Merhaba; epey uzun
süredir gönüllü gece bekçisi oldum; yani gecelerin insanıyım ve gecenin sesini
dinlemeyi kendime iş edindim.
Vakit gece yarısıysa
gündüz kum gibi arabanın, insanın kaynaştığı caddede o saatte artık tek tük
araba geçmeye başlar ve sonunda onlar da kaybolur. Daha sonra karşıdaki Denizli’de
herkesin “Goca Mekteb” dediği Lisenin bahçesindeki yüzyıllık çınarların dallarında
geziye çıkmış gibi rüzgarın arada bir okşadığı yaprakların sesinin yanında bir
köpek sesi duyulsa da; artık gecede derin bir sessizliğin soluğu hakimdir.
İşte bu saatler benim en
çok sevdiğim, en çok ürettiğim ve kendimce yaşamı rahatça en çok sorguladığım
anlardır.
“Yaşamı sorgulamak”
dedim. Bence ‘toplumdaki sosyal yapıda eğitimi ekonomik varlığı durumu ne
olursa?’ her insan aklı tümden gidik değil; etrafını biraz anlayabiliyorsa bir
başına kalınca mutlaka kendini, kendi yaşamını sorguluyordur. Yani bunu hayatın
her yerinde; yoğun bakımda, hapishane hücrelerinde, ‘erkekler için’ askerde gece
nöbetine, kırda koyun keçi güderken, fabrikalarda özellikle gece vardiyasının
makine tıkırtılarının sessizliği içinde; ‘kısacası eğer aklı gidik değilse
hepten’ fırsat bulduğu bir an mutlaka kendini sorguluyordur.
Deliler vardır toplumda.
Aslında onların aklı tümden gidik değildir ve bence onlar da bir şekilde
sorgular kendini. “Nasıl mı?” onun cevabı onlarda tabi.
Bizim memleketin en çok
sevilen delisi rahmetli Nedimdi. Başkaları vardı; ama o ilçenin maskotu
durumuna gelmişti. Onun en çok bir başına kaldığı anlar güneşin batışı anıydı.
Geçer güneşin batışına ‘eğer kimse rahatsız etmezse’ gün batana kadar izler;
güneş batınca da “battı işte. Battı işte” diye hüzünlenirdi. “Ne battı? Batınca
ne oldu? Niye buna kızdı?” bunun cevabı ondaydı.
Tabi Nedim deli...
Üstelik çok bilinen biri… Kesin rahatsız edilirdi. Ben bunu yapanların daha
çok kendi komplekslerini Nedim'e takılara giderdiklerini düşünürüm ve öyledir
de. Çünkü ona en çok takılanlar en paçal, kişiliği kayık insanlar olurdu ve
Nedim bir başına Güneş'e bakınırken daha çok onlar rahatsız ederdi; ama başka
takılanlar da olurdu tabi.
Orada bir başına
Güneş’e bakarken “Nediyon Nedim?” dediklerinde hep yanı cevabı verirdi
“düşünüyon.” Tabi o cevabı alan ve onları izleyenler gülüşürdü hep; ama olan
Nedim’in keyfine olur ortak söylenerek kalkıp giderdi.
Bunu böyle uzatma
Nedim’in bir başına kalmış Güneş’in batışına hüzünlendiği sırada “nediyon?”
sorusuna verdiği “düşünüyom” cevabının bir gerçeği ifade ettiğiydi. Siz
diyeceksiniz ki; “peki ne düşünüyor?” O sorunun cevabı da kendinde. Çünkü o
kendini yazarak, konuşarak ifade etme yeterliliğinde değil; onun için cevabı
içinde.
Peki akıllılar. Onların
cevabı ne? Bence onların da bir başına sorguladıklarının cevabı da kendi
içlerinde.
Halim’in ninesi bir
keresinde Halim'e “insanın içindeki pişmanlığın verdiği yangın hiç bi cezayla
gıyas gabul edmez. Çünküm o yangına bundan vicdan deyola. Allah hiç bi guluna
vicdan azabı çekdirmesin” demişti. Zaten bütün mesele insanın bir başına
kaldığında yaptığı kendi muhasebesinde de kendini kandırıp kandırmamasıdır.
Sanırım Türkiye’de
siyaset herkesi kendi içinde böyle bir muhasebeye sokacak gibi; sokması lazım.
Bu ülkenin emeğinden bir
yerlere gelenler kendileriyle birlikte ülkenin geleceğinin aynı olduğunu fark
eder ve Aziz Nesin’in akıllılar için; yani kendileri için çizdiğini düşünerek sığındıkları
sınırdan “aptal dedikleri” insanlar dünyasına bakınca gördüklerini doğru olarak
kendine itiraf edebilirse “ülke olarak hepimiz bize dayatılan tehlikeye karşı
herkesle; geleceği için aynı kaygıyı taşıyan veya hiç farkında olmayan herkesle
bir araya gelmeyi kendini yüzde atmıştan akıllı sanmaktan çok önemseriz.”
Yoksa hepimizin
geleceğinin vicdan azabı; emin olun hiç birimizin yakasını sonsuza kadar
bırakmayacak.
Nedim, Güneşin batışına bakıp; “Battı işte!... Battı işte...” diye üzülürken, belkide karanlıkta olacakları düşünüyormuş. Peki, onunla düşüncesizce dalga geçenler....
YanıtlaSil