Boyabat
dönüşü geldiğim İzmir’de beni merakla beklediklerini gördüm. Boyabat’ta karşılaştığım
durumu anlattım. Sağ salim dönmeme sevindiler. Bu arada Aydın’dan bir ilişki
geldiğini söyleyerek “git bir bak bakalım” dediler.
İlk
seferimden kaçarcasına dönmüştüm. Henüz işçi örgütlemesi deneyimini
yaşamamıştım. Otobüse atlayıp Aydın'a gittim. Bize haber gönderen Aydınlı bir
kişiydi. Töb-der’de buluşacaktık. Oraya gidip onu buldum. Farklı bir sol
gurubun sempatizanıydı. Kadıköy semtinde bir tuğla fabrikası olduğunu; o
fabrikadaki işçilerle ilişkisi olduğunu ve örgütlenme çalışmalarımda bana
yardımcı olacağını; işçilerin olduğu semte gece gideceğimizi söyledi.
Akşama
kadar Töb-der’de oyalandık. Önce bir yerde yemek yiyip; oradan Kadıköy semtine
gittik. Gece de olmuştu zaten.
Önce
onun daha önce görüştüğü işçinin evine gittik. O işçi genç biriydi ve o da aynı
sol gurubun sempatizanıydı. Bu durum beni endişelendirmişti. Örgütlenme
sırasında benim bilgim dışında davranıp zarar vermelerinden korktum.
Ona
önce işyeri ile ilgili bilgi vermesini söyledim.
İşyerinde
yüz on işçi çalıştığını, hepsinin sigortasız olduğunu, hafta sonu dahil her gün
çok kötü koşullarda çalıştıklarını; yemek dahil hiçbir sosyal hakları
olmadığını söyledi.
Bu
anlattıklarından beni çok zor bir örgütlenmenin beklediğini fark ettim.
İşverenin çok acımasız olduğunu söyleyince; örgütlenmemizi fark ederse her an
işçi atabileceğinden endişelendim. Öyle olursa sendika örgütlenme çalışmamız
baştan başarısızlığa uğrayabilirdi. Bu kaygıyla örgütleme çalışmalarını çok
gizli yapmak gerektiğini düşündüm. Ve orada her ikisine de bu kaygımı anlattım.
Üye
kaydını çok gizli ve tek tek yapacağımızı; herkesin yalnız kendisini bileceğini
söyledikten sonra fabrikada çalışan gence “sen de bu kurala tabisin. Şimdi ilk seni
üye kayıt edeceğim. Sen de bize bir kişi öner. Biz gidip onu üye yapalım”
dedim. Devamla “örgütleme bitip yetki alana kadar şayet işveren bu çalışmayı
fark edip işçi çıkarırsa hiçbir tepki vermeyip bana bildirirsin” dedim.
Bu
şekilde geceleri ev ev dolaşıp tek tek üye kaydına başladım. Bu arada yasal
yetki çalışmaları için gerekli yazışmayı da başlattım.
Kendimi
“gazap üzümleri” nin romantizmine kaptırmıştım. Üye kaydı öyle çok kolay
olmuyordu. Gece sabahlara kadar üye kaydı için dil döküyordum.
Hele
bir işçi kadın vardı. Onun evine mübalağasız bir hafta her gece gittim. Çünkü o
kadın kızı, damadı ve kocası olmak üzere tam dört kişi çalışıyordu fabrikada. O
kadını ikna edince dört kişiyi ikna etmiş olacaktım. Ayrıca o kadın anaç
kimliğiyle diğer işçiler arasında da çok sevilip sayılıyordu. Bunu daha sonra
gittiğim evlerde ‘o kadın için’ onun üye olup olmadığı ısrarla sorulunca
anlamıştım.
O
kadın da aynı şeyi söylemişti ve bana “bak oğlum. Biz bir lokma ekmek için
çalışıyoruz. Elbet daha iyi ücret almak isteriz; ama bu işi kaybedersek hepimiz
aç kalırız. Onun için ‘sen deyiver. Başaracaksak girelim bu işe. Yoksa yol
yakınken geri dönelim’ diye ısrarla söylüyordu.
O
sıra tanıdım o kadını. Gerçekten çok gerçekçiydi. Aslında çok da mücadeleciydi.
Kaygısı kendinden çok diğer işçiler içindi. Onların işsiz perişan olmasını hiç
istemiyordu. Tam bir hafta gece sabahlara kadar yere serdikleri yatakların
üstünde sürekli demledikleri çayları içerek sohbet etmiştim onunla. O sıra
hayran kalmıştım ona. Cahil bir kadındı; ama lafları çok yerindeydi. Sanki yıllarca çekilen çilenin doldurduğu ibriğin
imbiğinden süzülüp geliyordu sözleri.
Bu
sırada o kadını ve diğer işçileri yakından tanıyarak ilerisi için de epey deney
kazanıyordum.
Bu
arada Aydın’da yeni dostlar edinmiştim. Arada bir İzmir'e gidip bilgi
veriyordum. Yetki alma aşamasına gelmiştik. Üye kaydı da ‘işverenin adamı denen
birkaç işçi dışında’ tamamlanmıştı.
İşin
güzel yanı tek tek üye kaydı yapılmış; herkes kendi dışında yalnız önerdiği
işçiyi biliyordu. Gizlilik kurallarına tam uyulmuştu. İlk gittiğimiz işçi dışında
herkes sabırla bekliyordu. Yalnız o işçi sık sık beni arıyor “ne oldu?” diye
soruyordu.
Ben
“acele etme her şey yolunda, sabret” diye heyecanını yatıştırmaya çalışıyordum.
Bizi ilk çağıran genç de beni pasiflikle suçlayıp “acele et” diyordu.
‘Yetki
alma sürecini, bu süreçte neler yapıldığını? bu çalışmaların zorunlu olarak ne
kadar sürdüğünü?’ bilmiyordu. Onun için bu fabrika yalnızca bir eylem alanıydı.
Bir an önce orada eylem konmasını istiyordu.
Ben
de ısrarla sabretmek gerektiğini belirli bir yasal sürenin geçmesi gerektiğini
söylüyordum.
Bu
arada da çağırırlarsa İzmir'e gidip geliyordum.
O
gün yine İzmir’den arayıp “yetki yazısı geldi” dediler. Ben de bizi çağıran
gence bunu söyledim. “İşin sonuna geldik. Yetki yazısı gelmiş. Gidip yazıyı
alıp işverene sözleşme çağrısı yapayım” dedim.
O
da çok sevindi; hafta sonuydu. İzmir'e gittim. Pazartesi dönecektim. Daha
İzmir'e yeni varmıştım. Aydın’dan telefon geldi. ‘İşçiler direnişe çıkmış.’
Hafta
sonuydu. “Hoppala” dedim. İzmir’de sendikada hepimiz şaşırdık. Orada olanlar
bana kızdı. “Başımıza iş açtın. Git hallet” dediler. Hemen Aydın'a geri döndüm.
Kadıköy semtinde fabrikanın olduğu yere gittim.
Artık
işin gizlisi saklısı kalmamıştı. Orada kalabalık işçi gurubu toplanmıştı.
İlerde jandarmalar vardı. İşçilerin yanına gittim. “Nasıl oldu?” diye sordum.
O
ilk üye yaptığım genç yetki alındığını öğrenince “tamam sendika yetki aldı,
hakkımızı söke söke alacağız” diye fabrikada aleni söylenmiş. Bunu duyan
işveren de ‘kim üye?’ bilmediği için bütün işçileri ‘kapı dışarı’ edip kovmuş
ve jandarma çağırmış.
Vaziyet
buydu. Çok kızmıştım.
Orada
bizi Aydın'a çağıran genç de vardı. Hemen devrimci havalarında, işçilere slogan
attırmaya çalışıyordu. Önce ona ve yanındaki ilk üye yaptığım gence bağırarak
“ben size ne olursa olsun her şey gizli olacak; direniş yapılmayacak demedim
mi?” diye söylendim.
Gecelerce
evinde sabahladığım kadın işçi ileriden bana küskün bakıyordu. Bakışıyla ‘sanki’
“ben sana demedim mi? Şimdi ne olacak?” der gibiydi.
Önce
onun yanına gittim. Çok üzgündüm. Çünkü işçilerin hepsini tek tek “korkmayın,
hiçbir şey olmayacak” diye güvence vererek üye kaydetmiştim. İşçiler çok şey de
istemiyordu. Tek istedikleri sigorta ve Pazar günü veya haftada bir gün ücretli
tatil yapmaktı. Yani istedikleri yalnızca yasanın uygulanması idi. Şimdi de
benim beceriksizliğimden işsiz kalmışlardı.
O
kadına ve yanıma toplanan işçilere “Meraklanmayın. Mutlaka bir çözüm bulacağım”
dedim ve doğru fabrikaya yöneldim.
Kapıda
bekçiye “işverenle görüşmek istiyorum. Sen ‘sendikacı gelmiş sizinle görüşmek
istiyor’ de dedim. Bekçi gönülsüzce fabrikaya gidip; geldi. “Buyurun” dedi.
Birlikte içeride işverenin odasına gittik.
Kapıyı
tıklatıp girdim. Adam çok iyi karşıladı. ‘Çok zor durumda olduğunu, Aydın’da
başka fabrikalarda sendika olmadığını; eğer bize müsaade ederse kesin
batacağını’ söyledi.
Bu
sızlanmaya sonraki süreçte de özellikle küçük işyerlerinde çok karşılaşmıştım.
Hele
bir keresinde Adana bölge temsilcimiz bir karo atölyesinde örgütlenince atölye
sahibi ancak diğer atölyelerde örgütlenirsek bizimle sözleşmeye oturacağını ve
oralarda örgütlenmemiz için yardımcı olacağını söylemiş; “yoksa tek benim orası
sendikalı olursa batarım” demişti.
Burada
işvereni sonuna kadar dinledim. “Eğer” dedim, “işçileri tekrar işe alırsanız;
ben de yetki belgesini de, üye fişlerini de yırtıp buradan çeker giderim”
dedim.
Uzun
görüşmeler sonunda bu teklifimi kabul etti. Birlikte dışarı çıktık. İşçilere
durumu anlattım. “Eğer sendikalaşmaktan vazgeçersek, işveren sizi tekrar işe
alacak. Ben bunu kabul ettim. Siz ne dersiniz” dedim. Başta o kadın olmak üzere
bütün işçiler benim bu teklifimi alkışlarla kabul ettiler.
Direnişi
bu şekilde kaldırdım…
O
sırada orada bulunan ve bizi Aydın'a çağıran gençle ilk üye yaptığım genç
“revizyonist işçileri sattın” diye bağırıyordu.
Yaptığım
“Revizyonistlik mi? Ne?” bilmiyordum ama tek bildiğim ‘başarısız geçen ilk örgütlenme sonunda yaşadığım direniş eylemini’ kazasız belasız atlatmıştım.
Bu
direniş bana daha sonra örgütlenmek için gittiğim diğer işyerlerinde de böyle ‘devrimciler’
destek veya yardım için karşıma çıksa da kesinlikle onları kendimden uzak
tutmam ve örgütlenmeyle ilgili bütün inisiyatifi hep elimde tutmam gerektiğini öğretmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder