Bugün öldüğünü öğrendiğim Nazım Han'ı bir firma ile katıldığım köy içme suyu çalışmaları
sürecinde tanımıştım. O günlerde Varto'ya bağlı Kalçık köyünün muhtarıydı.
1969 yılının Eylül
ayı ortaları önce Muş’a, sonra Varto’ya gittik. Oradaki baraka biçiminde
Belediye Oteline yerleştik. Başımızdaki firma yetkilisi orada, daha önce
anlattılaklarından ayrıntılı olarak, önümüzdeki masaya(top secret) askeri
haritalardan açarak bu haritalar üzerindeki köylere nasıl gideceğimizi ve orada
menba tespiti vs. çalışmalarını nasıl yapacağımızı ayrıntılı olarak anlattı.
Ayrıca bir arazi arabası almıştı. Birlikte o arabayla bir iki köye
gittik.
Ancak Varto Bölgesindeki
köylerin bir kaçı hariç büyük çoğunluğuna ‘bırakın arazi arabasıyla gitmeyi’
atla-katırla gitmek bile çok zordu. Firma yetkilisi benimle bir inşaat
mühendisine “size at kiralasam atla köyleri dolaşırmısınız?” diye sordu.
O mühendis benden çok
büyüktü. Yıldız mezunuydu. Ayrıca İstanbul Türkiye İşçi Partisi il örgütü
üyesiydi. Daha önce Muş’a gittiğimizde genel seçimlere denk geleceği için köylerde
TİP’in seçim çalışmalarına katılırız diye sevinmiştik. Onun için firma
yetkilisinin önerisine ikimizde balıklama atladık.
O gün önce Varto TİP
ilçe örgütüne uğradık. O mühendis kendini tanıttı. TPİ in İstanbul İl örgütü
üyesi olduğunu söuleyip amacımızı anlattı. Onlar bundan çok memnun oldu. Aday
ve köyler hakkında gerekli bilgileri verdiler.
Ertesi gün iki at
kiralandı.
Her gün atları sabah
alıp akşam sahibine geri getirip teslim edecektik. Onlar bakımını vs. yapıp
bize, ertesi günü hazır halde teslim edecekti.
O mühendisle
sevinerek kabul ettiğimiz köy turlarına çıktık. İlk köye gittik. Orada
çalışmamızı yapıp dönerken bir çayırlıktan geçiyorduk. İkimizde ilk kez at
binmenin keyfini çıkarmak için atları dört nala kaldırıp bir süre koşturduk.
Daha sonra TİP ilçe binasındakilerden adını öğrenip adresini aldığımız; o
yörede tanınan sevilen Muhtar Nazım’la tanışmak için onun köyüne (Kalçık Köyü)
gitmek için döndük.
Varto’ya girmeden
yanındaki patikadan Kalçık Köyü’ne doğru atları sürdük. Yukarı doğru çıkarken
fundalıklar başladı. Yolun kıyısında yürüyen pala bıyıklı birini gördük. Yanına
yaklaşınca selam verdik. O selamımızı aldı. ”Yolunuz ne tarafa?” diye sordu.
Ben mühendisten önce ”Kalçık Köyü’ne gidip muhtar Nazım’ı göreceğiz” dedim. O,
tüm ciddiyetiyle “bırakın o kızılbaşı. Neyini göreceksiniz? Zındığın tekidir o.”
Deyince ben o mühendise baktım. Çünkü o da aleviydi. Bu söz üzerine sapsarı
olmuştu.
‘Nasıl cesaret ettim
bilmiyorum?’ muhtarın üzerine “sen ne konuşuyorsun? Alevilerde insan değil mi?”
diye hamle yaptım. O, bugün bile kulaklarımda çınlayan kahkahasını attı.
“Dur hele sakin ol yeğen. Ben sizi denemek için öyle dedim. Aradığınız
Nazım benim” deyince bizde rahatlamıştık.
