19 Ekim 2017 Perşembe

DİNİN EMRİ ÖYLE DEĞİL BÖYLE



                 
5,0
04.01.2015 11:25:54
Her gün olduğu gibi Radikal’in internet sayfasında gezinirken Radikal yazarlarından Tayfun Atay’ın “Beklenen son: Mevlidi kutlamak da yasak” başlıklı yazı ilgimi çekti; okudum.
 Vizontele filmindeki Deli Emin’in televizyondan bahsedilince “anam avradım olsun bunu ben de düşündüm” dediği gibi Tayfun Atay’ın yazısının içeriğini bloglardan birinde yazdığım yazıda ‘aynı kaygıları duyarak’ yazmıştım.
 Tayfun Atay’ın yazının özeti ‘din siyasete alet edildikçe veya siyaset dini kullanmayı marifet sandıkça zümreler arasından "ben dini senden daha iyi bilirim” yarışı başlar ve bu yarışını nerede biteceğini kimse kestiremez’ şeklinde.
 Gerçekten son zamanda özellikle medyada fetvadan geçilmiyor. Kendilerini ‘din adam’ veya ‘din uzmanı’ gibi gösteren kişiler hemen her konuda fetva verme yarışında ve hepsi dini en iyi kendinin bildiği iddiasında.
 Kimileri 'Kuran dini' diye bir yorumla dine yorum getirirken kandilleri kutlayanlara, gereksiz görenlere kadar türlü din adamı ve yorumcu her gün ortalıkta.
 Bunlar sadece medyada ‘fetva yarışçısı olarak’ kalsa iyi..
 Bazılarının ötekini tehdit eden ifadelerine bakınca sanki taraftar toplama yarışına girmiş gibiler.
 Müslüman dünyasına bakınca; oradaki tartışmaların giderek ötekini yok etmek için kanlı pusulara ve bombalamalara kadar uzandığı görülüyor.
Ben inancın siyasetle iç içe olduğu ülkelerden İran’la ilgili arada verdiğim bir örnekte şahın devrilmesi sırasında mollarla sosyal demokrat ve solun diğer kesimlerinin iş birliği yaptığını; şahı devirdikten sonra mollaların önce solun değişik kesimlerini ekarte ettikten sonra mollaların kendi içinde Humeyni’ye en yakın olma yarışı başladığını, giderek Humeyni’yi de aşan katılıkta din yarışının İran Halkını şahı aratacak duruma getirdiğini yazmıştım…
 Bunu sadece İran’da değil inancın siyaset aracı olduğu; daha doğrusu siyasetle inancın iç içe geçtiği bütün toplumlarda yaşanan din savaşları, kanlı mezhep çatışmalarında da gözlemek olası.
 Bizim ülkemizde de cumhuriyetin kuruluş sürecinden sonra bir süre baskılanan ve siyaset dışına itilen inanç veya inancı siyasete kullanmak isteyenler CHP'nin özellikle İnönü yönetiminin İkinci Dünya Savaşı yorgunluğundan yararlanarak DP ile 1950 iktidara geldikten sonra inanç siyasetin aracı oldu ve usuldan toplumun değişik kesimlerinde ‘dini daha iyi bilme’ yarışı başlamıştı.
 1970 de rahmetli Necmettin Erbakan’la atağa kalkan ‘milli görüş' siyaseti adı altında inancın siyaset aracı olarak kullanımı giderek her iktidarın sevdiği bir yöntem oldu.
 Kimi ‘az şekerli’ kimi ‘orta şekerli’ kimi 'şekerli' diye ayrıştırılacak şekilde inancı siyasete alet ederken açıktan inancı siyasi araç olarak kullanma 12 Eylül faşist cunta döneminde Evren tarafından ayetlerden, hadislerden örnek vererek daha öne çıktı.
 ABD ve siyasi ortakları İslam’da daha doğrusu Müslüman dünyasında şiddetin tırmanmasını ve Ortadoğu’da yönetimleri kontrol altında tutmak için Türkiye’de cumhuriyetle başlayan inancın siyasetin dışına çıkarma çabasının belli oranda başarısına bakarak Türkiye’yi Müslüman dünyasına ‘laiklik ve İslam’ın birlikte olabileceğini kanıtlamak için’ örnek olarak göstermek için “muhafazakar” adı altında inancı öne çıkaran siyasetin iktidara gelmesine destek verdiler.
 Süleyman Demirel genelde ‘sekülerliği’ öne çıkardığı için pek tercih edilmezken; Turgut Özal bu siyaseti bir süre “dört eğilim” adı altında başarıyla uyguladı.
 Sanırım ABD ve ortaklarına bu kadarı da yetmediği için AKP ile BOP ortaklık temelinde siyasal İslam’a bir yerde tam destek verdiler.
 AKP ‘ılımlı İslam’ modelini 2011 seçimlerine kadar başarıyla uyguladıysa da; 2011'den sonra inancı değil bir mezhebi siyasetin merkezi yapan politikaya yönelmesiyle Tayfun Atay’ın yazısına konu olan “dini ötekinden daha fazla bilme yarışı” hız kazandı.
 Bugün tıpkı Ortadoğu ülkeleri gibi semtten semte, camiden camiye farklı inanç yorumu ve tartışmaları toplumun bütün hayatında belirgin şekilde ortaya çıktı.
 AKP iktidarı sadece ülke içinde inancı siyasi araç olarak kullanmakla kalmadı; Ortadoğu’da da bu farklı inanç gruplarından birini ‘Müslüman Kardeşleri’ destekleyerek diğer inanç guruplarına rakip duruma geldi
 Sonunda ‘paralelciler’ denen kesimle siyaseti kontrol eden kesim arasındaki sürtüşme giderek siyaseti kontrol eden kesimin kendi içinde ortaya çıkmaya başladı.
 Buradan bakınca; eğer ülke içinde inanç gurupları arasında yükselen tartışmaların önü alınmaz; bir an önce inancı siyasetin aracı gibi kullanmaktan vazgeçilmezse; korkarım “dini ötekinden daha iyi bilme” yarışı mezhep ve farklı inanç çatışmalarını da içine alarak yükselip bugün siyaseti kontrol eden kadroları da içine alıp İran örneğinde olduğu gibi yutacaktır.
 Tayfun Atay’ın yazısı bir süredir içimde taşıdığım ve yer yer yazılarımda paylaştığım; ülkemizde etnik kimlik farklılığının yanı sıra inanç farklılıklarının çatışması tehlikesinin yanı sıra inancı farklı yorumlayanların çatışma endişesini hatırlatınca bu yazıyı yazdım.
 Çünkü etnik kimlik ve inanç farklılıklarının arasındaki sorunlar bir şekilde halledilebilir. Ama aynı inanç gurubunun inancı farklı yorumlamasının ‘aynı iktidar topluluğu içinde’ yaratacağı çatışmaların önünü almak çok kolay olmayacaktır…




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder