12 Şubat 2017 Pazar

EŞEKLİ KÜTÜPHANECİNİN RESMİ AYDINLANMANIN RESMİDİR



                     Merhaba; sayfalarıma kapak yaptığım eşekli kütüphaneci resmi sayfama her girişte      karşıma çıkar.

Sanki aile resmimiz gibi bir şey oldu…

Bu resmi mizansen sananlar olabilir. Değil. Ürgüplü Mustafa Güzelgöz'ün buluşu olan ve dünyada örneği bulunmayan köylere eşekle kitap servisi yapan elemanlarından birinin resmi bu.

Mustafa Güzelgöz önce kendi başladığı bu eşekle seyyar kütüphanecilik tutunca; yani köylerde kitaba ilgi artınca İl Özel İdare bütçesinden verilen parayla yevmiyeli çalışacak insanlar bulur. Önce kiraladığı sonra devlet adına satın aldığı eşeklerle köylere kitap servisi yapan kütüphaneciliği kurumlaştırır.

Onunla ilgili Fakir Baykurt'un "Eşekli Kütüphaneci" diye bir romanı var.

Mustafa Güzelgöz köylülere kitap okutmayı; yani kitabı sevdirmeyi önce onlara erkekler için tarımla ilgili bilgiler içeren dergiler; kadınlar için de nakış, dikiş bilgileri içeren dergiler taşıyarak başlamış. Sonra kendi deyimiyle "işi hikaye ve roman kitapları taşımaya çevirdim sonunda "köylülere Sefiller'i bile okutmayı başardım" diye ifade eder kütüphanecilik serüvenini.

Benim de bir gurup arkadaşla açtığım "Kitap Okuma Seferberliği" sayfasının amacı da buydu.

O sayfayı açınca sevgili arkadaşım İrfan Gümüş "bir topal eşekle çıktığın bu sayfa umarım başarılı olur" demişti. Dediği gibi epey başarılı oldu; 351 arkadaşla o sayfada buluştuk.

Aslında benim amacım da Mustafa Güzelgöz'ün amacı gibi sayfa arkadaşlarımla birlikte önce kısa hikayelerle başlayıp sonra romanlara yönelmek ve sayfa arkadaşlarının paylaşım ve yorumlarla sayfaya canlılık getirmesiydi. Bunu sağlayamadık.

Ben "girişimimiz başarısız oldu" diye düşünürken sevgili arkadaşım Mustafa Aydın "yanlış düşünüyorsun. Sayfaya arkadaşların ilgisi büyük. Devam et" diye mesaj atınca moralim düzelmiş ve aynı gayretle devam etme kararı almıştım. Yukarıda yazdığım gibi 351 arkadaşa ulaştık.

Dileğim bu rakamın binlerle ifade edilecek sayıya ulaşması ve sayfadaki paylaşımların okunması.

Neyse diyeceğim o değil.

Bu resmi daha önceleri olduğu gibi bugün tekrar bir yazıyla paylaşımda asıl diyeceğim; mutlu ülkeler sıralamasında en üstlerde yer alan ülkelerin hepsinde kitap okuma alışkanlığının yaygın olduğunu işaret etmek.

Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyette araştırmacı yazar Ceylan Adanalı bizde cumhuriyetin kuruluş sürecinin eğitim mucizesi diye adlandırılan Köy Enstitüleri uygulamasına benzer uygulamanın ‘eğitimde sağladığı başarıyla dünyanın en zengin ülkeleri arasından sıyrılıp en gelişmiş ve mutlu toplum olmada en önlerde yer alan’ Finladiya’nın “eğitimde Finlandiya mucizesi” denen uygulamayla aynı olduğunun şaşkınlığını ifade eden yazısı vardı.

Orada yazar “Fin Devletinin eğitime olan üst düzey bakış açısının en güzel örneği Finlandiya’da özel okul olmaması. Hepsi devlet okulu. Okullar arasında rekabet yerine dayanışma var. Farklılık yerine eşitlik var. Hepsi aynı eğitim öğretim ve öğretmen kalitesinde. Hepsinde başarı aynı. Düzen tamamen eğitimde fırsat eşitliği ilkesi üzerine kurulu. Merkeze öğrenciyi koyan Finlandiya Eğitim Sisteminde rekabetten uzak, öğrencilerin kendini her konuda değerli hissettiği, sade yalın istikrarlı bir eğitim anlayışı hakim” derken Köy Enstitülerinde de aynı anlayışın egemen olduğunu; Mustafa Kemal’in Grigory Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı kitabını okullarda okutulmasını istediğini ve Cumhuriyetin ilk yıllarında her “Öğretmen Okulu Mezunu”na diplomasıyla birlikte öğrencilere bu kitabın hediye edildiğini yazarken bir yerde Köy Enstitüleri projesinde o kitabın ilham kaynağı olduğunu ifade ediyor.

Haliyle yazar bir araştırma sonucu yazdığı yazısında böyle bir sonuca varmış; ama bana göre “yazarın tespiti için yanlış” demeyeyim de eksik yan Millet Mektepleri sürecine hiç değinmemesi.

Bu sadece bu yazarın değil; genelde Köy Enstitüleriyle ilgili görüş bildiren hemen herkes eksik kaldığı; atladığı bir yan.

Belki bilmemekten; belki de o süreci önemsememekten kaynaklanan bir eksiklik. Oysa bana göre 1928 de Mustafa Kemal Latin alfabesiyle eğitime start verdiğinde belki kafasında Beyaz Zambaklar Ülkesi romanında ifade edilen bir eğitim sistemi vardı; ama bana göre Köy Enstitüleri projesi öyle el yordamıyla değil Millet Mektepleri projesi sırasında yürütülen okuma seferberliği sürecinde birebir yaşananların deneyimi ışığında ortaya çıkmış bir projeydi.

Yani “Köy Enstitüleri eğitiminin nasıl olacağı? Hangi kitleyi hedef alacağı?” ancak Millet Mektepleri uygulaması sürecinde ortaya çıktı. O sıra ulaşılması zor dağ köylerinde yaşayanlara okuma yazma kursu vermek için o köylerdeki zeki çocukların alınıp kasaba ve kentlerde yatılı olarak ‘okuma yazma kursu vermek üzere’ eğitilip kendi köylerinde görevlendirilmesi süreci Köy Enstitüleriyle uygulamaya sokulan köylü çocukların köy şartlarında eğitilip kendi köylerindeki okullarda görevlendirilmesi sürecine ışık verdi.

İşin bu yanı nedense hep gözden kaçırılıyor. Yani yatılı Millet mekteplerinde köylerde okuma yazma kursu verecek çocuklar projesinin başarısı; sonrasında kentli aydınla ‘o sıra köylülükten oluşan’ halka ulaşılamadığı için halkın kendi çocuklarını eğitip oradan kendi aydınını yetiştirme projesi olan Köy Enstitülerinin doğduğu gerçeği.

Sanırım buna neden olan; kendini “aydın” diye tanımlayanlar dahil toplumun büyük çoğunluğunun içinde yaşadığı halkın gerçeğine; özellikle cumhuriyet öncesi ve cumhuriyet kuruluş sürecindeki halkın gerçeğine yeterli önemi vermeyişi oluyor.

Oysa köksüz ağaç olmadığı gibi toplumların geleceğe umutla yürümesi için onu oluşturan geçmişini mutlaka umursamak gerekir.

Bu şuna benziyor. Özellikle yeni yetme gençliğin kendini ifade ederken ailesinin geçmişini saklaması veya ondan utanması gibi bir şeye yani.

Oysa o genç veya o toplum kendi gerçeği üzerinde şekillenmiştir. Çok uzatmadan yazarsam bugün ekonomik ve sosyal ve tabi siyasal olarak bugün yaşadığımız bütün gerçekler içinde yaşadığımız toplumun gerçeği üzerinde şekillenmektedir.

Sonuç olarak yazacağım; insanın kendi gerçeğini de toplumun kendi gerçeğini de fark etmesi ancak okuyarak aydınlanarak olabilir. Bu da öyle ‘laf ola beri gele’ değil; ciddi ciddi bir aydınlanma gerektirir. Bunu sağlamanın tek yolu da kütüphaneler; yani kitaplardır.

Onun için hepimize düşen görev kitabın bu öneminin doğru anlaşılması ve anlatılmasıdır.

Bunun için; Çocuklar henüz okuma yazma öğrenmedikleri; hatta yeni emeklemeye ve çevreyi tanımaya başladıkları andan itibaren bol resimli kitaplarla tanıştırılmalı ve ebeveynleri onlara bir saat ayırıp sabırla o bol resimli kitapları biraz da doğaçlama yaparak okumaları gerekir.

Çocuk okul çağına gelinceye kadar bu gayreti gösteren ebeveynler emin olsun; çocuklarının bir ömürlük aydınlık bir geleceğe kavuşmasını ve onların okul yaşamında çok zahmet çekmeden başarılı olmalarını sağlamış oldukları gibi kendi ölçeğinde toplumun sağlam temeller üzerine yükselmesi için önemli birer adım atmışlardır.

Gelişmiş çağdaş ülkelerde çocuklar okul öncesi dönemde kitaba ilgide çok gelişmiş olarak ana okulu dediğimiz okullarda öğrenime başlıyor. Ana okullarında kitaba ilgili gelen çocuklara öğretilen onu geleceğe hazırlayacak yurttaşlık bilgileri oluyor. Yani sabah kalkınca "günaydın" deme, yüzünüz yıkama, kahvaltı yapma, diş fırçalama gibi alışkanlıkların kazandırılması ve trafik dersleriyle birlikte davranış dersleri veriliyor.

Çünkü çocuklar anne babası tarafından kitap sevgisiyle yetiştirildikleri için bizdeki çocukların anaokuluna gidince yabancılık çekip "mızmızlandığı" gibi "mızmızlanmıyorlar."

Yani okula, eğitime ve bunların yaşamı için gerekliliğine o çok bilinen çocuğun kişiliğinin oluşum yaşı üç-dört yaşında kavrıyorlar ve bağımsız davranmayı öğreniyorlar.

Geçtiğimiz gün kızlarım ve eşimle Pamukkale'de bir oteldeydik. Oraya gelen yabancıların 'bizim kucak yaşı dediğimiz' çok küçük çocukları anne babalarından bağımsız restoranda dolaşıp, bazı isteklerini gidip kendileri alırken anne babaları sanki onlarla hiç ilgili değil gibilerdi.

Eşim o çocukları gösterip "şunlara bak. Biz olsak 'düşer şaşar diye' bir başına bırakmayız; onların anne babası hiç ilgilenmiyor" deyip şaşkınlığını ifade etmişti.

Benim de tam işaret etmek istediğim burası.

Çocuklarımızı oyuncak görgüsüzü yapma huyundan vazgeçip doğdukları andan itibaren onların yaşına uygun davranışlarla okul öncesi çağa kadar kişiliğinin olumlu yönden oluşmasına katkı verirsek; emin olun onlara en önemli sermayeyi vermiş oluruz ve onlar yaşamlarında gösterdikleri başarılarıyla size minnettar kalıp kendi çocuklarına da aynı yönde yetiştirmeye özen gösterirler.

Böylece şikayetçi olduğumuz eğitim sisteminin çocukların gelişim ve eğitimine olumsuz katkısını da önlemiş oluruz.

Toplumsal aydınlanmaya çok önem verdiğim; bunun için özellikle çocuklarımızın kitaba sevgili ve ilgili yetişmesini çok önemsediğim için bu düşüncemi sabahleyin "bu aletlerin başına geçenler belki okur diye" eşekli kütüphaneci Mustafa Güzelgöz'ün bu eşekli kütüphanelerinden birinin resminde paylaşıyorum.

Umarım buradan toplumsal geleceğimiz için geçmişte yaşanmış aydınlanma sürecini doğru öğrenmenin ne kadar yararlı kısa örneklerle anlatabildim ve kitap okuma alışkanlığı kazanmayla toplumsal geleceğin bağlantısına işaret edebildim.

Hiç kimse bunun zor olduğunu iddia etmesin. Kitap okuma alışkanlığı kazanmanın veya kazandırmanın zor olduğunu düşünenler yazıya koyduğum resme uzun uzun baksın. Umarım o zaman kitap okuma alışkanlığı kazanmanın ve kazandırmanın hiç zor olmadığını anlayacaklardır.

Üşenmeden okuyan herkese buradan kocaman bir MERHABA


2 yorum:

  1. Çok önemli iki önemli konuyu dillendirmişsiniz.1.si "kitap okuma alışkanlığı kazanma". 2.si ise çocuğun güven içinde doğal gelişimini engelleyen "koruyucu ana-babalık". Teşekkürler...

    YanıtlaSil
  2. Yorumla katkınız için ben de size çok teşekkür ederim dostum.

    YanıtlaSil