O devam etti ”Sizi
denemek için böyle dedim. Bizi tanımayanlar, bizi öyle aşağılar” dedi. “Kusura
bakmayın. Hayrola beni niye arıyorsunuz?” diye sordu. Yine kendisi “Bunları
evde konuşalım, vakit öğle, yemek vakti” diye cevap verdi. “Ben rahatsızlık
vermeyelim” dedim. ”Siz hiç bana rahatsızlık mı verirsiniz. Benim en değerli
misafirlerimsiniz. Köye de vardık” dedi.
Hala gülüyordu. Köye
girdik. Evin yanına vardık; attan indik. O atları götürüp bağladı. Suyunu
verdik; yem torbalarını astık. Çünkü at sahibi ”özellikle atın suyunu eksik
etmeyin” demişti.
Birlikte evin içinde
bir odaya girdik. Oda çok geniş, rahat, geniş penceresi ile aydınlıktı. Odada
yerde kilim, yer minderi ve işlemeli kenar yastıkları vardı. Mutar varlıklı
birine benziyordu. Bize “buyurun soluklanın” deyip dışarı çıktı. Bir gözüm
duvarda asılı bağlamaya ve yanındaki kitaplığa takıldı. Şaşırmıştım. 1969 yılı,
Varto’da bir köyde bir kitaplık. Siz şaşırmazmısınız? İşte ben bu şaşkınlıkla
kitaplara baktım. Şaşkınlığım daha arttı. İzmirde yüksek öğrenim yaparken elime
geçip de okumayı ertelediğim Felsefenin Temel İlkleri v.b sol
yayınlar, romanlar vardı. O şaşkınlıkla oturdum.
Muhtar henüz
gelmemişti. Mühendis abiye “kitaplığa baksana” dedim. O da kalktı, bir süre
sonra aynı şaşkınlıkla yerine oturdu.
Biraz sonra muhtar
gelip yanımıza oturdu. Sonra hanımı bir sini üstüde yemek getirdi. Ortaya
serili sofra bezi üstündeki altlığın üzerine siniyi koyup, “buyurun” dedi. Biz,
mühendis abiyle birlikte yemeye başladık.
Mühendis abi kim
olduğumuzu, Varto ve köylerinde işimizin ne olduğunu; onu niye aradığımızı
söyledi. “Bize, Varto ve köylerinde nasıl davranacağımızı vs. konularda, en iyi
bilgiyi sizin vereceğinizi söylediler. Siz bu bölgeyi çok iyi biliyormuşsunuz.
Ayrıca herkesin size sevgisi saygısı varmış” dedi. Nazım biraz utanmıştı. “Yok
canım, o kadar değil. Ben sizin geldiğinizi ve köyleri dolaştığınızı duydum.
Sizi sevdim, elimden gelen yardımı yaparım” dedi.
Yemeğe devam
ediyorduk. Hanımı da bizimle oturmuştu. Bu benim garibime gitmişti. Buralar çok
tutucu diye biliyordum. Veya öyle sanıyordum. Muhtar bunu anladı. “Yeğen biz
her konuğa size davrandığımız kadar yakın davranmayız. Her konuğun yanında
hanım yemeğe oturmaz. Bunu kendi istemez. Ben yolda karşılaşmamızı anlatınca,
sizi çok beğendi. Yemekte ben de olayım dedi” diye açıklama yaptı. Sonra devam
etti. “Biz aleviler bazı konularda, belirli bir anlayış gösteririz. Ama burada
şafi köyleri vardır. Oralarda kadınlar, kocasının, babasının, kardeşinin
dışında hiç kimseye, yüzünü bile açmaz. Ben zaten size, hangi köy nasıl, tek
tek anlatırım” dedi.
Mühendis abi ”Muhtar
bu köylerde yalnız içme suyu etüdü yapmayacağız. Biliyorsun seçimler yaklaştı.
Muş’ta TİP aday gösterdi. Aday buralı imiş. Ben İstanbul TİP İl örgütünde
üyeyim. Bu köyleri dolaşırken, biz aynı zamanda TİP’in seçim çalışmalarına
katılmak istiyoruz. İlçe örgütüyle de görüştük. Senden köylerde nasıl
davranacağız. Kimlerle konuşacağız gibi, konularda yardım istemek için geldik.”
dedi.
Muhtar Nazım “doğru
aday Varto’lu, alevidir. Muş’un iki milletvekili hakkı var. Birini kesin Nizam
Partisi çıkarır. Diğeri için AP, CHP, TİP yarışır. AP’nin kazanma şansı çok az.
TİP de zor çıkarır. CHP’nin oyu bölünmezse CHP kazanır. Ancak o parti nedendir
bilinmem. İstanbul’lu bir aday getirdi. CHP’nin ikinci sıra adayı da
Muş’lu zengin bir aileden. TİP adayı İbrahim SEFEROĞLU iyi arkadaş ama çok
varlıklı değil. Burada şansı çok az.” Diye durumu özetledi.
Mühendis abi, “siz ne
diyorsunuz şimdi” diye biraz şaşkın sordu. Muhtar Nazım yine babacan
gülüşüyle “valla ben durumu ortaya koydum. Burda asıl sizin diyeceğiniz önemli”
dedi.
Mühendis abi
TİP’liydi. Ben de genç üniversiteli, heyecanlı bir devrimci idim. Muş
çalışmamızda, dağ köylerini dolaşıp, devrimciliği anlatacağım diye çok
heyecanlı idim. Muhtarın sözleri moralimizi bozmuştu.
Mühendis abi “her ne
olursa olsun; biz köylerde anlatabildiğimiz kadar solu, sosyalizmi anlatmaya
kararlıyız. Burada seçim sonuçları çok önemli değil. Önemli olan halkın,
köylülerin daha örgütlü bir mücadele için bilinç düzeylerinin yükseltilmesidir”
diye o dönemde Türkiye’de yükselen, sol, sosyalizm inancını, amacını hedefleyen
düşüncelerini söyledi.
Muhtar bana dönüp ”sen
ne diyorsun yeğen? Demin çok ateşliydin” diye sorunca ”Ben de abime aynen,
hatta fazlasıyla katılıyorum. Ülkedeki devrimci süreci daha ilerilere taşımak
varken, birtakım küçük burjuva hesaplarla duraksamak, hedef saptırmak
yanlıştır”. Dedim.
O yine sakin tavrıyla
“doğru sizin durumunuzda olsaydım ben de aynı davranırdım. Size yardım
edeceğim. Bütün köyler hakkında bilgi vereceğim. Zaten ben her gün Varto’dayım.
Bol, bol konuşup görüşürüz “ .Sohbete bir süre daha devam edip ayrıldık.
Ertesi gün Mühendis
Abiyle bir dağ köyüne gittik. Bakmak için çıktığımız menbanın harita üzerindeki
yükseliği 2500 metre idi. Kendisi astım hastasıyıdı. Zaten Varto’da nefes
alırken zorlanıyordu. Gideceğimiz köylerin bir çoğunun rakımı aynı seviyelerde
veya daha yüksekti. Hem o sebeple hem de firma ile anlaşmazlığa düştüğü için
kısa bir süre sonra işi bırakıp Ankara’ya döndü.
Ondan sonraki süreçte
köyleri atla hep ben, yalnız dolaştım. Bu süre içinde yakınlaştığım Muhtar
Nazım’ın yanı sıra, yakın arkadaşları Ağaçköprü köyü muhtarı Mahmut ile Şafilerin
köyü (Hacıbey Köyü) muhtarı ismi hatırımda Seyithan olarak kalmış muhtarı ile
de tanıştım. Bu üç arkadaş köyler arasında, ot yakma, kız kaçırma veya inanç
farklılığı nedeniyle çıkan sürtüşmeleri, çatışmaya dönüşmeden yatıştırıp,
uzlaştırıyorlardı. Yani o yıllar, o yörenin akil adamlarıydı.
Oralarda özellikle
kızdıkları köyün otunu yakma ve suyunu kesme eylemleri sık, sık olurdu. CHP’nin
İstanbul’lu adayın tek yaptığı da beni komünizm propogandası yaptığım için
ihbar etmek ve ot yangınlarını söndürmekti. Bu akil adamların, farkında bile
değildi.
Halbuki bu Muhtarlar
barıştırma işini yaparken, özellikle alevi ve şafi köyleri arasında en küçük
sorun yaşanmamasını sağlıyorlardı.
Böyle bir bölgede
köy-köy dolaştım. Seçimler üzerine hemen her köyde söyleşi yaptım. Köylüler
bana çok ilgi ve sevgi gösterdi. Bir çok yerde, onlar da benim düşüncemde
olduklarını söyledi.
Velhasıl sonunda
seçim oldu. Muhtar Nazım’ın baştan söylediği gibi MNP bir, CHP bir milletvekili
çıkardı. TİP adayı kendi seçim bölgesinde bile doğru dürüst oy alamadı. Tabi
ben çok üzülmüştüm.
Ama sonuç buydu. Bu
durumu konuşmak ve bir değerlendirme yapmak için Muhtar Nazım’la buluştuk. Bu
değerlendirmemi ve hayal kırıklığımı anlattım. O yine sakin dinledi. “Yeğen sen
kendince haklısın. Bir dava için dolaştığını; ama karşılığını alamadığını söylüyorsun.
Yani biz seni aldatmış olduk. Bak şimdi; bizler senin istediğin gibi tümüyle
TİP adayına oy verseydik bile hiç kazanma şansı yoktu. İkinci milletvekilliğini
ya Nizam Partisi veya AP kazanırdı. Buda bizim işimize gelmezdi. Ne olursa
olsun, Ankara’da bir kapımız olsun isteriz. Biz bunun için CHP’ye oy verdik.
Doğru yanlış bizim tavrımız buydu. Tamam CHP’de diğerlerinden çok farklı değil,
ama biz CHP’ ye neden oy verdiğimizi biliyoruz. Ama sosyalizm için, devrim için
mücadeleden asla vazgeçmedik. Türkiye’de Türk, Kürt bütün ilericiler,
devrimciler, yurtseverler, sosyalistler omuz-omuza birlikte, inşallah o günlere
kavuşacağız.” Dedi.
O sırada yanımıza
gelen diğer muhtarlar da söyleşiye katıldı. “Ben ve arkadaşlarım böyle
düşünüyoruz “ diye sözü bitirdi. Sonra “Senin düşüncen farklımı?” diye sordu.
Bu soruya verecek
cevabım yoktu. Onlar kendileri için en doğru olanı yapmıştı. Sustum. O “Amma devrim yapmak için illa dağa çıkmak
lazım diyorsan. İşte dağ, düş önümüze” dedi. Birlikte güldük.
Orada kaldığım süre
içinde bir çok şeyle karşılaştım. Yıllar sonra geriye dönüp baktığımda, Muhtar
Nazım’ın söyledikleri aklıma düşer. Kırk yılı aşkın süre sonunda, nasıl becerip
de? O günlerden bu güne, inanç ayrılıklarının körüklendiği, Türk- Kürt
kardeşliğinin bir çatışmaya dönüştüğü noktaya gelmeyi başardık.
Eğer halk olarak
bunun ayırdına varabilirsek, o yıllar Kürt-Türk halkının birlikte güzel günler
için duyduğu özlemi, birlikte yaşama arzusunu gerçekleştirebiliriz.
Benim ve ‘sanırım’ bugün öldüğünü öğrendiğim Nazım Han'ın ve arkadaşlarının da en büyük dileği buydu. Nazım Han bu dileği gerçekleşemeden öldü. Geride çok hoş ve onurlu bir geçmiş bırakarak tabi.
Nazım Han'ı o kadar güzel anlatmışsın ki ben de çok sevdim o bilge insanı. Işıklar içinde uyusun.
YanıtlaSilMerhaba dostum. 18 yaşında tanıdığım Nazım Han bölgenin bilge bir kişisiydi. O bölgede köyler ve inanç farklılıkları arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde sözü dinlenen bir kişiydi. Ben de onu tanıma onurunu yaşadığım için kendimi şanslı görüyorum.
YanıtlaSil