12 Mayıs 2017 Cuma

YÜREK ACISIYLA YAŞAYANLAR



Yatmak için odaya gelince kocasının numaradan horladığını fark etti; sessizce yanına girip yattı.

Bir süredir ne kocası ne kendi ‘sinerli’ uyku yüzü görmemişlerdi. Her ikisinin de aklı Mayıs ayında toprağa verdikleri oğullarında, yürekleri yangın yeri gibiydi. O günden beri hayat her geçen gün ‘görünürde’ normale dönüyor gibi olsa, onca acı ve ağıttan sonra köyde herkes işine gaydına dönse de kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.

Köyden ölüsü olmayanlar da ölü veren ailelere saygısından köyde bütün düğün derneği seneye ertelemişti. Evlerde kurulan sofralar daha çocuk çocukları düşünerek kuruluyor, büyükler kadın, erkek ne yediklerini ne içtiklerini biliyordu.

Gerçi köy madenci köyüydü. Maden kazaları eksik olmazdı. Arada bir madende göçük altında kalan ölen, sakat kalan olurdu; ama böylesi ilk kez geliyordu başlarına. Bir anda köylerine yirmi tabut birden gelmişti. Daha bir gün önce köyde kahvede, orada burada yürürken gördükleri, daha geçen hafta tutulan düğünde beraber gülüp oynadıkları yirmi can aynı gün kefenlere sarılıp gelmiş; öyle ki kimi evlerde iki üç kişi cenaze olmuştu.

Köyden sağ kurtulanlar da vardı tek tük. Ama koca köyde herkes kime ağlayacağına, kime sevineceğine bilemez halde per perişan olmuştu.

Aradan zaman geçince bütün köyü saran ölüm acısı derlenmiş, toplanmış sadece ölenlerin ana babasının varsa karısının çocuklarının yüreğine ‘daş gibi düğülmüş’ orada duruyordu.

Onların da oğulları yeni askerden gelmişti. Gelmişti; ama gezip tozacak zaman değildi. Kendi iş kayıtlarına baksa elde avuçta bir iki dönüm tarla dışında bir şey yoktu ki. Onun için mecbur ya kasabaya ve şehre gidip bir işe girip çalışacak ya da yanlarında bir iş bulacaklardı. Köyde de olan tek iş maden ocaklarıydı. Epeydir faaliyete başlamış, eskiden bağı bahçesi olan, domates, marul vb. şeyler yetiştirip kasaba pazarında satan, zeytine falan giden köylüler çiftçinin malı para etmeyince köycek madenci olmuştu hepsi.

Madende iş bulan ‘sigorta olduğu için’ şanslı sayıyordu kendini. Kocası da geçen sene emekli olmuştu madenden. Oğlu askerden gelince madendeki eski tanışları çavuşları devreye sokup çabucak bir iş bulmuştu oğluna Böyle olunca oğlu gurbete gitmekten kurtulmuş, onlar da ‘evlat hasreti çekmeyeceğiz, burnumuzun dibinde olacak, bir kız bulup everdik mi tamam’ diye geçirmişlerdi içlerinde. ‘İçlerinden geçirmişti’ diye yazdım; çünkü kadın da adam da bu konuları kendi aralarında konuşmadan bakışlarıyla anlaşırlardı her zaman.

Zaten adam konuşmayı çok sevmezdi. Kadın da öyle olunca hiç sorun çıkmazdı aralarında; ama oğlanlarının o gün madenden ölüsü geldiğinden beri, adam daha içine kapansa da kadın acıdan çok konuşkan olmuş; ‘sanki ölen kocasının da oğlu değilmiş, sanki onun canı yanmamış gibi’ kadın her gün özellikle gece yatınca “ha oğlan azcık da gezeydi, bok mu varıdı goşmacı iş buldun ona” diye kocasının başını etini yer; adam hiç sessiz onu dinler en son “içini boşalttıysan uyuyalım” der; o zaman da kadın kocasına haksızlık yaptığını fark eder ‘sessizce’ “iyi gecele, Allah rahatlık versin” derdi. Ama ikisi de çok uzun süre sepsessiz karanlığa bakarak aynı acıları farklı farklı yaşar, sonunda yorulunca uyurlardı.

Zaten köyde çok kalmadılar. Satıp savıp adamın kardeşinin bulunduğu şehre göçtüler. Orada iyi kötü bir ev aldılar.

İşte o gün karısı yeni evlerinde yatmak için odaya geldiğinde kocasının ‘numaradan uyur gibi’ horladığını fark edince aklına bunlar geldi ve hiçbir şey konuşmadan girip yattı.

Şimdi artık sanki anlaşmış gibi her ikisi de hiç ölen oğullarından konuşmadan yeni evlerine alışmaya çalışıyordu.

Belli ki acıları içinde devam ederken hayatta sağ kalan iki çocukları için yaşamaya mecbur olduklarını kabullenmişlerdi.

Öyle de yaptılar zaten. Yani yüreklerinde hiç dinmeyen evlat acısı; kafalarında cevaplayamadıkları onca soruyla yaşayan çocukları için yaşama tutundular.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder