Merhaba; sayfalarıma kapak yaptığım eşekli kütüphaneci resmi sayfama her girişte karşıma çıkar.
Sanki aile resmimiz gibi
bir şey oldu…
Bu resmi mizansen
sananlar olabilir. Değil. Ürgüplü Mustafa Güzelgöz'ün buluşu olan ve dünyada
örneği bulunmayan köylere eşekle kitap servisi yapan elemanlarından birinin
resmi bu.
Mustafa Güzelgöz önce
kendi başladığı bu eşekle seyyar kütüphanecilik tutunca; yani köylerde kitaba
ilgi artınca İl Özel İdare bütçesinden verilen parayla yevmiyeli çalışacak insanlar
bulur. Önce kiraladığı sonra devlet adına satın aldığı eşeklerle köylere kitap
servisi yapan kütüphaneciliği kurumlaştırır.
Onunla ilgili Fakir
Baykurt'un "Eşekli Kütüphaneci" diye bir romanı var.
Mustafa Güzelgöz
köylülere kitap okutmayı; yani kitabı sevdirmeyi önce onlara erkekler için
tarımla ilgili bilgiler içeren dergiler; kadınlar için de nakış, dikiş
bilgileri içeren dergiler taşıyarak başlamış. Sonra kendi deyimiyle "işi
hikaye ve roman kitapları taşımaya çevirdim sonunda "köylülere Sefiller'i
bile okutmayı başardım" diye ifade eder kütüphanecilik serüvenini.
Benim de bir gurup
arkadaşla açtığım "Kitap Okuma Seferberliği" sayfasının amacı da
buydu.
O sayfayı açınca sevgili
arkadaşım İrfan Gümüş "bir topal eşekle çıktığın bu sayfa umarım başarılı
olur" demişti. Dediği gibi epey başarılı oldu; 351 arkadaşla o sayfada
buluştuk.
Aslında benim amacım da
Mustafa Güzelgöz'ün amacı gibi sayfa arkadaşlarımla birlikte önce kısa
hikayelerle başlayıp sonra romanlara yönelmek ve sayfa arkadaşlarının paylaşım
ve yorumlarla sayfaya canlılık getirmesiydi. Bunu sağlayamadık.
Ben "girişimimiz
başarısız oldu" diye düşünürken sevgili arkadaşım Mustafa Aydın
"yanlış düşünüyorsun. Sayfaya arkadaşların ilgisi büyük. Devam et"
diye mesaj atınca moralim düzelmiş ve aynı gayretle devam etme kararı almıştım.
Yukarıda yazdığım gibi 351 arkadaşa ulaştık.
Dileğim bu rakamın
binlerle ifade edilecek sayıya ulaşması ve sayfadaki paylaşımların okunması.
Neyse diyeceğim o değil.
Bu resmi daha önceleri
olduğu gibi bugün tekrar bir yazıyla paylaşımda asıl diyeceğim; mutlu ülkeler
sıralamasında en üstlerde yer alan ülkelerin hepsinde kitap okuma
alışkanlığının yaygın olduğunu işaret etmek.
Geçtiğimiz günlerde
Cumhuriyette araştırmacı yazar Ceylan Adanalı bizde cumhuriyetin kuruluş
sürecinin eğitim mucizesi diye adlandırılan Köy Enstitüleri uygulamasına benzer
uygulamanın ‘eğitimde sağladığı başarıyla dünyanın en zengin ülkeleri arasından
sıyrılıp en gelişmiş ve mutlu toplum olmada en önlerde yer alan’ Finladiya’nın “eğitimde
Finlandiya mucizesi” denen uygulamayla aynı olduğunun şaşkınlığını ifade eden yazısı
vardı.
Orada yazar “Fin
Devletinin eğitime olan üst düzey bakış açısının en güzel örneği Finlandiya’da
özel okul olmaması. Hepsi devlet okulu. Okullar arasında rekabet yerine
dayanışma var. Farklılık yerine eşitlik var. Hepsi aynı eğitim öğretim ve
öğretmen kalitesinde. Hepsinde başarı aynı. Düzen tamamen eğitimde fırsat
eşitliği ilkesi üzerine kurulu. Merkeze öğrenciyi koyan Finlandiya Eğitim
Sisteminde rekabetten uzak, öğrencilerin kendini her konuda değerli hissettiği,
sade yalın istikrarlı bir eğitim anlayışı hakim” derken Köy Enstitülerinde de
aynı anlayışın egemen olduğunu; Mustafa Kemal’in Grigory Petrov’un “Beyaz
Zambaklar Ülkesinde” adlı kitabını okullarda okutulmasını istediğini ve
Cumhuriyetin ilk yıllarında her “Öğretmen Okulu Mezunu”na diplomasıyla birlikte
öğrencilere bu kitabın hediye edildiğini yazarken bir yerde Köy Enstitüleri
projesinde o kitabın ilham kaynağı olduğunu ifade ediyor.
Haliyle yazar bir
araştırma sonucu yazdığı yazısında böyle bir sonuca varmış; ama bana göre “yazarın
tespiti için yanlış” demeyeyim de eksik yan Millet Mektepleri sürecine hiç
değinmemesi.
Bu sadece bu yazarın
değil; genelde Köy Enstitüleriyle ilgili görüş bildiren hemen herkes eksik
kaldığı; atladığı bir yan.
Belki bilmemekten; belki
de o süreci önemsememekten kaynaklanan bir eksiklik. Oysa bana göre 1928 de
Mustafa Kemal Latin alfabesiyle eğitime start verdiğinde belki kafasında Beyaz
Zambaklar Ülkesi romanında ifade edilen bir eğitim sistemi vardı; ama bana göre
Köy Enstitüleri projesi öyle el yordamıyla değil Millet Mektepleri projesi
sırasında yürütülen okuma seferberliği sürecinde birebir yaşananların deneyimi
ışığında ortaya çıkmış bir projeydi.
Yani “Köy Enstitüleri
eğitiminin nasıl olacağı? Hangi kitleyi hedef alacağı?” ancak Millet Mektepleri
uygulaması sürecinde ortaya çıktı. O sıra ulaşılması zor dağ köylerinde
yaşayanlara okuma yazma kursu vermek için o köylerdeki zeki çocukların alınıp
kasaba ve kentlerde yatılı olarak ‘okuma yazma kursu vermek üzere’ eğitilip
kendi köylerinde görevlendirilmesi süreci Köy Enstitüleriyle uygulamaya sokulan
köylü çocukların köy şartlarında eğitilip kendi köylerindeki okullarda
görevlendirilmesi sürecine ışık verdi.
İşin bu yanı nedense hep
gözden kaçırılıyor. Yani yatılı Millet mekteplerinde köylerde okuma yazma kursu
verecek çocuklar projesinin başarısı; sonrasında kentli aydınla ‘o sıra
köylülükten oluşan’ halka ulaşılamadığı için halkın kendi çocuklarını eğitip
oradan kendi aydınını yetiştirme projesi olan Köy Enstitülerinin doğduğu
gerçeği.
Sanırım buna neden olan;
kendini “aydın” diye tanımlayanlar dahil toplumun büyük çoğunluğunun içinde
yaşadığı halkın gerçeğine; özellikle cumhuriyet öncesi ve cumhuriyet kuruluş
sürecindeki halkın gerçeğine yeterli önemi vermeyişi oluyor.
Oysa köksüz ağaç
olmadığı gibi toplumların geleceğe umutla yürümesi için onu oluşturan geçmişini
mutlaka umursamak gerekir.
Bu şuna benziyor. Özellikle
yeni yetme gençliğin kendini ifade ederken ailesinin geçmişini saklaması veya
ondan utanması gibi bir şeye yani.
Oysa o genç veya o
toplum kendi gerçeği üzerinde şekillenmiştir. Çok uzatmadan yazarsam bugün
ekonomik ve sosyal ve tabi siyasal olarak bugün yaşadığımız bütün gerçekler
içinde yaşadığımız toplumun gerçeği üzerinde şekillenmektedir.
Sonuç olarak yazacağım;
insanın kendi gerçeğini de toplumun kendi gerçeğini de fark etmesi ancak
okuyarak aydınlanarak olabilir. Bu da öyle ‘laf ola beri gele’ değil; ciddi
ciddi bir aydınlanma gerektirir. Bunu sağlamanın tek yolu da kütüphaneler; yani
kitaplardır.
Onun için hepimize düşen
görev kitabın bu öneminin doğru anlaşılması ve anlatılmasıdır.
Bunun için; Çocuklar
henüz okuma yazma öğrenmedikleri; hatta yeni emeklemeye ve çevreyi tanımaya
başladıkları andan itibaren bol resimli kitaplarla tanıştırılmalı ve
ebeveynleri onlara bir saat ayırıp sabırla o bol resimli kitapları biraz da
doğaçlama yaparak okumaları gerekir.
Çocuk okul çağına
gelinceye kadar bu gayreti gösteren ebeveynler emin olsun; çocuklarının bir
ömürlük aydınlık bir geleceğe kavuşmasını ve onların okul yaşamında çok zahmet
çekmeden başarılı olmalarını sağlamış oldukları gibi kendi ölçeğinde toplumun sağlam
temeller üzerine yükselmesi için önemli birer adım atmışlardır.
Gelişmiş çağdaş
ülkelerde çocuklar okul öncesi dönemde kitaba ilgide çok gelişmiş olarak ana
okulu dediğimiz okullarda öğrenime başlıyor. Ana okullarında kitaba ilgili
gelen çocuklara öğretilen onu geleceğe hazırlayacak yurttaşlık bilgileri
oluyor. Yani sabah kalkınca "günaydın" deme, yüzünüz yıkama, kahvaltı
yapma, diş fırçalama gibi alışkanlıkların kazandırılması ve trafik dersleriyle
birlikte davranış dersleri veriliyor.
Çünkü çocuklar anne
babası tarafından kitap sevgisiyle yetiştirildikleri için bizdeki çocukların
anaokuluna gidince yabancılık çekip "mızmızlandığı" gibi
"mızmızlanmıyorlar."
Yani okula, eğitime ve
bunların yaşamı için gerekliliğine o çok bilinen çocuğun kişiliğinin oluşum
yaşı üç-dört yaşında kavrıyorlar ve bağımsız davranmayı öğreniyorlar.
Geçtiğimiz gün kızlarım
ve eşimle Pamukkale'de bir oteldeydik. Oraya gelen yabancıların 'bizim kucak
yaşı dediğimiz' çok küçük çocukları anne babalarından bağımsız restoranda
dolaşıp, bazı isteklerini gidip kendileri alırken anne babaları sanki onlarla
hiç ilgili değil gibilerdi.
Eşim o çocukları
gösterip "şunlara bak. Biz olsak 'düşer şaşar diye' bir başına bırakmayız;
onların anne babası hiç ilgilenmiyor" deyip şaşkınlığını ifade etmişti.
Benim de tam işaret
etmek istediğim burası.
Çocuklarımızı oyuncak
görgüsüzü yapma huyundan vazgeçip doğdukları andan itibaren onların yaşına
uygun davranışlarla okul öncesi çağa kadar kişiliğinin olumlu yönden oluşmasına
katkı verirsek; emin olun onlara en önemli sermayeyi vermiş oluruz ve onlar
yaşamlarında gösterdikleri başarılarıyla size minnettar kalıp kendi çocuklarına
da aynı yönde yetiştirmeye özen gösterirler.
Böylece şikayetçi
olduğumuz eğitim sisteminin çocukların gelişim ve eğitimine olumsuz katkısını
da önlemiş oluruz.
Toplumsal aydınlanmaya
çok önem verdiğim; bunun için özellikle çocuklarımızın kitaba sevgili ve ilgili
yetişmesini çok önemsediğim için bu düşüncemi sabahleyin "bu aletlerin
başına geçenler belki okur diye" eşekli kütüphaneci Mustafa Güzelgöz'ün bu
eşekli kütüphanelerinden birinin resminde paylaşıyorum.
Umarım buradan toplumsal
geleceğimiz için geçmişte yaşanmış aydınlanma sürecini doğru öğrenmenin ne
kadar yararlı kısa örneklerle anlatabildim ve kitap okuma alışkanlığı
kazanmayla toplumsal geleceğin bağlantısına işaret edebildim.
Hiç kimse bunun zor olduğunu
iddia etmesin. Kitap okuma alışkanlığı kazanmanın veya kazandırmanın zor
olduğunu düşünenler yazıya koyduğum resme uzun uzun baksın. Umarım o zaman
kitap okuma alışkanlığı kazanmanın ve kazandırmanın hiç zor olmadığını
anlayacaklardır.
Üşenmeden okuyan herkese
buradan kocaman bir MERHABA
Çok önemli iki önemli konuyu dillendirmişsiniz.1.si "kitap okuma alışkanlığı kazanma". 2.si ise çocuğun güven içinde doğal gelişimini engelleyen "koruyucu ana-babalık". Teşekkürler...
YanıtlaSilYorumla katkınız için ben de size çok teşekkür ederim dostum.
YanıtlaSil