POLİTİKA
16.12.2014 16:29:10
İktidar daha doğrusu
Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildikten sonra vitesi giderek
yükseltiyor.
Tabi ne olup bittiği
konusunda biz yurttaş olarak ancak iletişim kanallarının sunduğu bilgi kadar
bilgi sahibiyiz. Belki iletişim kanallarına akmayan olağanüstü gelişmeler
vardır ve bugünkü telaş veya fırtına o yüzdendir.
İktidar ve
cumhurbaşkanı toplumun başını belaya sokacak gelişmeleri farkında olup; bu
nedenle önlem almaya çalışıyor olabilirler.
Yani
cumhurbaşkanının son günlerde artan hırçınlığının kendince haklı nedenleri
vardır.
Ama sanırım hiçbir
neden bir iktidarı toplumun sinir uçlarıyla oynama hakkı vermez.
Hiç bir şey halkı
siyasi yönden karşı karşıya getirmeyi amaçlayan görüntüdeki politikalara
haklılık kazandırmaz; aklı başında hiç kimse böyle politikaları savunamaz.
Bilinmelidir ki;
Türkiye her sabah kabile reisinin günlük talimatlarıyla yönetildiği bir kabile
değildir.
Seksen milyona
yaklaşan nüfusu içinde barındırdığı etnik kimlik ve inanç farklılıklarıyla çok
değil doksan yıl önce büyük bir badireden çıkmayı becermiş; yine doksan yıl
önce kurduğu cumhuriyeti dünyada kopan onca fırtınaya rağmen bugüne kadar
korumayı başarmış bir halktır.
Ve bu halk dün de
bugünde etnik kimlik ve inanç farklılığının sıkıntılarını kendi içinde sorunsuz
yaşamayı becermiştir.
En büyük eksikliği toplumsal
aydınlanma yaşamamışlığın sonucu giderek karmaşıklaşan dünyada zamanı doğru
okuyacak bilincin ve bilinçli yurttaş dayanışmasının oluşmayışıdır.
Ancak tüm bu
eksikliğe rağmen bu halk kendi içinde ‘siyaseten parmaklanmadıkça’ inanç ve
etnik kimlik farklılıklarını olabildiğince barış içinde yaşamayı becermiştir.
Kimse kimsenin
inancına, inancını nerede yaşayacağına karışmamış, diğer Müslüman ülkelerde
olduğu gibi kendi içinde inanç çatışması yaşamadan varlığını sürdürebilmiştir.
Dersim katliamı,
Maraş katliamı, Çorum katliamı, Sivas katliamı gibi halkı büyük acılara sokan
olayların hepsi siyaseten dürtüklenen organize olaylardır.
Yani birileri
organize edip toplumu kışkırtmadıkça toplum kendi içinde hep barışık yaşamayı
seçmiştir.
Kendi içinde barışık
yaşamayı seçen bu halka son zamanlarda yine birileri ‘sanki’ yeni bir inanç
veya inancını farklı bir şekilde öğretme ve yaşatma gayreti içine girdi.
Kitleler geçmişte hiç olmadığı kadar birbiriyle inançlarını tartışılmaya
başlandı.
Her gün yeni bir
uygulamayla bu tartışma giderek daha derinleştiriliyor.
Toplumun bir kısmı
inancına sahip, diğer kısım inanç düşmanıymış gibi gösterilme gayreti içinde;
özellikle devletin iletişim kanallarında bu gayret daha öne çıkmaya başladı.
Bugüne kadar nerede
sindikleri bilinmeyen ve ortaya çıkamayan tipler hemen her gün ‘göz yumulan’
açıklamalarıyla topluma hakaret etmeyi marifet saymaya başladı.
Buna giderek artan
iktidar baskısı da eklenince sanki kitleler karşı karşıya getirilip
çatıştırılmak isteniyor gibi bir politika öne çıkmaya başladı.
Bunların yanı sıra
iki gündür basın özgürlüğünü askıya alan uygulamalar, polis devleti görünümünün
daha belirgin hale gelmesiyle toplumda oluşan veya oluşturulmaya çalışılan
korku iklimi toplumun kendi içinde yaşadığı savrulmayı daha derinleştirecek
gibi.
