Aşağıda "Irak ve Suriye bölünürken" başlıklı bir yazım var. O yazıyı Rudaw Gazetesi Ge. Yayın. Yönetmeni Rebraw Kerim'in üç yıl önce 15 Temmuz 2014 yılında CNNTÜRK'deki sorulara verdiği cevapları dinledikten sonra yazdım.
Bir süredir; daha doğrusu o yazıyı yazdığım tarihten bu yana; daha doğrusu 2000 li yılların başında ABD Irak'ı işgalinden bu yana gelişmeler Rebraw Kerim'in öngörüsü doğrultusunda gelişiyor. Barzani'nin bağımsızlığı ilan edecekleri söyleminin şu sıralar daha sık tekrarlanması, Işid'in özellikle Irak'ta Tıkrit yöresinde çok geniş bir bölgede Sünniler arasında adeta yerleşik hale gelmesi, Suriye'de son gelişmeler o öngörüyü doğrulayan gelişmeler.
Tabi bu bölünme ve parçalanmanın gerisinde yatan emperyalizmin bölgedeki enerji kaynaklarını sahiplenme onun ötesinde yazıya koyduğum resimde gözüktüğü gibi uzak doğuya kadar petrol ve doğal gaz enerji kaynaklarının ve dağıtımının kontrolü arzusu yatıyor.
1991 de Sovyetler dağılıp Rusya kendi içindeki kaygılara gömüldükten sonra dünyanın tek lideri haline gelen ABD Ortadoğu'da kesip biçerken hızla kendini toparlayan Rusya arkasına Şanghay beşlisi ittifakını alarak Suriye 2011 de çıkan iç savaş sonrası Suriye'de kendini göstererek "Ortadoğu'da ben de varım" diye ortaya çıkmasından sonra ilişkiler ve durum yeniden şekillendi.
Birinci dünya savaşı sonrası Ortadoğu'da cetvelle çizilen sınırların yeniden çizilmesi gündeme geldi. Esasen bu sınırların yeniden çizilmesi epeydir ABD nin Ortadoğu politikasının merkezini oluşturuyordu. Bu sırada bölgedeki dört ülke vatandaşı olan Kürtler kanalıyla sıkıştırılırken yeni çizilecek sınırların maddi şartları oluşturulmaya çalışılıyordu.
Türkiye'ye yüklenen BOP başkanlığının gerisinde yatan gerçek de Türkiye'nin bu süreçte bir şekilde kullanılmasını hedefliyordu. Ancak planlar bazen hayatın gerçekleri karşısında işlevsiz kalmasa da uygulamada zorluklar yaşıyor. Nitekim ABD nin Irak'ı işgal öncesi Türkiye'nin bu işgal sürecinde yer alması için gündeme gelen tezkere o sıra iktidar olan AKP içinden ülke çıkarlarına duyarlı milletvekilleriyle birlikte muhalefetin oylarıyla reddedildi.
Bunlar hep bilinen şeyler. Sonra bilindiği gibi AKP iktidarı 2011 de Suriye'de çıkan iç savaş sonrası sürece doğrudan müdahil oldu. Cumhurbaşkanı bu süreç için geçtiğimiz günlerde "Obama beni kandırdı" derken o sürecin ABD ile işbirliğiyle başladığını ima ediyordu; ama sonunda kabak Türkiye'nin başına patladı ve iktidarın da kabul ettiği gibi "yanlış" olan Suriye politikası Türkiye için adeta içinden çıkılmaz Arap saçına döndü.
Bu gelişmeleri yurttaş sorumluluğu taşıyan ve dış politikayla biraz ilgili herkes bir şekilde biliyor.
Şimdi Cumhurbaşkanının son Rusya ziyareti sonrası süreç yeni bir duruma evrildi. Rusya devlet başkanı Putin ABD başkanı Trump'la mutabık kaldığı planı bizim cumhurbaşkanına adeta dikte etti. O plana göre Suriye'nin kuzeyinde Türkiye sınırında güvenlikli bir bölge oluşturuluyor.
Bizim Cumhurbaşkanı bu planı "YPG' ye destek olunmaması kaydıyla' kabul ettiklerini açıkladı ve "bekleyip göreceğiz" dedi.
Önümüzdeki günlerde ABD ziyareti sırasında da kendisine aynı planın dikte edileceğini bilmek için müneccim olmaya gerek yok. Çünkü ne ABD nin ne de Rusya'nın Türkiye'nin kaygılarını umursama gibi yaklaşımları söz konusu olamaz. Onların ve tabi emperyalist paylaşımda müttefiklerinin tek gayesi başlığa koydum enerji kaynaklarının üretiminden dağıtımına kadar kontrolünde söz sahibi olmaktır.
Bu durumu "ikinci dünya savaşı sonrası yeniden paylaşım süreci" adını vermek hiç yanlış olmaz.
Bu süreçte bölgedeki Türkiye İran gibi görece bölgenin güçlü ülkelerine müttefik oldukları güçler tarafından yeni roller verileceği muhakkak.
16 Nisan'da kabul edilen yeni anayasayla bu süreçte Türkiye adına tek söz sahibi Cumhurbaşkanı oluyor. Uluslararası görüşmelerde Türkiye adına stratejik konularda imza yetkisi onda.
Ortadoğu'nun yeniden paylaşımı ve sınırların yeniden çizilme sürecinde Türkiye'nin toprak bütünlüğünü koruyarak çıkabilmesi için tek doğru yol kendi içinde demokrasisini ve iç barışı güçlendirmektir. Parlamenter demokrasiye 'elveda' denen süreçte demokrasinin bırakın güçlenmesini mevcut durumunu korumasında bile halkın yarısı kaygılı.
Bu kaygılarını referandumda "hayır" diyerek ifade etti. Üstelik bu "hayır" diyenlerin ülke sorunlarının bilincinde olan eğitimli aydın kesimin çoğunlukta olması duyulan kaygıları daha haklı çıkarıyor.
Böyle bir süreçte yeni stratejik anlaşmalarla hız kazanan dış politikadaki gelişmelerde umarım Rusya devlet başkanı Putin'in önerdiği gibi mevcut parlamentoyla paylaşılarak, parlamentonun onayı alınma yolu seçilir; yoksa emperyalizmin yeni dünya dengeleri içinde Ortadoğu özelinde uygulamaya koyduğu politika sürecinde Türkiye darmadağınık hale gelirse bu sonuç için tıpkı Cumhurbaşkanının Suriye'de izlenen politika için "Obama beni kandırdı" dediği gibi "falancı bizi kandırdı" diyecek zemin; yani elde yönetecek bir Türkiye kalmayacak.
Bu kaygılarını referandumda "hayır" diyerek ifade etti. Üstelik bu "hayır" diyenlerin ülke sorunlarının bilincinde olan eğitimli aydın kesimin çoğunlukta olması duyulan kaygıları daha haklı çıkarıyor.
Böyle bir süreçte yeni stratejik anlaşmalarla hız kazanan dış politikadaki gelişmelerde umarım Rusya devlet başkanı Putin'in önerdiği gibi mevcut parlamentoyla paylaşılarak, parlamentonun onayı alınma yolu seçilir; yoksa emperyalizmin yeni dünya dengeleri içinde Ortadoğu özelinde uygulamaya koyduğu politika sürecinde Türkiye darmadağınık hale gelirse bu sonuç için tıpkı Cumhurbaşkanının Suriye'de izlenen politika için "Obama beni kandırdı" dediği gibi "falancı bizi kandırdı" diyecek zemin; yani elde yönetecek bir Türkiye kalmayacak.
Umarım Cumhurbaşkanı son gelişmeler için Türkiye dış politikasında uzman deneyimli kadrolara danışarak bu yola çıkar. Yoksa başdanışmanı olduğu söylenen ve geçtiğimiz gün cumhurbaşkanının Rusya ziyareti sırasında ABD'ye "dikkat edin sizi de vurabiliriz" zevzekliğini yapan kişi gibi kişilere danışarak yola çıkarsa; emin olsun o yolculuk tıpkı yanlış olduğunu kendilerinin de kabul ettiği Suriye politikasının başına açtığı dertlerden kat be kat fazlasını bir şekilde yaşayacaktır.
Dış politikadaki son gelişmeler bende bu düşünceleri oluşturdu. Aşağıda dört yıl önce aynı konuda yazdığım yazıyı okumanızı öneriyorum.
İyi geceler;
Güneyimizde neler oluyor? O bölgede gazetelerinde bu olay nasıl yorumlanıyor?
Güneyimizde neler oluyor? O bölgede gazetelerinde bu olay nasıl yorumlanıyor?
Bu sorulara cevap arayan 'daha önce Radikal blogda da paylaştığım' bu yazı bu günün gündemine denk düştüğü için paylaşıyorum.
Umarım okursunuz
IRAK ve SURİYE BÖLÜNÜRKEN
15 Temmuz 2014
Rebraw Kerim; Rudaw Gazetesi Ge.
Yayın. Yönetmeni; "IŞİD operasyonu Irak Kürtleri için; daha doğrusu
Irak için bir milat" dedi.
Dün gece CNNTÜRK televizyonunda Dış
İşleri Bakanının açıklamaları sonrası bağlanan Rebraw Kerim sorulan
sorulara cevap vermeye başlarken "IŞİD çok güvenilir bir örgüt değil.
Onunla görüşme açıklamalarını çok ciddiye almamak gerekir"
demesi sanki Davutoğlu'nun basın açıklamasında ayrılırken bir
soru üzerine rehineler için "daha güvenli durumdalar" demesini
tekzip ediyor gibiydi.
Gen Yayın Yönetmenin verdiği
bilgiye göre Kürtler Maliki'in işbirliği teklifini geç kalmış bir teklif
olarak reddetmiş.
Rebraw "artık bu saatten sonra
Irak'ın toprak bütünlüğü diye bir şey kalmadı. Kuzey Irak'ta Kürtler ve
Türkmenler belli bir yakınlık içinde Kuzey Irak'ta iki
ayrı devlet kurma hazırlığında" anlamında konuştu. (Ancak başka
yorumcular Türkmenlerin silahsız olduğunu, bölünmenin Irak Maliki yönetimi de
olan kısım, Kürtlerin olduğu kısım ve IŞİD'in işgal ettiği Arap Sünni
Milliyetçiliğinin bölgede olmak üzere üçe bölüneceğini söylüyor)
Ayrıca IŞİD'le ilgili görüşme
iddialarının ciddiye alınmamasını IŞİD'in bu konuda güvenilemez olduğunu
tekrarladı
Arap gazetecinin açıklamalarından
benim ilgimi çeken Kürtlerin Irak devlet başkanı Malik'inin işbirliği önerisine
sırt çevirmesi bilgisiydi.
Buradan bakınca Rebraw Kerim'in
açıklamalarının ABD medyasının "Irak hükümeti hava alanlarını
ABD savaş uçaklarına açtı" haberiyle örtüştüğü görülüyor.
İki gün önce İran devlet
başkanının ziyareti için "doğal gaz görüşmesi yapıldı" dense de
sanırım o ziyaretin arka planında da Irak'ta olası gelişmeler vardı.
Sonuç olarak bizim iktidar ve dış
işleri konuyu rehine krizine kitlemeye çalışsa da açıklamalar ve gelişmeler
bölgede ABD'nin Irak'ı üçe bölüp yönetme planına uygun gelişiyor gibi.
Buna Barak Obama'nın bu gelişmeler
üzerine "askeri müdahaleye hazırız" diye yaptığı açıklama ilave
edilirse yukarıda yazdığım çok havada kalmıyor.
Bizim oralarda "ardından
dolaşıp ümüğüne çökmek" diye bir deyim vardır.
IŞİD saldırısı sonucu gelişmelere bakınca;
olan bitenin bende uyandırdığı kanı ABD'nin birilerinin arkasından dolanıp
ümüğüne çökmesi için önünü açmaya yönelik bir politika olduğudur.
Buraya kadar yazdıklarımda sanırım
anlaşılmayacak bir şey.
Bana göre asıl üzerinde düşünülmesi
gereken Irak ve Suriye parçalanıp bölünüp yeni sınırlar, yeni sınır
komşuları oluşurken Türkiye'nin oluşan veya oluşacak sınır komşularının
oluşumu konusunda hiç söz sahibi olamadan, kontrpiyede kalmasıdır.
Bu gelişmelerin ardından Türkiye
için en olumlu gelişme rehinelerin kurtulması değil, izlenen dış politikanın
iflas ettiğinin kabulü ve bu politikada ısrar edenlerin siyaseten hesap
vermesi; onun ötesinde gelişmelere yetişebilmek için Suriye ve Kürtlere karşı
izlenen politikaların yeni duruma uygun hızla revize edilmesidir.
Güzlel yorumlarda bulunmuşsunuz. Böylece dış politikada da kalem oynatacağanızı gösterdiniz.
YanıtlaSil