“Halimee!! Havana
ölmüşş!!”
Dışarıdan bu
bağırtıyı duyan Halimecik kapının arkasına saklana koydu.
Ses kocasının
sesiydi. Havana’da kızıydı. Ama kocası niye böyle bağırıyor anlamamış; bu sıra
şaşkınlık ve korkudan altına da kaçırmıştı.
Az sonra kocası
girdi kapıdan. Ağzından buhar çıkan öfkeli kızgın boğa gibi bakınıyordu
etrafına. “Halime gız nerdesin? Havana ölmüş deyon sene!” diye bağırdı.
Halimecik
kapının arkasından titreyerek kafasını uzatıp korkudan irileşmiş gözleriyle
baktı kocasına.
Kocası kızının aniden
ölümünü haber almış olmanın şaşkınlığı ve bir şey yapamamanın öfkesiyle baktı
karısına. Onun o şaşkın perişan halini görünce anladı durumu. Sesini alçalttı.
Oradaki divana çöktü adeta. “Halime Havana ölmüş” dedi.
İşte o anda
Halimecik tutamadı kendini. İnce bir çığlık çıktı boğazından. Her zaman kınalı
gibi kırmızıya kaçan rengiyle lepiska saçlarının üzerine örttüğü beyaz
yazmasını başına iyi kötü örtüp, yalın ayak attı dışarı kendini.
Koşuyordu.
Kızının yaşadığı yakındaki köye ‘sanki ona can katmanın telaşıyla’ koşuyordu
yalın ayak, başıkabak.
Kocası çığlık
atarak kendini yola vurduğunu görünce düştü peşine. Koşarak yetişmeye
çalışıyordu ona.
Halime kadın da
diğer Anadolu kadınları gibi varlıkla yoksulluğun iç içe geçtiği dönemlerin
çilesi içinde ömür tüketmiş biriydi. Kızının ölümünü bile böğrüne taş yemiş
gibi bir acı duyarak öğrenmiş; çığlığında kızının ölümüne yaktığı yasıyla
kadere isyanı iç içe geçmişti sanki.
Ama elden ne
gelir ki?
Kızı Havana da
anasının alın yazısı gibi geldiği dünyada onun kaderini paylaşarak sepsessiz
yaşamış ve üç çocuktan sonra dünyaya bir çocuk daha getirmeye çalışırken aynı
sessizlik içinde terk etmişti dünyayı. Vee şimdi anası Halime’nin çığlığı onun
sessizliğiyle birleşmiş ana kız isyan ediyordu bu kadere ve alın yazısına.
Aslında
Havana’nın yazgısı anası dahil o sıralar fakir zengin fark etmez; kırsalda,
köylerde yaşayan bütün Anadolu kadınlarının ortak yazgısıydı.
Çoğu çocuklarını
kırda bayırda doğururdu. Doğum sırasında altına bir peştamal sürülen kadın
kendini şanslı sayardı. Çünkü çoğu kızgın toprağın üstüne doğururdu çocuğunu;
göbek bağını da orada eline geçirdikleri bir taşla keserlerdi.
Havana yine
şanslıydı. Çocuğunu evinde yatağında doğuruyordu. Doğumun zor olacağı belliydi;
ama kocası “ötekiler nasıl burda doğduysa? Bu çocuk da burada doğar” diye
umursamamıştı karısının halini. Belki de üşenmişti arabaya atı koşmayı.
Her neyse ne?
Havanacık anası geldiğinde çoktan hakkın rahmetine kavuşmuş; kazanı ocağa
vurulmuştu.
Halime arkasında
kocası soluk soluğa koşup geldi; ‘allı duvaklı gelin gönderdiği kızını’ gelin
girdiği evin bir odasında sepsesiz yatar buldu.
Ardından koşup
gelen kocası “nasıl oldu?” diyen soran gözlerle bakınıyordu etrafına. Etraftan
verilen cevaplar çok tanıdıktı. “Alın yazısı. Vadesi bu kadarmış” diyordu insanlar.
Çaresizlik
içinde kızı Havana’ya bakan Halime kadın ölen kızının kucağa sarılı çocuğunu kavradı;
etrafına soran anlamsız gözlerle bakındı. Kızına sarılır gibi sarıldı bebeğe.
Boğazına düğümlenmiş bir çığlık yükseldi sonra. Dövüne dövüne kızının yasını
ediyordu artık. O sıra koşup gelen diğer kızları hısımı, akrabası olan kadınlar
da katılmıştı ona. Sanki yıllar öncesinden öğretilmiş bir koronun üyeleri gibi
sesleri çıkmayana kadar bazen tek tek bazen birlikte yas etiler hep bir
ağızdan.
O sıra kocası da
eli böğründe çaresizlik içinde, diğer erkeklerle birlikte Halime kadın ve diğer
kadınların yasının çığlığını dinlediler bir süre.
Ağla ağla nereye
kadar? Kızlarının alın yazısı böyle yazılmıştı alnına; ellerinden ne gelirdi ki?
O çaresizlik içinde kızlarını köylülerle birlikte götürüp köyün mezarlığına
defnettiler...
Sevgili dostum, güzel betimlemelerle dillendirdiğiniz bu acı yaşanmışlığı keşke; "... köyün mezarlığına defnettiler" diyerek bitirip son 4 (dört) paragrafı eklememeliydiniz. Bence o eklentilerı/yorumlar okuyucuya bırakmalıydınız. Selamlar...
YanıtlaSilMerhaba dostum. Eleştirinizi dikkate alıp son dört paragrafı yorum olarak buraya ekledim. Umarım bu şekilde kendi yazdığım hikayeme yorumla bir katkı sağlamış olurum.
YanıtlaSil"Aslında bu yalnız Havana’nın değil; o yıllardan bu yana cehaletin karanlığından bir türlü kurtulamamış toplumsal yapının içindeki bütün kadınların bir yerde alınyazısıydı. Halime’nin kızının ardından attığı sessiz çığlığın alın yazısı denen şeye isyanı dalga dalga olup günümüze kadar ulaşmış ve hala yankılanıyor kadınların dillerinde aynı sessiz çığlıklarla.
Çünkü o yıllardan bu yıllara değişen pek bir şey olmadı kadının yaşamında. O gün horlanan, bir saman çuvalı gibi yerden yere savrulan kadın şimdi modernleşen dünyada bıçaklarla delik deşik edilmeye veya pompalı tüfeklerle öldürülmeye devam ediyor.
O yıllar karısını “bunu nasıl karşılar? Onda ne etki yaratır?” demeden sanki bir müjde verir gibi “Halimeee!! Havan’a ölmüşş!” diye bağıran kadına egemen erkek hoyratlığı şimdi kadınları kafese sokarak sürdürülmeye çalışılıyor.
Bugünkü kadına bakınca yine de Halime kadın şanslıydı. Hiç olmazsa kocası karısının kızının ölüme haberine üzüldüğünü fark edip sesini alçaltmış ve sanki onun derdine ortak olmak ister gibi bu kez alçak ve bitkin bir sesle “Halime. Havan ölmüş” demişti. Şimdi o kadarı bile esirgeniyor kadından."