4 Aralık 2017 Pazartesi
YÜREK ACISIYLA YAŞAMAYA ÇALIŞMAK
Yatmak için odaya gelince
kocasının numaradan horladığını fark etti; sessizce yanına girip yattı.
Bir süredir ne kocası ne kendi ‘sinerli’
uyku yüzü görmemişlerdi. Her ikisinin de aklı Mayıs ayında toprağa verdikleri
oğullarında, yürekleri yangın yeri gibiydi.
O günden beri hayat her geçen gün
‘görünürde’ normale dönüyor gibi olsa, onca acı ve ağıttan sonra köyde herkes
işine gaydına dönse de kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.
Köyden ölüsü olmayanlar da ölü
veren ailelere saygısından köyde bütün düğün derneği seneye ertelemişti.
Evlerde kurulan sofralar daha
çocuk çocukları düşünerek kuruluyor, büyükler kadın, erkek ne yediklerini ne
içtiklerini biliyordu.
Gerçi köy madenci köyüydü. Maden
kazaları eksik olmazdı. Arada bir madende göçük altında kalan ölen, sakat kalan
olurdu; ama böylesi ilk kez geliyordu başlarına.
Bir anda köylerine yirmi tabut
birden gelmişti. Daha bir gün önce köyde kahvede, orada burada yürürken
gördükleri, daha geçen hafta tutulan düğünde beraber gülüp oynadıkları yirmi
can aynı gün kefenlere sarılıp gelmiş; öyle ki kimi evlerde iki üç kişi cenaze
olmuştu.
Köyden sağ kurtulanlar da vardı
tek tük. Ama koca köyde herkes kime ağlayacağına, kime sevineceğine bilemez halde
per perişan olmuştu.
Aradan zaman geçince bütün köyü
saran ölüm acısı derlenmiş, toplanmış sadece ölenlerin ana babasının varsa
karısının çocuklarının yüreğine ‘daş gibi düğülmüş’ orada duruyordu.
Onların da oğulları yeni askerden
gelmişti. Gelmişti; ama gezip tozacak zaman değildi. Kendi iş kayıtlarına baksa
elde avuçta bir iki dönüm tarla dışında bir şey yoktu ki.
Onun için mecbur ya kasabaya ve
şehre gidip bir işe girip çalışacak ya da yanlarında bir iş bulacaklardı. Köyde
de olan tek iş maden ocaklarıydı. Epeydir faaliyete başlamış, eskiden bağı
bahçesi olan, domates, marul vb. şeyler yetiştirip kasaba pazarında satan,
zeytine falan giden köylüler çiftçinin malı para etmeyince köycek madenci
olmuştu hepsi.
Madende iş bulan ‘sigorta olduğu
için’ şanslı sayıyordu kendini. Kocası da geçen sene emekli olmuştu madenden.
Oğlu askerden gelince madendeki eski tanışları çavuşları devreye sokup çabucak
bir iş bulmuştu oğluna.
Böyle olunca oğlu gurbete
gitmekten kurtulmuş, onlar da ‘evlat hasreti çekmeyeceğiz, burumuzun dibinde
olacak, bir kız bulup everdik mi tamam’ diye geçirmişlerdi içlerinde. ‘İçlerinden
geçirmişti’ diye yazdım; çünkü kadın da adam da bu konuları kendi aralarında
konuşmadan bakışlarıyla anlaşırlardı her zaman.
Zaten adam konuşmayı çok
sevmezdi. Kadın da öyle olunca hiç sorun çıkmazdı aralarında.
Ama oğlanlarının o gün madenden ölüsü
geldiğinden beri, adam daha içine kapansa da kadın acıdan çok konuşkan olmuş;
‘sanki ölen kocasının da oğlu değilmiş, sanki onun canı yanmamış gibi’ kadın
her gün özellikle gece yatınca “ha oğlan azcık da gezeydi, bok mu varıdı
goşmacı iş buldun ona” diye kocasının başını etini yer; adam hiç sessiz onu
dinler en son “içini boşalttıysan uyuyalım” der; o zaman da kadın kocasına
haksızlık yaptığını fark eder ‘sessizce’ “iyi gecele, Allah rahatlık versin”
derdi. Ama ikisi de çok uzun süre sepsessiz karanlığa bakarak aynı acıları
farklı farklı yaşar, sonunda yorulunca uyurlardı.
Zaten köyde çok kalmadılar. Satıp
savıp adamın kardeşinin bulunduğu şehre göçtüler. Orada iyi kötü bir ev
aldılar.
İşte o gün karısı yeni evlerinde yatmak
için odaya geldiğinde kocasının ‘numaradan uyur gibi’ horladığını fark edince
aklına bunlar geldi ve hiçbir şey konuşmadan girip yattı.
Şimdi artık sanki anlaşmış gibi
her ikisi de hiç ölen oğullarından konuşmadan yeni evlerine alışmaya
çalışıyordu.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder