26 Mayıs 2017 Cuma

İLÇEMDEKİ GEÇMİŞ RAMAZANLARDAN HOŞ BİR ANI


Bin dokuz yüz doksan iki yılı Ramazan ayıydı. O sıra ilçemde kahve işletiyordum.

 

Kış günü hava çok soğuktu. Kahvenin önünden geçen biriyle konuşmak için kapının önüne çıkmıştım. Sonradan adının Arif olduğunu öğrendiğim bey de o soğukta karşıda otelin önüne dikilmiş duruyordu.

 

Caddede ben, konuştuğum kişi ve o beyden başka dışarıda kimse yoktu. Soğukta fazla kalmamak için o görüştüğüm kişiyle kısaca konuşup içeri giriyordum; karşıdaki beyin sanki bir şey soracakmış veya söyleyecekmiş gibi bir ifade ile bana doğru geldiğini görüp durakladım. Yanıma geldi. Gayet mahcup ve çekingen bir ifade ile “Afedersiniz yoldan geldim. Otelde yiyecek bir şey yok çok acıktım. Ramazan ayı biliyorum; ama akşama daha çok var. Acaba karnımı doyurabileceğim bir yer var mı?” diye sordu.

 

Neden çekinerek sorduğunu anlamamıştım. “Tabi var! Niye olmasın?” deyip biraz aşağıda lokanta olduğunu söyledim. İşim yoktu “birlikte gidelim” dedim.

 

O hala çekingendi. Birlikte lokantaya girdik. Hava çok soğuk olduğu için sobaya yakın bir yere oturduk. Lokantada birileri de ilerdeki masada perdeleri çekmiş yemek yiyip içki içiyordu. Onları gören Arif Bey’in şaşkınlığı artmıştı “onlar içki mi içiyor?” diye gördüğü halde sordu. Ben “evet içki içiyorlar” dedim.

 

O şaşkın “ Allah Allah. Mesleğim gereği bütün Anadolu’yu dolaştım. İlk kez böyle bir manzara ile karşılaşıyorum” dedi.

 

Ben “Ramazan olduğu için mi böyle şaşırdın?” diye sordum. O “evet“ diye devam etti. “Öyle yerlere gittim, bırakın Ramazan Ayını; diğer aylarda bile böyle alenen içki içilmesine müsaade edilmez” dedi.

 

Ben “bizim burada herkes birbirine saygılıdır. Kimse kimseye, öyle inanç ve benzer sebeplerle karışmaz. Herkes herkesi olduğu gibi kabul eder. Sonra herkesin günahı da sevabı da kendine… Görmüyor musunuz? Ramazan ayına ve oruç tutanlara saygılarından perdeyi çekmiş, öyle içiyorlar” dedim.

 

Dedim; ama onun şaşkınlığı daha geçmemişti. Oradan buradan konuşarak onun yemek yemesini bekledim. Tüm ısrarına rağmen misafir olduğu için yemek ücretini ben ödedim. Ve birlikte çay içmek için kahveye davet ettim. Beraber benim kahveye geldik. Soğuktan içerisi doluydu. Soba iyi yanıyordu. Kütüphane olarak düzenlediğim köşedeki yuvarlak masaya oturduk. Ne içeceğini sordum. Çay deyinceocakçıya iki çay söyledim. Çaylar geldi; birlikte içiyorduk.

 

Onun şaşkınlığı daha artmıştı. “Burası kütüphane mi? Kahve mi?” diye sordu. Ben gülerek “haliyle kahvehane; ancak bu köşeyi kitaplık köşesi yaptım” dedim. “Sen mi okuyorsun?” dedi. “Evet; ama kitap isteyenlere de veriyorum okuyup geri getiriyorlar. Burada çok kitap vardı, dağıldığı için azaldı” dedim. “Yani kütüphane gibi?” dedi. “Öyle sayılır” dedim. Sonra kahvenin içindeki müşterileri göstererek “bakın şu sobanın içine girecekmiş gibi oturanlar oruç tutanlar. Acıktıkları için daha fazla üşüyorlar. Oruç tutmayanlar o sıcak bölgeyi terk edip daha uzak yerlere oturmuş oyun oynuyor. Kimse onlara siz sobadan uzak oturun demedi. Ancak onlar oruçluların açlıktan daha fazla üşüdüğünü bildiği için; kendiliklerinden orayı oruçlulara bırakmış” dedim.

 

O öyle şaşkın dinliyordu. Ben biraz keyifle “sen akşam yemekten sonra gelirsen, daha çok şaşırırsın “ dedim. O çayı içti yemek ve çay için teşekkür edip gitti. Ben eve yemeğe gitmiştim.

 

O akşam yemeğini yemiş biraz da meraktan kahveye erken gelmiş; gündüz çay içtiğimiz yuvarlak masanın yanında oturuyordu. İçeri girince onu gördüm.

 

Kahve henüz tenhaydı. Yanına gidip oturdum. Ocakçıya iki kahve söyledim. Birlikte içiyorduk. “Daha şaşıracaksın deyince duramadım, geldim” dedi. Ben “biraz bekle görürsün” dedim. Sohbete devam ettik.

 

Maden Mühendisiymiş. MTA Genel Müdürlüğü’nde çalışıyormuş. Bu bölgede çok mermer rezervi varmış. Onunla ilgili araştırma için gelmiş. Gerçekten bizim bölgede mermerciliğin yaygınlaşmasında, ekonomik yaşama büyük katkı yapmasında onun da çok faydası olmuştu.  Zaten o gün bu konuyla ilgili ilçeye ilk gelişiymiş.

 

Neyse; ben de ona ilçemizin, köylerimizin özellilerini anlattım. İlçede bindokuz yüzellili yıllarda sinema açıldığını, onun sosyal yaşama çok katkısı olduğunu söyledim. Ayrıca Halkevinin çok uzun süre varlığını devam ettirdiğini; oradaki halk kütüphanesinden yaşlı genç insanların kitap alıp okuduğunu anlattım. O yıllarda terzilerin, berberlerin elinden kitap düşmediğini; çiftçilik yapanların, tarlaya, bahçe sulamaya, sığır otlatmaya veya harmana giderken, mutlaka ellerinde kitap olduğunu, bu okuma alışkanlığının insanların hoşgörüsünde, birbirini anlamalarında çok katkısı olduğunu, ayrıca burasının Fakir Baykurt’un memleketi olduğunu, biraz övünerek anlattım. Burada insanların birbirlerine çok saygılı olduğunu, düğünde, cenazede kimsenin yalnız bırakılmadığını, özellikle cenaze olunca mezarı ilçenin gençlerinin kendiliklerinden kazdığını, cenazeye herkesin katıldığını, hele yoksulların cenazelerinin daha kalabalık olduğunu, bunun çok güzel bir sosyal dayanışma olduğunu anlattım.

 

Bu özelliğin yalnız ilçede değil tüm köylerinde de aynı şekilde olduğunu anlattım.

 

Onun dinledikçe, ilçeye ilgisi artıyordu. Biz sohbet ederken, yavaş yavaş müşteriler gelmeye başlamıştı. Az sonra teraviden çıkanlar ve meyhaneden gelenlerle kahve tıka basa dolmuştu. Bu insanların kış günü gidecekleri başka yeri yoktu. Sinema televizyonun rekabeti; ayrıca film kalitesinin düşmesi sonucu kapanmıştı.

 

İşte bu insanların doldurduğu masaları göstererek “şu ileriki masalarda oturanların bir kısmı camiden, bir kısmı meyhaneden geldi. Görüyorsun birlikte aynı masada sohbet edip, nasıl birbirlerini dinliyorlar” dedim.

 

O “anladım, sanırım göstermek istediğin buydu. Gerçekten, hemen hemen Anadolu’nun tamamını dolaştım, hiçbir yerde görmediğim manzara. Anadolu’da böyle bir yerin olduğunu görmek beni çok mutlu etti” dedi. Sohbete bir süre daha devam ettik. Sonra izin isteyip gitti.

 

Sanırım vefat etmiş. “Allah rahmet etsin.”

 

Aklıma geldikçe o yıllarda kaleme aldığım bu yazıyı okur, “nerden nereye geldik?” diye şaşırırım. Ve Arif Bey’in şaşırmış ifadesi gözümün önüne gelir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder