17 Ocak 2017 Salı

GECENİN SESSİZLİĞİNDE İNSANLAR


Merhaba; epey uzun süredir gönüllü gece bekçisi oldum; yani gecelerin insanıyım ve gecenin sesini dinlemeyi kendime iş edindim.

Vakit gece yarısıysa gündüz kum gibi arabanın, insanın kaynaştığı caddede o saatte artık tek tük araba geçmeye başlar ve sonunda onlar da kaybolur. Daha sonra karşıdaki Denizli’de herkesin “Goca Mekteb” dediği Lisenin bahçesindeki yüzyıllık çınarların dallarında geziye çıkmış gibi rüzgarın arada bir okşadığı yaprakların sesinin yanında bir köpek sesi duyulsa da; artık gecede derin bir sessizliğin  soluğu hakimdir.

İşte bu saatler benim en çok sevdiğim, en çok ürettiğim ve kendimce yaşamı rahatça en çok sorguladığım anlardır.

“Yaşamı sorgulamak” dedim. Bence ‘toplumdaki sosyal yapıda eğitimi ekonomik varlığı durumu ne olursa?’ her insan aklı tümden gidik değil; etrafını biraz anlayabiliyorsa bir başına kalınca mutlaka kendini, kendi yaşamını sorguluyordur. Yani bunu hayatın her yerinde; yoğun bakımda, hapishane hücrelerinde, ‘erkekler için’ askerde gece nöbetine, kırda koyun keçi güderken, fabrikalarda özellikle gece vardiyasının makine tıkırtılarının sessizliği içinde; ‘kısacası eğer aklı gidik değilse hepten’ fırsat bulduğu bir an mutlaka kendini sorguluyordur.

Deliler vardır toplumda. Aslında onların aklı tümden gidik değildir ve bence onlar da bir şekilde sorgular kendini. “Nasıl mı?” onun cevabı onlarda tabi.

Bizim memleketin en çok sevilen delisi rahmetli Nedimdi. Başkaları vardı; ama o ilçenin maskotu durumuna gelmişti. Onun en çok bir başına kaldığı anlar güneşin batışı anıydı. Geçer güneşin batışına ‘eğer kimse rahatsız etmezse’ gün batana kadar izler; güneş batınca da “battı işte. Battı işte” diye hüzünlenirdi. “Ne battı? Batınca ne oldu? Niye buna kızdı?” bunun cevabı ondaydı.

Tabi Nedim deli... Üstelik çok bilinen biri… Kesin rahatsız edilirdi. Ben bunu yapanların daha çok kendi komplekslerini Nedim'e takılara giderdiklerini düşünürüm ve öyledir de. Çünkü ona en çok takılanlar en paçal, kişiliği kayık insanlar olurdu ve Nedim bir başına Güneş'e bakınırken daha çok onlar rahatsız ederdi; ama başka takılanlar da olurdu tabi.

Orada bir başına Güneş’e bakarken “Nediyon Nedim?” dediklerinde hep yanı cevabı verirdi “düşünüyon.” Tabi o cevabı alan ve onları izleyenler gülüşürdü hep; ama olan Nedim’in keyfine olur ortak söylenerek kalkıp giderdi.

Bunu böyle uzatma Nedim’in bir başına kalmış Güneş’in batışına hüzünlendiği sırada “nediyon?” sorusuna verdiği “düşünüyom” cevabının bir gerçeği ifade ettiğiydi. Siz diyeceksiniz ki; “peki ne düşünüyor?” O sorunun cevabı da kendinde. Çünkü o kendini yazarak, konuşarak ifade etme yeterliliğinde değil; onun için cevabı içinde.

Peki akıllılar. Onların cevabı ne? Bence onların da bir başına sorguladıklarının cevabı da kendi içlerinde.

Halim’in ninesi bir keresinde Halim'e “insanın içindeki pişmanlığın verdiği yangın hiç bi cezayla gıyas gabul edmez. Çünküm o yangına bundan vicdan deyola. Allah hiç bi guluna vicdan azabı çekdirmesin” demişti. Zaten bütün mesele insanın bir başına kaldığında yaptığı kendi muhasebesinde de kendini kandırıp kandırmamasıdır.

Sanırım Türkiye’de siyaset herkesi kendi içinde böyle bir muhasebeye sokacak gibi; sokması lazım.

Bu ülkenin emeğinden bir yerlere gelenler kendileriyle birlikte ülkenin geleceğinin aynı olduğunu fark eder ve Aziz Nesin’in akıllılar için; yani kendileri için çizdiğini düşünerek sığındıkları sınırdan “aptal dedikleri” insanlar dünyasına bakınca gördüklerini doğru olarak kendine itiraf edebilirse “ülke olarak hepimiz bize dayatılan tehlikeye karşı herkesle; geleceği için aynı kaygıyı taşıyan veya hiç farkında olmayan herkesle bir araya gelmeyi kendini yüzde atmıştan akıllı sanmaktan çok önemseriz.”

Yoksa hepimizin geleceğinin vicdan azabı; emin olun hiç birimizin yakasını sonsuza kadar bırakmayacak.

  


1 yorum:

  1. Nedim, Güneşin batışına bakıp; “Battı işte!... Battı işte...” diye üzülürken, belkide karanlıkta olacakları düşünüyormuş. Peki, onunla düşüncesizce dalga geçenler....

    YanıtlaSil