok” diye açıklama yaptı ve bu açıklamayı hükümet sözcüsü
olarak değil MYK sonrası AKP sözcüsü olarak yaptı.
“Barış süreci yok”
dedi. “Sadece Kürt kardeşlerimizle değil, tüm kesimden kardeşlerimizle
görüşürüz” dedi. “Peki o zaman bu kardeşlerimizi; yani Kürtleri kim temsil
edecek?”
Ayrıca “Siyasilerin
İmralı ile görüşmesi söz konusu değil. İhtiyaç duyulursa devletin güvenliği,
çıkarları açısından bu görüşme yapılır. HDP muhataplığı kendine indirgemeye
çalışıyor böyle bir şey yok. Bu konuda sözü olan bütün siyasi partiler,
sosyolojik unsurlar muhataptır. HDP'nin çok enteresandır. Suriye'deki PYD'de de
aynı şeyi yapmaya çalışıyor. Bırakın başka unsurları başka Kürt unsurları bile dışlayan bir yaklaşım sergiliyorlar.
Belli bir siyasi çıkar üretmeye dönük yaklaşımlardır. Öteden beri yaklaşımlarımız
aynıdır. Bütün kesimler muhataptır” dedi.
Açıklamasının en son
bölümünde “Türkiye'de artık ben silah ile şu amaca erişmek işitiyorum diyenin
erişeceği hiçbir amaç yok. Bu yol kapalıdır. Meşru bir şekilde güvenlik güçleri
gerekli karşılığı veriyor vermeye devam edecektir" dedi.
Bu açıklamalardan
AKP'nin HDP'yi muhatap almamak gibi bir eğilimi olduğu anlaşılıyor. “HDP
muhatap değilse; siyasi muhatap kim? Bütün siyasi partiler mi?
Bu arada çözüm
süreci için Kürt siyasetinde yeni aktörler ve partiler ortaya çıkmış.
Bunlar “Kürt sorununu
biz çözeriz” demişler. Bunlar içinde en ilginci İslamcı kimliğiyle Hüdapar.
Hüdapar’ın PKK ile çatıştığı biliniyor.
O zaman; yani
Hüdapar çözüm sürecine dahil olursa; bu sonuç yeni önü alınmaz çatışmalara yol
açar mı?
Bu açıklamaların
hepsinin kendi içinde üretilecek soruları vardı.
Ayrıca Doğu ve
Güneydoğu’da PKK saldırıları devam ederken şehit haberleri artarak devam
ediyor; ancak bu haberlerin dışında olayların gelişimiyle ilgili sağlıklı bilgi
yok.
Örneğin “Doğu ve
Güneydoğu’da olağan hal veya sıkıyönetim uygulanan yerler var mı? Orada
yurttaşlar durumu nedir?” gibi sorularla
ilgili.
Görüldüğü gibi masum
yurttaş sorularından uzaklaştın mı? Karşınıza cevabı kolay verilemeyen
çetrefili sorular çıkıyor. Ancak bunları da vatandaşın sorması; en azından bu
konularda doğru bilgi sahibi olması gerekiyor. Özellikle Suriye konusu bana
göre Türkiye’de yaşayan her yurttaş için bilinmesi gereken bir hak gibi. Çünkü
hemen hepimizi yakından ilgilendiriyor. Ayrıca çözüm süreci öyle AKP sözcüsü
Ömer Çelik’in “o yasak. Öteki de yasak” veya askeri bildiri açıklar gibi “şöyle
şöyle olacak. Şu karışacak. Şunlar karışamayacak” gibi emir kipiyle
geçiştirilecek konular değil.
Çözüm süreci de
yediden yemişe bütün Türkiye Halkını ilgilendiriyor. Bu sürecin mutlaka Barış
süreci olarak BARIŞ umudu taşıyan bir süreç olması lazım. İmralı süreci diye
başlayan süreç bir barış umudu doğurduğu için Kürt Türk milyonlarca Türkiye
Halkının çoğunluğu tarafından benimsenmişti. AKP açısından siyasi sonucu
olumsuz olmuşsa bu sürecin; yani BARIŞ sürecinin yanlışlığından değil o sürecin
kesintiye uğramasından o sonuç doğdu.
İktidar ve
cumhurbaşkanı G 20 zirvesine katılan liderler nezdinde Suriye konusunda
haklılıklarını ispatlamaya çalışırken; bu zirvenin ülkemizde toplanması nedeniyle
bütün dünyanın ve dünya basının gözünü ülkemize çevirmişken yukarıda sağlıklı
cevabı olmayan soruların birikmesi ve bunların zirveye taşınması ülkemizin
uluslar arası saygınlığını zedelemez mi?
Görüldüğü gibi masum
sorulara cevap ararken karşımıza böyle çetrefilli sorular da çıkıyor. Ve bu
sorulara cevap arama yurttaş sorumluluğu taşıyan herkesin görevidir. Sorulara
cevap bulmak veya vermek de başta iktidar olmak üzere Türkiye siyasetinin,
siyasi partilerin görevidir; ya da öyle olmalı.
Paris saldırısı
sonrası analistler bu saldırının üçüncü dünya savaşının ayak sesleri olduğunu
söylemesi çok ürkütücü. Bu saldırıyla "terörün dini olmaz" argümanı
ne derece kabul görür.
% 49.5 oy alarak
güçlü bir iktidara ulaşan AKP de kendine doğru soruları sorup üçüncü dünya
savaşı söylentilerinin böyle ayyuka çıktığı sırada doğru cevaplarında buluşmayı
seçebilecek mi?
Çünkü geçtiğimiz
günlerde yine Ortadoğu'dan bir lider Suriye'deki gelişmelerin Işid'i köşeye
sıkıştırması sonucu terörü bütün düyaya, özellikle Avrupa'ya taşıyabileceğini
böylece Suriye özelinde bir üçüncü dünya savaşı çıkabileceğini ifade etti.
Türkiye'nin Musul
konsolosunun kaçırılışından bu yana tanıştığı Işid'e karşı savaşan koalisyon
içinde yer alması Türkiye'nin de Işdi terörüne muhatap olabilme olasılığını
artırıyor.
zaman Işid'e karşı
ABD ve Rusya ile birlikte savaş planı nasıl? Olası Işid saldırılarına karşı
tedbirler alınıyor mu? Ankara garında ve öncesinde Suruç'ta paylayan bombalı
saldırılara yetersiz kalan istihbaratın PKK teörüyle uğraşırken olası Işid
saldırısı karşısında istihbaratı yeterli mi?
G 20 zirvesinin
öncesi yükselen bu terör saldırısı sanırım zirvenin gündemini de etkiliyecek.
Yazı yazma sıkıntısı
çekerken ‘ev halinde masum sorulardan G 20 zirvesi öncesi yükselen terör
saldırısı ve ülke gündemini işgal eden sorunlar yazma kolaylığı sağladı ve
düşündüklerimi böyle ifade ettim.
Yazı son gelişmeler
nedeniyle epey uzun oldu. Buraya kadar okuma zahmetine katlanan herkese kocaman
bir merhaba.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder