8 Ocak 2017 Pazar

ANAYASA REFERANDUMU DÜNYANIN SON MU?



Bugün mecliste anayasa değişikliği görüşmeleri var.
İktidarın 15 Temmuz’da girişilen darbe teşebbüsünden sonra ‘darbeye ve darbe tehlikesine karşı’ diye başlattığı bir OHAL süreci var. Bu süreçte ‘başta demokrasiye sahip çıkmak için’ deyip başlatılan bu süreç şimdi ‘sanki’ tek adam diktatörlüğüne zemin hazırlamak için bir sürece dönüştü ve bu süreci besleyen geri planda inancı siyasetin merkezine koymak ve devleti bir din devletine dönüştürme gayretleri var.
Yani 1980 de faşist cuntanın uygulamaya soktuğu ‘Ilımlı İslam’ düşüncesi yerini Radikal İslam almaya başladı. İktidarın; özellikle cumhurbaşkanının epey süredir dış politikada girdiği siyasi açmazlar sonunda geldi onları bu Radikal İslamın desteğine mahkum etti veya öyle düşünerek; yani tıpkı Feto’nun AKP yi kullanarak iktidara gelme projesi gibi şimdi de AKP içinde Radikal İslamdan yana olanların ve olmayanların iktidar için birbirini birbirine karşı kullanma yarışına girdi.
Şimdi de iktidarın açmazlarının bunaltısıyla mutlaka iktidar kalmak isteyen AKP nin iktidar mücadelesi sonunda geldi ‘iktidarın izlediği iç ve özellikle dış politikalara karşı olan toplum kesimlerine karşı’ Radikal İslamla ‘sanki’ işbirliğine dönüştü.
Yani sonunda olan bir iktidar mücadelesi; ama bu mücadele sonunda bütün toplumun  yaşam biçimlerini, kişisel özgürlüklerini, onların bu özgürlüklerini güvence altına alan yargı bağımsızlığını; yani bütün toplumsal yapıyı tehdit eder hale geldi.
Haliyle bu gelişmeler laik seküler yaşam biçimini benimseyen olarak ‘siyaseten toplumun yarısı gösterilen; gerçekte çok daha fazla çoğunluğu içeren’ kitleyi çok tedirgin etmeye başladı.  
Bir süredir yazılarımda toplumsal barışa giden yolun dilde başladığını ifade ediyor ve düşüncelerimizin muhatabımıza olan ön yargılarımızdan arınarak “doğru ve anlaşılır bir dille; ama öfkeden ve küfürden arınmış olarak” ifade edilmesinin doğruluğunu savunuyorum.
Ama bugün gözlenen toplum olarak birbirimize karşı çok katı ve öfkeliyiz; bu öfkemizi de illa küfürle ifade ediyoruz.
Öyle ki örneğin “bütün anaları orospu” olarak ilan ettik.
Çünkü hemen herkes öfkelendiğine hitap ederken ilk sarf ettiği söz muhatabı için “orospu çocuğu” oluyor.
Geçmişte bu tanımlama mahalle ve kahve jargonu içinde geçerdi. Erkeklerimiz öfkelendiğine “anasını siktiğimin çocuğu” derken kadınlarımız daha çok “orospu çocuğu” demeyi seçerdi.
İnternet kitlesel kullanıma açılınca bu özelliğimiz olduğu gibi ‘sosyal medya’ denen alana yansıdı. Şimdi bu alanda bu küfürleri çok rahat ifade edip, küfür dilli şiir ve söylemleri bayılarak paylaşıp kendi içimizdeki öfkeyi kusuyoruz.
Tabi bunlara asıl sebep olan da siyasi ortam ve siyasetin dili. Çünkü orada; yani toplumu siyaseten temsil eden veya yöneten veya yön veren kesimde küfrün ‘gallavisi’ hiç sakınmadan muhatabına yönelik sarf ediliyor.
O küfür ve şiddet söyleminin toplumu gerdiği ve birbirine karşı düşmanlığı derinleştirdiği hiç umursanmıyor bile edilmiyor. Özellikle siyasi liderler öfkenin siyaset dilinde şiddet ve küfre dönüşmesini adeta siyasi rant aracı olarak görüyorlar. Çünkü öfke, şiddet ve küfür egemen oldukça da yaşamın asıl fark edilmesi gereken gerçekleri çok rahat karambole getirilip kitlelerin dikkatinden kaçırılabiliyor.
Yani demem o ki; siyasetin uzun süredir yarattığı gerginlik, toplum olarak geleceğe dönük demokratik kaygılar, toplumsal farklılıkları arasında ayrılığın derinleşerek yarılmaya dönüşmesi sürecine bakınca toplum olarak giderek çılgınlaşan bir cinnet hali yaşıyor gibiyiz. Bu halin bir adım sonrasının bizi toplumsal bir felakete sürükleme olasılığını hiç umursamıyoruz ve inanın bu durum beni şahsen çok korkutuyor. Korkum kendim için değil elbet; korkum benim de içinde yer aldığım toplumsal geleceğimiz içindir.
Dün blogumdan Aydınlı dayıyla “HAFTA SONU YARENLİĞİ” adıyla paylaştığım yazıda yazdığım gibi; bizim dayı anayasa referandumu üzerine konuşurken lafının bir yerinde “hem dur bakam canım. Belki olmecek. Da meclis tasdiklemedi de mi ona?” demişti. Benim gülümsediğimi görünce "yoo hemen armıt biş azıma düş gibi sırıtma. Bu adam zorda; emme zoru kendinle. Yani başına geçdiği bu işi ya bitircek; ya bitircek. Ötesi yok. Hana ben sene bu adamı kimse götürümez dediydim ya. Şindi de onu deyon; bu adamı kimse götürümez; emmee kendini kendi götürücek. Vaziyet onu gösteriyo" demişti.
Sonra kısık çakır gözlerini bana dikip "nerden bildim biliyon mu?" dedi ve benim cevabımı beklemeden "çünküm bu epeydir ettiği laflarıla kendi gayının palamarın kendi çözdü. Bundan keri bulduğu limana yükünü boşalda boşalda gidicek; emme nereye gadar?" demişti.
Bunu derken ağzı büzülmüş, gözleri karşıya bakıp dalmıştı; sonra birden "ben sen bişey deyen mi? Bu gidmesine gidici de; sonrası nolcek? Çünküm geride galıcek şey şindiden belli. Millet gırık gırık oldu” demişti ve çok haklıydı.
Yani sanki anayasa referadumu olacak veya oldu da kabul edildi ve dünyanın sonu geldi. Yok öyle bir şey henüz.
Hem diyelim ki; referandum oldu bu değişilik seçmen sayısının sadece bir fazlasıyla kabul edildi veya bir seçmen fazlasıyla reddedildi. Ee! Ondan sonra kazanan kalacak kaybeden pılıyı pırtıyı toplayıp gidecek mi? Hem gitse nereye gidecek? Yoo. Yine hepimiz bu ülkede birlikte yaşayacağız. Yaşamak zorundayız. Bunun bir yolu olmalı ve bulunmalı bu yol ve bilinmeli ki; bu öfke ve küfürle o yol asla bulunmaz.
Yani korkuyla birleşen öfkenin ürettiği kalın sis perdesi sonucu toplumsal yapıda göz gözü görmez hale gelir ve asıl tehlike budur. Aydınlı dayının işaret ettiği burasıydı.
Ne zamandır duyduğum bu kaygılarla sabaha karşı  oluşan düşüncemi böyle ifade eden bu yazıyı yazdım. 
Amacım özellikle son zamanlarda yaşanan çatışma ve bombalamalar sonucu yaşanan ölümlerin acılarıyla toplumun içindeki farklılıkların birbirine karşı duyduğu öfkenin giderek şiddeti çağrıştıran küfürlü ifadelerle ‘özellikle bizi yöneten veya temsil eden siyasiler vasıtasıyla’ bütün toplumu sarması. Ve toplumun içine yuvarlandığı veya sürüklendiği bu şiddet ve öfke sarmalında ‘olası’ önü alınamaz toplumsal çatışmalara işaret etmek.
Lütfen bu kaygıları önce kendimizde sorgulayıp sonra sosyal medya vasıtasıyla paylaşalım. Gözümüzün önüne Ortadoğu ülkelerinde yaşayan halkların öfke ve şiddetle savruluşunu getirip; hepimiz herkesi küfür ve şiddete karşı ön yargılarımızdan arınarak doğru, anlaşılır ve barışı ifade eden söylemlerde buluşmaya çağıralım.
Yoksa yarın “eyvah!” desek de; biz bizden gittikten sonra o “eyvah!” ın hiç kimseye hiç yararı olmayacak.



                              

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder