Geçtiğimiz
günlerde sevgili dostum Garo beyin kızı Lerna hanım yaşadığı olumsuz bir anıyı anlatırken “Sevgiye açız”
ifadesini kullanmış ve Dostoyevski’nin
yaşadıklarından yola çıkarak yazdığı anılarında bir köpekten bahsetmiş.
Sanırım Dostoyevski’nin o anıları
yazdığı kitabın ismi “Dostoyevski’nin köpeği”
Lerna hanım
kendi yaşadığı sevgiden uzak insan davranışını anlatırken ifadesini
güçlendirmek için yazısını Halil Cibran’dan alıntıladığı “Çünkü gerçekten iyi
olan, ne çıplak birine, 'Neden elbisen yok?' diye sorar, ne de evsiz olana 'Evine
ne oldu?” ifadesini “Her şartta koşulsuz yanımızda olan, sevgi ekip sevgi
biçeceğimiz 'insanlarla' karşılaşmayı diliyorum. Çünkü sevgi tek ilaç” diye
bitirir.
O anı sayfama
düştüğünde okuyunca çok ilgimi çekmiş ve o sıra düşüncemi biraz geniş olarak
anlatmayı düşünmüştüm. Çünkü ben de benzer düşünceler içindeyim.
Bu düşünceyle blogumda
sevgi üzerine düşüncemi ifade eden yazımın başlığını “Dostoyevski’nin Köpeği”
başlığını koydum.
Gerçekten
kalabalıklar içinde Lerna hanımın ifade ettiği gibi “günlük hayatta da sevgiye
aç ama ruhu körelmiş, kararmış, haksızlığa uğrayıp sürekli itilip kakılmış
kişiler iyilik yapıldığında nasıl karşılık vereceklerini bilemeyip, üstüne bir
de kabalaşan” çok insan var.
Öyle ki!
Aydınlanmamış toplumsal yapı içinde çarpık kentleşme, herkesin hayatının
parçası haline gelen ekonomik sıkıntılarla etrafını görmeden, anlamadan,
eğitimsiz, bilgi körlüğüyle körleşmiş sormayan, sorgulamayan; sadece ‘o da
nasıl bir kişiliğe sahipse’ kedini öyle ifade etmeyi seçen kalabalıklar içinde
savruluyoruz hepimiz.
Bir süredir
yaşanmış sıradan insanların yaşamından sıradışı izler taşıyan hikayeler yazmaya
çalışıyorum. Epey de yaşlı sayılırım. Öyle olunca ‘yaşantım gereği’ o
kalabalıklar içinde çok bulundum. O sırada ‘belki merakımdan veya bir nedenle’
onları tanımaya çalıştım.
Benim gördüğüm
en iğrenilen, insanı irkilten her insanın içinde bir insan yan var.
Örneğin ‘katil,
hırsız, sokak insanı’ olarak gördüğümüz; her gün gazetelere konu olan
yaşamları biraz gözleyince onların insan yanını farkedebiliriz..
Benim yazdıklarımda asıl dikkate çekmek istediğim de bütün insanlara özgü sevgisizlik
ve sevgi üzerine davranışlar. Bu anlatılarda dikkate çekmek istediğim bir diğer yan
kalabalıklar içinde gördüğümüz insanların kendi içinde sevgisizlik ve sevgi
karmaşasında yaşadıkları dramlardır.
Bu yazdıklarım içinde Halim Selim'in yaşam öyküsünde insan yaşamının sevgisizlik ve sevgi üzerine çelişik yanına dikkat çekmeye çalıştım.
Neyse şimdi diyeceğim
o değil. Dostoyevski’nin Lerna hanımın hatırlattığı anıları üzerinden düşündüklerim
asıl diyeceklerim.
Eserlerinde hep
insan ilişkilerinin karmaşıklığından dem vuran Rus yazarın bu kitabı
otobiyografi olduğundan, farklı yeri vardır gönlümde. Kitabında gözlemlediği
mahkumlar dışında bir de köpekten bahseder.
Hapishanede o
sıra köpeğin yanından geçen her mahkum köpeği tekmeler. Burada asıl ilginç olan
köpeğin kendini tekmeleyen mahkumlardan kaçmak yerine eğilerek tekmelenme
pozisyonu alıyor olmasıdır.
Bir gün
Dostoyevski bu köpeğe yaklaşıp başını okşar. Köpek önce şaşkın bakakalır
yazara, sonra da acı acı uluyup yanından uzaklaşır. O günden sonra köpek ne zaman
Dostoyevski'yi görse kaçar; asla onun yanına yaklaşmaz.
Aynı Dostoyevski'nin
köpeğinde olduğu gibi günlük hayatta da sevgiye aç ama ruhu körelmiş, kararmış,
haksızlığa uğrayıp sürekli itilip kakılmış kişiler iyilik yapıldığında nasıl
karşılık vereceklerini bilemeyip, üstüne bir de kabalaşırlar. Bilmiyorum etrafımızda
böylelerinin çoğaldığının farkında mısınız? Ama biraz sorgulayan bir yaklaşımla
etrafımızı gözleyince sanki "Dostoyevski'nin köpeği ile aynı ruh halinde gibi" bunların çoğaldığını
hepimiz farkederiz.
Bu gözlemede
hepimizin algısı “çoğumuz saf sevgiye yeterince değer vermiyor, kırılma
korkusuyla sevgimizi göstermekten çekiniyoruz. Sevgi gösterip, koşulsuz
yanımızda olanları ise türlü bahanelerle kırıp döküyor, kendimizden
uzaklaştırıyoruz” gibidir. "Gibidir" dedim; çünkü kalabalıklar içindeki insanları kendi
gerçeklerinde doğru gözlemleyebilsek her insanın bir şekilde sevilmeye, sevgiye
açlık çektiğini; ama birçoğunun bunu ifade edemediğini veya ifade etmesi
gerektiğini bilmediği gerçeğini ve insanın burada Dostoyevski'nin köpeğinden ayrılan yanını farkederiz.
Çünkü her insan
dünyaya ilk gözünü açtığı sırada aynı masumluktadır. Zaman içinde her insan
hayatın gerçeklerinin kendine verdiği rolü oynarken; yani kendi gerçeğini
yaşarken birbirine göre farklı hayat tarzı içinde şekillenen kişiliğiyle kazandığı
farklı davranışları gösterir; ama yukarıda ifade ettiğim gibi hepsi dünyaya
geldiğinde aynı masumlukta sevgiye, sevilmeye muhtaçtır. Yine yukarıda ifade
ettiğim gibi herkes yaşamın gerçeklerinin kendilerine verdiği rolleri oynarken
doğuştaki masumluğunu bir şekilde yitirir.
Tabi bunda en
önemli etken içinde yer aldığı toplumsal yapıda kendine gösterilen
davranışlardır.
Halil Cibran’ın ‘bana
göre’ gerçekçi bir gözlemle "Çünkü gerçekten iyi olan, ne çıplak birine
'Neden elbisen yok?' diye sorar, ne de evsiz olana 'Evine ne oldu?' der." diye
ifade ettiği gibi insanın ötekine karşı davranışı çok önemlidir.
Yani birbirinin
eksiğini gediğini aramadan insan yönü güçlü davranışlarla insanların birbirine
yaklaşması çok önemlidir.
Çünkü insanların doğduktan itibaren edindiği bütün kazanımlar onların yaşamlarının gerçeği içinde belirginleşir. Burada asıl olan ilişkilerdeki insani yanın kurulan ilişkilerin asıl belirleyicisi olmasıdır ve buradan bakınca insan davranışlarının Dostoyevski’nin köpeğinin davranışına denk düşmesi beklenemez.
Buradan bakınca hayatın
gailesi içinde yoksullukla boğuşan veya çeşitli maraz ve illetlerle boğuşan mutsuz
bir insanın kendini mutlu hissetmesi ve bunu ifade edebilmesi için ve yaşamın
içinde karşılaştığı bütün zorlukları yenmek için gereksinimi olan tek ilaç ona
gösterilecek olan koşulsuz ve karşılıksız sevgidir.
Buradan bakınca
her şartta sevgisizlikten uzak sevgi ekip sevgi biçeceğimiz insanların yanımızda olmasını veya her koşulda öyle özellikteki insanlarla karşılaşmayı diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder