19 Aralık 2017 Salı

Tabi ki İsrail'le görüşme olacak; ancak..


 DÜNYA
19.12.2015 08:20:24
Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Uluslar arası Suriye destek gurubunun toplantılarına katılmak için gittiği ABD'de Türkiye ve İsrail arasında yürütülen görüşmeler için "tabi İsrail'le görüşmeler olacak" demiş.

Aslında doğru söylemiş. Aksi anormaldi. Yani bölgemizde önemli bir güç olan ve geçmişten gelen güçlü ilişkileri olan iki ülkenin birbirine hasım olması yani.

Ama hasımlığı yaratan İsrail'in kendi ülke çıkarlarını çok ön plana alması ve varlığını sürdürmek isterken yanı başındaki Filistin'e, Filistinlilere sinerli yaşama hakkı tanımamasıydı.

Esasen İsrail kurulduğu 1946 yılından bu yana bölge ülkeleri için hep bir huzursuzluk kaynağı olmuştur.

Bunda kuşkusuz geçmişten gelen farklı inançların birbirini kabuldeki hazımsızlık huzursuzluğun asıl nedeni olmuş.

Aslında İsrail Filistinlilerden satın aldığı topraklar üzerinde yüzyıllardır gördüğü düşü gerçekleştirmek için harekete geçmiş. Kendileri için kutsal sayılan topraklara kavuşmuş ve o topraklar üzerinde kendi bağımsız devletlerini kurmuş. Ama kurulduğu günden bu yana çevresindeki İslam ülkelerine karşı kışkırtıcı politika izlemekten de geri kalmamış.

Tabi Araplar da kendi sattıkları topraklar üzerinde bir Yahudi devleti kurulmasına gönül rızasıyla kabul göstermemiş.

Bunun sonucunda yıllardır Araplarla bir savaş veya sürtüşme içindeler; ama ABD nin açık desteği ve kendilerinin çok özverili çabaları sonucu çok çabuk komşularının diş geçirmeyeceği ülke haline gelmişler.

Bunlar bilinen şeyler.

Türkiye ile bağları da İspanyolların ülkelerinden onları kovması ve Osmanlının onlara kucak açmasıyla 1492 yılında köklü olarak oluşmuş; o günden bu güne; daha doğrusu Davos'taki "van munite" krizine kadar bu ilişkiler gayet dostça devam edip gelmiş. Diğer İslam ülkeleriyle aralarındaki krizde Türkiye hep arabulucu rolü üstlenmiş.

Belki Türkiye bu tavrıyla; yani İsail'e karşı diğer İslam ülkelerinin yanında açık tavır almaması nedeniyle diğer İslam ülkelerinin eleştirilerine de muhatap oluyordu; ama Türkiye laik bir cumhuriyet olarak yönetimini çağdaş ilkelere göre belirlemeyi hedeflediği ve inanç temelli dış politika izlemediği için bu dış politikasında dikkate alınır bir ülke konumundaydı.

AKP 2002 yılında iktidara geldiğinde Türkiye İsrail ilişkileri bu şekildeydi. Yani sorunsuz karşılıklı çıkar ilişkilerine dayalı devlet politikası. Arada bir Filistin nedeniyle bir tartışma yaşansa da bu devletlerin dış politikasında pek hissedilmiyordu. Bunda ABD'nin İsrail'e açık desteği ve Türkiye'nin ABD ile stratejik ortaklığı da etkili oluyordu kuşkusuz.

Ancak 'ne zaman?' Türkiye ABD'nin BOP eşbaşkanlığını farklı yorumlayıp İslam ülkeleri üzerinde liderliğe oynar politika izlemeye başladı; işte o sıra her şey birden bire değişmeye ve bu politika yani İslam liderliği politikası dış politikasında temel belirleyici yol haline geldi.

En son Davos'ta bir fırsat yakalayan cumhurbaşkanı o bilinen "van munite" çıkışıyla İsrail'le köprüleri tamamen atan bir politikaya yöneldi. Arkasından gelişmeler malum. Mavi Marmara gemisi olayı ve Filistin'e açık destek Davos'ta atılan adımın devamı oldu. O sıra Recep Tayyip Erdoğan İslam aleminin; daha doğrusu İslam ülkelerinde sıradan halk kitlelerinin adeta manevi lideri haline geldi.

O günden sonra gelişmeler malum.

Bu ayrıntıyı yazma nedenim İsrail'le ilişkilerin bozulması 'doğru veya yanlış' AKP'nin izlediği bilinçli politikanın sonunda özgür iradesiyle tercih ettiği bir sonuçtu.

Zaten doğru olan da budur. Devletler bağımsızlığını dış politikada kendi iradeleriyle attıkları adımlarla kanıtlarlar.

Ancak son İsrail yakınlaşması için aynı şeyi söylemek zor gibi. Yani 24 Kasım'da Rus uçağı düşürülmeseydi ve Rusya ile ilişkiler bu denli gerilmeseydi bugünden yarına İsrail'le böyle ikili görüşmelerin başlaması ve ilişkilerin süratle normale dönmesi 'sanırım' düşünülemezdi. Gerçi basına yansımayan, daha doğrusu dış basına zaman zaman yansıyan İsrail ve Türkiye ilişkisine dair haberler oluyordu; ama bu devletin dış politikasında değişiklik gibi bir durum göstermiyordu; ama şimdi öyle değil.

Yani Mevlüt Çavuşoğlu'nun söylediği bu ilişkilerin 'bu süratte' gelişmesi olağan değil.

Bir yurttaş olarak beni üzen ve ürküten bu durum.

24 Kasım'da düşürülen Rus uçağı için 'angajman kuralları gereği düşürüldü' demek kolaycılık oluyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Rusya'ya Putin'e nasıl muhabbetle baktığı ve yaklaştığı malum. Öyle ki bir ara Rusya'nın da içinde olduğu Şangayh ittifakına girmekten bile söz eder olmuş; dış politikadaki yalnızlığını Rusya geliştirilen ve onlarla bizi stratejik ortak konumuna getiren ilişkilerle gideriyordu.

Öyle olunca 'on yedi saniye' olduğu söylenen sınır ihlali nedeniyle arada böyle güçlü bağlar olan bir ülkenin uçağının düşürülmesi çok normal değil.

Bir el "belki paralelci bir el" 24 Kasım'da Rus uçağının düşürülmesiyle Türkiye'yi bir yöne itti gibi.

İşte üzerinde düşünülmesi gereken bu. Öteki Nasreddin Hoca'nın hesap "ben Rusya ile zaten küsecektim" gibi sığ bir yaklaşım olur ki; bu çok tehlikeli.

Yukarıda yazdığım gibi ülkeler bağımsızlıklarını kendi özgür iradeleriyle dış politikada attıkları adımlarla kanıtlarlar. Atılan adım yanlışsa da oturur ceremesini kendileri çeker veya o politikayı izleyenler siyaseten çeker.

Türkiye içindeki yaşadığı sorunların yanı sıra yaşadığı bölgenin özellikleri nedeniyle dış politikada da çok sorun yaşayan bir ülke. Ve bu sorunların hepsini Türkiye ancak iktidar ve muhalefetin yaratıcı işbirliğiyle aşabilir. Onun ötesinde birilerinin ittirmesine veya bölgede veya dünyada esen rüzgara göre iç ve dış politikadaki sorunları çözmeye kalkar veya çözmek zorunda kalırsa yarın yalnız siyasi iktidar değil bütün Türkiye Halkı altından kalkamayacağı bedelleri ödemek zorunda kalabilir.

Onun için tam şu sıra; içte Kürt sorununun çözümü ve dışta komşularla dostça ilişkilerin kurulması ve var olan düşmanlıkların açılıp dostlukların geliştirilmesi için parlamento zemininde güçlü bir beraberliği göstermek gerekir. Yani Rusya ile bozulan ilişkilerin yeniden düzeltilmesinden İsrail'le bozulan ilişkilerin düzeltilmesi ve yanlış olduğu iyice sırıtan Suriye politikasının süratle revize edilerek 'yanlış olan neyse' o yanlıştan süratle dönülmesinin tam zamanı şimdi.

Bizim oralarda buna 'göçün yolda düzülmesi' denir.

Yörükler sürekli hareket halinde olduğu için tam toparlanamadan yola çıkar ve yolda dağınıklığı giderip eksikleri neyse tamamlar ve varacağı yere sorunsuz varmayı hedeflermiş. Onun için diyorum "şimdi tam sırası".

Yani hesapta olmayan bir gelişme sonucu bozulan Rusya ile ilişkilerin yeniden düzelmesi için o tarafa samimi bir adım atmak, yanı başımızda tarihsel bağlarımız olan İran'a yeni bir merhaba demek gibi.  Ve Suriye için belki bir "pardon" demek, Irak'ın toprak bütünlüğüne saygılı olduğumuzu Barzani'ye net bir tavırla söyleyerek Irak'ın yeniden güvenini kazanmak gibi.  En önemlisi Arap dünyasının güçlü ülkesi Mısır'la bozulan ilişkileri düzeltirken İsrail'le yeninden açıktan ikili görüşmelere başlamak gibi.

İç politikada da Kürt sorununu yeniden 'bu sefer sorunu parlamento zeminine taşıyarak' çözüm süreci veya Kürt sorunun çözümü için güçlü bir adım atarak ülke içindeki sorununun çözümünde dışarıdan gazel okumak isteyenlere "bir dakika bu bizim kendi sorunumuz. Biz bu sorunu kendimiz çözeriz. Siz gölge etmeyin yeter" diyerek tabi.

Yani bu adımların hepsinin tam zamanı. Yani 24 Kasım'da Rus uçağının düşürülmesi sonucu Rusya ile gerilen ilişkilerin dayattığı sorunları ele alıp hepsini temelden çözmenin; yani Rusya krizini fırsata çevirmenin tam zamanı.

Sanırım Rusya böyle bir gelişme karşısında ters tepki vermez. Çünkü Türkiye ilişkilerinin bozulmasından en azından Türkiye kadar Rusya da huzursuzdur. Geçmişte Sovyetler zamanında burnunun dibinde batı müttefiki olan Türkiye ile son yıllarda geliştirdiği ilişki Rusları ve dolayısıyla devlet başkanı Putin'i de ziyadesiyle memnun etmişti.

Siz diyeceksiniz ki; "onca kötü sözden sonra kolay mı bu?"

Elbette çok kolay değil. Ama büyük devlet adamlığı böyle zor konularda bu adımları atmayı gerektirir. Yoksa işler şıkır şıkır devam ederken konuşması kolaydır.

Sonra bu son gelişmenin anormal olduğunu Ruslar ve Putin de kabul ediyor. Dönüp dönüp "kalleşlik bu. Arkadan bıçaklandık" gibi tepkiler ancak dost bildiklerine gösterilir ve böyle dostluklar da öyle bir osurukla yıkılacak dostluklar değildir.

Tamam 'istem dışı bir gelişme olmuş' ki bunun böyle olduğunu hem cumhurbaşkanı ve hem de başbakan da kabul ediyor ki uçağın düşürülmesinde başka yeri 'askeri' suçlayan ifadelerde bulundular.

Yani bana göre tam şu sıra atılacak ters bir adım; yani özür miahiyetinde bir adım Rusya tarafından geniş kabul göreceği gibi Türkiye'yi de küçültmez; aksine hatadan dönme onurunu gösterecek kadar yiğitlik veya cesaret ancak takdir görür.

Ve eğer Türkiye dış ve iç politikada bu adımları atabilirse emin olun Türkiye ile ilgili 'layhte veya lehte' hesapları olan ülkeler bu hesaplarını tekrar gözden geçirmek ve Türkiye'nin gerçekten bağımsız bir devlet olduğunu fark ederek politikalarını ona göre belirlemek zorunda kalacaklardır. Böylece Türkiye 'gerektiğinde hatasını kabul eden ve' yeniden dostluğuna güvenilir ve karşıya alınmaktan çekinilir bir ülke olabilir.

Yani bence öyle...


Umarım Türkiye'yi yönetenler Rusya krizinin dayattığı bu tarihi fırsatı kaçırmazlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder