16 Haziran 2017 Cuma

SAVULUN SENDİKACI GELİYOR



SAVULUN SENDİKACI GELİYOR!!! (Okumayı sevene yaşanmış hoş bir öykü)
Birgün telefon geldi. Boyabat’ta, sendikasız birçok tuğla fabrikası olduğunu ve bizim sendikada örgütlenmek istediklerini söyleyerek, örgütleme için bir görevli göndermelerini istediler.
Bizim sendikayı TKP’nin kurdurduğu söylentisi nedeniyle o partinin politikasını benimseyen herkes, böyle talepte bulunuyordu. Sanki o işkolunda bütün işçiler, bizim sendikada örgütlenmek için sıraya girmişti. O politikayı benimseyen gençler, öğretmenler konuya böyle bakıyordu.
Sanki işçilerin sendikalaşması, toplu sözleşme imzalanması çok kolay zannediyorlardı. “gönderin birini, işçileri örgütlesin” gibi. Ben de öyle zannediyordum. Bana, “bu sendikanın yaşaması için örgütlenmesi ve aidat gelirinin artması lazım, çık Anadolu’ya bunu sağla” dediklerinde “olmaz çok zor olur, yapamam” dememiş sevinçle kabul etmiştim. İşte şimdi de bir telefon gelmiş ve örgütlenecek birçok fabrika olduğunu ve işçilerin sendikalaşmak için hazır beklediklerini söylüyordu. Bana söylenince hemen gerekli evrakı çantama koyup, yola çıkmıştım. Önce garaja geldim. Boyabat’a gitmek için Ankara’ya giden otobüsten bilet aldım. Ankara’da da o ilçenin bağlı olduğu Sinop’ a giden otobüse bindim. Ve Sinop’a vardım.
Garajda Boyabat’a giden otobüs aradım. Oraya yalnızca minibüslerin gittiğini öğrendim. Minibüsler çok sık gidiyormuş. Giden ilk minibüsün yanına gidip, oradaki şoförden biletimi aldım, hemen yakındaki büfeden bir Hürriyet gazetesi alıp minibüste yerime oturdum. Bu arada yolcular da selam verip yerlerine oturuyordu. Benim dışımda minibüse binen tüm yolcuların birbirini tanıdığını ve benim yabancı olduğumu fark edip, bana dikkatlice baktıklarını gözümün kuyruğu ile görüyordum. Yanıma selam verip oturan şahısın selamını almak için başımı gazeteden kaldırdım. Göz göze geldik. O şahıs biraz geveze biriydi. “hoş geldin, seni tanıyamadım” dedi. Ben de “gülerek hoş bulduk, ben yabancıyım” diye cevap verdim. Yanımdaki şahıs “hayırdır bizim orada işiniz ne” diye sordu.
Ben yıllardır köy çalışmalarında veya benzeri tüm siyasi çalışmalarda hep dikkatli davranmıştım. Tanımadığım kişilerden, kimliğimi, mesleğimi, adresimi sürekli gizlemiştim. Ve bunun hep yararını görmüş, birçok tehlikeden kıl payı kurtulmuştum. Soruyu soran şahsa “mühendisim, bir görüşme için geliyorum’ deyip yine gazeteme döndüm.
Yanımdaki kişi diğer yolculara, onlar duyduğu halde “mühendismiş” dedi.
Ne mühendisi olursa olsun, mühendislerin çok saygı gördüğü yıllardı. Gözümün kuyruğu ile hepsinin bana saygıyla baktıklarını fark ettim. Başka soruya muhatap olmamak için gazeteyi katlayıp geriye yaslandım ve gözümü kapayıp, uyumaya çalıştım. Ama yanımdaki şahısın diğer yolcularla vır-vır konuşmasından uyumamış, öyle gözlerim kapalı gideceğim ilçeyi düşünüyordum.
Bu Karadeniz’e ilk yolculuğumdu. Sinop çok hoşuma gitmişti. Denize doğru uzanan ilin ortasındaki yolda giderken, iki yanda görünen deniz manzarası çok hoştu. Ben bu duygular içindeyken, sonradan öğrendiğime göre; benim bu yolculuğu yaptığım sırada beni çağıranlar, İzmir’e tekrar telefon etmiş. Telefondaki öğretmen işlerin çok karıştığını, işverenlerin sendikalaşmak için başı çeken işçileri, adamlarıyla kaçırıp feci şekilde dövdürdüğünü, garajda gelecek sendikacıyı kaçırmak için adam bulundurduğunu, gelecek sendikacının hayati tehlikesi olduğunu, ayrıca işverenlerin onları da tehdit ettiğini söyleyerek; “şimdilik sendikacı göndermeyin” demiş. Amma “Abbas yolcu” misali, neredeyse Boyabat’a varmak üzereydim. Ve bunlardan haberim yoktu. Çünkü şimdiki gibi haberleşme olanağı o sıralar yoktu.
Yanımdaki şahısın dürtmesiyle gözümü açtım. O şahıs “geldik” dedi. Birlikte aşağı indik. O sırada yanımıza yaklaşan birileri bana yaklaşıp, “hayırdır hemşehrim bizim ilçede ne işin var?” dedi. Ben cevap vermeden yanımda birlikte yolculuk yaptığımız şahıs “o mühendis, birlikte geldik” dedi. Herhalde bir mühendisle yan yana gelmek onu çok gururlandırmıştı. “hadi mühendis bey gidelim” dedi. Birlikte yürüdük.
Bana “kimsiniz?” diye soranlar o sırada garaja giren diğer minibüslere doğru yöneldi. Yanımda birlikte yolculuk yaptığımız şahısla garajın dışında taksi duraklarına kadar geldik. O şahsa “ben burada ayrılayım, tekrar görüşürüz inşallah” dedim. O şahıs sanki tanıdığımmış gibi beni öperek “iyi günler” deyip ayrıldı.
Garajda minibüsün etrafındaki şahıslardan biri de köşeden bakıyordu. Yanımdaki yolcuyla tokalaşıp öpüşürken fark etmiştim. Aslında o anda farkında değildim; sadece karşıda bir şahıs görmüştüm. Gittiğim adreste duyduklarım sonucu o kişinin beni gözlediği aklıma geldi.
Bir taksiye binip gideceğim mahallenin adını verdim. Bir süre gittik. Şöför “mahalleye geldik abi. Adres neresi” diye sordu. Teşekkür edip “buraya yakın, kendim giderim” dedim ve parayı ödeyip taksiden indim. Taksi uzaklaşınca köşedeki bakkala girip bir sigara aldım ve gideceğim sokağı sordum. Bakkal “iki sokaktan sonraki sağa dönen sokak” dedi. Sağa dönen sokağı buldum. Aklımda tuttuğum kapı numarasını arayarak ilerledim. Biraz gidince aradığım kapının önüne geldim. Kapının ziline bastım. Kapıyı bir bayan açtı. Bize telefon eden öğretmenin ismini söyleyip “İzmir’den geliyorum” dedim.
Bu sırada kapının arkasından bir erkek başı uzanıp “buyurun” diyerek beni içeri alıp kapıyı hemen kapattı. Hoş geldin falan demeden “siz buraya nasıl gelebildiniz? Ben size gelmeyin diye telefon ettim” dedi. Ben şaşırmıştım. Öyle bir telefondan haberim olmadığını ve beni çağıran telefonu alınca yola çıktığımı söyledim.
Beni odaya davet ettiler. İçeri girip oturduğumuzda beni kapıda karşılayan kişi, bizi arayanın kendisi olduğunu ve öğretmen olduğunu söyledi. Ve anlatmaya başladı. “burada çok tuğla fabrikası var. Gerçi biraz ilkel olarak çalışıyor. Ama işçilerin hepsini sigortasız çok kötü koşullarda ve düşük ücretle çalıştırıyorlar. Bunlardan bazı işçiler bize gelip, bu durumları anlattı ve sendikalı olmak istediklerini söyleyince biz de sizi aradık. Eğer burada örgütlenirseniz bizim için de iyi olur diye düşündük” dedi.
Bu sırada kapının zili çaldı. Öğretmen yine çok tedirgin olmuştu. Karısına ve bana baktı sonra gidip kapıyı açtı. Odaya yanında biri bayan, üç kişiyle girdi. Onları benimle tanıştırdı. Onlar da öğretmendi ve hepsi çok endişeliydi.
Bu sırada sokaktan geçen bir araba sesi duyuldu. Perde aralığından baktı. “onlar” dedi. Ben şaşkın bakıyordum. O öğretmen “burası tehlikeli salona geçelim” dedi. Salon denen odaların ortasında penceresiz bir yerdi. Oraya oturduk. Bana endişelerini anlattılar. “Biz seni gece bir taksiyle ilçeden çıkaralım” dediler.
Arada bir sokaktan geçen araba sesine kulak veriyorlardı. “Onlar” deyip birbirine şaşkın bakıyorlardı.
Ben de endişelenmiştim. Gerçekten sokaktan gelen araba sesleri, gelip geçen değil de “sanki” kasıtlı dolaşan arabaların sesine benziyordu. Bir hızlanıp bir yavaşlayan veya ani fren yapan araba sesleri…
Ben “bu arabalar dolaşırken, biz nasıl dışarı çıkacağız?” diye sordum. O öğretmenlerden biri “mutfak kapısından çıkarız. Bahçelerden geçeceğiz. Üç bahçe ileride benim anadol var. Seni onunla Sinop’un dışında bir benzinliğe götürürüz. Orada Samsun’a giden otobüslerden birine bindiririz, gidersin” dedi. Diğerleri de bu görüşe iştirak etti. Birlikte yemek yedik. Onlar ilçedeki durumu tüm ayrıntılarıyla anlattılar. Gece yarısına kadar sohbete devam ettik. Gece yarısı söyledikleri gibi bahçelerden geçip anadolun yanına geldik. Anadola bindik, ilçe dışına kadar farlarını yakmadılar. İlçe dışından süratle Sinop’a geldik. Şehir dışında bir benzinlikte beklemeye başladık.
Bir süre sonra gelen ilk Samsun’a giden otobüse binip, oradan ayrıldım. Böylece Anadolu’da beş yıla yakın, çok yoğun, çeşitli olayları yaşadığım ve 12 Eylül 1980 gününe kadar süren sendikacılık maceram bu şekilde başlamış oldu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder