16 Ekim 2017 Pazartesi

ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR?


Bu çanlar kimin için çalıyor?
POLİTİKA
17.10.2015 16:59:46
'Çanlar Kimin İçin Çalıyor?' toplumsal sorunlara duyarlı hemen herkesin bildiği bir kitabın başlığı bu. Ernest Hemigway'in İspanya İç Savaşını anlatan bir romanı.
Bu başlıklı bir yazımı 13 Mart 2014 günü yazıp paylaşmıştım. Bu başlığı kullanma  nedeni olarak da o gün için Türkiye'de sanki bir iç çatışma, iç savaş tehlikesi giderek yükseliyor olmasını göstermiştim.
O sıra bu endişe yalnız benim endişem değildi. O günlerde televizyona çıkan bütün yorumcular toplumsal yapıda özellikle son zamanlarda yaşanan olaylara ve artma eğilimindeki kaosa bakarak '30 Mart Seçimlerine ulaşmak giderek zorlaşıyor' şeklide endişe ifade ediyordu.
O sıra bunları görüp, okuduktan sonra "İktidarın son iki yıldır izlediği iç ve dış politikanın sonuçlarına bakınca haksız da değiller" demiştim.
O yılların başbakanı 'şimdinin cumhurbaşkanı' 'ona muhalif olan dış ve iç çevrelerde hemen herkesin mutabık kaldığı gibi' giderek artan hukuk, kural tanımaz politikası ve demokratik kitle eylemlerine tahammülsüzlüğü ve beraberindeki polis devletini çağrıştıran uygulamalarıyla artan polis şiddeti; bunun sonuçları ülke içinde son zamanda hukuka, adalete artan güvensizlik bu endişeyi besliyordu.
şimdinin 'Cumhurbaşkanı' bu yönde demokratik eylemlere daha sert politika izlemeyi tercih ediyor. Yani muhalefete tahammülsüzlük daha da arttı.
Her türlü yolsuzluk iddiaları, ekonomideki kötüye gidiş dış ve iç ekonomik çevrelerde iktidarın uyguladığı ekonomik politikaya yönelik artan güvensizlik ve eleştirilere karşı o zamanın başbakanının 'şimdinin cumurbaşkanı' takındığı tavır toplumda zaten var olan politik ayrışmayı daha da derinleştirme tehlikesini artırmıştı.
Şimdi daha artırıyor...
Çok değil bir hafta önce Ankara'nın tam göbeğinde yüzün üzerinde canın ölümüne, onlarca canın yaralanmasına toplumun yarısı neredeyse "oh olsun" diyor gibi.
O zaman 30 Mart yerel seçimlerine yönelik siyasilerin meydanlarda kullandığı dilden daha acı bir dil şimdi 1 Kasım'a giderken aynen kullanılıyor ve bu dil toplumsal ayrışmanın tam anlamıyla tuzu biberi oluyor.
O yıllarda Gezi eylemlerine yönelik polisin artan baskısı ve kullandığı şiddet sonucu başından yaralanan ve adeta demokrasi güçlerinin sembolü haline gelen on beş yaşındaki Berkin'in yaşam mücadelesini kaybedip vefat etmesi üzerine düzenlenen cenaze törenine milyonu aşan katılım olmuştu.
O sırada milyonlarca gönüllerde gösterilen tepki demokratik yollardan Türkiye'de iktidarın değişimine karşı olan çevrelerde nasıl rahatsızlık yarattıysa? Şimdi de yüzün üzerinde canın öldürülmesine tepkiler de benzer biçimde rahatsızlık yarattı.
Şimdi daha belirgin anlaşılıyor ki milyonların belli bir olgunlukla iktidara, özellikle iktidarın artan anti demokratik uygulamalarına ve buna sebep gösterilen cumhurbaşkanına karşı tepkiler kaos ortamı yaratılarak saptırılmak isteniyor.
Ekrana düşen bilgilere göre güneydoğudan yine şehit haberleri gelmeye başladı. Sanki birileri kasıtlı olarak yüzün üzerinde ölen cana tepkileri dengelemek için, güneydoğu'da iktidarın estirdiği terörü haklı çıkarmak için yeni oyunlar peşinde.
İktidarın ihmali sonucu bu ölümlerin olduğuna anlamaya sanki fırsat bırakmamak için o ölümlerin olduğu 10 Ekim günü Diyarbakır ve Erzurum'da polis ve asker şehit edildi.
Tıpkı 12 Eylül öncesi sağcıyı öldüren tabancanın bir gün sonra bir solcuyu öldürdüğüne benzeyen bir tezgah bu.
Ekrana düşen son bilgilerde neyin doğru neyin yalan olduğunu anlamak olası değil artık. İktidarın medya üzerinde cümle alemin şahit olduğu baskısı giderek gerçekleri ifade edenlerin ümüğünü sıkar oldu.
Bu son gelişmeler sonucunda görülüyor ki; daha önce yer yer mevzi olarak siyasi partilere yönelik saldırılar şimdi yerini daha büyük kitle katliamlarına yönelik saldırılara bırakmış gibi.
Bu anlamda HDP nin kitle eylemlerinden, mitinglerden vazgeçmesi anlaşılabilir. Ama Türkiye'yi kana bulamak isteyenlerin yalnız muhalefetin toplantılarına hedef alacağı, iktidarın toplantılarının güvence içinde geçeceğinin bir garantisi yok ki.
Ortadoğu'da sıkışan emperyalist siyaset ve o siyasetin kuyruğuna takılmış giden siyasetin hangi oyunların peşinde olduğu bilinmiyor ki.
Sağ olsun iktidarın uyguladığı umarsız dış politika sonucu Pakistan'la Afganistan arasında kalan Peşaver'e benzetilen güney sınırımızda kum gibi terörist kaynıyor.
Geçtiğimiz gün bir terör uzmanı 'orada teröre bulaşan yurttaşların geri dönüp geldiğinde normal işine, çiftine çubuğuna döneceğini kimse beklemesin. Onların hepsi fünyesi çekilmemiş bombalar gibi geri dönecek. Kim fünyeyi çekip nereye atarsa orada patlayacak bombalar gibi girdiği inde sinecek veya uyutulup bekleyecek' diye bir büyük tehlikeyi işaret ediyordu.
Yani iktidar sayesinde ülkemizde kasaba ve şehirlerimizde, mahallelerimizde; hatta oturduğumuz sokak ve apartmanlarda fünyesi çekilmemiş; birinin fünyesini çekip patlatmasına hazır bombaların olduğu bir ortama kavuştuk.
Bu arada yine birilerinin düdük çalıp "dağılın" demesi tehklikesi de giderek artıyor gibi.
Türkiye Halkı özellikle böyle durumlara; yani iktidara yönelik demokratik tepkilerin veya iktidarın siyaseten açmazlarının artması sonunda yaratılan kaoslar sonucu birilerinin düdük çalıp "dağılın" demesini ve demokrasinin kesintiye uğramasını 27 Mayıs 1960 tan bu yana her on yılda bir yaşayıp geldi.
Sanki şimdi 1 Kasım öncesi ve belki sonrası yine benzer bir sonuç yaratılmak isteniyor gibi.
Demokrasi isteyen, demokrasiden yana olan herkes umarım bu çalan tehlike çanlarının farkındadır.
Umarım provokasyonlara kapılmadan sağ salim 1 Kasım'da sandıklara ulaşmayı beceririz ve 2 Kasım sabahı barış ve demokrasinden yana bir oluşan bir sonucun sevincini bütün Türkiye Halkı olarak birlikte yaşarız.



Sanki resim dile geldi ve bana "bırakın yitirdiğiniz tarihi miraslarınızı.  Bırakın geçmişe bakıp için için yanmayı. Siz bugün elinizdekileri koruyabiliyormusunuz? Ona cevap verin" dedi

POLİTİKA
01.02.2015 08:27:13
Elime yeni geçirdiğim yukarıdaki resim geçtiğimiz günler Beyazıt’ın yeniden düzenleneceği haberleri üzerine "Yeter Artık" başlıklı Radikal blogdaki yazımla tepki gösterip tarihi dokusuna bozulmasına karşı çıktığım Tarihi Beyazıt Meydanının 1956 daki hali.

Kentlerin tarihi dokuları o toplumların geçmişinden kalmış gözü gibi koruması gereken mirasladır.

Eski Paris'e 1900 yılının başından beri tek çivi çakılmamış.

Viyana ve Budapeşte gibi şehirler geçmişten kalan tarihi miraslarını gözü gibi korumuş gelecek nesillere tertemiz bırakmışlar. Bugün o şehirler tarihinden kalan güzellikleriyle yerli yabancı turistlere o güzelliklerin sunumunun gururunu yaşıyor.

Çünkü oralarda kent bilinci ve farkında olan yurttaş bilinci gelişmiş.

Yani bir ülkede geçmişin değerlerini koruma, bugünü inşa etme ve geleceği kurma ancak kent bilinci gelişmiş yaşamın farkında olan yurttaş bilincinin o ülkenin toplumunda egemen olup olmamasına bağlı.

Bizim ülkemizde olduğu gibi eğer kent bilinci ve yaşamın farkında olan yurttaş bilinci gelişmemişse kentlerinde görgüsüzlük dışa vuruyor.

Yani şehirleşme mantığı bir yerde o toplumun sosyal kültürel siyasal gelişmişliğinin bir göstergesi oluyor.

Yukarıdaki resme bakınca aklıma geldi bunlar.

Şehirlerimizi beton yığınlarına döndürdük.

Bırakın kentlerimizin tarihi dokusunu korumayı; ülkemizin doğal güzelliklerini bile betonlaştırarak adeta çirkinlik abidesine dönüştürüp ziyan ettik.

Sonra o beton yığınları içinde sosyalleşmeye, kültürel dokumuzu geliştirmeye ve siyasi geleceğimizi oluşturmaya kalkıştık; ama bugün geldiğimiz noktaya bakınca sadece kendi kendimizi kandırmışız.

Bu kandırmışlığımız yaşamın her alanında bizi kuşattı; esir etti adeta.

Sığ görgüsüzlük yaşamımızın her alanını belirleyen düşünce haline dönüşmeye başladı.

Yeni bir devlet umuduyla başlattığımız cehaletin karanlığını yırtma, çağdaş toplum haline gelme yolculuğumuzda hep kendimizi kandırmışız.

Cehaletin karanlığını yırttık derken kedi pisliğini örter gibi cehaletin bünyemizi saran kirliliğini yalancı bir aydınlanma ışığıyla sadece gölgelemişiz.

Yani toplum olarak hep kendimizi kandırmış; kendimize yalan söylemişiz.

Bunu her bir yerden birilerinin ağzından çıkan 'yaşam biçimimizle, özellikle kadınlara bakış açımızla veya inanç diye cehaletin kirini yansıtan' söylemlerle ortaya çıkan toplumsal kirliğimizden pek ala gözleyebiliyoruz.

Kentlerimizi teslim ettiğimiz, bizi yönetmesi için kendimizi teslim ettiğimiz siyasal anlayışın her gün hayatımızın değişik alanlarını etkileyen karar ve uygulamaları bize bunu gösteriyor.

Sosyal devlet iddiasındayken toplumsal geleceğimizi siyasetin lütfedip dağıttığı sadakalara mahkum ettik.

Geçmişin kirlerinden arınacağız, bizim yaşamımıza kilit vuran her türlü vesayeti kaldırıp atacağız iddiasındayken bir baktık hukuk dahil yaşamımızın her alanını bir sarmalın içine kilitleyip içinden çıkılamaz hale getirmişiz.

Etnik kimlik ve farklı inanç sorunlarının çözüleceği beklentisine fazla dalmışız ve bu sıra inanç adına yapıldığı iddiasındaki söylemlerin yeni farklılıklar yaratarak toplumsal yapımızın içinde derin ayrılıklar oluşturmasına seyirci kalmışız.

Bunun sonucunda; kentlerimizi betonlaşmalarla boğup, kentleşmeyi rant soygun aracına dönüştürüp sosyal yaşamımızı cehennemi bir kıskacın içine sokarken, siyasal yaşamımızı da benzeri bir kıskacın içine sokarak içinden çıkılamaz hale getirmişiz ve zaman daralıyor.

Eğer kendi kendimize içine düşürdüğümüz açmazın farkına varmak için çabalarda yoğunlaşıp aydınlık geleceğe doğru yeni bir hamle yapmayı beceremezsek; emin olun tıpkı kendi ellerimizle rant soygunu için tarihi ve doğal mirasımızı yok ettiğimiz gibi toplumsal geleceğimizi de tümden kaybedeceğiz. Ve kendimizi kendimizin içine düşürdüğü bu açmazdan kurtaracak olan yine kendimiziz.

Tıpkı 1956 Tarihli Beyazıt Meydanının resmin bakarken 'sanki' dile gelip bana "bırakın yitirdiğiniz tarihi miraslarınızı.  Bırakın geçmişe bakıp için için yanmayı. Hiç olmazsa bu gününüzü kurtaracak ve yarın için umut verecek anlayışlarda çoğalmak için çabalarınızı bir araya getirmeye bakın; önünüzde 2015 Haziranında 'yapılması muhtemel' genel seçimler var; ona bakın.

Bu seçimlerde yaşadığınız ülkenin kadim halklarıyla 'aradaki her türlü etnik kimlk ve inanç farklılığını aşarak' el ele verin. Tıpkı çağdaş ülkelerde olduğu gibi ülkenizin tarihine, doğal güzelliklerine sahip çıkan; sizi insan yerine koyup horlamayan demokrasiye, hukuka ve demokratik değerlere sahip bir iktidarı hedefleyen siyasi iradenin etrafında çoğalmayı becerin.

Umarım sizi 2015 seçimlerine götürmeye hazırlanan siyasi kadrolar da benzer kaygılar içinde kendi aralarındaki sidik yarışından vazgeçip akıl yolu, doğru yol neyse o yolda birleşip hiç olmazsa geleceğinizi kurtarma gayreti içinde politikalar üretmeyi becerirler; yoksa Sodom ve Gomora'nın akıbetine benzer bir akıbeti yaşamaya şimdiden hazır olun" deyip sustuğu gibi yani.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder