DÜNYA
19.12.2015 08:20:24
Dış İşleri Bakanı
Mevlüt Çavuşoğlu Uluslar arası Suriye destek gurubunun toplantılarına katılmak
için gittiği ABD'de Türkiye ve İsrail arasında yürütülen görüşmeler için
"tabi İsrail'le görüşmeler olacak" demiş.
Aslında doğru
söylemiş. Aksi anormaldi. Yani bölgemizde önemli bir güç olan ve geçmişten
gelen güçlü ilişkileri olan iki ülkenin birbirine hasım olması yani.
Ama hasımlığı
yaratan İsrail'in kendi ülke çıkarlarını çok ön plana alması ve varlığını
sürdürmek isterken yanı başındaki Filistin'e, Filistinlilere sinerli yaşama
hakkı tanımamasıydı.
Esasen İsrail
kurulduğu 1946 yılından bu yana bölge ülkeleri için hep bir huzursuzluk kaynağı
olmuştur.
Bunda kuşkusuz
geçmişten gelen farklı inançların birbirini kabuldeki hazımsızlık huzursuzluğun
asıl nedeni olmuş.
Aslında İsrail
Filistinlilerden satın aldığı topraklar üzerinde yüzyıllardır gördüğü düşü
gerçekleştirmek için harekete geçmiş. Kendileri için kutsal sayılan topraklara
kavuşmuş ve o topraklar üzerinde kendi bağımsız devletlerini kurmuş. Ama
kurulduğu günden bu yana çevresindeki İslam ülkelerine karşı kışkırtıcı
politika izlemekten de geri kalmamış.
Tabi Araplar da
kendi sattıkları topraklar üzerinde bir Yahudi devleti kurulmasına gönül
rızasıyla kabul göstermemiş.
Bunun sonucunda
yıllardır Araplarla bir savaş veya sürtüşme içindeler; ama ABD nin açık desteği
ve kendilerinin çok özverili çabaları sonucu çok çabuk komşularının diş
geçirmeyeceği ülke haline gelmişler.
Bunlar bilinen
şeyler.
Türkiye ile bağları
da İspanyolların ülkelerinden onları kovması ve Osmanlının onlara kucak
açmasıyla 1492 yılında köklü olarak oluşmuş; o günden bu güne; daha doğrusu
Davos'taki "van munite" krizine kadar bu ilişkiler gayet dostça devam
edip gelmiş. Diğer İslam ülkeleriyle aralarındaki krizde Türkiye hep arabulucu
rolü üstlenmiş.
Belki Türkiye bu tavrıyla;
yani İsail'e karşı diğer İslam ülkelerinin yanında açık tavır almaması
nedeniyle diğer İslam ülkelerinin eleştirilerine de muhatap oluyordu; ama
Türkiye laik bir cumhuriyet olarak yönetimini çağdaş ilkelere göre belirlemeyi
hedeflediği ve inanç temelli dış politika izlemediği için bu dış politikasında
dikkate alınır bir ülke konumundaydı.
AKP 2002 yılında
iktidara geldiğinde Türkiye İsrail ilişkileri bu şekildeydi. Yani sorunsuz
karşılıklı çıkar ilişkilerine dayalı devlet politikası. Arada bir Filistin
nedeniyle bir tartışma yaşansa da bu devletlerin dış politikasında pek
hissedilmiyordu. Bunda ABD'nin İsrail'e açık desteği ve Türkiye'nin ABD ile
stratejik ortaklığı da etkili oluyordu kuşkusuz.
Ancak 'ne zaman?'
Türkiye ABD'nin BOP eşbaşkanlığını farklı yorumlayıp İslam ülkeleri üzerinde
liderliğe oynar politika izlemeye başladı; işte o sıra her şey birden bire
değişmeye ve bu politika yani İslam liderliği politikası dış politikasında
temel belirleyici yol haline geldi.
En son Davos'ta bir
fırsat yakalayan cumhurbaşkanı o bilinen "van munite" çıkışıyla
İsrail'le köprüleri tamamen atan bir politikaya yöneldi. Arkasından gelişmeler
malum. Mavi Marmara gemisi olayı ve Filistin'e açık destek Davos'ta atılan
adımın devamı oldu. O sıra Recep Tayyip Erdoğan İslam aleminin; daha doğrusu
İslam ülkelerinde sıradan halk kitlelerinin adeta manevi lideri haline geldi.
O günden sonra
gelişmeler malum.
Bu ayrıntıyı yazma
nedenim İsrail'le ilişkilerin bozulması 'doğru veya yanlış' AKP'nin izlediği
bilinçli politikanın sonunda özgür iradesiyle tercih ettiği bir sonuçtu.
Zaten doğru olan da
budur. Devletler bağımsızlığını dış politikada kendi iradeleriyle attıkları
adımlarla kanıtlarlar.
Ancak son İsrail
yakınlaşması için aynı şeyi söylemek zor gibi. Yani 24 Kasım'da Rus uçağı
düşürülmeseydi ve Rusya ile ilişkiler bu denli gerilmeseydi bugünden yarına
İsrail'le böyle ikili görüşmelerin başlaması ve ilişkilerin süratle normale
dönmesi 'sanırım' düşünülemezdi. Gerçi basına yansımayan, daha doğrusu dış
basına zaman zaman yansıyan İsrail ve Türkiye ilişkisine dair haberler
oluyordu; ama bu devletin dış politikasında değişiklik gibi bir durum
göstermiyordu; ama şimdi öyle değil.
Yani Mevlüt
Çavuşoğlu'nun söylediği bu ilişkilerin 'bu süratte' gelişmesi olağan değil.
Bir yurttaş olarak
beni üzen ve ürküten bu durum.
24 Kasım'da
düşürülen Rus uçağı için 'angajman kuralları gereği düşürüldü' demek kolaycılık
oluyor.
Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan'ın Rusya'ya Putin'e nasıl muhabbetle baktığı ve yaklaştığı malum.
Öyle ki bir ara Rusya'nın da içinde olduğu Şangayh ittifakına girmekten bile
söz eder olmuş; dış politikadaki yalnızlığını Rusya geliştirilen ve onlarla
bizi stratejik ortak konumuna getiren ilişkilerle gideriyordu.
Öyle olunca 'on yedi
saniye' olduğu söylenen sınır ihlali nedeniyle arada böyle güçlü bağlar olan
bir ülkenin uçağının düşürülmesi çok normal değil.
Bir el "belki
paralelci bir el" 24 Kasım'da Rus uçağının düşürülmesiyle Türkiye'yi bir
yöne itti gibi.
İşte üzerinde
düşünülmesi gereken bu. Öteki Nasreddin Hoca'nın hesap "ben Rusya ile
zaten küsecektim" gibi sığ bir yaklaşım olur ki; bu çok tehlikeli.
Yukarıda yazdığım
gibi ülkeler bağımsızlıklarını kendi özgür iradeleriyle dış politikada
attıkları adımlarla kanıtlarlar. Atılan adım yanlışsa da oturur ceremesini
kendileri çeker veya o politikayı izleyenler siyaseten çeker.
Türkiye içindeki
yaşadığı sorunların yanı sıra yaşadığı bölgenin özellikleri nedeniyle dış
politikada da çok sorun yaşayan bir ülke. Ve bu sorunların hepsini Türkiye
ancak iktidar ve muhalefetin yaratıcı işbirliğiyle aşabilir. Onun ötesinde
birilerinin ittirmesine veya bölgede veya dünyada esen rüzgara göre iç ve dış
politikadaki sorunları çözmeye kalkar veya çözmek zorunda kalırsa yarın yalnız
siyasi iktidar değil bütün Türkiye Halkı altından kalkamayacağı bedelleri
ödemek zorunda kalabilir.
Onun için tam şu
sıra; içte Kürt sorununun çözümü ve dışta komşularla dostça ilişkilerin
kurulması ve var olan düşmanlıkların açılıp dostlukların geliştirilmesi için
parlamento zemininde güçlü bir beraberliği göstermek gerekir. Yani Rusya ile
bozulan ilişkilerin yeniden düzeltilmesinden İsrail'le bozulan ilişkilerin
düzeltilmesi ve yanlış olduğu iyice sırıtan Suriye politikasının süratle revize
edilerek 'yanlış olan neyse' o yanlıştan süratle dönülmesinin tam zamanı şimdi.
Bizim oralarda buna
'göçün yolda düzülmesi' denir.
Yörükler sürekli
hareket halinde olduğu için tam toparlanamadan yola çıkar ve yolda dağınıklığı
giderip eksikleri neyse tamamlar ve varacağı yere sorunsuz varmayı hedeflermiş.
Onun için diyorum "şimdi tam sırası".
Yani hesapta olmayan
bir gelişme sonucu bozulan Rusya ile ilişkilerin yeniden düzelmesi için o
tarafa samimi bir adım atmak, yanı başımızda tarihsel bağlarımız olan İran'a
yeni bir merhaba demek gibi. Ve Suriye
için belki bir "pardon" demek, Irak'ın toprak bütünlüğüne saygılı
olduğumuzu Barzani'ye net bir tavırla söyleyerek Irak'ın yeniden güvenini
kazanmak gibi. En önemlisi Arap
dünyasının güçlü ülkesi Mısır'la bozulan ilişkileri düzeltirken İsrail'le
yeninden açıktan ikili görüşmelere başlamak gibi.
İç politikada da
Kürt sorununu yeniden 'bu sefer sorunu parlamento zeminine taşıyarak' çözüm
süreci veya Kürt sorunun çözümü için güçlü bir adım atarak ülke içindeki
sorununun çözümünde dışarıdan gazel okumak isteyenlere "bir dakika bu
bizim kendi sorunumuz. Biz bu sorunu kendimiz çözeriz. Siz gölge etmeyin
yeter" diyerek tabi.
Yani bu adımların
hepsinin tam zamanı. Yani 24 Kasım'da Rus uçağının düşürülmesi sonucu Rusya ile
gerilen ilişkilerin dayattığı sorunları ele alıp hepsini temelden çözmenin;
yani Rusya krizini fırsata çevirmenin tam zamanı.
Sanırım Rusya böyle
bir gelişme karşısında ters tepki vermez. Çünkü Türkiye ilişkilerinin
bozulmasından en azından Türkiye kadar Rusya da huzursuzdur. Geçmişte Sovyetler
zamanında burnunun dibinde batı müttefiki olan Türkiye ile son yıllarda
geliştirdiği ilişki Rusları ve dolayısıyla devlet başkanı Putin'i de
ziyadesiyle memnun etmişti.
Siz diyeceksiniz ki;
"onca kötü sözden sonra kolay mı bu?"
Elbette çok kolay
değil. Ama büyük devlet adamlığı böyle zor konularda bu adımları atmayı
gerektirir. Yoksa işler şıkır şıkır devam ederken konuşması kolaydır.
Sonra bu son
gelişmenin anormal olduğunu Ruslar ve Putin de kabul ediyor. Dönüp dönüp
"kalleşlik bu. Arkadan bıçaklandık" gibi tepkiler ancak dost
bildiklerine gösterilir ve böyle dostluklar da öyle bir osurukla yıkılacak
dostluklar değildir.
Tamam 'istem dışı
bir gelişme olmuş' ki bunun böyle olduğunu hem cumhurbaşkanı ve hem de başbakan
da kabul ediyor ki uçağın düşürülmesinde başka yeri 'askeri' suçlayan
ifadelerde bulundular.
Yani bana göre tam
şu sıra atılacak ters bir adım; yani özür miahiyetinde bir adım Rusya
tarafından geniş kabul göreceği gibi Türkiye'yi de küçültmez; aksine hatadan
dönme onurunu gösterecek kadar yiğitlik veya cesaret ancak takdir görür.
Ve eğer Türkiye dış
ve iç politikada bu adımları atabilirse emin olun Türkiye ile ilgili 'layhte
veya lehte' hesapları olan ülkeler bu hesaplarını tekrar gözden geçirmek ve
Türkiye'nin gerçekten bağımsız bir devlet olduğunu fark ederek politikalarını
ona göre belirlemek zorunda kalacaklardır. Böylece Türkiye 'gerektiğinde
hatasını kabul eden ve' yeniden dostluğuna güvenilir ve karşıya alınmaktan
çekinilir bir ülke olabilir.
Yani bence öyle...
Umarım Türkiye'yi
yönetenler Rusya krizinin dayattığı bu tarihi fırsatı kaçırmazlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder