POLİTİKA
18.11.2015 15:59:09
Bir süredir
güneydoğu'da şehirlerde ve ilçe merkezlerinde yüzlerin maskeli elinde püskürtme
boyayla duvarlara yazı yazan tipler peydah oldu.
Bunlar sanki matah
işliyormuş gibi bu görüntülerini medyaya ve sosyal medyaya da servis ediyorlar.
Yazılanlar önce
ırkçı, şöven ifadeler içerirken giderek Işid militanları havasında dini
sloganlar eşliğinde birilerine; daha doğrusu yörede yaşayan Kürt Halkına
yönelik tehdit içeren ifadeli yazılara dönüşmeye başladı.
Resimde de görüldüğü
gibi "kanımız aksa da zafer İslamındır. İmza Esadullah tim" vb.
örneklerinde olduğu gibi.
Peki kim bunlar?
"Güvenlik görevlileri" diyemezsiniz; çünkü güvenlik görevlilerinin
görevi güvenliği sağlamaktır. İnsanları tedirgin etmek; ya da kin ve nefret
tohumu ekmek değil.
AKP 'iktidarının on
üç yıllık iktidarı boyunca; başlangıçta verilen sözlere uygun politikalar
izlerken' özellikle 2011 yılından sonra hızla İslamlaşma, İslamlaşmanın
ötesinde devletin laik kimliğini törpüleyen bir mezhebin siyasi iktidarına
dönüşmeye başladı.
Türkiye seksen
milyona yaklaşan nüfusuyla 1923 yılında cumhuriyet kurulduktan sonra laikliği
ve çağdaşlığı yönetimin esası haline getirerek yönünü, yöntemini belli
etmiştir.
Bir savaş; daha
doğrusu devrimci bir dönüşümle oluşan iktidarın hedefi belliydi. Demokratik
hukuk devleti ve yargının bağımsız olduğu laik bir toplum modeli.
Tabi cumhuriyetin
kuruluşundan itibaren hemen bir günden öteki güne ulaşılacak bir hedef değildi
bu; ama uzun vadeli de olsa bir hedefti.
Özellikle laiklik,
medeni hukukun kabulü, kadınlara erkekle eşit haklar tanımak, giderek siyasette
seçme ve seçilme hakkı tanıyarak kadına yer verme toplumda geniş kabul gördü.
Yıllar öncesinin
toplum görüntülerini veren resimler de görüldüğü gibi; kızlı erkekli eğitimin
yaygınlaşmasına giderken köylülük özelliği taşıyan kitlelerde Latin
alfabelerinin hemen kabulünden sora başlayan okuma yazma kurslarına yoğun ilgi
toplumda laik çağdaş toplum anlayışının geniş kabul görmesine ve cumhuriyetin
önderi Mustafa Kemal Atatürk'e yönelik yoğun teveccüh ve sevginin oluşmasına
neden oldu.
Öyle ki; Mustafa
Kemal Atatürk'ün 1938 yılından sonra ölümünden sonra bile bu sevgi azalmadığı
gibi giderek arttı ve artmaya devam ediyor.
Cumhuriyetin kuruluş
yıllarında iktidarı kaybeden toplumun inancını sömürerek yönetme heveslileri o
gün bu gün bu heveslerinden vazgeçmedi.
1960 dan sonra her
on yılda bir yapılan askeri darbelerle bir türlü demokrasinin bütün
kurumlarıyla işlerlik kazanmasına izin verilmezken; her defasında adına 'sağ'
denen siyasete zemin hazırlandı. Yani toplumda gelişen demokratik bilinç askeri
darbelerle kırıldıktan sonra adeta sil baştan demokrasiyi rafa kaldırma
hevesindeki siyasete zemin hazırlandı ve 1928 yılında başlayan aydınlanma
hevesi ve laik, çağdaş yönetime ilgi kırılmaya çalışıldı.
Eğitimle sürekli
oynanarak o siyasi anlayışa uygun nesiller yetiştirme hevesine gidildi. Her
seferinde askeri darbelerle laiklik törpülendi.
12 Eylül 1980
yılında yapılan faşist darbeyle o sıra ABD'nin yeşil kuşak projesine uygun
zemin oluşturmak için faşist cunta bir yandan sendika ve demokratik kitle
örgütlenmelerini ve demokratik siyaseti darmadağın ederken öte yandan Kürt ve
Türk Halkının birlikte demokrasi mücadele vermesinin yerine ölümüne bir Kürt
Türk düşmanlığının tohumlarını ekti. Aynı zamanda 1980'in hemen sonrası bugün
iktidarın "paralel terör örgütü" diye sıkı takibe aldığı Fetullah
Gülen ve cemaatiyle anlaşma imzalanarak onların desteğini aldılar.
Kenan Evren bir
yandan meydanlarda ayetler okuyarak topluma hitap ederken öte yandan laiklik ve
Atatürkçülük şarlatanlığı yaptı.
Uzun sözün kısası 12
Eylül faşist cuntası sonrası bir yandan Kürt Türk düşmanlığı
derinleştirilirken, öte yandan "bugünün Feto terör örgütü"
marifetiyle gerek orduda gerekse devletin çeşitli kademelerinde dinci terörün
örgütlenmesinin yolu açıldı ve bugünlere gelindi.
1 Kasım seçim
sonuçlarına bakan kimileri "cumhuriyette rövanşı aldık" demeye gelen
laflar etmeye başladı.
AKP iktidarının
başlattı çözüm süreciyle oluşan barış ortamının köküne limon sıkıldı. Doğu ve Güneydoğu'nun il ve ilçelerde PKK'ya
karşı "savaşıyoruz" diye bir şiddet ve baskı ortamı yaratılırken
maskeli birileri tarafından devletin güvenlik görevlisi sıfatıyla dinci
söylemlerle daha pervasız kin ve nefret saçmaya; bu kin ve nefreti duvar
yazılarıyla belgelemeye başladılar.
Görünen o.
Ancak yüzde 49.5
oyla 1 Kasım'da güçlü bir şekilde iktidar tazeleyen AKP iktidarı bu kin ve
nefret tohumuna dur demezse; emin olsun bu dinci terör dönüp gelip önce bu
iktidarı vuracaktır.
Hele Suruç, Ankara
ve en son Paris'teki saldırısıyla terörün vardığı boyut göz önüne serilmişken
ve G20 zirvesinde Işid'e karşı ortak savaşım için deklarasyon açıklanmışken
yeni kurulacak AKP hükümeti ve başbakan Davutoğlu elini tez tutup
"kimlerse bunlar?" en kısa zamanda ortaya çıkarıp gerekli cezaları
vermezse yarın çok geç kalmış olabilir/ler.
Burada ayrıca bir
şey daha hatırlatmak isterim.
Bugün Radikal'de bir
işçinin yazdığı mektupta ifade edildiği gibi son yıllarda borçlandırılan halkın
kimi ekonomik kaygılarla 1 Kasım'da AKP'ye yönelmesini umarım kimse yanlış
yorumlamaz.
Yani "artık
cumhuriyetin kuruluş sürecinde yönetimde egemen olan Laik çağdaş siyasete
kaptırdığımız iktidarın rövanşını aldık. Artık İslam cumhuriyeti düşüncesinde
yürüyebiliriz" gibi bir aymazlığa 'umarım' kimse kapılmaz. Çünkü herkes
emin olsun ki AKP'ye açılan siyasi kredi sadece ekonomik ve siyasi
kaygılarladır.
Yani Halk
"Mustafa Kemal Atatürk ve onun kurduğu laik demokratik cumhuriyet
mi?" yoksa "İslamcı veya 2. Cumhuriyet diye tanımlanan cumhuriyet ve
başka bir lider mi?" sorusuyla kesin karşı karşıya kalırsa 'herkes emin
olsun ki?' Ülkenin bir başından öte başına bu halkın ezici çoğunluğu tercihini
hiç tereddütsüz Mustafa Kemal Atatürk ve onun kurduğu laik demokratik
cumhuriyetten yana koyar. Yani kendini "Atatürkçü, Kemalist veya
Ulusalcı" diye niteleyenlerin tüm sevimsizliğine rağmen öyle davranır.
10 Kasım 2017 tarihindeki son görüntüler benim bu yazımı doğruluyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder