21 Şubat 2017 Salı

NAZIM HAN


Bugün öldüğünü öğrendiğim Nazım Han'ı bir firma ile katıldığım köy içme suyu çalışmaları sürecinde tanımıştım. O günlerde Varto'ya bağlı Kalçık köyünün muhtarıydı. 

1969 yılının Eylül ayı ortaları önce Muş’a, sonra Varto’ya gittik. Oradaki baraka biçiminde Belediye Oteline yerleştik. Başımızdaki firma yetkilisi orada, daha önce anlattılaklarından ayrıntılı olarak, önümüzdeki masaya(top secret) askeri haritalardan açarak bu haritalar üzerindeki köylere nasıl gideceğimizi ve orada menba tespiti vs. çalışmalarını nasıl yapacağımızı ayrıntılı olarak anlattı. Ayrıca bir arazi arabası almıştı. Birlikte o arabayla bir iki köye gittik. 

Ancak Varto Bölgesindeki köylerin bir kaçı hariç büyük çoğunluğuna ‘bırakın arazi arabasıyla gitmeyi’ atla-katırla gitmek bile çok zordu. Firma yetkilisi benimle bir inşaat mühendisine “size at kiralasam atla köyleri dolaşırmısınız?” diye sordu. 

O mühendis benden çok büyüktü. Yıldız mezunuydu. Ayrıca İstanbul Türkiye İşçi Partisi il örgütü üyesiydi. Daha önce Muş’a gittiğimizde genel seçimlere denk geleceği için köylerde TİP’in seçim çalışmalarına katılırız diye sevinmiştik. Onun için firma yetkilisinin önerisine ikimizde balıklama atladık.

O gün önce Varto TİP ilçe örgütüne uğradık. O mühendis kendini tanıttı. TPİ in İstanbul İl örgütü üyesi olduğunu söuleyip amacımızı anlattı. Onlar bundan çok memnun oldu. Aday ve köyler hakkında gerekli bilgileri verdiler.

Ertesi gün iki at kiralandı.

Her gün atları sabah alıp akşam sahibine geri getirip teslim edecektik. Onlar bakımını vs. yapıp bize, ertesi günü hazır halde teslim edecekti.

O mühendisle sevinerek kabul ettiğimiz köy turlarına çıktık. İlk köye gittik. Orada çalışmamızı yapıp dönerken bir çayırlıktan geçiyorduk. İkimizde ilk kez at binmenin keyfini çıkarmak için atları dört nala kaldırıp bir süre koşturduk. Daha sonra TİP ilçe binasındakilerden adını öğrenip adresini aldığımız; o yörede tanınan sevilen Muhtar Nazım’la tanışmak için onun köyüne (Kalçık Köyü) gitmek için döndük. 

Varto’ya girmeden yanındaki patikadan Kalçık Köyü’ne doğru atları sürdük. Yukarı doğru çıkarken fundalıklar başladı. Yolun kıyısında yürüyen pala bıyıklı birini gördük. Yanına yaklaşınca selam verdik. O selamımızı aldı. ”Yolunuz ne tarafa?” diye sordu. Ben mühendisten önce ”Kalçık Köyü’ne gidip muhtar Nazım’ı göreceğiz” dedim. O, tüm ciddiyetiyle “bırakın o kızılbaşı. Neyini göreceksiniz? Zındığın tekidir o.” Deyince ben o mühendise baktım. Çünkü o da aleviydi. Bu söz üzerine sapsarı olmuştu. 

‘Nasıl cesaret ettim bilmiyorum?’ muhtarın üzerine “sen ne konuşuyorsun? Alevilerde insan değil mi?” diye hamle yaptım. O, bugün bile kulaklarımda çınlayan kahkahasını attı. “Dur  hele sakin ol yeğen. Ben sizi denemek için öyle dedim. Aradığınız Nazım benim” deyince bizde rahatlamıştık.

O devam etti ”Sizi denemek için böyle dedim. Bizi tanımayanlar, bizi öyle aşağılar” dedi. “Kusura bakmayın. Hayrola beni niye arıyorsunuz?” diye sordu. Yine kendisi “Bunları evde konuşalım, vakit öğle, yemek vakti” diye cevap verdi. “Ben rahatsızlık vermeyelim” dedim. ”Siz hiç bana rahatsızlık mı verirsiniz. Benim en değerli misafirlerimsiniz. Köye de vardık” dedi. 

Hala gülüyordu. Köye girdik. Evin yanına vardık; attan indik. O atları götürüp bağladı. Suyunu verdik; yem torbalarını astık. Çünkü at sahibi ”özellikle atın suyunu eksik etmeyin” demişti.

Birlikte evin içinde bir odaya girdik. Oda çok geniş, rahat, geniş penceresi ile aydınlıktı. Odada yerde kilim, yer minderi ve işlemeli kenar yastıkları vardı. Mutar varlıklı birine benziyordu. Bize “buyurun soluklanın” deyip dışarı çıktı. Bir gözüm duvarda asılı bağlamaya ve yanındaki kitaplığa takıldı. Şaşırmıştım. 1969 yılı, Varto’da bir köyde bir kitaplık. Siz şaşırmazmısınız? İşte ben bu şaşkınlıkla kitaplara baktım. Şaşkınlığım daha arttı. İzmirde yüksek öğrenim yaparken elime geçip de okumayı ertelediğim Felsefenin Temel İlkleri v.b    sol yayınlar, romanlar vardı. O şaşkınlıkla oturdum. 

Muhtar henüz gelmemişti. Mühendis abiye “kitaplığa baksana” dedim. O da kalktı, bir süre sonra aynı şaşkınlıkla yerine oturdu. 

Biraz sonra muhtar gelip yanımıza oturdu. Sonra hanımı bir sini üstüde yemek getirdi. Ortaya serili sofra bezi üstündeki altlığın üzerine siniyi koyup, “buyurun” dedi. Biz, mühendis abiyle birlikte yemeye başladık. 

Mühendis abi kim olduğumuzu, Varto ve köylerinde işimizin ne olduğunu; onu niye aradığımızı söyledi. “Bize, Varto ve köylerinde nasıl davranacağımızı vs. konularda, en iyi bilgiyi sizin vereceğinizi söylediler. Siz bu bölgeyi çok iyi biliyormuşsunuz. Ayrıca herkesin size sevgisi saygısı varmış” dedi. Nazım biraz utanmıştı. “Yok canım, o kadar değil. Ben sizin geldiğinizi ve köyleri dolaştığınızı duydum. Sizi sevdim, elimden gelen yardımı yaparım” dedi. 

Yemeğe devam ediyorduk. Hanımı da bizimle oturmuştu. Bu benim garibime gitmişti. Buralar çok tutucu diye biliyordum. Veya öyle sanıyordum. Muhtar bunu anladı. “Yeğen biz her konuğa size davrandığımız kadar yakın davranmayız. Her konuğun yanında hanım yemeğe oturmaz. Bunu kendi istemez. Ben yolda karşılaşmamızı anlatınca, sizi çok beğendi. Yemekte ben de olayım dedi” diye açıklama yaptı. Sonra devam etti. “Biz aleviler bazı konularda, belirli bir anlayış gösteririz. Ama burada şafi köyleri vardır. Oralarda kadınlar, kocasının, babasının, kardeşinin dışında hiç kimseye, yüzünü bile açmaz. Ben zaten size, hangi köy nasıl, tek tek anlatırım” dedi. 

Mühendis abi ”Muhtar bu köylerde yalnız içme suyu etüdü yapmayacağız. Biliyorsun seçimler yaklaştı. Muş’ta TİP aday gösterdi. Aday buralı imiş. Ben İstanbul TİP İl örgütünde üyeyim. Bu köyleri dolaşırken, biz aynı zamanda TİP’in seçim çalışmalarına katılmak istiyoruz. İlçe örgütüyle de görüştük. Senden köylerde nasıl davranacağız. Kimlerle konuşacağız gibi, konularda yardım istemek için geldik.” dedi. 

Muhtar Nazım “doğru aday Varto’lu, alevidir. Muş’un iki milletvekili hakkı var. Birini kesin Nizam Partisi çıkarır. Diğeri için AP, CHP, TİP yarışır. AP’nin kazanma şansı çok az. TİP de zor çıkarır. CHP’nin oyu bölünmezse CHP kazanır. Ancak o parti nedendir bilinmem. İstanbul’lu bir aday getirdi.  CHP’nin ikinci sıra adayı da Muş’lu zengin bir aileden. TİP adayı İbrahim SEFEROĞLU iyi arkadaş ama çok varlıklı değil. Burada şansı çok az.” Diye durumu özetledi. 

Mühendis abi, “siz ne diyorsunuz şimdi” diye biraz şaşkın sordu.  Muhtar Nazım yine babacan gülüşüyle “valla ben durumu ortaya koydum. Burda asıl sizin diyeceğiniz önemli” dedi.

Mühendis abi TİP’liydi. Ben de genç üniversiteli, heyecanlı bir devrimci idim. Muş çalışmamızda, dağ köylerini dolaşıp, devrimciliği anlatacağım diye çok heyecanlı idim. Muhtarın sözleri moralimizi bozmuştu. 

Mühendis abi “her ne olursa olsun; biz köylerde anlatabildiğimiz kadar solu, sosyalizmi anlatmaya kararlıyız. Burada seçim sonuçları çok önemli değil. Önemli olan halkın, köylülerin daha örgütlü bir mücadele için bilinç düzeylerinin yükseltilmesidir” diye o dönemde Türkiye’de yükselen, sol, sosyalizm inancını, amacını hedefleyen düşüncelerini söyledi.
Muhtar bana dönüp ”sen ne diyorsun yeğen? Demin çok ateşliydin” diye sorunca ”Ben de abime aynen, hatta fazlasıyla katılıyorum. Ülkedeki devrimci süreci daha ilerilere taşımak varken, birtakım küçük burjuva hesaplarla duraksamak, hedef saptırmak yanlıştır”. Dedim. 

O yine sakin tavrıyla “doğru sizin durumunuzda olsaydım ben de aynı davranırdım. Size yardım edeceğim. Bütün köyler hakkında bilgi vereceğim. Zaten ben her gün Varto’dayım. Bol, bol konuşup görüşürüz “ .Sohbete bir süre daha devam edip ayrıldık. 

Ertesi gün Mühendis Abiyle bir dağ köyüne gittik. Bakmak için çıktığımız menbanın harita üzerindeki yükseliği 2500 metre idi. Kendisi astım hastasıyıdı. Zaten Varto’da nefes alırken zorlanıyordu. Gideceğimiz köylerin bir çoğunun rakımı aynı seviyelerde veya daha yüksekti. Hem o sebeple hem de firma ile anlaşmazlığa düştüğü için kısa bir süre sonra işi bırakıp Ankara’ya döndü. 

Ondan sonraki süreçte köyleri atla hep ben, yalnız dolaştım. Bu süre içinde yakınlaştığım Muhtar Nazım’ın yanı sıra, yakın arkadaşları Ağaçköprü köyü muhtarı Mahmut ile Şafilerin köyü (Hacıbey Köyü) muhtarı ismi hatırımda Seyithan olarak kalmış muhtarı ile de tanıştım. Bu üç arkadaş köyler arasında, ot yakma, kız kaçırma veya inanç farklılığı nedeniyle çıkan sürtüşmeleri, çatışmaya dönüşmeden yatıştırıp, uzlaştırıyorlardı. Yani o yıllar, o yörenin akil adamlarıydı. 

Oralarda özellikle kızdıkları köyün otunu yakma ve suyunu kesme eylemleri sık, sık olurdu. CHP’nin İstanbul’lu adayın tek yaptığı da beni komünizm propogandası yaptığım için ihbar etmek ve ot yangınlarını söndürmekti. Bu akil adamların, farkında bile değildi. 

Halbuki bu Muhtarlar barıştırma işini yaparken, özellikle alevi ve şafi köyleri arasında en küçük sorun yaşanmamasını sağlıyorlardı. 

Böyle bir bölgede köy-köy dolaştım. Seçimler üzerine hemen her köyde söyleşi yaptım. Köylüler bana çok ilgi ve sevgi gösterdi. Bir çok yerde, onlar da benim düşüncemde olduklarını söyledi.

Velhasıl sonunda seçim oldu. Muhtar Nazım’ın baştan söylediği gibi MNP bir, CHP bir milletvekili çıkardı. TİP adayı kendi seçim bölgesinde bile doğru dürüst oy alamadı. Tabi ben çok üzülmüştüm. 

Ama sonuç buydu. Bu durumu konuşmak ve bir değerlendirme yapmak için Muhtar Nazım’la buluştuk. Bu değerlendirmemi ve hayal kırıklığımı anlattım. O yine sakin dinledi. “Yeğen sen kendince haklısın. Bir dava için dolaştığını; ama karşılığını alamadığını söylüyorsun. Yani biz seni aldatmış olduk. Bak şimdi; bizler senin istediğin gibi tümüyle TİP adayına oy verseydik bile hiç kazanma şansı yoktu. İkinci milletvekilliğini ya Nizam Partisi veya AP kazanırdı. Buda bizim işimize gelmezdi. Ne olursa olsun, Ankara’da bir kapımız olsun isteriz. Biz bunun için CHP’ye oy verdik. Doğru yanlış bizim tavrımız buydu. Tamam CHP’de diğerlerinden çok farklı değil, ama biz CHP’ ye neden oy verdiğimizi biliyoruz. Ama sosyalizm için, devrim için mücadeleden asla vazgeçmedik. Türkiye’de Türk, Kürt  bütün ilericiler, devrimciler, yurtseverler, sosyalistler omuz-omuza birlikte, inşallah o günlere kavuşacağız.” Dedi. 

O sırada yanımıza gelen diğer muhtarlar da söyleşiye katıldı. “Ben ve arkadaşlarım böyle düşünüyoruz “ diye sözü bitirdi. Sonra “Senin düşüncen farklımı?” diye sordu.

Bu soruya verecek cevabım yoktu. Onlar kendileri için en doğru olanı yapmıştı. Sustum. O  “Amma devrim yapmak için illa dağa çıkmak lazım diyorsan. İşte dağ, düş önümüze” dedi. Birlikte güldük.

Orada kaldığım süre içinde bir çok şeyle karşılaştım. Yıllar sonra geriye dönüp baktığımda, Muhtar Nazım’ın söyledikleri aklıma düşer. Kırk yılı aşkın süre sonunda, nasıl becerip de? O günlerden bu güne, inanç ayrılıklarının körüklendiği, Türk- Kürt kardeşliğinin bir çatışmaya dönüştüğü noktaya gelmeyi başardık.

Eğer halk olarak bunun ayırdına varabilirsek, o yıllar Kürt-Türk halkının birlikte güzel günler için duyduğu özlemi, birlikte yaşama arzusunu gerçekleştirebiliriz.

Benim ve ‘sanırım’ bugün öldüğünü öğrendiğim Nazım Han'ın ve arkadaşlarının da en büyük dileği buydu.  Nazım Han bu dileği gerçekleşemeden öldü. Geride çok hoş ve onurlu bir geçmiş bırakarak tabi. 

                                                                          

2 yorum:

  1. Nazım Han'ı o kadar güzel anlatmışsın ki ben de çok sevdim o bilge insanı. Işıklar içinde uyusun.

    YanıtlaSil
  2. Merhaba dostum. 18 yaşında tanıdığım Nazım Han bölgenin bilge bir kişisiydi. O bölgede köyler ve inanç farklılıkları arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde sözü dinlenen bir kişiydi. Ben de onu tanıma onurunu yaşadığım için kendimi şanslı görüyorum.

    YanıtlaSil