Merhaba; bugün 1999 yılı 17 Ağustos tarihinde
gerçekleşen ve büyük can kaybına ve yıkımlara neden olan depremin yıl dönümü.
Her yıl olduğu gibi bugün de o büyük felaket anılacak.
İlgili ilgisiz herkes bu konuda görüşlerini açıklayıp tartışmalara katılacak.
Ancak kim ne söylerse söylesin İstanbul'da olası
depremde "afet eylem planı çerçevesinde tespit edilen 493 deprem toplanma
alanından geriye 77 alanın kalması ve 423 toplanma alanının ne olduğu?”
sorusunun doğru cevabı asla verilemeyecek.
Çünkü o konuda söylenecek tek söz 423 toplanma
alanının rant için birilerine peşkef çekildiği ve oralarda şimdi AVM ve rezidansların
yükseldiği; otoprakların yapıldığı gerçeğidir; ama bunu sorumluluğunu kimse
üstüne almayacak.
Çünkü oteden beri inşaat ve rant lobisi şehirlerin ve
devletin yönetiminde en etkin lobidir.
Öyle olunca dün TMMOB nin açıkladığı İsatnbul’da olası
depremde 625 bin kişinin ölümü gerçeğini ve onların acısını ülke olarak yaşamaya
hazır olmalıyız. Ayrıca ülke ekonomisinin adeta yıkıma uğrama tehlikesine de
hazır olmalıyız.
Yani 17 Ağustos depreminin yılödnümünde yukarıda
yazdığım ilgili kurumların açıklamalarına bakınca söylenecek her söz ‘bana göre’
laf-ı güzaftır.
Onun için çok uzatmadan 17 Ağustos depremi için 2016
yılında yazdığım yazıyı aşağıda aynen paylaşmakla yetineceğim.
Merhaba; 17 Ağustos tarihi beyinlerde büyük bir
felaket olarak yerini aldı.
O sıra bütün Türkiye Halkının yüreği yandı; ama asıl
yüreği yananlar o sırada kendi canlarını yitirenlerdir. Onların bu acısını
anlamak kuşkusuz çok zor…
O sıra benim de yüreğim o büyük acının içinde yüreği
yangın yerine dönenleri için çok acıdı.
Bu konuda o sırada canlı yayınlar oldu. O yayınlarda
yüreği yangın yerine dönenlerin yanında uzmanlar çıkarılıp konuşturuldu.
"Deprem ülkemizin bir acı gerçeği. Depremle yaşamaya
alışmalı ve önlemlerini önceden almalıyız" dendi. "Deprem öldürmez;
bina öldürür" deyip bu felaketi her gün yaşayan Japonya'dan örnekler
verildi.
Velhasıl o günden bu yana o büyük felaketle birlikte
alınması gereken önlemler hep konuşuldu.
İstanbul'da olası büyük felaketlerde insanların
toplanacağı geniş alanlar belirlendi.
O sıra özellikle İstanbul'da konut gerçeği; yani
İstanbul'un bu konutlarla öyle bir felaketi kaldıramayacağı; bu durumun bütün
ülke ekonomisine darbe vuracağı söylendi.
Uzmanlar bu konuda ciddi uyarı yaparken; bizim
oralarda "laf gayafı" denen ilgili ilgisiz tipler her gün bir şeyler
söyledi.
Bunları o günden bu yana hepimiz dinledik. "Hımm!
adamlar doğru söylüyor” deyip içimizden dışımızdan tastikledik.
O sıra korkudan ‘deprem çantası’ adı altında çok para
kazananlar.
Yine o sıra deprem felaketzedeleri için yurt içi
yurtdışı yardım yağdı. Bunların “nasıl deve yapılıp? ‘Ham hum şaralop’ deyip
yutulduğu çok söylendi.
Yani diyeceğim bunlar ve burada uzatmak istemediğim
her şey oldu ve o günden bu güne geldik.
Bugün 17 Ağustos depreminin yıl dönümü.
Benim derdim yukarıda yazdıklarım değil. Çünkü
aydınlanmamış toplumlarda olağan işlerdir bunlar.
Bugün o felaketi yana yakıla anan ‘bizler ne yaptık?’
benim asıl sorum bu. Yani bizlere olan soru…
“Biz yurttaş sorumluluğuyla bunları ne kadar takip
ettik? Yeni felaketlerin olmaması için bu konuda duyarlı yerel yönetimleri
seçmek birleşmeyi neden akıl etmedik? İnsanların toplanacağı alanları ranta
açan yerel yönetimleri değiştirmek için ‘tıpkı bugün acıda birleştiğimiz gibi’
neden birleşemedik?” benim derdim o.
Kimse kimseyi; özellikle kendini sahtekarca
kandırmasın. Her yıl dönümünde hepimiz ağlamaklı o felaketi andık; o kadar.
Sonuç olarak yurttaş olarak bizler ‘kendi kendimizi ve
birbirimizi kandırarak’ bu aymazlığa devam ettikçe bilelim ki! Hepimiz aynı
felaketlerin çok daha büyüğü yaşamaya, o sıra yaşanan acıları kat be kat
yaşamaya adayız.
Hele büyük şehirlerde oturanlar en başta bu felaketi
yaşamaya aday. Bu kafayla gidersek aday olunan felaketi mutlaka yaşayacağız.
Onun için dileğim o büyük felaketi yana yakıla anarken
kendimize yaptığımız sahtekarlıklardan vazgeçip yurttaş sorumluluğuyla o
acıların tekrar tekrar yaşanmaması için yurttaş sorumluluğuyla birleşip; aynı
sorumluluğu milyonların duyması için demokratik toplum hedefinde siyaseten
çoğalmamızdır.
Bence gerisi sadece “Laf-ı güzaftır.”
17 Temmuz 1999 depreminin yıl dönümü bana bunları
düşündürdü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder