28 Ağustos 2017 Pazartesi

YAKLAŞAN 30 AĞUSTOS'U DÜŞÜNÜRKEN


30 Ağustos Osmanlı ahalisi konumundaki Türkiye halkının 19 Mayıs 1919 da Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmasıyla başlayan süreçte giriştiği Anadolu’nun bağımsızlık savaşında dönüm noktasıdır.
Tabi bu sürece gelinirken Anadolu’nun birçok yerinde düşman işgaline karşı bağımsız yerel direnişler de olmuştu; ama bunların derlenip toparlanıp düzenli orduya dönüşmesi ve Yurdu işgal eden düşmana son vuruşun yapıldığı 30 Ağustos’a gelinmesi Mustafa Kemal’in önderliğiyle oldu.
Haliyle Mustafa Kemal bu büyük mücadeleye yalnız başlamadı. Yanında ve sonrasında katılan Osmanlı ordusundan silah arkadaşı olan komutan arkadaşlarının ve Anadolu’da bulundukları yerin kanaat önderlerinin katılmasıyla bu büyük mücadeleyi verdi; ama bana göre bu süreçte hep bir başınaydı. Yani yapayalnızdı. Nihai hedefi olan çağdaş toplum hedefinde bir devlet kurmak utkusunda yalnızdı.
Sonraki süreçte anlaşıldı ki! Bu düşüncesini ayrıntılı olarak kimseye anlatmamış.
Özellikle saltanatın kaldırılması ve sonrasında cumhuriyet kurulup hilafetin kaldırılması; şeriat hukukun yerini medeni hukukun alması ve Arap alfabesi yerine Latin alfabesiyle eğitime geçilmesi gibi hedeflerinde ‘bu hedeflere yönelimde gördüğü tepkilerden anlaşıldığına göre’ çok ketum davranmış.
Örneğin Rauf Orbay... Mustafa Kemal’in Selanik’ten çocukluk ve okul arkadaşı… İsmet İnönü ta başından beri yanı başında bir arkadaşı… Ona Anadolu’nun kapısını açan Kazım Karabekir çok yakın silah arkadaşı. Ve diğerleri var. Bütün bunların tamamına düşüncesini süreç içindeki gelişmeye göre aktarmış; kimisinde ‘adeta’ emirvaki yapmış.
Bütün bunlara bakınca Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda ve sonra çağdaş toplum hedefine yönelmesinde tek belirleyici ve karar verici lider olduğu anlaşılıyor. Sanırım onu lider özelliği kazandıran ve aradan geçen bunca yıla rağmen kişiliğine yönelik onca yıpratma çabalarına karşın kişilik değerinden hiçbir şey yitirmemesinin gerisinde yatan bu gerçek.
Benim bu yazdıklarımı okuyan beni “Mustafa Kemal hayranı biri” olarak tanımlayabilir. Benim burada yapmaya çalıştığım 30 Ağustos 1922 büyük taarruza gelinen ve sonrasında devam eden süreci doğru anlamaya çalışmaktır.
Çünkü bu sürece kolay gelinmediğini biliyorum.
Örneğin Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında veya Amasya’da veya Erzurum’da veya Sivas’ta veya Ankara’da meclis toplandıktan sonra esas amacının ‘saltanatı ve hilafeti kaldırıp çağdaş Avrupa değerlerini hedef alan laik bir devlet kurmak’ olduğunu söyleseydi kaç kişi yanında olurdu? Bu sorunun doğru cevabı ‘sonraki süreçte anlaşıldığına göre örneğin Rauf Orbay veya Kazım Karabekir kesin yanında yer almazdı. En yakını gözüken İsmet İnönü bu hedefleri hayalci bulup karşı çıkabilirdi. Anadolu’da düşmana karşı direnişe geçenlerin çoğu işin başında onun yanında olmaktan vazgeçebilirdi.’ Çünkü birçoğu için ulaşılması güç hayaller veya aykırı düşüncelerdi bunlar.
Cumhuriyetin kuruluşuna, saltanatın ve hilafetin kaldırılışına, medeni kanun ve Latin alfabenin kabulüne gösterilen tepkiler 1920 23 Nisan’ında meclis kurulmadan önce yaşananlar, meclis kurulduktan sonra yapılan tartışmalar, iktidar çatışmalarının hepsi benim yukarıda tespitini doğrular nitelikte.
Örneğin Ankara’da meclisin toplanması ve bir yıllık sürede düzenli ordunun kurulup iki yıl sonra 30 Ağustos’ta büyük taarruza geçilmesi Mustafa Kemal’in dışında hepsi için ‘ham hayal’ gerçekleşmesi olanaksız hedeflerdi. Mustafa Kemal’in yanında yer alan veya ona destek verenler bu süreç için çok uzun süreler geçeceğini varsayıyordu.
Örneğin Mustafa Kemal’in 24 Kasım 1928 de açılan Millet Mektepleriyle her yıl beş yüz bin yurttaşa okuma yazma öğretme hedefini Cumhuriyetin kurucu sahibi Yunus Nadi ‘hayal’ olarak niteliyor. Latin alfabeleriyle okuma yazma ve eğitim için en az 20-25 yıllık bir süre gerektiğini söylüyordu. Latin Alfabesi yerine Arapça alfabenin devamını ısrarla savunan ve saltanatın ve hilafetin kaldırılıp cumhuriyetin kurulması konusunda ona çok ters düşen ‘Mustafa Kemal’e Anadolu’nun kapısını açan’ Kazım Karabekir Paşa da aynı düşüncedeydi. İsmet İnönü onu çok aceleci buluyordu.
Bunları yazarken Yunus Nadi’nin bir anekdotu aklıma geldi.
1920 yılı Mart ayının sonuna doğru İstanbul’da matbaası İngilizler tarafından basılıp kapatılan Yunus Nadi ‘Mustafa Kemal telgrafla Ankara’ya gelmesini isteyince’ matbaadan kurtarabildiği baskı makinelerini İnebolu’dan Ankara’ya gönderdikten sonra kendisi yanında iki arkadaşı Mudanya üzerinden Ankara’ya ulaşır.
Ankara’ya ulaştığında gördüklerini ifade ederken Ankara için “yolları balçık içinde köhne binaların çoğunlukta olduğu bir Anadolu kasabasıydı” der.
Ankara’da ilk gördüğü Mustafa Kemal’in çağrısıyla Anadolu’dan gelen mebusların perişan, çaresiz ve umutsuz halidir. Hepsi geldikleri Ankara’da kalacak bir yer bulma telaşına girmiş. Parası olanlar kendilerine ev tutarken daha yoksul olanlar ikişer, üçer kişi birer odaya doluşmuş; yerleşme telaşındadır. Hepsinin ortak sorusu “biz geldi; ama burada ne yapacağız” dır.
Bunları gören Yunus Nadi orada birine Mustafa Kemal’e nasıl ulaşacağını sorar. O sorduğu kişi Mustafa Kemal’in bir bağ evinde kaldığını söyler. Bunun üzerine Yunus Nadi bir at arabası kiralayıp o adrese gider.
Onu şöyle anlatır.
“At arabası bozkırda bir arazinin içinde iki katlı bir bağ evinin önünde durdu. Arabadan indim. Binanın önünde silahlı bir asker duruyordu. Onun yanına varıp ‘Mustafa Kemal’le görüşmek istediğimi’ söyledim. Asker içeri girdi.  Az sonra geri döndü bana ‘paşa sizi yukarıda bekliyor’ dedi.
Kapıdan girdim. Alt katta iki kapı yukarı çıkan bir merdiven vardı. Alt kattaki odalarda askerler vardı. Yukarı çıktım. Yukarıda iki oda vardı. Birinden telgraf makinesinin takırtısı geliyordu. Öbür odaya yöneldim. Odada masa üzerine yığılı kitap ve evrakın ardında adeta kaybolmuş Mustafa Kemal vardı. Beni görünce ‘ooo! Hoş geldin çocuk. Otur şöyle’ dedi. Bu sırada telgrafçı asker Anadolu’nun dört bir yanından telgraflar getiriyordu. Telgraflarda direniş komiteleri kendi durumlarını anlattıktan sonra ‘paşam gelip başımıza geçin. Yoksa başaramayacağız’ vb. ifadelerle onu başlarına geçmesi için çağırıyorlardı.
Mustafa Kemal bütün telgrafları tek tek cevaplıyordu. Cevabında ‘Ankara’da meclis toplandı. Düzenli ordu kurma çalışması başladı. En kısa zamanda bütün birlikler düzenli ordu etrafında toplanacak ve düşmanı yurttan atmak için büyük taarruza geçeceğiz’ diyordu.
Son telgrafı yazdıktan sonra benim kendine hayretle baktığımı görünce ‘ne o çocuk? Şaşırdın mı? Yazdırdıklarım gördüklerine uymuyor değil mi? Ama merak etme. O meclis toplanacak. Allah’ın izniyle düzenli orduyu da kuracağız ve düşmanı bu yurttan atıp bağımsızlığımızı sağlayacağız’ dedi. Bunları söylerken çok kararlı bir yüz ifadesi vardı ve bütün söylediklerini tek tek hayata geçirdi” diye ifade eder o sıra yaşadıklarını.
30 Ağustos Türkiye Halkının Mustafa Kemal’in önderliğinde giriştiği bağımsızlık savaşının yıl dönümüdür.
Bir süredir özellikle mesengerden ‘bayrak zinciri oluşturma’ çağrıları geliyor. Özellikle şu sıralar cumhuriyetin kuruluş sürecinde sağladığı kazanımları tehlikede gören herkes bir şekilde bu güne önem veriyor veya farklı bakıyor.
Kimisi gözünü kırpmadan ‘Atatürkçü’ olduğunu ifade edip Atatürk’ü savunuyor.
Kimileri de hep olduğu gibi Cumhuriyetin kuruluş sürecinde veya daha önce olan olumsuzluklara; yanlışlara bakıp 30 Ağustos’a dudak bükerek bakıyor veya öyle değerlendiriyor.
Kuşkusuz o süreçte onlarında da çok haklı olarak eleştirdiği hatalar oldu. Ama bana göre bunların hepsinin değerlendirmesi kendi gerçeğinde bilerek, bilgili olarak yapılırsa bir anlamı olabilir. Yani Mustafa Kemal’i veya cumhuriyeti cumhuriyet değerlerini övmek de eleştirmek de doğru bilgilerle yapılmalı. Öteki gibi ‘Öven de, Yeren de’ sadece kendi niyetini ifade eder ve bence bir değeri; anlamı olmaz.
Örneğin Kürt aydını sosyalist Tarık Ziya Ekinci ‘kendi baktığı yerden’ kurtuluş savaşında Mustafa Kemal’in büyük değer verdiği Kürt Halkını cumhuriyetin kuruluşu sırasında dışlamasına “bu konuda bütün suçu Mustafa Kemale atmak yanlış olur. Bizimkiler ‘Kürt ağa veya beyleri’ Mustafa Kemal saltanatı kaldırınca bundan hoşnut olmadılar. Özellikle hilafetin kaldırılmasına ‘kendi rahatları bozulacağı için’ çok tepki gösterdiler. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde dışlanmalarına bunlar da sebep oldu” diye açıklık getiriyor.
Burada diyeceğim özellikle günümüzde doğru olan tarihi gerçekler ve cumhuriyetin kazanımları ve kayıpları konusunda lehte ve aleyhte düşünce ifade etmek için önce bu düşünceleri doğru bilgi temelinde oluşturmak gerekir.
Öteki gibi kupkuru ‘bayrak zinciri oluşturma’ telaşına girmenin bir anlamı yoktur. Araştırmadan ‘doğrusu eğrisi ne?’ öğrenmeden cumhuriyeti ve kazanımlarını eleştirmek de sadece aymazlıktır.
30 Ağustos’un Türkiye Halkının geleceğinde çok büyük önemi vardır. Bu günü daha önemli hale getirmenin tek yolu da olabildiğince demokrasi ve demokratik toplum hedefinde çoğalmak için doğru anlaşılır, ötekini kırmadan barış ve dostluk içeren ifadelerle kendimizi anlatmayı hedeflemektir.
Özellikle bu günlerde inanç ve etnik kimlik farklılığını hiç sorun yapmadan barış ve dirlik içinde siyaset anlayışında buluşmak çok çok önemlidir
Yaklaşan 30 Ağustos’u düşünürken aklımdan geçen bunlardı. Bunları buradan ifade etmek istedim. Umarım yazdıklarım doğru anlaşılır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder