Aşağıdaki Radikalblogdan paylaştığım 22. 01. 2016 tarihli yazının başlığının yerine Mattis'ten önce Mattis'ten sonra diye yazıp bir iki değişiklik yapılsa önceki gün gelen ABD savunma bakanının bıraktığı izlenimlerle 2016 yılı Ocak ayının yirmi ikisinde gelip giden o zamanki ABD devlet başkanı Obama'nın yardımcısı Joe Biden'in bıraktığı izlenimlerle hiç farkı olmadığı görülecektir.
Yazıyı dikkatli bir gözle izleyen herkes sanırım aynı kanıda buluşacaktır.
Joe Biden'den önce Joe Biden'den sonra
22. 01. 2016
Radikal'de Murat
Yetkin Joe Biden'in ziyareti için aynı resmi kullanmış ve "kritik
günler" başlığını atmış.
Ben de
o resmi kullanırken bu ziyaretle ilgili "Joe Biden'den önce; Joe
Biden'den sonra" başlığını atmayı tercih ettim.
Çünkü Joe Biden Türkiye
iç politikasında güneydoğuda çatışmaların ağırlığını hissettirdiği, dış
politikada ise özellikle Rusya, Suriye ve tabi Irak'taki gelişmelerle yeni bir
durum kazandığı sırada ve Cenevre'de Suriye görüşmesinin hemen öncesinde ABD nin
başkandan sonra en yetkili olan kişisi sıfatıyla geliyor.
Çünkü Türkiye her
zaman bu bölgede ABD çıkarları açısından önemli bir müttefikidir. Yani
Türkiye'nin iç ve dış politikada yaşadığı sorunlar ABD yi yakından
ilgilendirir. Ayrıca İran'la ilişkilerindeki son gelişmelerin bu bölgede
müttefiki olan Suudi Arabistan ve İsrail'i çok rahatsız ettiği bir sırada
Türkiye ile yeni duruma uygun birlikte strateji geliştirmesi çok önem
kazanıyor.
Özellikle 24 Kasım'da
'17 saniyelik sınır ihlali nedeniyle' Türkiye son bir yılda çok yakınlaştığı
Rusya'nın uçağını düşürmesi sonrası bölgedeki gelişmeler ABD nin Türkiye'ye
ilgisini daha artırıyor. Çünkü Rusya'da şu sıra Suriye konusunda yeni
müttefikler peşinde. Düne kadar Türkiye ile birlikte hareket eden Katar
Emir'inin Putin'in konuğu olarak ağırlanması gibi.
Murat Yetkin bu durumu
"ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın gündeminde pek çok konu var. Ukrayna
var. Rusya var. İran'la anlaşma, İran-Suudi çatışması var, önemli gelişmelerin
gözlendiği Kıbrıs var, ama gözler en çok Suriye, Irak ve IŞİD ile
mücadelede" diye özetlemiş. Ve Obama'nın Sultanahmet ve Çınar saldırıları
sonrası Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan'ı taziye için telefonla aradığı
sırada 'adeta' telefonda "yardımcımı tam yetkiyle gönderiyorum. Çözelim
meseleleri" mesajını verdiğini yazıyor.
Gerçekten ABD ve
Türkiye arasında son zamanlardaki gelişmeler nedeniyle aralarında biriken
meseleler var gibi.
ABD emperyalist bir
güç… Türkiye'yle stratejik ortaklığı "esas olarak bölgedeki çıkarlarını
korumak için". Öyle olunca müttefikinin özellikle bölgede izlediği dış
politikadaki yanlışının kendi çıkarını doğrudan zarar verdiğini bilerek
Türkiye'nin epeydir eleştirilen dış politikasını ve giderek kangrenleşen Kürt
sorununa çeki düzen vermesini istemeyi kendinde hak olarak görüyor olabilir.
Bence "görebilir" değil görüyor. Yoksa Türkiye'nin Irak yönetimiyle
karşı karşıya gelmesi veya İran'la ilişkilerinde soğuma veya Suriye'de içine
düşürüldüğü açmaz veya Rusya ile gerilen ilişkiler Atlantik ötesindeki bir
ülkeyi niye bu kadar ilgilendirsin? Başkandan sonra en yetkili ikinci kişi
niye binlerce kilometre uzaktan kalkıp gelsin?
İşte ben bu sorulara
bakarak yazıma "Joe Biden'den önce, Joe Biden'den sonra"
başlığını attım. Bana göre Joe Biden'in bu yapacağı görüşmeler sonunda
Türkiye'nin gerek güneydoğu, gerekse Suriye politikasında köklü değişiklikler
olabilir. Tabi bu hemen "emrin başım üstüne" mantığıyla olmaz. Çünkü
Türkiye de bir yerde bağımsız bir ülke... ABD'ye ne kadar bağımlı olunsa da
özellikle iktidarın iktidarını aldığı kamuoyu ve ona bağımlılığı var.
Eğer iç ve dış
politikada köklü değişiklikler olacaksa bunu onların; yani iç kamuoyunun
sindirmesi için de bir yol bulunmak zorunda.
Örneğin iktidar ve
cumhurbaşkanı güneydoğu sorununu; yani Kürt sorununu bir terör sorununa
indirgemiş durumda. Irak'ta Başika'ya yolladığı asker için "ben bu konuda
haklıyım" duruşu var. Suriye sorununun çözümü sürecinde PKK ile
özdeşleştirdiği PYD'yi yok sayıyor ve "asla muhatap almam" diyor.
Başbakan 'sanırım' gardını sağlam tutmak için Davos'tan Cenevre'de toplanacak
Suriye konulu toplantıda PYD'yi kabul etmeyeceğini açıkladı.
Ancak PYD Suriye
konusunda reel bir gerçek. Yani Suriye sorununun önemli bir parçası… Onu yok
sayarak Suriye sorununun çözümünde yer alınamaz. Çünkü Rusya Suriye ile
ilişkileri yönünden ABD de Işid'le savaşında PYD yi partner olarak görüyor.
Buradan görüldüğü gibi
Cenevre'deki Suriye görüşmeleri Türkiye'nin hem iç hem de dış politikasında
'PYD'ye bakış nedeniyle' manevra alanını daraltıyor.
Ayrıca Kürt sorunu
konusundaki tıkanma 'her ne kadar bu Türkiye'nin iç sorunu dense de' bölgedeki
ilişkiler açısından giderek sorun teşkil edecek gibi. Yani Türkiye Kürt
sorununu Kürt siyasetini yok sayarak ve sadece silahla çözemez. Eninde sonunda
bu konuda karşısına birini birilerini muhatap almak zorunda kalabilir. Öyle
olunca burada doğru muhatap öncelikle Türkiye siyaseti içinde yer alan
partilerdir. İktidarın bu yolu önceliğine alması gerek kendi iktidarı açısından
gerekse Türkiye'nin iç barışı açısından doğru olandır.
Yukarıda özetlediğim
konularda Türkiye'de iktidarın izlediği politikanın yarattığı sıkışıklık
yalnız Türkiye'ye değil; giderek ABD'nin bölgedeki çıkarlarına zarar verecek
gibi. Tabi bu zarar ABD'nin bölgedeki ilişkileri açısından… Sanırım ABD bu
kaygıyla hareket ediyor.
Bu düşünceyle 'bence'
Joe Biden ABD'nin duruşunu da ortaya koyarak Türkiye'nin iç ve dış politikadaki
sıkışıklığını 'bir şekilde nasıl aşacağını?' görüşmek için geliyor..
Siz bakmayın medyaya
verilen "caklı cuklu" demeçlere. Önümüzdeki süreçte iç ve dış
politikadaki gelişmeleri doğru izlerseniz yazıya koyduğum başlıkla ne demek
istediğim daha iyi anlayacaksınız.
Benim burada dileğim
bu son görüşme ve gelişmeler sonunda AKP iktidarının dış siyasetinde
izlediği Suriye politikası ve iç siyasetinde çözüm masasını devirerek yürüttüğü
Kürt sorunu politikasından Türkiye'nin en az zararla çıkabilmesi.
Yeniden dış
politikasında ilk başta ortaya koyduğu "komşularla sıfır sorun" iç
politikada başta Kürt sorununun çözümü olmak üzere demokrasiyi ve hukuk
güvencesinin ve en önemlisi düşünce özgürlüğünün yeniden tesisine
yönelinmesi.
Yoksa emin olun; aksi
takdirde bugün dış ve iç politikada girilen açmazdan ne iktidarın ne de
Türkiye'nin çıkış şansı hiç yoktur. Deyim yerindeyse "iktidarı muhalefeti
elele batarız".
Gönül isterdi ki;
Türkiye'de siyaset yapanlar iç politikayı ve dış politikayı birbirine
karıştırmadan her iki politikayı da yerli yerince çağın koşullarına uygun
yürütecek iradeyi göstersin. Ama bizdeki demokrasinin ikide bir askeri
darbelerle iğdişleşen güdük yapısı siyaseti kasaba politikacılığından bir adım
öteye götüremedi.
Sanırım bugün
yaşadığımız bütün iç ve dış sorunların ve belki yarın da yaşayacağımız bütün iç
ve dış sorunların esas nedeni siyasette 'kasaba politikacılığı' çıtasını aşıp
çağın gerçeğini kavramış politikadan ve politikacıdan yoksun oluşumuzdur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder