Yaşlı kadın arada bir
çıktığı balkonda, balkonun güneş gören yerinde masanın üzerine serdiği naylonun
üzerindeki erikleri karıştırıyordu.
Erikleri oraya güneşte
kuruyup kak olması için sermişti.
Onları bahçeden kocasıyla
kavga dövüş toplamıştı. Niyeti bu eriklerden oluşacak kakların bir kısmını
çocuklarına verecek; birazını da eve ayıracaktı.
Yılların alışkanlığıyla
biliyordu ki; özellikle bulgur pilavının yanında erik kakıyla yapılmış hoşaf
çok lezzetli olurdu.
Eskiden gücü kuvveti
yerindeyken her yıl çocuklarına tarhana bulgur yapar; domates, biber kurutur;
turşu kurar gönderirdi onlara.
Ama şimdi yaşlanmıştı.
Tarhana yapmak; domatesi, biberi dilip kurutmak; hele turşu yapmak çok zor
geliyordu. Onun için şimdi en kolay olan erik kurutma işine yönelmişti.
Aslında o da kolay olmamış.
Günlerce kocasına söylenerek bahçedeki ağaçtan zor zahmet toplatmıştı erikleri.
Bunlardan kak yapıp birazını kendine ayırdıktan sonra kalanını çocuklarına
gönderecekti.
Ne yapsın? Elinden şimdi
anca bu kadar geliyordu. Karı koca ikisi de çok yaşlanmış elden ayaktan
düşmüştü. Gerçi büyük kızının bunları yapmak için zamanı vardı; hem her şeyi
beğenmez dudak bükerdi o.
Yaşlı kadın bu düşüncelerle
balkondaki erikleri karıştırırken “lokum gibi oldular. Biraz daha kururlarsa
kışın çok güzel hoşafı olacak” diye için için sevindi.
Bu sırada aşağıda bahçede dolaşan
kocasına gözü ilişti. “Akılsız adam hiç; aklı ermiyor. Yarın çocuklar
hışdınıverise halimiz nice olur? Sankim ben bu kakı keyfimden yapıyorum.
Ölmüden gidesi bu da başıma temelli dert oldu” diye söylendi. Erikleri
karıştırmaya devam etti.
Aslında öyle söylediğine
bakmayın. Arada bir kocasının kendinden önce öleceği aklına gelse yüreği
sıkılır; adeta nefessiz kalırdı. Öyle ya ikisi de birbirine bir nefes bir
soluktu artık. Yılların yorgunluğuyla birazcık birbirine bıkkınlık gösterseler
de; biri birkaç gün hasta olsa veya çocuklarının yanında kalsa öteki döne döne
onu arardı.
Bir keresinde hastanede
yattığı sırada; hastanede kocasıyla birbirine gösterdikleri yakınlığı gören
çocukları şaşıp kalmıştı.
Onun için şimdiki lafını
siz ağız alışkanlığı veya yılların yarattığı yorgunluğa verin.
Kocasına söylendikten sonra
yaşlı kadının aklından da bunlar geçiyordu; gözü eriklerin üzerine konup kalkan
arılara kaydı. “Hadi bakalım mübarek hayvanlar; ‘yeyin bakalım’ Nasıl olsa
artanı bize yeter” diye söylendi. Arıları kovalamaya kıyamamıştı.
Bu sırada büyük kızı
sırtında kocaman biber çuvalı merdivenlerden ‘hışım gibi’ çıkıp geldi; çuvalı
atar gibi yere koyduktan sonra kendini sandalyeye attı. Soluk soluğa kalmıştı.
Yaşlı kadın kızının böyle
‘hışım’ gibi gelmesinden ürkmüştü. Öbür kızından pek çekinmiyordu; ama bu kızı
çok sertti.
O da artık biraz yaşlanmış
ve çocuklarına torunlarına çok düşkündü. Haliyle o da eline geçeni veya elinden
geleni kendi çocukları ve torunlarına götürüyordu. Şimdi de belli ki babasının
balkonunda getirdiği biberleri kurutup onlara gönderecekti.
Bunu fark eden yaşlı kadın
kendi erikleri kak yaparken kızı biber kurutmaya gelince içinden “eyvah cazgır”
geldi diye geçirdi.
Kızı balkondaki masa üstüne
serili naylon üzerindeki erikleri görünce “ana bunlar ne olacak?” dedi. Yaşlı
kadın biraz ürkek “kak guruduyodum. Birazını alı goyup; galanını size
göndericekdim” dedi.
Kızı bu sırada erikleri
naylonuyla ilerde balkonun kenarına yığarken “anama da; ne işe yarayacak bu
kadar kak? Kimse beğenmez bunu. Sen boşa uğraşıyorsun” dedi. Çeşmeye bağladığı
hortumla biberleri yıkamaya başladı. Bu sırada “bu kaklar bi işe yaramaz. Ben
burada gızıma biber guruducem” dedi.
Yaşıl kadın bir kızının
naylonuyla kenara yığıverdiği eriklere bir kızına baktı.
Bir şey söyleyecekti;
kendini tuttu. Çünkü artık çok yaşlıydı. Kızıyla ters düşmekten çekindi.
Ancak kocasıyla didişerek
topladı; günlerdir karıştırıp, uğraştığı eriklerin lüzumsuz bir şeymiş gibi bir
kenara yığılmasına da içi kıyılmıştı; ama çaresizdi. “İyi sen bilirsin kızım”
dedi. Bu sırada merdivenden çıkıp gelen ve “ne oldu eriklerine?” der gibi
alayla bakan kocasının yanından sessizce kapıdan girip içeri gitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder