Bu çanlar kimin için
çalıyor?
POLİTİKA
17.10.2015 16:59:46
'Çanlar Kimin İçin
Çalıyor?' toplumsal sorunlara duyarlı hemen herkesin bildiği bir kitabın
başlığı bu. Ernest Hemigway'in İspanya İç Savaşını anlatan bir romanı.
Bu başlıklı bir
yazımı 13 Mart 2014 günü yazıp paylaşmıştım. Bu başlığı kullanma nedeni olarak da o gün için Türkiye'de sanki
bir iç çatışma, iç savaş tehlikesi giderek yükseliyor olmasını göstermiştim.
O sıra bu endişe
yalnız benim endişem değildi. O günlerde televizyona çıkan bütün yorumcular
toplumsal yapıda özellikle son zamanlarda yaşanan olaylara ve artma
eğilimindeki kaosa bakarak '30 Mart Seçimlerine ulaşmak giderek zorlaşıyor'
şeklide endişe ifade ediyordu.
O sıra bunları
görüp, okuduktan sonra "İktidarın son iki yıldır izlediği iç ve dış
politikanın sonuçlarına bakınca haksız da değiller" demiştim.
O yılların başbakanı
'şimdinin cumhurbaşkanı' 'ona muhalif olan dış ve iç çevrelerde hemen herkesin
mutabık kaldığı gibi' giderek artan hukuk, kural tanımaz politikası ve
demokratik kitle eylemlerine tahammülsüzlüğü ve beraberindeki polis devletini
çağrıştıran uygulamalarıyla artan polis şiddeti; bunun sonuçları ülke içinde
son zamanda hukuka, adalete artan güvensizlik bu endişeyi besliyordu.
şimdinin 'Cumhurbaşkanı' bu yönde demokratik eylemlere daha sert politika izlemeyi tercih ediyor. Yani muhalefete tahammülsüzlük daha da arttı.
Her türlü yolsuzluk iddiaları, ekonomideki kötüye gidiş dış ve iç ekonomik
çevrelerde iktidarın uyguladığı ekonomik politikaya yönelik artan güvensizlik
ve eleştirilere karşı o zamanın başbakanının 'şimdinin cumurbaşkanı' takındığı
tavır toplumda zaten var olan politik ayrışmayı daha da derinleştirme
tehlikesini artırmıştı.
Şimdi daha
artırıyor...
Çok değil bir hafta
önce Ankara'nın tam göbeğinde yüzün üzerinde canın ölümüne, onlarca canın
yaralanmasına toplumun yarısı neredeyse "oh olsun" diyor gibi.
O zaman 30 Mart
yerel seçimlerine yönelik siyasilerin meydanlarda kullandığı dilden daha acı
bir dil şimdi 1 Kasım'a giderken aynen kullanılıyor ve bu dil toplumsal
ayrışmanın tam anlamıyla tuzu biberi oluyor.
O yıllarda Gezi
eylemlerine yönelik polisin artan baskısı ve kullandığı şiddet sonucu başından
yaralanan ve adeta demokrasi güçlerinin sembolü haline gelen on beş yaşındaki
Berkin'in yaşam mücadelesini kaybedip vefat etmesi üzerine düzenlenen cenaze
törenine milyonu aşan katılım olmuştu.
O sırada milyonlarca
gönüllerde gösterilen tepki demokratik yollardan Türkiye'de iktidarın
değişimine karşı olan çevrelerde nasıl rahatsızlık yarattıysa? Şimdi de yüzün
üzerinde canın öldürülmesine tepkiler de benzer biçimde rahatsızlık yarattı.
Şimdi daha belirgin
anlaşılıyor ki milyonların belli bir olgunlukla iktidara, özellikle iktidarın
artan anti demokratik uygulamalarına ve buna sebep gösterilen cumhurbaşkanına
karşı tepkiler kaos ortamı yaratılarak saptırılmak isteniyor.
Ekrana düşen
bilgilere göre güneydoğudan yine şehit haberleri gelmeye başladı. Sanki
birileri kasıtlı olarak yüzün üzerinde ölen cana tepkileri dengelemek için,
güneydoğu'da iktidarın estirdiği terörü haklı çıkarmak için yeni oyunlar
peşinde.
İktidarın ihmali
sonucu bu ölümlerin olduğuna anlamaya sanki fırsat bırakmamak için o ölümlerin
olduğu 10 Ekim günü Diyarbakır ve Erzurum'da polis ve asker şehit edildi.
Tıpkı 12 Eylül
öncesi sağcıyı öldüren tabancanın bir gün sonra bir solcuyu öldürdüğüne
benzeyen bir tezgah bu.
Ekrana düşen son
bilgilerde neyin doğru neyin yalan olduğunu anlamak olası değil artık.
İktidarın medya üzerinde cümle alemin şahit olduğu baskısı giderek gerçekleri
ifade edenlerin ümüğünü sıkar oldu.
Bu son gelişmeler
sonucunda görülüyor ki; daha önce yer yer mevzi olarak siyasi partilere yönelik
saldırılar şimdi yerini daha büyük kitle katliamlarına yönelik saldırılara
bırakmış gibi.
Bu anlamda HDP nin
kitle eylemlerinden, mitinglerden vazgeçmesi anlaşılabilir. Ama Türkiye'yi kana
bulamak isteyenlerin yalnız muhalefetin toplantılarına hedef alacağı, iktidarın
toplantılarının güvence içinde geçeceğinin bir garantisi yok ki.
Ortadoğu'da sıkışan
emperyalist siyaset ve o siyasetin kuyruğuna takılmış giden siyasetin hangi
oyunların peşinde olduğu bilinmiyor ki.
Sağ olsun iktidarın
uyguladığı umarsız dış politika sonucu Pakistan'la Afganistan arasında kalan
Peşaver'e benzetilen güney sınırımızda kum gibi terörist kaynıyor.
Geçtiğimiz gün bir
terör uzmanı 'orada teröre bulaşan yurttaşların geri dönüp geldiğinde normal
işine, çiftine çubuğuna döneceğini kimse beklemesin. Onların hepsi fünyesi
çekilmemiş bombalar gibi geri dönecek. Kim fünyeyi çekip nereye atarsa orada
patlayacak bombalar gibi girdiği inde sinecek veya uyutulup bekleyecek' diye
bir büyük tehlikeyi işaret ediyordu.
Yani iktidar
sayesinde ülkemizde kasaba ve şehirlerimizde, mahallelerimizde; hatta
oturduğumuz sokak ve apartmanlarda fünyesi çekilmemiş; birinin fünyesini çekip patlatmasına
hazır bombaların olduğu bir ortama kavuştuk.
Bu arada yine
birilerinin düdük çalıp "dağılın" demesi tehklikesi de giderek
artıyor gibi.
Türkiye Halkı
özellikle böyle durumlara; yani iktidara yönelik demokratik tepkilerin veya
iktidarın siyaseten açmazlarının artması sonunda yaratılan kaoslar sonucu
birilerinin düdük çalıp "dağılın" demesini ve demokrasinin kesintiye
uğramasını 27 Mayıs 1960 tan bu yana her on yılda bir yaşayıp geldi.
Sanki şimdi 1 Kasım
öncesi ve belki sonrası yine benzer bir sonuç yaratılmak isteniyor gibi.
Demokrasi isteyen,
demokrasiden yana olan herkes umarım bu çalan tehlike çanlarının farkındadır.
Umarım
provokasyonlara kapılmadan sağ salim 1 Kasım'da sandıklara ulaşmayı beceririz
ve 2 Kasım sabahı barış ve demokrasinden yana bir oluşan bir sonucun sevincini
bütün Türkiye Halkı olarak birlikte yaşarız.
Sanki resim dile
geldi ve bana "bırakın yitirdiğiniz tarihi miraslarınızı. Bırakın geçmişe bakıp için için yanmayı. Siz
bugün elinizdekileri koruyabiliyormusunuz? Ona cevap verin" dedi
POLİTİKA
01.02.2015 08:27:13
Elime yeni
geçirdiğim yukarıdaki resim geçtiğimiz günler Beyazıt’ın yeniden düzenleneceği
haberleri üzerine "Yeter Artık" başlıklı Radikal blogdaki yazımla
tepki gösterip tarihi dokusuna bozulmasına karşı çıktığım Tarihi Beyazıt
Meydanının 1956 daki hali.
Kentlerin tarihi
dokuları o toplumların geçmişinden kalmış gözü gibi koruması gereken
mirasladır.
Eski Paris'e 1900
yılının başından beri tek çivi çakılmamış.
Viyana ve Budapeşte
gibi şehirler geçmişten kalan tarihi miraslarını gözü gibi korumuş gelecek
nesillere tertemiz bırakmışlar. Bugün o şehirler tarihinden kalan
güzellikleriyle yerli yabancı turistlere o güzelliklerin sunumunun gururunu
yaşıyor.
Çünkü oralarda kent
bilinci ve farkında olan yurttaş bilinci gelişmiş.
Yani bir ülkede
geçmişin değerlerini koruma, bugünü inşa etme ve geleceği kurma ancak kent
bilinci gelişmiş yaşamın farkında olan yurttaş bilincinin o ülkenin toplumunda
egemen olup olmamasına bağlı.
Bizim ülkemizde
olduğu gibi eğer kent bilinci ve yaşamın farkında olan yurttaş bilinci
gelişmemişse kentlerinde görgüsüzlük dışa vuruyor.
Yani şehirleşme
mantığı bir yerde o toplumun sosyal kültürel siyasal gelişmişliğinin bir
göstergesi oluyor.
Yukarıdaki resme
bakınca aklıma geldi bunlar.
Şehirlerimizi beton
yığınlarına döndürdük.
Bırakın
kentlerimizin tarihi dokusunu korumayı; ülkemizin doğal güzelliklerini bile
betonlaştırarak adeta çirkinlik abidesine dönüştürüp ziyan ettik.
Sonra o beton
yığınları içinde sosyalleşmeye, kültürel dokumuzu geliştirmeye ve siyasi
geleceğimizi oluşturmaya kalkıştık; ama bugün geldiğimiz noktaya bakınca sadece
kendi kendimizi kandırmışız.
Bu kandırmışlığımız
yaşamın her alanında bizi kuşattı; esir etti adeta.
Sığ görgüsüzlük
yaşamımızın her alanını belirleyen düşünce haline dönüşmeye başladı.
Yeni bir devlet
umuduyla başlattığımız cehaletin karanlığını yırtma, çağdaş toplum haline gelme
yolculuğumuzda hep kendimizi kandırmışız.
Cehaletin
karanlığını yırttık derken kedi pisliğini örter gibi cehaletin bünyemizi saran
kirliliğini yalancı bir aydınlanma ışığıyla sadece gölgelemişiz.
Yani toplum olarak
hep kendimizi kandırmış; kendimize yalan söylemişiz.
Bunu her bir yerden
birilerinin ağzından çıkan 'yaşam biçimimizle, özellikle kadınlara bakış
açımızla veya inanç diye cehaletin kirini yansıtan' söylemlerle ortaya çıkan
toplumsal kirliğimizden pek ala gözleyebiliyoruz.
Kentlerimizi teslim
ettiğimiz, bizi yönetmesi için kendimizi teslim ettiğimiz siyasal anlayışın her
gün hayatımızın değişik alanlarını etkileyen karar ve uygulamaları bize bunu
gösteriyor.
Sosyal devlet
iddiasındayken toplumsal geleceğimizi siyasetin lütfedip dağıttığı sadakalara
mahkum ettik.
Geçmişin kirlerinden
arınacağız, bizim yaşamımıza kilit vuran her türlü vesayeti kaldırıp atacağız
iddiasındayken bir baktık hukuk dahil yaşamımızın her alanını bir sarmalın
içine kilitleyip içinden çıkılamaz hale getirmişiz.
Etnik kimlik ve
farklı inanç sorunlarının çözüleceği beklentisine fazla dalmışız ve bu sıra
inanç adına yapıldığı iddiasındaki söylemlerin yeni farklılıklar yaratarak
toplumsal yapımızın içinde derin ayrılıklar oluşturmasına seyirci kalmışız.
Bunun sonucunda;
kentlerimizi betonlaşmalarla boğup, kentleşmeyi rant soygun aracına dönüştürüp
sosyal yaşamımızı cehennemi bir kıskacın içine sokarken, siyasal yaşamımızı da
benzeri bir kıskacın içine sokarak içinden çıkılamaz hale getirmişiz ve zaman
daralıyor.
Eğer kendi kendimize
içine düşürdüğümüz açmazın farkına varmak için çabalarda yoğunlaşıp aydınlık
geleceğe doğru yeni bir hamle yapmayı beceremezsek; emin olun tıpkı kendi
ellerimizle rant soygunu için tarihi ve doğal mirasımızı yok ettiğimiz gibi
toplumsal geleceğimizi de tümden kaybedeceğiz. Ve kendimizi kendimizin içine
düşürdüğü bu açmazdan kurtaracak olan yine kendimiziz.
Tıpkı 1956 Tarihli
Beyazıt Meydanının resmin bakarken 'sanki' dile gelip bana "bırakın
yitirdiğiniz tarihi miraslarınızı.
Bırakın geçmişe bakıp için için yanmayı. Hiç olmazsa bu gününüzü
kurtaracak ve yarın için umut verecek anlayışlarda çoğalmak için çabalarınızı
bir araya getirmeye bakın; önünüzde 2015 Haziranında 'yapılması muhtemel' genel
seçimler var; ona bakın.
Bu seçimlerde
yaşadığınız ülkenin kadim halklarıyla 'aradaki her türlü etnik kimlk ve inanç
farklılığını aşarak' el ele verin. Tıpkı çağdaş ülkelerde olduğu gibi ülkenizin
tarihine, doğal güzelliklerine sahip çıkan; sizi insan yerine koyup horlamayan
demokrasiye, hukuka ve demokratik değerlere sahip bir iktidarı hedefleyen
siyasi iradenin etrafında çoğalmayı becerin.
Umarım sizi 2015
seçimlerine götürmeye hazırlanan siyasi kadrolar da benzer kaygılar içinde
kendi aralarındaki sidik yarışından vazgeçip akıl yolu, doğru yol neyse o yolda
birleşip hiç olmazsa geleceğinizi kurtarma gayreti içinde politikalar üretmeyi
becerirler; yoksa Sodom ve Gomora'nın akıbetine benzer bir akıbeti yaşamaya
şimdiden hazır olun" deyip sustuğu gibi yani.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder