18 Ekim 2017 Çarşamba

Toplumun sinir uçlarıyla oynayarak yapılan politikanın kimseye hayrı olma

   

POLİTİKA
16.12.2014 16:29:10
İktidar daha doğrusu Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildikten sonra vitesi giderek yükseltiyor.

Tabi ne olup bittiği konusunda biz yurttaş olarak ancak iletişim kanallarının sunduğu bilgi kadar bilgi sahibiyiz. Belki iletişim kanallarına akmayan olağanüstü gelişmeler vardır ve bugünkü telaş veya fırtına o yüzdendir.

İktidar ve cumhurbaşkanı toplumun başını belaya sokacak gelişmeleri farkında olup; bu nedenle önlem almaya çalışıyor olabilirler.

Yani cumhurbaşkanının son günlerde artan hırçınlığının kendince haklı nedenleri vardır.

Ama sanırım hiçbir neden bir iktidarı toplumun sinir uçlarıyla oynama hakkı vermez.

Hiç bir şey halkı siyasi yönden karşı karşıya getirmeyi amaçlayan görüntüdeki politikalara haklılık kazandırmaz; aklı başında hiç kimse böyle politikaları savunamaz.

Bilinmelidir ki; Türkiye her sabah kabile reisinin günlük talimatlarıyla yönetildiği bir kabile değildir.

Seksen milyona yaklaşan nüfusu içinde barındırdığı etnik kimlik ve inanç farklılıklarıyla çok değil doksan yıl önce büyük bir badireden çıkmayı becermiş; yine doksan yıl önce kurduğu cumhuriyeti dünyada kopan onca fırtınaya rağmen bugüne kadar korumayı başarmış bir halktır.

Ve bu halk dün de bugünde etnik kimlik ve inanç farklılığının sıkıntılarını kendi içinde sorunsuz yaşamayı becermiştir.

En büyük eksikliği toplumsal aydınlanma yaşamamışlığın sonucu giderek karmaşıklaşan dünyada zamanı doğru okuyacak bilincin ve bilinçli yurttaş dayanışmasının oluşmayışıdır.

Ancak tüm bu eksikliğe rağmen bu halk kendi içinde ‘siyaseten parmaklanmadıkça’ inanç ve etnik kimlik farklılıklarını olabildiğince barış içinde yaşamayı becermiştir.

Kimse kimsenin inancına, inancını nerede yaşayacağına karışmamış, diğer Müslüman ülkelerde olduğu gibi kendi içinde inanç çatışması yaşamadan varlığını sürdürebilmiştir.

Dersim katliamı, Maraş katliamı, Çorum katliamı, Sivas katliamı gibi halkı büyük acılara sokan olayların hepsi siyaseten dürtüklenen organize olaylardır.

Yani birileri organize edip toplumu kışkırtmadıkça toplum kendi içinde hep barışık yaşamayı seçmiştir.

Kendi içinde barışık yaşamayı seçen bu halka son zamanlarda yine birileri ‘sanki’ yeni bir inanç veya inancını farklı bir şekilde öğretme ve yaşatma gayreti içine girdi. Kitleler geçmişte hiç olmadığı kadar birbiriyle inançlarını tartışılmaya başlandı.

Her gün yeni bir uygulamayla bu tartışma giderek daha derinleştiriliyor.

Toplumun bir kısmı inancına sahip, diğer kısım inanç düşmanıymış gibi gösterilme gayreti içinde; özellikle devletin iletişim kanallarında bu gayret daha öne çıkmaya başladı.

Bugüne kadar nerede sindikleri bilinmeyen ve ortaya çıkamayan tipler hemen her gün ‘göz yumulan’ açıklamalarıyla topluma hakaret etmeyi marifet saymaya başladı.

Buna giderek artan iktidar baskısı da eklenince sanki kitleler karşı karşıya getirilip çatıştırılmak isteniyor gibi bir politika öne çıkmaya başladı.

Bunların yanı sıra iki gündür basın özgürlüğünü askıya alan uygulamalar, polis devleti görünümünün daha belirgin hale gelmesiyle toplumda oluşan veya oluşturulmaya çalışılan korku iklimi toplumun kendi içinde yaşadığı savrulmayı daha derinleştirecek gibi.

Son günlerdeki bu gelişmeler sonucu toplumun etnik kimlik ve inanç farklılığı içindeki toplumun sinir uçlarıyla oynamanı sonuçlarını giderek baskın hale getirmeye, toplumsal gerilimi hızla artırmaya başladı.

Belki kimileri bu gelişmelerden çok memnun, siyasi çıkarı için olumlu sonuç beklentisi içine girmiş olabilir.

Ancak bilinmeli ki; siyaset yapacağız, iktidarımızın ömrünü uzatacağız düşüncesiyle toplumsal yapıdaki tırmandırılan gerilim sonunda toplumun sigortasını artırırsa eğer; ondan öteye yönetecek bir halk da kalmayacaktır ve böyle bu bir sonuç siyaseten kimsenin hayrına olmayacaktır.

Çünkü Türkiye Afganistan, Pakistan veya Ortadoğu ülkelerinden çok farklı toplumsal özelliklere sahiptir.

Bu yazıyı Radikal blogdan paylaştığım yazdığım 12 Aralık tarihinde “Basın özgürlüğünü baskılayan politiklara ilave olarak; geçen “Milli Eğitim Şürası”  denen kurulda alınan ve tartışmalara neden olan kararların kimi gayretkeşler tarafından ‘durumdan vazife çıkararak’ alelacele uygulamaya sokulması; Osmaniye’de olduğu gibi 'acil' talimatıyla ana okullarında kahvaltıda çocuklara besmele çekilmesi öğretilmesi kararı “buna göre 3-6 yaş arası anaokulu öğrenciler derse besmeleyle başlayacak, dua ve sureleri tecvit kurallarıyla öğrenecek” gibi ayrıntılı uygulama talimatına ve bunların medyada haber oluşuna bakınca yukarıdaki endişelerimi paylaşma gereği duymuştum.”

Bugün mecliste imamlara nikah yapma yetkisinin cumhurbaşkanının “kim ne derse desin bu yasa çıkacak” talimatıyla yasalaşması üzerine aynı yazıyı aynı tepki ve kaygıyla buradan tekrar paylaşıyorum.

Cumhurbaşkanı bir süredir hiçbir şeye aldırmadan 2019 tarihinde yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimine odaklanmış. Yani o seçimi adeta “hayat–memat” meselesi kabul etmiş gibi. Özellikle siyaset tarihi gösterir ki! Bazı siyasi zaferler adeta “Pirüs zaferi” gibidir. Yani böyle toplumun sinir uçlarıyla oynayarak, devletin bütün olanaklarını kullanarak belki 2019 seçimlerini kazanılabilir.

Ama Mustafa Kemal’in liderliğinde Türkiye Halkının büyük bedeller ödeyerek kazandığı kurtuluş savaşı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyetinin Halk tarafından kabul edilmiş ve içseleştirilmiş değerlerini toplumun sinir uçlarıyla oynayarak adeta yok sayarak kazanılacak siyasi zafer eninde sonunda Türkiye Halkının “içine sokulmak istendiği cendereyi fark ederek” tepki göstermesiyle bumerang gibi geri dönüp o siyasi partinin ve liderin kazandığı zaferi pek ala kursağında bırakabilir.

Bunun 1950 sonrası çok parlamentolu süreçte özellikle 1980 sonrası örnekleri bunu açıkça gösteriyor

Çünkü yukarıda yazdığım gibi 'Cumhurbaşkanın da söylediği gibi' Türkiye Halkı kabile  değildir. Seksen milyona yaklaşan nüfusuyla doksan yılı aşkın cumhuriyet ve demokrasi deneyimi olan bir halktır. Yani tek kişinin sabah kalkınca vereceği emirlerle değil demokratik kurallara yönetilir/di. Şimdi de değişen bir şey olmadığını düşünüyorum.

Buradan bakınca bu gelişmeler toplumda oluşan “demokratik haklar ve özgürlükler engelleniyor” kaygısıyla inanç farklılığı içindeki halkı birbirine karşı kışkırtmaktan başka sonuç vermez. Bu kışkırtmalar ve yaratılmaya çalışılan kaygı ve “ne oluyor?” sorusunu sorduran endişe iklimi kimsenin hayrına bir sonuç vermez.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder