SAVULUN
SENDİKACI GELİYOR!!! (Okumayı sevene yaşanmış hoş bir öykü)
Birgün telefon geldi. Boyabat’ta, sendikasız birçok tuğla fabrikası olduğunu ve
bizim sendikada örgütlenmek istediklerini söyleyerek, örgütleme için bir
görevli göndermelerini istediler.
Bizim
sendikayı TKP’nin kurdurduğu söylentisi nedeniyle o partinin politikasını
benimseyen herkes, böyle talepte bulunuyordu. Sanki o işkolunda bütün işçiler, bizim
sendikada örgütlenmek için sıraya girmişti. O politikayı benimseyen gençler,
öğretmenler konuya böyle bakıyordu.
Sanki
işçilerin sendikalaşması, toplu sözleşme imzalanması çok kolay zannediyorlardı.
“gönderin birini, işçileri örgütlesin” gibi. Ben de öyle zannediyordum. Bana,
“bu sendikanın yaşaması için örgütlenmesi ve aidat gelirinin artması lazım, çık
Anadolu’ya bunu sağla” dediklerinde “olmaz çok zor olur, yapamam” dememiş
sevinçle kabul etmiştim. İşte şimdi de bir telefon gelmiş ve örgütlenecek birçok
fabrika olduğunu ve işçilerin sendikalaşmak için hazır beklediklerini
söylüyordu. Bana söylenince hemen gerekli evrakı çantama koyup, yola çıkmıştım.
Önce garaja geldim. Boyabat’a gitmek için Ankara’ya giden otobüsten bilet
aldım. Ankara’da da o ilçenin bağlı olduğu Sinop’ a giden otobüse bindim. Ve
Sinop’a vardım.
Garajda
Boyabat’a giden otobüs aradım. Oraya yalnızca minibüslerin gittiğini öğrendim.
Minibüsler çok sık gidiyormuş. Giden ilk minibüsün yanına gidip, oradaki
şoförden biletimi aldım, hemen yakındaki büfeden bir Hürriyet gazetesi alıp
minibüste yerime oturdum. Bu arada yolcular da selam verip yerlerine
oturuyordu. Benim dışımda minibüse binen tüm yolcuların birbirini tanıdığını ve
benim yabancı olduğumu fark edip, bana dikkatlice baktıklarını gözümün kuyruğu
ile görüyordum. Yanıma selam verip oturan şahısın selamını almak için başımı
gazeteden kaldırdım. Göz göze geldik. O şahıs biraz geveze biriydi. “hoş
geldin, seni tanıyamadım” dedi. Ben de “gülerek hoş bulduk, ben yabancıyım” diye
cevap verdim. Yanımdaki şahıs “hayırdır bizim orada işiniz ne” diye sordu.
Ben
yıllardır köy çalışmalarında veya benzeri tüm siyasi çalışmalarda hep dikkatli
davranmıştım. Tanımadığım kişilerden, kimliğimi, mesleğimi, adresimi sürekli
gizlemiştim. Ve bunun hep yararını görmüş, birçok tehlikeden kıl payı
kurtulmuştum. Soruyu soran şahsa “mühendisim, bir görüşme için geliyorum’ deyip
yine gazeteme döndüm.
Yanımdaki
kişi diğer yolculara, onlar duyduğu halde “mühendismiş” dedi.
Ne
mühendisi olursa olsun, mühendislerin çok saygı gördüğü yıllardı. Gözümün
kuyruğu ile hepsinin bana saygıyla baktıklarını fark ettim. Başka soruya
muhatap olmamak için gazeteyi katlayıp geriye yaslandım ve gözümü kapayıp,
uyumaya çalıştım. Ama yanımdaki şahısın diğer yolcularla vır-vır konuşmasından
uyumamış, öyle gözlerim kapalı gideceğim ilçeyi düşünüyordum.
Bu
Karadeniz’e ilk yolculuğumdu. Sinop çok hoşuma gitmişti. Denize doğru uzanan
ilin ortasındaki yolda giderken, iki yanda görünen deniz manzarası çok hoştu.
Ben bu duygular içindeyken, sonradan öğrendiğime göre; benim bu yolculuğu
yaptığım sırada beni çağıranlar, İzmir’e tekrar telefon etmiş. Telefondaki
öğretmen işlerin çok karıştığını, işverenlerin sendikalaşmak için başı çeken
işçileri, adamlarıyla kaçırıp feci şekilde dövdürdüğünü, garajda gelecek
sendikacıyı kaçırmak için adam bulundurduğunu, gelecek sendikacının hayati
tehlikesi olduğunu, ayrıca işverenlerin onları da tehdit ettiğini söyleyerek;
“şimdilik sendikacı göndermeyin” demiş. Amma “Abbas yolcu” misali, neredeyse
Boyabat’a varmak üzereydim. Ve bunlardan haberim yoktu. Çünkü şimdiki gibi
haberleşme olanağı o sıralar yoktu.
Yanımdaki
şahısın dürtmesiyle gözümü açtım. O şahıs “geldik” dedi. Birlikte aşağı indik.
O sırada yanımıza yaklaşan birileri bana yaklaşıp, “hayırdır hemşehrim bizim
ilçede ne işin var?” dedi. Ben cevap vermeden yanımda birlikte yolculuk
yaptığımız şahıs “o mühendis, birlikte geldik” dedi. Herhalde bir mühendisle
yan yana gelmek onu çok gururlandırmıştı. “hadi mühendis bey gidelim” dedi.
Birlikte yürüdük.
Bana
“kimsiniz?” diye soranlar o sırada garaja giren diğer minibüslere doğru
yöneldi. Yanımda birlikte yolculuk yaptığımız şahısla garajın dışında taksi
duraklarına kadar geldik. O şahsa “ben burada ayrılayım, tekrar görüşürüz
inşallah” dedim. O şahıs sanki tanıdığımmış gibi beni öperek “iyi günler” deyip
ayrıldı.
Garajda
minibüsün etrafındaki şahıslardan biri de köşeden bakıyordu. Yanımdaki yolcuyla
tokalaşıp öpüşürken fark etmiştim. Aslında o anda farkında değildim; sadece
karşıda bir şahıs görmüştüm. Gittiğim adreste duyduklarım sonucu o kişinin beni
gözlediği aklıma geldi.
Bir
taksiye binip gideceğim mahallenin adını verdim. Bir süre gittik. Şöför
“mahalleye geldik abi. Adres neresi” diye sordu. Teşekkür edip “buraya yakın,
kendim giderim” dedim ve parayı ödeyip taksiden indim. Taksi uzaklaşınca
köşedeki bakkala girip bir sigara aldım ve gideceğim sokağı sordum. Bakkal “iki
sokaktan sonraki sağa dönen sokak” dedi. Sağa dönen sokağı buldum. Aklımda
tuttuğum kapı numarasını arayarak ilerledim. Biraz gidince aradığım kapının
önüne geldim. Kapının ziline bastım. Kapıyı bir bayan açtı. Bize telefon eden
öğretmenin ismini söyleyip “İzmir’den geliyorum” dedim.
Bu
sırada kapının arkasından bir erkek başı uzanıp “buyurun” diyerek beni içeri
alıp kapıyı hemen kapattı. Hoş geldin falan demeden “siz buraya nasıl
gelebildiniz? Ben size gelmeyin diye telefon ettim” dedi. Ben şaşırmıştım. Öyle
bir telefondan haberim olmadığını ve beni çağıran telefonu alınca yola
çıktığımı söyledim.
Beni
odaya davet ettiler. İçeri girip oturduğumuzda beni kapıda karşılayan kişi,
bizi arayanın kendisi olduğunu ve öğretmen olduğunu söyledi. Ve anlatmaya
başladı. “burada çok tuğla fabrikası var. Gerçi biraz ilkel olarak çalışıyor.
Ama işçilerin hepsini sigortasız çok kötü koşullarda ve düşük ücretle
çalıştırıyorlar. Bunlardan bazı işçiler bize gelip, bu durumları anlattı ve
sendikalı olmak istediklerini söyleyince biz de sizi aradık. Eğer burada
örgütlenirseniz bizim için de iyi olur diye düşündük” dedi.
Bu
sırada kapının zili çaldı. Öğretmen yine çok tedirgin olmuştu. Karısına ve bana
baktı sonra gidip kapıyı açtı. Odaya yanında biri bayan, üç kişiyle girdi.
Onları benimle tanıştırdı. Onlar da öğretmendi ve hepsi çok endişeliydi.
Bu
sırada sokaktan geçen bir araba sesi duyuldu. Perde aralığından baktı. “onlar”
dedi. Ben şaşkın bakıyordum. O öğretmen “burası tehlikeli salona geçelim” dedi.
Salon denen odaların ortasında penceresiz bir yerdi. Oraya oturduk. Bana
endişelerini anlattılar. “Biz seni gece bir taksiyle ilçeden çıkaralım”
dediler.
Arada
bir sokaktan geçen araba sesine kulak veriyorlardı. “Onlar” deyip birbirine
şaşkın bakıyorlardı.
Ben
de endişelenmiştim. Gerçekten sokaktan gelen araba sesleri, gelip geçen değil
de “sanki” kasıtlı dolaşan arabaların sesine benziyordu. Bir hızlanıp bir yavaşlayan
veya ani fren yapan araba sesleri…
Ben
“bu arabalar dolaşırken, biz nasıl dışarı çıkacağız?” diye sordum. O
öğretmenlerden biri “mutfak kapısından çıkarız. Bahçelerden geçeceğiz. Üç bahçe
ileride benim anadol var. Seni onunla Sinop’un dışında bir benzinliğe
götürürüz. Orada Samsun’a giden otobüslerden birine bindiririz, gidersin” dedi.
Diğerleri de bu görüşe iştirak etti. Birlikte yemek yedik. Onlar ilçedeki
durumu tüm ayrıntılarıyla anlattılar. Gece yarısına kadar sohbete devam ettik.
Gece yarısı söyledikleri gibi bahçelerden geçip anadolun yanına geldik. Anadola
bindik, ilçe dışına kadar farlarını yakmadılar. İlçe dışından süratle Sinop’a
geldik. Şehir dışında bir benzinlikte beklemeye başladık.
Bir
süre sonra gelen ilk Samsun’a giden otobüse binip, oradan ayrıldım. Böylece
Anadolu’da beş yıla yakın, çok yoğun, çeşitli olayları yaşadığım ve 12 Eylül
1980 gününe kadar süren sendikacılık maceram bu şekilde başlamış oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder