26 Şubat 2017 Pazar

YALNIZLAŞAN İNSAN







Aydınlı dayının oğlu anlatmıştı. Sabahın üçünde kalkarmış. İşi daha önce görüşüp anlaştığı işçileri dayı başılığını yaptığı iş yerlerine götürmek ve iş yerinde onların başında iş süresince bekleyip sonra köye geri getirmekmiş.

Babasının başında o bekliyordu. Diğer bir kardeşine bu işi takip etme görevini vermişti; ama yine kendi takip ediyordu. Ben babasını hep o beklediği için onun babasıyla özel bir bağı olduğunu; daha doğrusu babasının sevgili oğlu olduğunu kardeşlerinin babalarına dargın olduğunu sanmıştım. "Babamı ben bekleyeceğim" deyince aklıma öyle gelmişti. 

Benim değerlendirmem böyleydi. Sonraki sohbetlerde bunun benim 'ön yargım' olduğunu ve yanıldığımı anladım.

Neyse; ilk geceden itibaren gecenin bir vakti ona gelen telefonlara sinir olmuştum. Ayrıca rahatsız da oluyordum ve her gün gecenin yarısı başlayan telefon görüşmelerini merak da ediyordum.

Çünkü adam çok uykusuzken gecenin bir yarısı gelen telefona açıp uykulu uykulu sabırla cevap veriyor; sonra başka yerleri arıyordu.

Geldiklerinin ikinci gecesi dayanamayıp "kusura bakma gece yarısı kiminle konuşuyorsun böyle" deyince mahcup bir yüz ifadesiyle "abi kusura bakma ya. Galiba rahatsız ettim" dedi.

Ben "önemli değil canım. Kiminle konuşuyorsun diye merak ettim" deyince güldü. "Abi ben dayı başıyım. Gece saat üçten itibaren daha önce anlaşdığım işçileri tek tek arayıp uyarıyon. Sonra gardeşime onları toparlamasını söylüyon. İş başı yapana gadar telefonla takip ediyon" diye açıkladı.

Kardeşi tek başına bu işi beceremezmiş. Hastanede babasıyla da onların yeterince ilgilenemeyeceğini düşününce kardeşlerine "bubamın yanında zararı yok ben galayım. Siz de benim işi takip edin" demiş; böyle bir iş bölümü sonucu geceli gündüzlü burada kalıp telefonla da işin eksiksiz yapılmasını takip ediyordu.

Sonraki günler onunla ve dayıyla samimiyeti artırınca anlatmışlardı. Bunların köy ev içeri geceden kalkıp değişik yerlerde çalışmaya giderlermiş. Herkesin sigortası varmış. Kadın erkek köyde yaşı belli bir yere gelince emekli olmayan yokmuş. O bunları anlattıkça benim aklımda kendi ilçem ve köylerimiz geliyordu. Bizim orada köylerde bu boyutta çalışma yoktur. Çiftçilik veya besicilik yapan köylerde bu işi genelde kadınlar yaparlar.

Onlarla bu köyün insanları kıyaslayınca kendi doğum yerim olan ilçem, köyleri ve başka bildiğim yerler gelince bu köyün insanına gıpta ettim.

Daha sonraki günler Aydınlı dayıyla yaptığım sohbetlerde köydeki yaşamlarından verdiği örneklerle bu durumu daha ayrıntılı olarak anlatmıştı. Onların köyde yaz ve kış hayat en geç dörtte başlarmış. Herkesin iş için gidecek bir yeri yapacak bir işi olurmuş. Hemen hepsinin 'az veya çok' zeytinliği, ceviz ve kestane ağaçları varmış.

Dayı bunları anlatırken "bunların en güççüğü bi oğlan var benim. Az berduşdur. Öyle işi mişi çok sevmez. Hana berduş dediğim öyle şer şör biri değil. 'Arkıdeşlenle oturur bira içer. Ara sıra sarhoş olur'. Yani berduşluğu bunlar. Ben en güççük olunca onu az hoş dutdum. Bunlar bene bi şey demeye çekinir; emme o kerata arkıdeş gibidir" dedi.

Buraya gelmeden az evvel o oğluna "ula oğlum; sen de bi iş dutsana" demiş. Oğlu "buba işde beraber bi şeyle yapıyoz ya" demiş. Bu "eyi oğlum da. Sen evlenmecen mi? Ne deycez de sene gız isdeycez. Gız isdemeye gidince senin oğlan berduşun biri derlerse nedicen?" demiş. Oğlu "ula buba kafa yorduğun şeye bak. Öyle derlerse 'ben ne güne duruyon. Onun kapı gibi bubası var arkasında dersin. Benim bubam gibi kimin bubası var?'" demiş. Dayı bunu söylerken gülümsüyordu "döyüsün oğlu sırtını bene yaslamış. Ondan öyle ediyomuş" dedi sonra "hana vakıt geçsin deye anladıyon bunlara. Yoğusa o da çok faydalıdır" dedi.

"Aydınlı dayıyla sohbet" adı altında onunla yaptığımız sohbetlerin hepsini öyküleştirdim. Bu öyküde anlatmak istediğim şey

Anadolu insanın özellikle ailesine ve tabi çocuklarına karşı tatlı bir otorite üzerinden gösterdiği engin ilgisi ve hoşgörüsüdür.

"Kentsoylu" diye tanımlanan özellikle eğitim almış insanların dünyasında bunu göremezsiniz. Onlar daha çok çocuklarının iyi eğitimine odaklandığı için onlara kurs benzeri olanak sağlamakla görevlerinin bittiğini sanır. Şehir yaşamının yoğun hayhuyu içinde ailesine veya çocuklarına pek yakın ilgi gösteremez. Onları anlamaya çalışmaz. Biraz varlıklı olanları özellikle çocuklarını maddi olarak doyurup, istediklerini alınca onlara karşı görevlerini yaptım zanneder.

Sanırım çekirdek aile diye nitelenen sosyal yapının en küçük birimi ailelerin kendi içlerine kapanması; kırsal kesimdeki ataerkil aile yapısının hısım akraba ilişkilerinin hoşluğunun giderek fertler ve aileler arasında kıskançlık içeren yarışa dönüşürken insanın yaşama bakışının giderek maddileşmesi, duygusal insan yanının giderek tükenip günümüzdeki bencil insan kimliğinin oluşmasının temelinde 'Anadolu insanı' diye tanımlanan kırsal kesim insanının kendine geçmişten miras kalan duygusal bağların giderek kopması fertler arasında buna bağlı olarak "ana baba ve kardeş dahil' ilişkinin tamamen maddeleşmesi yatıyor.

Halk türküsü diye bilinen bütün sözlü ve yazılı edebiyatlara bakınca bu özellikleri çok rahat görebiliriz.

Halk Türkülerinde ifade edilen aşk muhabbet, sıla özlemi, gurbet duyguları günümüz kentleşen insanı için hep içinden bir şeyler akıtan geçmişin sesi gibiyse de; giderek o ses de sanki temelli yitip gidiyor veya gidecek gibi.

Sanırım toplumsal yapımızın bugün içinde savrulduğu dünyanın en öne çıkan yanı da bu; yani "İnsanın giderek tümüyle yalnızlaşması."

Aydınlı dayıyla yaptığımız sohbetlerde ve sıradan insanlar arasında yaptığım gözlemlerde öne çıkan yan bu oluyor.

Öyle ki maddeleşen dünyaya uyum sağlamak isteyen insan içindeki korkularla yaşamaya katlanmaya razı oluyor.

Doğulu tanıdığım bir işçi vardı. Kendisi ve ailesi Kürt'tü. Bir sohbet sırasında evde çocukların yanında hiç Kürtçe konuşmadıklarını söylemişti. Gerekçe olarak da "kızlarım çok zeki. Derslerinde çok başarılı... Okudukları okulda tek Kürt bunlar var. Bizden Kürtçe öğrenip okulda kendi aralarında Kürtçe konuşurlarsa arkadaşları tarafından dışlanırlar; bu durum onların psikolojisi üzerinde olumsuz etki yapar; başarılı olamazlar diye endişe ediyorum" demişti. Kızlarının okuyup iyi okullarda okumasını 'belki doktor falan olmasını' istiyordu.

Bu da içinde yaşadığımız gerçeğin bir başka yönü. İnsanları korkularıyla kendi içine kapanık yaşamasının bir başka ifadesi… Buna ekonomik durumların yarattığı olumsuzlukların insanın kişiliği üzerinde yarattığı kompleksin sonucu ortaya çıkan kaygılarını da ekleyebiliriz.

Gerek o Kürt işçinin gerekse ekonomik sıkıntıların kompleksi içinde kıvranan insanın da gerisinde yatan acı gerçek 'modern dünyanın insan üzerinde kurduğu amansız baskının sonucunda' onların sosyal köklerinden kopması ve yalnızlaşmasıdır.

Tabi özellikle Kürt işçinin yaşadığı çelişkinin gerisinde toplumsal yapıdaki Kürt gerçeğine bakış da var.

Ama ondan daha önemli olan o kişinin çocukların geleceğine yönelik kaygılarla kendini kendi gerçeğinden soyutlamayı göze alması; yani teslimiyetçiliği yatıyor.

Laf buraya Aydınlı dayıyla sohbet ve onların köyündeki gündelik yaşamla ilgili olarak konuştuklarımızı yazarken geldi.

Aydınlı dayıyla birlikteyken veya kendi başıma sıradan insan topluluklarını izlerken gördüğüm günümüz insanın öyle veya böyle yalnızlaşmasının gerisinde yatan asıl gerçeği onun toplumla arasındaki sosyal bağlarını koparmasında yatıyor olmasıydı.

O gün dayı ve oğlu "bizim bugün ziyaretçimiz gelecek. Az kalabalık olurlar" deyince şaşırmıştım. Çünkü dayı yanımda yatalı on günü geçmiş "ciğer bağından yanasıcala" başlığıyla anlattığım hemşerileri kadın dışında hiç kimse gelmemişti. Onun için 'kimler gelecek?' diye merak ederken akşam ziyaret saatinde onları ziyaretçileriyle yalnız bırakmak için salona geçtim.

Orada otururken kata çıkan asansörün oradan rengarenk giysili çoğunluğu kadın insanlar çıkıp gelmeye başladı. Sayıları bir hayli fazlaydı. Sanki düğüne gider gibi 'özellikle kadınlar en yeni elbiselerini giymiş, erkekler de öyle tıraş da olup" gelmişlerdi.

İçimden "Allah Allah! Bunlar nereden geliyor böyle?" diye söylenirken kendi aralarındaki konuşmalarından gelenlerin dayının ziyaretçiler olduğunu anladım ve merakla arkalarından baktım.

Gittiler dayının odaya girdiler bir süre odada kaldılar; sonra geldikleri gibi çıkıp gittiler. Onlar gittikten sonra odaya girince dayı "Gelenle köyden hısım akraba" dedi.

Onların hepsi sabahın köründe kalkıp işlerine gitmişler. Orada dayıya ziyarete gelecekleri konusunda kendi aralarında sözleşmişler; akşamüzeri iş yerinden evlerine dönünce temizliklerini yaptıktan sonra şehre gelecekleri için de en yeni elbiselerini giymiş 'takmış takıştırmış' sonra bir dolmuşa doluşmuşlar ve düğüne gelir gibi gelmişlerdi. Hastaneye gelince önce Aydınlı dayıyı sonra üst kattaki hemşerileri "ciğer bağından yanasıcala" diye televizyonculara ilenen kadının kocasını da ziyaret edip güle oynaya gittiler.

Onların gelirken giderken, ziyaret ederken kendi aralarındaki samimiyeti şehrin içinden hastalara ziyarete gelen hiç kimsede görmedim. Şehrin içinden gelenlerde hep 'görev bilip geldik' resmiliğiyle karışık yapay bir samimiyet sırıtıyordu. Oysa onlar aynı düğüne gelir gibi kendi aralarında gülüşe şakalaşa 'sanki sabahın köründe işe gidip yorulan onlar değilmiş gibi' geldiler; hastalara ziyaretlerini yapıp gittiler.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder