4 Aralık 2017 Pazartesi
AYŞE HANIMIN EN MUTLU GÜNÜ
O gün Ayşe
Hanım’ın en mutlu günüydü. Bunu kimselere söyleyemiyordu. Hatta belli etmemeye
çalışıyordu.
Akşama kadar nerdeyse
bütün kasaba halkı başın sağ olsun diye gelmişti. İçinden “ne gadar seveni
varımış?” diye sevinse de gelip gidenlerin yanında rahatsız olmuştu.
Nihayet gece
olunca bir başına kaldı. Rahat bir nefes aldı. Artık rahat bir uyku
uyuyabilecekti. “Yarabbim çok şükür.
Binlerce şükür. Artık ölsem de gam yemem” diye habire şükrediyordu.
Ayşe Hanım
ağlıyordu. Bu onun mutluluk gözyaşlarıydı. Artık gönül rahatlığı ile
ölebilirdi. En büyük sıkıntısı sona ermiş, oğlu Hasan ölmüştü.
Her gün dua
ederken “yarabbim benim canımı Hasan’ımdan önce alma” diye gözyaşları içinde
yakarıp dua ediyordu. Yıllardır aynı dua, aynı yakarış. Sonunda Allah onun
duasını kabul etmiş ve ondan önce Hasan’ını almıştı. Artık rahat bir uyku
çekebilirdi. Ama imkanı yok, uykusu gelmiyordu. İçinde garip bir mutluluk, sevinç
vardı. Kalkıp kalkıp şükrediyordu.
Ölümüne bu denli
sevindiği, şükürler ettiği Hasan oğluydu. Kasaba halkı ona deli Hasan diyor,
deli Hasan diye takılıp alay ediyordu.
Ama Hasan Ayşe
Hanım için deli bir çocuk değildi. Hasan onun gençlikteki bir hatasının
kurbanıydı.
Kürtajın yasak
olduğu yıllardı. Nedense onu doğurmak istememişti. Komşu kadınların sıkça
duyduğu yöntemleri kimseye söylemeden saklıca deneyerek çocuğu düşürmeye
çalışmış, ama düşüremeyince de doğurmak zorunda kalmıştı. Adını da Hasan koymuşlardı.
Yani Hasan onun,
anasının cahilliğinin kurbanıydı...
Ayşe Hanım bunu,
bu cahilliğini kimselere, hatta kocasına bile söyleyememiş; içinde büyük bir
sır olarak saklamıştı.
Hasan yeni
doğduğunda hiçbir şey belli değildi. Diğer kadınların “bu yönteme rağmen çocuk
doğarsa, sakat olur” demesine rağmen çocuk doğmuş ve sakat falan değildi. Ayşe
Hanım bunu görmüş, çok sevinmişti. Bu çocuğu düşürmeye kalktığına pişman bile
olmuştu.
Çocuk büyümeye
başlamış. Büyüdükçe normal olmadığı anlaşılmaya başlayınca, Ayşe Hanım’ın içine
ateş düşmüştü.
Çocuk büyümeye
devam ediyor; Ayşe Hanım’ın sırrı da içinde, büyük bir pişmanlık ve acı olarak
düğülmüş giderek büyüyordu.
Hasan büyüdü
okul çağına geldi, okula gidemedi. Askerlik çağı geldi, askere gidemedi.
Evlenemedi. Herkesin eğlendiği deli Hasan olarak ortalıkta dolanıyordu.
Ayşe Hanım tüm
bunları görerek yaşıyor, amma oğluna duyduğu özlemi, onun zavallılığı ve bunu
ona yaşatmış olmanın ve bunu kimselerle paylaşamamanın sıkıntısı, Ayşe Hanım’ı
kahrediyordu.
And içmişti. Ne
olursa olsun oğlunu kimseye muhtaç etmeden bakacaktı. Onun eli ayağı, aklı her
şeyi olacaktı.
Öyle de yaptı.
İşi gücü oğlu Hasan’dı. Hep onun önünde arkasında dolaştı. Onunla
eğlenmelerine, onu rahatsız etmelerine izin vermemek için çaba gösterdi. Oğlu
Hasan’la birlikte birbirine yapışık gibi yaşadı.
Anasının gayreti
ile Hasan hep temiz giyindi. Eli ayağı hep temizdi. Onu tanımayan biri görse
yakışıklı bir bey zannederdi. Hasan boylu poslu, yakışıklıydı da. Öyle sürmeli
gibi kaşı, renkli ve ceylan bakışlı gözleriyle çok hoş biriydi. Şu aklından
zoru olmasa, şu acayip davranışları olmasa…
Bu da Ayşe
Hanım’ın kusuru, günahıydı. O da bu kusurun, günahın kefaretini Hasan’la
birlikte yaşayarak fazlasıyla ödedi. Bu sürede Ayşe Hanım hiç sızlanmadı. Şikayetçi
olmadı. Nasıl şikayetçi olsun ki, kusur onundu. Bu şekilde yaşamaya devam etti.
Aslında Hasan’ı
kasaba da çok seviyordu. Ona takılırken hiç birisi onunla dalga geçtiğinin, onu
aşağıladığının farkında değildi. Ama Ayşe Hanım bunu fark ediyor, kasaba halkının
onunla eğlenip, gönül eğlendirmesine çok içerliyordu. Hasan ona hiç ana veya
anne demez, kocasından alıştığı için, “Ayşa” veya “Ayşanım” der, bir de her
halde komşu kadınlardan çok duyduğu içi “Ayşaaba” derdi. Üzerine giydiği yeni
bir şeyi görüp “bunu kim aldı” diye sorunca Hasan “Ayşaaba aldı” veya “Ayşanım
aldı” der; bu sırada soruyu soranlar da gülüşürdü, ama Hasan onların niye
güldüğünü anlamaz, gülümserdi.
Ayşe Hanım Hasan’ın
kendine “Ayşa, Ayşanım, Ayşaaba” demesine hiç aldırmaz, birinin yanında da öyle
derse gülümser, ona hiç kızmazdı. Çünkü Hasan ne derse desin, o Hasan’ın
biricik anasıydı. Böyle Hasan’la sanki ikiz gibi yaşayıp giderken kocası ölmüş,
kızı da evlenip gittiği için oğluyla bir başına kalmıştı. Eskisi gibi oturup
kalkamıyor, yürümekte zorluk çekiyor, haliyle Hasan’ı takip etmekte
zorlanıyordu. Çünkü Kasaba halkının içinde fena insanlar da vardı. Onların
Hasan’a bir kötülük yapmasından da korkuyordu. Bu arada içine ölüm korkusu da
düştü. Öyle öleceğim falan diye değil. Çünkü ölüm Allah’ın emriydi, Nasıl olsa
ölecekti. Onun korkusu Hasan’dan önce ölmesi ve Hasan’ının ortalıkta perişan
olmasıydı. En büyük korkusu buydu. Kendi hastalıkları ilerledikçe korkusu
artıyor; korkusu arttıkça kalkıp namaz kılıp, dua ediyordu. “Yarabbim Hasan’ımı
benden sonraya koma. Yoksa çok rezil olur” diye, Allah’a gözyaşları içinde
yalvarıyordu.
Bir ana
gözyaşları içinde de olsa oğlunun ölümünü, kendinden önce ölümünü istemesi size
garip gelebilir. Birçoğunuz olmaz öyle şey. “Ne biçim kadın bu?”
diyebilirsiniz. Sizin için böyle konuşması kolay. Siz Ayşe Hanım’ın yaşadığı
hayatı, bu yaşam süresince duyduğu pişmanlığı, ızdırabı, endişeyi, korkuyu
bilemezsiniz. Bilmenizde asla mümkün değil. Neredeyse bir ömür saklanan
içindeki sır. Bunun bir kadını, bir anneyi ne hale getirdiğini anlamanız
olanaksız ve Ayşe Hanım’ı savunmak da, yargılamak da bize düşmez. O kendini
yeterince yargıladı.
O gece benim
anlatmaya çalıştıklarıma benzer şeyleri yaşıyordu. Abdest aldı. Uzun uzun şükür
namazı kıldı. Tövbelerini etti. Büyük bir huzur içinde yatağa girdi, uyudu.
Ertesi gün eve
kızı geldi. Bir gün önce “yalnız olmaz yanında bende kalayım” diye çok ısrar
etmişti. Ama anası, Ayşe Hanım “sen git, ben bu gece yalnız kalmak istiyorum”
diye onu evine göndermişti. Kızı anasını merak ettiği için sabah erkenden
gelmişti. Dış kapı kilitliydi. Kapıyı çaldı çaldı. Duyuramayınca pencereye
dolaştı. Camı çaldı çaldı. Duyan olmadı. Korktu. Kocasına haber verdi. “Anam
içerde kalmış. Kapıyı, camı açmadı” diye endişesini söyledi. Kocası bir
çilingir getirdi. Kapıyı açtılar. İçeri Ayşe Hanım’ın odasına girdiler. Ayşe
Hanım’ın yatağı hiç bozulmamıştı. Onun yatağının yanında Hasan’ın yatağı vardı.
Ayşe Hanım Hasan’ın yatağında yatıyordu. Gözleri aralıktı. Sanki onların
geldiğini anlamış, gülümsüyordu.
Kızı “Anaa gız,
uyansana” diye anasını dürtüyordu. Ama Ayşe Hanım muzipçe gülümseyip, gözlerini
açmıyordu. Kocası karısının omzuna dokundu. “Bırak dürtmeyi. Anan hakkın
rahmetine kavuşmuş” dedi.
Ayşe Hanım
Hasan’ının yatağında mutlu bir uykuya dalmış; ömründe yaşamadığı mutluluk
bozulmasın diye ölüp kalmıştı.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder