5,0
04.01.2015 11:25:54
Her gün olduğu gibi
Radikal’in internet sayfasında gezinirken Radikal yazarlarından Tayfun Atay’ın
“Beklenen son: Mevlidi kutlamak da yasak” başlıklı yazı ilgimi çekti; okudum.
Vizontele filmindeki Deli Emin’in
televizyondan bahsedilince “anam avradım olsun bunu ben de düşündüm” dediği
gibi Tayfun Atay’ın yazısının içeriğini bloglardan birinde yazdığım yazıda
‘aynı kaygıları duyarak’ yazmıştım.
Tayfun Atay’ın yazının özeti ‘din siyasete
alet edildikçe veya siyaset dini kullanmayı marifet sandıkça zümreler arasından
"ben dini senden daha iyi bilirim” yarışı başlar ve bu yarışını nerede
biteceğini kimse kestiremez’ şeklinde.
Gerçekten son zamanda özellikle medyada
fetvadan geçilmiyor. Kendilerini ‘din adam’ veya ‘din uzmanı’ gibi gösteren
kişiler hemen her konuda fetva verme yarışında ve hepsi dini en iyi kendinin
bildiği iddiasında.
Kimileri 'Kuran dini' diye bir yorumla dine
yorum getirirken kandilleri kutlayanlara, gereksiz görenlere kadar türlü din
adamı ve yorumcu her gün ortalıkta.
Bunlar sadece medyada ‘fetva yarışçısı olarak’
kalsa iyi..
Bazılarının ötekini tehdit eden ifadelerine
bakınca sanki taraftar toplama yarışına girmiş gibiler.
Müslüman dünyasına bakınca; oradaki
tartışmaların giderek ötekini yok etmek için kanlı pusulara ve bombalamalara
kadar uzandığı görülüyor.
Ben inancın
siyasetle iç içe olduğu ülkelerden İran’la ilgili arada verdiğim bir örnekte
şahın devrilmesi sırasında mollarla sosyal demokrat ve solun diğer kesimlerinin
iş birliği yaptığını; şahı devirdikten sonra mollaların önce solun değişik
kesimlerini ekarte ettikten sonra mollaların kendi içinde Humeyni’ye en yakın
olma yarışı başladığını, giderek Humeyni’yi de aşan katılıkta din yarışının
İran Halkını şahı aratacak duruma getirdiğini yazmıştım…
Bunu sadece İran’da değil inancın siyaset
aracı olduğu; daha doğrusu siyasetle inancın iç içe geçtiği bütün toplumlarda
yaşanan din savaşları, kanlı mezhep çatışmalarında da gözlemek olası.
Bizim ülkemizde de cumhuriyetin kuruluş
sürecinden sonra bir süre baskılanan ve siyaset dışına itilen inanç veya inancı
siyasete kullanmak isteyenler CHP'nin özellikle İnönü yönetiminin İkinci Dünya
Savaşı yorgunluğundan yararlanarak DP ile 1950 iktidara geldikten sonra inanç
siyasetin aracı oldu ve usuldan toplumun değişik kesimlerinde ‘dini daha iyi
bilme’ yarışı başlamıştı.
1970 de rahmetli Necmettin Erbakan’la atağa
kalkan ‘milli görüş' siyaseti adı altında inancın siyaset aracı olarak
kullanımı giderek her iktidarın sevdiği bir yöntem oldu.
Kimi ‘az şekerli’ kimi ‘orta şekerli’ kimi
'şekerli' diye ayrıştırılacak şekilde inancı siyasete alet ederken açıktan
inancı siyasi araç olarak kullanma 12 Eylül faşist cunta döneminde Evren
tarafından ayetlerden, hadislerden örnek vererek daha öne çıktı.
ABD ve siyasi ortakları İslam’da daha doğrusu
Müslüman dünyasında şiddetin tırmanmasını ve Ortadoğu’da yönetimleri kontrol
altında tutmak için Türkiye’de cumhuriyetle başlayan inancın siyasetin dışına
çıkarma çabasının belli oranda başarısına bakarak Türkiye’yi Müslüman dünyasına
‘laiklik ve İslam’ın birlikte olabileceğini kanıtlamak için’ örnek olarak
göstermek için “muhafazakar” adı altında inancı öne çıkaran siyasetin iktidara
gelmesine destek verdiler.
Süleyman Demirel genelde ‘sekülerliği’ öne
çıkardığı için pek tercih edilmezken; Turgut Özal bu siyaseti bir süre “dört
eğilim” adı altında başarıyla uyguladı.
Sanırım ABD ve ortaklarına bu kadarı da
yetmediği için AKP ile BOP ortaklık temelinde siyasal İslam’a bir yerde tam
destek verdiler.
AKP ‘ılımlı İslam’ modelini 2011 seçimlerine
kadar başarıyla uyguladıysa da; 2011'den sonra inancı değil bir mezhebi
siyasetin merkezi yapan politikaya yönelmesiyle Tayfun Atay’ın yazısına konu
olan “dini ötekinden daha fazla bilme yarışı” hız kazandı.
Bugün tıpkı Ortadoğu ülkeleri gibi semtten
semte, camiden camiye farklı inanç yorumu ve tartışmaları toplumun bütün
hayatında belirgin şekilde ortaya çıktı.
AKP iktidarı sadece ülke içinde inancı siyasi
araç olarak kullanmakla kalmadı; Ortadoğu’da da bu farklı inanç gruplarından
birini ‘Müslüman Kardeşleri’ destekleyerek diğer inanç guruplarına rakip duruma
geldi
Sonunda ‘paralelciler’ denen kesimle siyaseti
kontrol eden kesim arasındaki sürtüşme giderek siyaseti kontrol eden kesimin
kendi içinde ortaya çıkmaya başladı.
Buradan bakınca; eğer ülke içinde inanç
gurupları arasında yükselen tartışmaların önü alınmaz; bir an önce inancı
siyasetin aracı gibi kullanmaktan vazgeçilmezse; korkarım “dini ötekinden daha
iyi bilme” yarışı mezhep ve farklı inanç çatışmalarını da içine alarak yükselip
bugün siyaseti kontrol eden kadroları da içine alıp İran örneğinde olduğu gibi
yutacaktır.
Tayfun Atay’ın yazısı bir süredir içimde
taşıdığım ve yer yer yazılarımda paylaştığım; ülkemizde etnik kimlik
farklılığının yanı sıra inanç farklılıklarının çatışması tehlikesinin yanı sıra
inancı farklı yorumlayanların çatışma endişesini hatırlatınca bu yazıyı yazdım.
Çünkü etnik kimlik ve inanç farklılıklarının
arasındaki sorunlar bir şekilde halledilebilir. Ama aynı inanç gurubunun inancı
farklı yorumlamasının ‘aynı iktidar topluluğu içinde’ yaratacağı çatışmaların
önünü almak çok kolay olmayacaktır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder