Bugün mecliste anayasa
değişikliği görüşmeleri var.
İktidarın 15 Temmuz’da girişilen
darbe teşebbüsünden sonra ‘darbeye ve darbe tehlikesine karşı’ diye başlattığı
bir OHAL süreci var. Bu süreçte ‘başta demokrasiye sahip çıkmak için’ deyip
başlatılan bu süreç şimdi ‘sanki’ tek adam diktatörlüğüne zemin hazırlamak için
bir sürece dönüştü ve bu süreci besleyen geri planda inancı siyasetin merkezine
koymak ve devleti bir din devletine dönüştürme gayretleri var.
Yani 1980 de faşist cuntanın
uygulamaya soktuğu ‘Ilımlı İslam’ düşüncesi yerini Radikal İslam almaya
başladı. İktidarın; özellikle cumhurbaşkanının epey süredir dış politikada
girdiği siyasi açmazlar sonunda geldi onları bu Radikal İslamın desteğine
mahkum etti veya öyle düşünerek; yani tıpkı Feto’nun AKP yi kullanarak iktidara
gelme projesi gibi şimdi de AKP içinde Radikal İslamdan yana olanların ve olmayanların
iktidar için birbirini birbirine karşı kullanma yarışına girdi.
Şimdi de iktidarın açmazlarının
bunaltısıyla mutlaka iktidar kalmak isteyen AKP nin iktidar mücadelesi sonunda
geldi ‘iktidarın izlediği iç ve özellikle dış politikalara karşı olan toplum
kesimlerine karşı’ Radikal İslamla ‘sanki’ işbirliğine dönüştü.
Yani sonunda olan bir iktidar
mücadelesi; ama bu mücadele sonunda bütün toplumun yaşam biçimlerini, kişisel özgürlüklerini,
onların bu özgürlüklerini güvence altına alan yargı bağımsızlığını; yani bütün toplumsal
yapıyı tehdit eder hale geldi.
Haliyle bu gelişmeler laik
seküler yaşam biçimini benimseyen olarak ‘siyaseten toplumun yarısı gösterilen;
gerçekte çok daha fazla çoğunluğu içeren’ kitleyi çok tedirgin etmeye başladı.
Bir süredir yazılarımda
toplumsal barışa giden yolun dilde başladığını ifade ediyor ve düşüncelerimizin
muhatabımıza olan ön yargılarımızdan arınarak “doğru ve anlaşılır bir dille;
ama öfkeden ve küfürden arınmış olarak” ifade edilmesinin doğruluğunu
savunuyorum.
Ama bugün gözlenen toplum olarak
birbirimize karşı çok katı ve öfkeliyiz; bu öfkemizi de illa küfürle ifade
ediyoruz.
Öyle ki örneğin “bütün anaları
orospu” olarak ilan ettik.
Çünkü hemen herkes öfkelendiğine
hitap ederken ilk sarf ettiği söz muhatabı için “orospu çocuğu” oluyor.
Geçmişte bu tanımlama mahalle ve
kahve jargonu içinde geçerdi. Erkeklerimiz öfkelendiğine “anasını siktiğimin
çocuğu” derken kadınlarımız daha çok “orospu çocuğu” demeyi seçerdi.
İnternet kitlesel kullanıma
açılınca bu özelliğimiz olduğu gibi ‘sosyal medya’ denen alana yansıdı. Şimdi
bu alanda bu küfürleri çok rahat ifade edip, küfür dilli şiir ve söylemleri
bayılarak paylaşıp kendi içimizdeki öfkeyi kusuyoruz.
Tabi bunlara asıl sebep olan da
siyasi ortam ve siyasetin dili. Çünkü orada; yani toplumu siyaseten temsil eden
veya yöneten veya yön veren kesimde küfrün ‘gallavisi’ hiç sakınmadan
muhatabına yönelik sarf ediliyor.
O küfür ve şiddet söyleminin
toplumu gerdiği ve birbirine karşı düşmanlığı derinleştirdiği hiç umursanmıyor
bile edilmiyor. Özellikle siyasi liderler öfkenin siyaset dilinde şiddet ve
küfre dönüşmesini adeta siyasi rant aracı olarak görüyorlar. Çünkü öfke, şiddet
ve küfür egemen oldukça da yaşamın asıl fark edilmesi gereken gerçekleri çok
rahat karambole getirilip kitlelerin dikkatinden kaçırılabiliyor.
Yani demem o ki; siyasetin uzun
süredir yarattığı gerginlik, toplum olarak geleceğe dönük demokratik kaygılar,
toplumsal farklılıkları arasında ayrılığın derinleşerek yarılmaya dönüşmesi
sürecine bakınca toplum olarak giderek çılgınlaşan bir cinnet hali yaşıyor
gibiyiz. Bu halin bir adım sonrasının bizi toplumsal bir felakete sürükleme
olasılığını hiç umursamıyoruz ve inanın bu durum beni şahsen çok korkutuyor.
Korkum kendim için değil elbet; korkum benim de içinde yer aldığım toplumsal
geleceğimiz içindir.
Dün blogumdan Aydınlı dayıyla “HAFTA
SONU YARENLİĞİ” adıyla paylaştığım yazıda yazdığım gibi; bizim dayı anayasa
referandumu üzerine konuşurken lafının bir yerinde “hem dur bakam canım. Belki
olmecek. Da meclis tasdiklemedi de mi ona?” demişti. Benim gülümsediğimi
görünce "yoo hemen armıt biş azıma düş gibi sırıtma. Bu adam zorda; emme
zoru kendinle. Yani başına geçdiği bu işi ya bitircek; ya bitircek. Ötesi yok.
Hana ben sene bu adamı kimse götürümez dediydim ya. Şindi de onu deyon; bu
adamı kimse götürümez; emmee kendini kendi götürücek. Vaziyet onu
gösteriyo" demişti.
Sonra kısık çakır gözlerini
bana dikip "nerden bildim biliyon mu?" dedi ve benim cevabımı
beklemeden "çünküm bu epeydir ettiği laflarıla kendi gayının palamarın
kendi çözdü. Bundan keri bulduğu limana yükünü boşalda boşalda gidicek; emme
nereye gadar?" demişti.
Bunu derken ağzı büzülmüş,
gözleri karşıya bakıp dalmıştı; sonra birden "ben sen bişey deyen mi? Bu
gidmesine gidici de; sonrası nolcek? Çünküm geride galıcek şey şindiden belli.
Millet gırık gırık oldu” demişti ve çok haklıydı.
Yani sanki anayasa referadumu
olacak veya oldu da kabul edildi ve dünyanın sonu geldi. Yok öyle bir şey
henüz.
Hem diyelim ki; referandum
oldu bu değişilik seçmen sayısının sadece bir fazlasıyla kabul edildi veya bir
seçmen fazlasıyla reddedildi. Ee! Ondan sonra kazanan kalacak kaybeden pılıyı
pırtıyı toplayıp gidecek mi? Hem gitse nereye gidecek? Yoo. Yine hepimiz bu
ülkede birlikte yaşayacağız. Yaşamak zorundayız. Bunun bir yolu olmalı ve
bulunmalı bu yol ve bilinmeli ki; bu öfke ve küfürle o yol asla bulunmaz.
Yani korkuyla birleşen öfkenin
ürettiği kalın sis perdesi sonucu toplumsal yapıda göz gözü görmez hale gelir
ve asıl tehlike budur. Aydınlı dayının işaret ettiği burasıydı.
Ne zamandır duyduğum bu
kaygılarla sabaha karşı oluşan düşüncemi böyle ifade eden bu yazıyı
yazdım.
Amacım özellikle son zamanlarda
yaşanan çatışma ve bombalamalar sonucu yaşanan ölümlerin acılarıyla toplumun
içindeki farklılıkların birbirine karşı duyduğu öfkenin giderek şiddeti
çağrıştıran küfürlü ifadelerle ‘özellikle bizi yöneten veya temsil eden siyasiler
vasıtasıyla’ bütün toplumu sarması. Ve toplumun içine yuvarlandığı veya
sürüklendiği bu şiddet ve öfke sarmalında ‘olası’ önü alınamaz toplumsal
çatışmalara işaret etmek.
Lütfen bu kaygıları önce
kendimizde sorgulayıp sonra sosyal medya vasıtasıyla paylaşalım. Gözümüzün
önüne Ortadoğu ülkelerinde yaşayan halkların öfke ve şiddetle savruluşunu
getirip; hepimiz herkesi küfür ve şiddete karşı ön yargılarımızdan arınarak
doğru, anlaşılır ve barışı ifade eden söylemlerde buluşmaya çağıralım.
Yoksa yarın “eyvah!” desek de;
biz bizden gittikten sonra o “eyvah!” ın hiç kimseye hiç yararı olmayacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder