24.12.2015 08:12:57
Doğu ve Güney
Anadolu’da 7 Haziran seçimleri sonrası başlayan çatışmalar sonunda geldi hendek
savaşlarına dayandı.
Günlerdir oralarda
sokağa çıkma yasağı sıraya bindirilmiş gibi.
Arada bir ekranlara
yansıyan şehirlerden kaçışan insan görüntüleri oluyor.
Ayrıca medyaya
yansıya delik deşik olmuş evler ve yollar ve yollarda Suriye’de görmeye
alıştığım silahlı insan resimleri, silahla donatılmış araçlar görülüyor. Ve
tabi öldürülen insan haberleri ve daha çok hemen her gün güvenlik güçlerinden
ekranlara düşen her gün bir iki şehit haberleri, o şehitlerin gözü yaşlı aileleri,
çocukları feryat figan ağlaşırken ekrana yansıyan kara gözlüklü, kara yüzlü
öfke kusan insan görüntüleri.
Arada bir ekranlara
yansıyan “özyönetim” lafları… Mecliste kimsenin kimseyi dinlemediği, herkesin
herkesi suçladığı milletvekillerinin görüntüleri…
Ve medyaya veya
sosyal medyaya düşen batının doğuya güneydoğuya, oradaki olaylara
ilgisizliğinden şikayetler.
“Siz nasıl
insansınız? Niye tepki göstermiyorsunuz?” gibi batıyı kınayan serzenişler.
“Batı batı” denen
daha çok Türkler tabi. Türklerin Kürtlere yapılan ve kimi sanatçıların yeni
yeni dile getirmeye başladığı gibi “zulme” tepkisizlikleri sorgulanıyor.
Peki buradan
soruyorum. “Türkler neyi biliyor da? Neye tepkisizler?”
“Siz hiç televizyon
seyretmiyor musunuz?” ya da “hiç gazete okumuyor musunuz?” Oralarda yazan ne?
Hangi bilgiler var?
Yani onlara medya ve
televizyonlarda olan biteni anlatan mı var? Arada bir şehirlere, ilçelere,
köylere gelen şehit cenazelerinden başka bildikleri ne var ki? Sonra
“özyönetim” lafları neyi amaçlıyor. Biliyorlar mı? Onların bildiği ‘hep
söylendiği gibi’ birileri bu ülkeyi bölmek istiyor. Yani “özyönetim” laflarının
o insanlarda bölücülükten başka anlamı yok ki!
O insanlar günlük
geçim kaygıları içinde savrulurken; hayat pahallılığı, işsizlik vb kaygılarla
boğuşurken ve olan bitenden hiç haberi yokken neyi anlayıp tepki göstersinler?
Siz niye
anamıyorsunuz o insanları? Niye anlamaya çalışmıyorsunuz?
Yani geçip bu
aletlerin başına dokunaklı yazılar yazmak kolay. İnsanları “tepkisiz” diye suçlamak
en kolayı.
Peki siz bu işlerin,
olanın bitenin farkında olan sizler; önce o insanlara ulaşıp gerçekleri
anlatmayı, bilgilendirmeyi hiç düşündünüz mü?
Siz biliyormusunuz "gerçek ne?"
Ayrıca onların
“Kürt” deyince ne anladıklarını biliyor musunuz?”
Bilmiyorsanız
anlatayım. Onların “Kürt” diye bildikleri kendi şehirlerinde birlikte yaşadığı,
aynı yerlerde birlikte çalıştığı, akrabalık, iş ortaklığı kurduğu insanlar.
Yani bildiğimiz insanlar.
Ötekiler; yani
oraları ateşe boğan, her gün asker polis öldürenler de yıllarca “bebek katili”
diye tanıtılmış birinin adamları. ‘Şimdi onlar oradaki şehirleri yangın yerine
çevirmiş; kendi insanlarını canlı kalkan yapıyor. Güvenlik güçlerine pusu
üzerine pusu kuruyor. Her gün vatanı savunmaktan başka hiç kaygısı olmayan
askeri polisi şehit ediyor. Kendi halkı onları bırakıp kaçıyor.’
Batının, batıdaki
milyonlarca Türk’ün bütün bildiği bunlar.
Onların içinde ağzı
laf yapan, siyasetle ilgili olanlara sorun. Onların da size Kürtler hakkında,
Kürtlerin ne istediği hakkında doğru dürüst söyleyecekleri bir şey olduğunu
sanmıyorum. En bilinçli olanların bile sosyal medyada yazıp çizdiklerine bakın
‘birbiriyle iler tutar bir bağını görebilecek misiniz? Bir bakın.
Yani demem o ki;
“bana göre batıyı, Türkleri suçlamadan önce onların neyi bilip bilmediğine
bakın. Ve bu bilgi kirliği içinde siz de onları anlamaya çalışın.
Bana göre doğru olan
bu…
Hep yazıyorum.
Kürtler ve Türkler birbirinin gerçeklerini doğru dürüst bilmedikçe bu kan
akmaya, insanlar ölmeye, öldürülmeye ve ocaklara bu ölümlerine ateşi düşmeye
devam edecek.
Onun için işin
kolayına kaçıp insanları suçlamaktansa mutlaka; ama mutlaka Kürt sorununun
parlamento zeminine taşınması ve orada ‘özyönetim’ dahil Kürtleri sorununu ve
beraberinde bütün demokratik sorunların ele alınması için yoğunlaşmak doğru
olandır.
Yoksa oralarda bu
hendek savaşları sürdükçe o insanlara yönelik zulüm ve karşılıklı ölümler
öldürmeler sürgit devam edip gidecek ve batıda kimse onları anlamayacaktır.
Cengiz Çandar bugün
Radikal'deki yazısında benzer şeye
işaret ediyor. Yazısının başlığı "Türkiye'nin kazanılamaz
savaşı"
O yazısında etnik
kimlik sorunlarının dünyadaki benzer örneklerini yazdıktan sonra iktidara bu
hendek savaşlarını kazanamayacağını; yani amaç kesin demokratik çözümse bunun
hendek savaşlarıyla olmayacağını ve Kürtlerin de bu savaşlardan kazanacak bir
şeyi olmadığını yazmış. 'Teörist' diye nitelenenlerin yaş ortalamasının 15-17
olduğunu yazarak cumhurbaşkanının söylediği gibi 'teröristin kökünün kazınamayacağını'
ifade etmiş.
Benim bu konuda
yazdığım dört yazı var.
O yazılarda bugün
şehirlerde savaşanların dünün taş atan çocukları olduğuna işaret etmiştim.
Bugün oralarda savaşan asker ve polisler de o taş atan çocuklara düşman büyüyen
çoğunluğu Türk kökenli çocuklar. O yazılarımda o çocukları anlamadan ve
birbirini anlamasını sağlamadan bu savaşların geleceğimizi cehenneme
çevireceğini yazmıştım.
Yani akıl yolu
birdir. Batının doğuyu anlamamasından şikayeti bırakıp soruna siyaseten sahip
çıkmak ve iki halkın doğru bilgilenmeyle birbirini anlamasını sağlamaya
çalışmak olmalı. O zaman bu ölümler durur ve doğu ve batı birlikte dirlikli bir
yaşamda barış için kucaklaşır.
Cengiz Çandar'ı
okuyunca "Hah şöyle ya!" dedim. Yani Batıdan yakınmaktansa 'sadede
gelinmesi gerektiğine' işaret etmek istedim.
Yani bu konunun
siyaseten ele alınmasına çalışılmanın doğru olacağını anlatmaya çalıştım.
"Hendeklerin
hükümetin güvenlik konseptinin sonucu olduğu fikri bir ez daha
benimsenmiş."
Bana göre bu
konuları çok bilinmez durumdan çıkarıp sıradan milyonların anlayabileceği ve
birbirine anlatabileceği hale getirmek; özellikle "özyönetim" den
amacın ne olduğu açıkça anlatmak gerekir. Burada dikkat edilmesi gereken bilgi
kirliğinin önüne geçilerek ve doğu bilgilenilmesi gösterilen çabadır. Yani
doğru bilgilenmedir
Unutulmamalı;
"hiç kimse bilmediği ve inanmadığı bir şeyi ne savunur ne de
destekler" Kürt ve Türk Halkının çocukları yıllardır ölüyor. Ana babaların
yürekleri yangın yeri gibi. Bu ölümlerin biriktirdiği kin ve nefret duygusu
var.
Yani konu çok
nazik...
HDP nin bu anlamda
'bana göre gecikmiş olan' konuyu meclise taşıma kararı çok yerindedir.
Sosyal medyada yer
alan ve kendini solun ve demokrasinin bir yerinde tarif edenlere düşen
öncelikli görev de öfke ve nefret dilini terk etmek ve sıradan kitleleri hor
görmeden onların içinde doğrularda çoğalmaktır.
Ancak o zaman batı
doğuyu doğru anlayıp Kürt Halkının demokrasi ve kendini ifade etme
mücadelesinde yanında olabilir.