Son günlerdeki bu
gelişmeler sonucu toplumun etnik kimlik ve inanç farklılığı içindeki toplumun
sinir uçlarıyla oynamanı sonuçlarını giderek baskın hale getirmeye, toplumsal
gerilimi hızla artırmaya başladı.
Belki kimileri bu
gelişmelerden çok memnun, siyasi çıkarı için olumlu sonuç beklentisi içine
girmiş olabilir.
Ancak bilinmeli ki;
siyaset yapacağız, iktidarımızın ömrünü uzatacağız düşüncesiyle toplumsal
yapıdaki tırmandırılan gerilim sonunda toplumun sigortasını artırırsa eğer;
ondan öteye yönetecek bir halk da kalmayacaktır ve böyle bu bir sonuç siyaseten
kimsenin hayrına olmayacaktır.
Çünkü Türkiye
Afganistan, Pakistan veya Ortadoğu ülkelerinden çok farklı toplumsal
özelliklere sahiptir.
Bu yazıyı Radikal
blogdan paylaştığım yazdığım 12 Aralık tarihinde “Basın özgürlüğünü baskılayan
politiklara ilave olarak; geçen “Milli Eğitim Şürası” denen kurulda alınan ve tartışmalara neden
olan kararların kimi gayretkeşler tarafından ‘durumdan vazife çıkararak’ alelacele
uygulamaya sokulması; Osmaniye’de olduğu gibi 'acil' talimatıyla ana okullarında
kahvaltıda çocuklara besmele çekilmesi öğretilmesi kararı “buna göre 3-6 yaş
arası anaokulu öğrenciler derse besmeleyle başlayacak, dua ve sureleri tecvit
kurallarıyla öğrenecek” gibi ayrıntılı uygulama talimatına ve bunların medyada
haber oluşuna bakınca yukarıdaki endişelerimi paylaşma gereği duymuştum.”
Bugün mecliste
imamlara nikah yapma yetkisinin cumhurbaşkanının “kim ne derse desin bu yasa
çıkacak” talimatıyla yasalaşması üzerine aynı yazıyı aynı tepki ve kaygıyla
buradan tekrar paylaşıyorum.
Cumhurbaşkanı bir
süredir hiçbir şeye aldırmadan 2019 tarihinde yapılacak cumhurbaşkanlığı
seçimine odaklanmış. Yani o seçimi adeta “hayat–memat” meselesi kabul etmiş
gibi. Özellikle siyaset tarihi gösterir ki! Bazı siyasi zaferler adeta “Pirüs
zaferi” gibidir. Yani böyle toplumun sinir uçlarıyla oynayarak, devletin bütün
olanaklarını kullanarak belki 2019 seçimlerini kazanılabilir.
Ama Mustafa Kemal’in
liderliğinde Türkiye Halkının büyük bedeller ödeyerek kazandığı kurtuluş savaşı
sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyetinin Halk tarafından kabul edilmiş ve içseleştirilmiş
değerlerini toplumun sinir uçlarıyla oynayarak adeta yok sayarak kazanılacak
siyasi zafer eninde sonunda Türkiye Halkının “içine sokulmak istendiği
cendereyi fark ederek” tepki göstermesiyle bumerang gibi geri dönüp o siyasi
partinin ve liderin kazandığı zaferi pek ala kursağında bırakabilir.
Bunun 1950 sonrası
çok parlamentolu süreçte özellikle 1980 sonrası örnekleri bunu açıkça
gösteriyor
Çünkü yukarıda
yazdığım gibi 'Cumhurbaşkanın da söylediği gibi' Türkiye Halkı kabile değildir. Seksen milyona yaklaşan nüfusuyla
doksan yılı aşkın cumhuriyet ve demokrasi deneyimi olan bir halktır. Yani tek kişinin sabah kalkınca vereceği emirlerle değil demokratik kurallara yönetilir/di. Şimdi de değişen bir şey olmadığını düşünüyorum.
Buradan bakınca bu gelişmeler toplumda
oluşan “demokratik haklar ve özgürlükler engelleniyor” kaygısıyla inanç
farklılığı içindeki halkı birbirine karşı kışkırtmaktan başka sonuç vermez. Bu kışkırtmalar ve yaratılmaya çalışılan kaygı ve “ne oluyor?” sorusunu
sorduran endişe iklimi kimsenin hayrına bir sonuç vermez.