Hilmi bey emekliliği gelince ‘oh ne ala. Artık sabahın
köründe kalkıp yollara düşmek yok. Otobüs, dolmuş kuyruklarında itiş kakış yok.
Amirin afrası tafrası. Akşama kadar gelene gidene kafa patlatmak yok. Vur
kafayı yat, yuvarlan. Karışan yok, girişen yok. Özgürlüğünü yaşa’ diye çok
sevinmişti.
Ancak emekliliğinin ilk gününde yanıldığını anladı…
O gün; yani emekliliğinin ilk günü her zaman olduğu
gibi erkenden uyandı. Kendi kendine “emekli oldun artık. Yat uyu” diye ne kadar
ikaz ederse etsin yatağın içinde ağmış dönmüş; ama bir türlü uykusu gelmemişti.
Onun yatağın içinde kıpırdanıp durmasından rahatsız
olan eşi “ya ne dönüp duruyorsun. Uykun yoksa kalk oyalan. Benim bari uykumu
kaçırma” deyince kalkıp salona geçti. Orada kitaplıktan bir kitap alıp okumaya
çalıştı. Ama aklı hep işyerindeydi. “Acaba arkadaşları ne yapıyordu? Onun
hakkında neler konuşuyordu?” Bunları düşünürken içinde birden işyerine ve
arkadaşlarına özlem duymaya başladı. Bu sırada her zamanki alışkanlığıyla
kalkan eşi salona geldi. Onu öyle kukumav gibi düşünürken görünce gülümseyerek
“ne oldu? Uykun mu kaçtı?” dedi. Arkasından “sen ilk günden böyle yapacaksan
işim var seninle. Beni de uyutmadın” dedi.
Hilmi bey eşinden özür diledi. Emekliliğe zor
alışacağını söyledi. “Dile kolay otuz beş yılın alışkanlığı bir günde terk
edilmiyor” dedi.
Bu sırada eşi kahvaltı için çayı koymuş; sofayı
hazırlıyordu. “Haklısın. Onca yılın alışkanlığı. Benim için de zor olacak”
dedi.
Hilmi bey “niye senin için de zor olacak?” deyince eşi
gülümseyerek “niyesi var mı hayatım? Sende otuz beş yıllık her gün işe gitme
alışkanlığı varsa bende de o süre her sabah erkenden kalıp sana kahvaltı
hazırlama alışkanlığı oluştu” dedi.
Hilmi bey eşinin bu sözlerine gülse de ona hak verdi.
Gerçekten eşi ‘sağolsun’ her gün erkenden kalkıp onun, sonra doğan çocuklarının
okula giderken kahvaltısını hazırlamış; bunu bir gün bile aksatmamıştı. Bunlar
aklına gelince “haklısın hayatım. Desene benim emekliliğimle birlikte sen de
sabah kahvaltısı hazırlamadan emekli oldun; ama bak sen de uyumadın. Kalkıp
geldin yine kahvaltı hazırlıyorsun” dedi.
Bu sırada eşi alışkın ellerle çarçabuk kahvaltısını
hazırlayıp getirmişti. Birlikte kahvaltı yaptılar. Kahvaltı sırasında Hilmi bey
“ben zor alışacağım bu emekliliğe kahvaltıdan sonra işyerine bir uğrayıp özlem
gidereyim” deyince eşi “neyin özlemi ayol? Dün bir bugün iki… Dur bir kahve
yapayım da ikimiz içeriz. Sonra sen gidip gazeteni alırsın” dedi. Hilmi bey
“yok hanım. Ben kahveyi işyerinde içeyim. Nasıl olsa bir kahve ısmarlayan olur”
dedi. Bu sırada kahvaltıyı bitirmişti. Giyindi eşiyle vedalaşıp çıktı.
Yürürken bir hoş olmuştu. Daha dün ‘işe
yetişeceğim’ diye telaş içinde durağa
giderken şimdi aheste aheste durağa gitmenin tadını çıkarıyordu. İlk gelen
otobüs doluydu. ‘Ayakta gitmeyeyim. Öbür arabayı bekleyeyim’ diye geçirdi
içinden.
Bu sırada ‘halbuki daha önce dolu boş fark etmiyor,
ilk gelen otobüse kendimi atıyordum” diye mırıldanırken öbür otobüs geldi.
Baktı otobüste oturacak yer var. Çıktı kartını geçip oturdu. Öbür duraktan
yanına yaşlıca bir bey selam verip oturdu. Kısa yolculuklarda özellikle hiç
konuşmayı sevmezdi; ama bugün emekliliğin rehavetiyle yanındaki adama baktı
içinden ‘bu da emekli her halde’ diye geçirdi ve “emeklimisiniz?” dedi.
Yanındaki adam “evet emekliyim. Belli oluyor değil mi?” deyince Hilmi bey
“evet; ama ben de emekliyim” dedi ve henüz emekliliğe alışamadığını ilk günün
sıkıntısını atmak için emekli olduğu daireye gidip arkadaşlarına bir “merhaba”
demek istediğini söyledi.
Onu sabırla dinleyen yanındaki bey “haklısınız.
Emekliliğe alışmak zor… Yılların alışkanlığı tabi… Ancak emekli olduğun yere
emekliliğin ilk gününden gitmekle iyi yapmıyorsun” dedi. Hilmi bey “miyeymiş
efendim. Benim yıllarım geçti orada. Arkadaşlarıma onları zor unutacağımı
söyleyeceğim. Dertleşip bir de kahvelerini içeceğim” dedi. Yanındaki bey “ne söylesem
boş… Niye gitmemeniz gerektiğini gidince anlarsınız” dedi. Bu sırada otobüs
durağa yanaşmıştı; o bey kalktı. Hilmi bey “burada mı ineceksiniz?” deyince
yanındaki bey gülümseyerek “evet ilk buradaki bankadan başlayacağım” dedi.
Hilmi beye “neye başlayacaksınız?” dediği sırada adam iniyordu “kuyrukçuluğa
efendim, kuyrukçuluğa” deyip otobüsten indi. Hilmi bey adamın arkasında
bakakaldı. Adamın dediğinden bir şey anlamamıştı. “Adam sende. Ne acayip
insanlar var memlekette” dedi. İki durak sonra zaten emekli olduğu daireye
gelmişti. Otobüsten indi arkadaşlarına emekliliğin fiyakasını yapmak için
emekli olduğu daireye girdi.
Kapıdan girince tahakkuk kısmı vardı. Orada insanlar
sabahın erken saatinde kuyruğa girmiş veznelerin açılmasını bekliyordu.
Veznedarlar Hilmi beyin mesai arkadaşıydı. O da bu tahakkuk servisinde çok
çalışmış; kıdemlenince üst katlara geçmiş, en son tahakkuk şefi olarak gelen
evraklara müdürden önce imzalama görevini yapmıştı.
Görevi tahakkuku yapılacak evrakın kurala uygun olup
olmadığını kontrol edip onayladıktan sonra müdüre havale etmekti; ama o bir gün
bile gelen evrakı kontrol etmemişti. Çünkü kendinden önceki şeften öyle
öğrenmişti. Mesai her ne kadar dokuzda başlasa da herkes ilk geldiklerinde
birbirlerine takılmadan edemezdi. Sanırım onun için henüz vezneler yerine
geçmemişti.
Hilmi bey kendisi için burada çalışırken olağan olan
bu duruma ilk kez dışarıdan bakınca gelen vatandaşa ayıp ettiklerini gördü. Bu
sırada üst kata çıkmıştı. Orada lak lak döven veznedarlara ‘arkadaşları olmanın
yılışıklığıyla’ “beyler ayıp olmuyor mu? Vatandaş aşağıda kuyrukta birbirini
çiğniyorlar” dedi. Onun bu şakasına iki veznedar da bozulmuştu “ne o beyim
kendini hala şef sanıyorsun galiba” deyip yanından geçip aşağıya gittiler.
Hilmi beyin gülümseme yüzünde donup kalmış oradaki arkadaşlarına “bunlara ne
oluyor böyle?” diyecekti; ama oradaki arkadaşlarının ona hiç yüz vermeden
işlerine daldığını fark etti. En samimi arkadaşı Sami beyin yanına gidip “ne
haber Sami?” dedi. Sami bey de gayet soğuk “gördüğün gibi çalışıyoruz. Ne o
emekli olduğun ertesi gün teftişe mi geldin?” dedi. Hilmi bey en samimi
arkadaşının bu soğuk tepkisine çok şaşırdı. Ne umup gelmiş, ne bulmuştu. O
oraya girince bütün arkadaşlarının “ooo! Beyim; hoş geldin” demelerini ve hemen
kendine bir kahve söyleyip “nasıl emekliliğe alışabildin mi?” demelerini
bekliyordu. Kendini ona göre hazırlamıştı.
Ama veznedarların bozuk çalışı, diğer arkadaşlarının “hoş geldin” bile
demeyişi, en samimi arkadaşının buz gibi sorusu onu çok şaşırtmış; otobüsteki
beyin “oraya gitmekle iyi yapmıyorsun” deyişi, “niçin?” diye sorunca “gidince
anlarsın” deyişi aklına geldi. Sami beyin “ne o emekli oldun teftişe mi
geldin?” diye sorusuna “hiç canım. Aşağıda işim vardı. Arkadaşlara bir
uğrayayım dediydim. Hadi bana müsaade” deyip gitmek için davrandı. Sami beyin
“dur arkadaş ateş almaya mı geldin? Bir kahve içeydin” demesini bekliyordu; ama
Sami bey önündeki işten kafasını kaldırmadan “iyi. Arada bir uğra” dedi ve
kendini işine verdi.
Hilmi bey usulca kalktı. Diğer arkadaşlarının hepsi
harıl harıl kendini işine vermişti. İlk kez onları böyle çalışırken görüyordu.
O şaşkınlıkla kapıdan çıktı, üst katlara çıkıp oradaki arkadaşlarına “merhaba”
diyecekti; vazgeçti. Sanki kovulmuş gibi hızla aşağı indi. Tam kapıdan çıkıyordu;
orada sırada bekleyen insanların en arkasında otobüste karşılaştığı beyi gördü.
O bey de onu görmüştü. Kırk yıllık dostu gibi elini sallayınca onun yanına
gitti. Selamlaştılar. O bey “burası benim ikinci durağım” dedi.
Emekli olduktan sonra o da Hilmi bey gibi ilk gün
arkadaşlarına ziyarete gitmiş. Onun iş arkadaşları da onu aynı Hilmi beyin
arkadaşlarının Hilmi beyi karşıladığı gibi karşılamış.
O bunu ‘emekli olan arkadaşına kıskançlık’ olarak
yorumladı. “Çünkü biz emekli olduk, o kölelikten kurtulduk. Onlar emekli
olduktan sonra bizi karşılarında görünce kendilerinin daha uzun süre oralarda
dirsek çürüteceklerini düşünüp kendilerine kahırlanıyor. Düşünsene. Sen oraya
istediğin saatte geldin. Ve çıkıp gidiyorsun. Onların öyle bir olanağı var mı?
Aynı çayıra kösteğinden bağlanmış at gibi emekli oluncaya kadara belli
saatlerde hep o dairenin içinde dönüyorlar” deyince Hilmi bey ona ve az önce
davranışlarına kızdığı arkadaşlarına hak verdi. Çok şükür o kadar yıl sonra
özgürlüğüne kavuşmuştu. Bunu yanındaki beye söyleyince o bey “hemen sevinme.
Emekli olunca iş yönünden özgürlüğe kavuştun; ama şimdi de evde eşini rahatsız
edeceksin. Çünkü o da kendini her gün senin belli saatte işe gidişine göre
programlamıştı. Şimdi sen emekli olunca onun planlarını alt süt ettin. Yani
onunla ters düşeceksin” dedi.
Hilmi beyin temelli kafası karışmıştı. “İyi de beyim.
Bu emekliliğin hiç hoş yanı yok mu?” deyince adam güldü. “Emekliliğine hoşluk
katmak senin elinde” dedi. Hilmi bey “nasıl elimde?” diye sorunca o bey
anlattı.
O da emekli olunca başlangıçta epey zorluk yaşamış.
İlk günler evde vakit geçirmek isteyince eşiyle ‘papaz’ olmuşlar. Eşi “sen
böyle her gün evde domalıp duracaksan olmaz böyle. Arkadaşlar daha önce sabah
kahvesi içmeye gelirdi. Şimdi evde sen varsın diye gelmez oldu. Ben de sen
varsın diye bir yere gidemiyorum. Benim bütün hayatımı altüst ettin” demiş. O
da “Vakit geçirmek için evde kitap okuyorum olmuyor. Ne yaparsam gözüne
batıyor. Ben ne yapayım? Onu söyle” deyince eşi “çık dolaş. Senin gibi
emeklilerin gittiği yerler var. Oralara git” demiş.
Bu bey eşinin sözünü tutmuş. Emekli olanların
gittikleri yerlere gitmiş. Ama oralarda kendini ‘yılkı atı gibi görmüş’ ruhu
sıkılmış. O sıra maaş için banka kuyruğuna girmiş. O sırada kuyrukta olan hiç
tanımadığı insanların birbiriyle ‘bir daha karşılaşmayacakları düşüncesiyle’
çok özel sorunları dahil sohbet ettiklerini görmüş. Öyle öyle ‘o kuyruk senin,
bu kuyruk benim’ diye kuyruklarda gezerek vakit geçirmeye başlamış. Öyle ki b
kuyruklarda gezerken kendi kızı başta olmak üzere üç kızın, iki de genç erkeğin
baş göz olmasına evlenmesine sebep olmuş. Yine bu kuyruklarda yeni dostluklar
edinmiş. O bey burada soluklandı “senin anlayacağın ben böylece kuyrukçu oldum.
Az önce indiğim yerde banka kuyruğu vardı. Orada pek tat almadım; şimdi de bu
kuyruktayım. Ama sanırım buradan otobüse binip hastaneye gideceğim” dedi.
Hilmi bey “hayırdır hastamısınız?” deyince o bey güldü
“yok mirim. En güzel kuyruk hastane kuyruklarıdır. Orada köyden kentten
gelenler olur. Onlardan çevrenin de haberini alıyorum; çok güzel oluyor” dedi.
Hilmi bey bu beyi sevmişti. “O zaman ben de geleyim de
şu kuyrukçuluğu öğreneyim” dedi.
Böylece ilk kuyruk deneyimini o beyle yaşamış oldu. O
bey birlikte hastane kuyruğuna girdikleri sırada öyle hevesle anlatıyordu ki,
bizimkini adeta imrendirdi. Onunla o kuyrukta epey sohbet etti.
O beyin ‘bankada da işi varmış.’ Birlikte o beyin işi
olan bankaya gidip kuyruğa girdiler. Orada da o bey etraftaki insanları
gösterip onlarla ilgili tahmini bilgiler veriyordu. Ona “etrafı süzerken
gördüğün ilginç tipler için kafandan istediğin hikayeyi kurabilirsin” dedi.
Sohbet koyulaşmışken sırası gelince o bey vezneden parasını aldı. Sonra ona
“ben gidiyorum. Sen istersen kal. İlk kuyrukçuluk deneyimini kendin yaşa. Seni
tanıdığıma memnun oldum. Umarım önümüzdeki günlerde kuyruklarda karşılaşırız”
dedi vedalaşıp gitti.
Bu sırada Hilmi bey de veznenin önüne gelmişti.
Kartını yoklanır gibi yaptı. “Eyvah evde kalmış” deyip kuyruktan çıktı. Gitti
öbür kuyruğun en sonunda sıraya girdi. Böylece kuyruk değiştirerek akşamı
etti. Akşam geç vakitte eve varınca eşi
“nerede kaldın? Meraklandım” deyince keyifle “hiiç? Yeni dostlar edindim.
Onlarla beraberdim” dedi. Eşi “kimmiş o yeni dostlar?” diye ısrarla sorduysa da
ona bu kuyrukçuluktan hiç bahsetmedi.
Her gün eşiyle kahvaltı yapıp birlikte kahve içtikten
sonra “hadi bana eyvallah. Arkadaşları bekletmeyeyim” deyip çıkıyor; akşama
kadar ‘o kuyruk senin bu kuyruk benim’ kuyruk dolaşıp vakit geçiriyordu.
Bu kuyrukçuluğu sırasında o beyle bir iki kez
karşılaştı; o kadar. O bu sırada birçok
yeni kuyruk dostları edinmişti. Kuyruklarda karşılaştığı insanlarla en sevdiği
yan; onları bir daha görmeyeceği düşüncesiyle en özel sorunlarını bile
açabilmesiydi.
Ömrünün sonuna kadar kuyrukçuluğa devam etti. Bu
sırada yeni yeni birçok dost edindi.
Öyle ki; cenazesine bile ‘işyeri arkadaşlarından pek
gelen olmasa da’ kuyruklarda tanıdığı birçok dostu hem onun için son
görevlerini yapmak hem de kuyrukçuluk alışkanlığıyla vakit geçirmek için koşup
gelmişlerdi.