7 Ocak 2017 Cumartesi

ÇOBAN ALİ DAYIYLA YARENLİKLERDEN

İhtiyar güldü. “Zamanımız va nasıosa anladırın” dedi. Sonra eğildi “Paris’de ne garar çıktı?” dedi. Önce anlamamıştım. Oğlu “bubam siyasetçidir. Ermeni meselesini soruyor” deyince temelli afalladım. Seksen yedi yaşında bir ihtiyar. Hastaneye yatmış. Okuma yazma bilmiyor. Paris parlamentosunun kararını merak ediyor.

 “Dayı benim de haberim yok. Yalınız o işde bence Ermeniler az haklı gibi” dedim. Yine anlamadı. Oğlu kulağına eğildi “abi bilmiyomuş. O işde Ermenile azıcık haklı diyo” dedi. İhtiyar “anlıyorum” der gibi başını salladı.

 Başladı konuşmaya. “hep o puşt Amerikanın işi” dedi. ABD’nin bölgeyi karıştırdığını söyledi. Arap baharı diye bir fırıldak çıkardığını Arapları temelli “patenti” alacağını, Libya’da Kaddafi’ye ‘buyur buyur edip’ şehirlerinde çadır kurdururken, işlerine gelmeyince “depesine” bindiler dedi.

 Irak ve İran’ın yedi yıl süren savaşta “hep Amerikan’ın, İngiliz’in barmağı var” dedi. “Bi ona bi ona silah satıp duduşdurdula, sona henk baktıla” dedi. “Saddam Amerikanın adamıydı. Kuveyte önce gir dedi, sona ‘neyi girdin?’ dedi. Bişelere bahane edip depesine bindi. Bu Araplada incir çekirdene gatcek akıl yok. Amerika, İngiliz bunlan petrole gözünü dikmiş, bu dangılagları hep gullanıyo. Osmanlı zamanında gandırıp bizi arkıdan vurdurdula” dedi. 

O anlatıyor, ben şaşkın öyle dinliyorum. Siz şaşırmaz mısınız? Seksen yedi yaşında okuma yazma bilmeyen bir adam bunları söylüyor.

 Ben şaşırdım; yüzüne bakıyorum, o devam ediyor.

 “Şindi sıra bizi geldi. Bizim de durum kötü. Bu Kürtle bizim başımıza bela olcek” dedi. Ben “nasıl?” deyince oğluna döndü. O da kulağına eğildi “nasıl diyo” dedi.

 İhtiyar “nasıl olcek? Her gün bi şehit, her gün bi şehit. Olmaz böyle. Depelene binicek” dedi. Ben burada biraz ona yaklaştım “iyi dayı da biz de onlara çok eziyet etmişiz. Adamların dilini yasaklamışız. Adını yasaklamışız. Hep baskı altına almışız” dedim. O bana katılmadığını ifade eder gibi başını salladı “neleri esik. Her şey oluyola? Cumhurbaşkanı bile oluyola. Özal Kürt demiydi?” deyince “ama dayı şimdi bir adamın ana dilini yasaklıyorsun. Sen Kürt değil Türksün diyorsun. Şimdi bize Amerika, Yunan gelse sen Türkçe konuşmayacaksın. Ben seni Amerikan, Yunan, Alman yapıcen, yani kim gelirse bize böyle dese olur mu? Camiye gitmeyecek Kiliseye gidicen dese olur mu? Adın Ali değil de Joni olcek, Hans olcek ne bileyim Yorgo olcek dese olur mu?” diye peşpeşe sorunca olmaz “olmaz tabi. İyi emme nasıl olcek? Onla biyana biz yana çekiyoz. Hep böyle depişip birbirimizi mi öldürcez?” dedi.

 Ben “yok dayı neye depişcez, savaşıcez. Baya bir olucez. Herkes neyse ol olacak. Kürtse Kürt Türkse Türk. Kardeş kardeş yaşayıp gidicez” dedim. Yüzü aydınlanıverdi. “Olur mu? Nasıl olcek bu iş?” dedi. “Sen” dedim. “Deminden beri Amerika karıştırıyor deyip durdun. Bu işin arkasında da o var. Silah tüccarları, kaçakçılar var. Türkiye’nin hep içi karışsın biz de onu istediğimiz gibi kullanalım deyenler var. Burda bu oyuna gelen politikacılar var” dedim. 

“PKK nolcek? O orda hep başımıza bela mı olcek?" dedi. “Olur mu? Dayı. Biz Kürtlerle barışırsak PKK’nın ne hükmü kalır. Hem zaten onu da zamanında kurduran, kullanan onlar” dedim. Doğru der gibi başını salladı. “Peki bu dediklen olcek mi?” dedi. Ben de “olacak tabi. Önce bişeye inanıcen, ondan sonra olsun deyi uğraşıcen” dedim. Ellerini açtı “işallah” dedi. 

Biz böyle konuşurken oğlu arada bir dışarı koridora çıkıp geliyordu. En son Kürt lafı ederken o da söze girdi. “Abi sen bubama bakma. Bu öyle der de Kürtlere çok sever. Bunun Kürt eşkiyası bile varıdı” dedi. İhtiyar anlamamıştı. “ne diyor?” diye bana baktı. Oğlu “Nasip diyom, Nasip. Hani senin eşkıya varımış ya, onu diyom” dedi. İhtiyar güldü. Oğluna 'bunu da nerden çıkardın?' der gibi baktı.

Sonra “Nasip benim esker arkıdeşiydi” deyip anlatmaya başladı.

 Askere İkinci Dünya Savaşının sonlarına doğru gitmiş. Otuz altı ay askerlik yapmış. Burada güldü. “Eskerin pitli piyade deyi nam saldığı zaman” dedi. Askerlik yaptığı yerde Nasip diye doğulu bir asker arkadaşı varmış. Bunu anlatırken durdu “Nasip Kürdüdü” dedi ve anlatmaya devam etti. Bu arkadaşına yüzbaşı kafayı takmış. Geliş, geçiş tokat vurur; bir laf söylermiş. “Hep Nasibe eziyet ediyodu” dedi.

Nasip bir gün bizim dayı çavuşla otururken bunların yanına geliyor. Yüzbaşıdan dert yanıyor. Gırtlağını göstererek “buraya kadar geldi. Ben bu adama dersini vereceğim” diyor. Bizim dayı ve çavuş “yapma Nasip şurda askerliğin bitmesine ne galdı? Sık dişini” deyip Nasip’e başını derde sokmamasını söylüyorlar. Nasip kafasını sallayıp yanlarından kalkıp gidiyor. Aradan iki gün geçmiş. Nasip gece nöbet yerine gelen yüzbaşıyı ayağından vurmuş. Sonra çekip gitmiş.

 Tabi olay duyuluyor, Nasip aranıyor; ama yok.

 Bizim ihtiyar askerliği bitirip kasabasına dönüyor. Tabi Nasip’i falan unutuyor. O yıllar askere gitmeden kasabanın dışında bir ağılda çobanlık yaparmış. Kendi koyunlarının yanına biraz “gatıncı” başkalarının koyunları olurmuş. Onları güder, geçimini öyle sağlarmış. Köye dönünce sürüsünün başına dönüyor. Bu arada evlenip “çoluk çocuğa garışmış.” Yıllar öyle geçip gidiyormuş.

Ali dayı kasabaya pek inmezmiş. 'Yeyim yeceni' topluca getirir yaz kış orada kalırmış. Kasabaya kırk yılda bir alışverişe veya bakkala bir şeyler almaya inermiş. O yıllar harp bittikten sonra siyeset çok hareketlenmiş. Seçimlerde DP iktidara gelmiş. Halk İnönü zamanında çekilen yokluklardan, bir de memur, özellikle jandarma, vergici baskısından çok yılmış. Yol vergisi zamanı. Yol yapımı için para toplanıyor, veremeyene “yörü çalış” deniyormuş.

O kadarını ben de babamdan duymuştum. Ali dayıdan daha büyük doksan iki yaşındaydı. O yıllardaki baskılara kendi köyümüzden örnek olarak; bir gün köye gelen vergi memurunun on beş kuruş borcu olan Yusuf isimli köylünün elinden iki koyunun nasıl aldığını, ayrıca onu “öküzün cinsel organından yapılan” kırbaçla nasıl dövdüğünü anlatmıştı.

Benzeri yaşanmışlıklar Ali dayının kasabada da çok yaşanmış.

Babam da yol vergisi veremediği için yol yapımında, halk evi inşaatında çalıştığını anlatmıştı.

Devir tek parti devri. Yurttaş bilinci oluşmamış toplum; yeni yeni örgütlenen ve demokratik geleneklerin, kurumların henüz oluşmadığı bir devlet yapısı ve bu yapıda görev alan birçok çıkarcı, çarpık insan. Bütün bunlardan yılan halk DP’ye sarılmış. Kurtuluşu onda görmüşler. Önceleri iyi işle iyi gidiyormuş. Dünya yıkılsa İnönü’den dönmeyecek olan babası; dedesi bile oy vermedikleri halde DP iktidarını iyi gibi görmüşler.

Aradan birkaç yıl geçmiş. Bu sefer 'sazı eline demokratla almış.' Devir yine tek parti iktidarı gibi olmuş. Yine birileri 'asdığı asdık kesdiği kesdik' olmuş. Kasabanın muhtarı; aynı zamanda tek bakkalı olan adam aynı zaman DP başkanıymış. Çok şımarık biriymiş. İstediğine istediğini verir, istemediğine veya partili olmayana “yok” dermiş.

Bizim ihtiyar ‘yani’ Çoban Ali de malum; dededen İnönücü, Halk Partili. Demokrat başkan, bakkal Çoban Ali’den çekinse de arada zorluk çıkarırmış. Çoban Ali dayı buna çok içerlermiş. 'Bir punduna getirip şunun dersini versem' diye içinden geçirirmiş. Bazen de “ula döyüs bene bela olmasın” dermiş.

Artık daha az kasabaya inmeye başlamış. Aradan epey zaman geçmiş. Derken bir gün 'bi bakmış Nasip garşısında' Onu görünce ‘tingidek düşmüş.’ Aradan ‘bilmem şu gada yıl geçmiş. Ansızın garşısında esger arkıdeşi.’ Siz böyle bir durumda şaşırmazmısınız? Haliyle Ali dayı da çok şaşırmış. “Elinde” dedi “nerden almış kimbilir? Bi tüfek geldi; selamünaleyküm Ali gardaş dedi” diye anlattı. Burada biraz durdu. O yılları hatırlamaya çalışıyordu veya hatırlamış sanki yaşıyordu. “Haliyle çok şaşırmışın” dedi. Çünkü Nasip o sıra aklından bile geçmiyormuş. “Ooo! Goca arkıdeş Aleykümselam; emme sen nerden çıktın böyle?” diye şaşkınlığını belli etmiş. 

Nasip gayet sakin “gardaş ben o günden sonra çok dolaştım. Memlekete gittim. Bizim oralarda duramadım. Çünkü bizim oralarda insanın dostu kadar düşmanı da vardır. Epeydir dolaşıyorum. Senin şehire gelince aklıma sen geldin. Dur şu bizim çoban gardaşa gideyim. Belki orda bir süre kalırım deyip geldim. Ama olmaz Nasip ben seni misafir edemem dersen çeker giderim” demiş.

 Çoban Ali cahil mahil; ama adamın hası. Yani gelen asker arkadaşına kapıyı gösterecek adam değil. “Safa geldin arkıdeş. İnsan heç ekser arkıdeşine kapı mı gösterimiş? Burası dağ başı… Aslan galdığı yere sahaplanır; sırtlan galleşlik edemiş derle. Sen aslanın dedikten keri istedin gadar galasın” demiş. Sonra “Nasıl olsa seni tanıyan olmaz. Soran olasa yanıma çoban aldım derin. Barabar geçinir gideriz demiş.”

Bu şekilde asker arkadaşı Nasip de Çoban Ali’nin ağılına yerleşmiş.  Çoban Ali’nin işlerine de yardım edermiş. Bu şekilde birlikte kalırken bir gün kasabaya inen Çoban Ali dönüşünde çok öfkeli gelmiş. Kasabada parti başkanı muhtar bakkal ona “tütün ve çay yok” demiş. Ağız kavgası yapmışlar; ama adam parti başkanı, arkasında hükümet var.

Çoban Ali dişlerini 'gıcırdada gıcırdada' ağıla dönmüş. Nasip arkadaşı Çoban Ali’yi öyle öfkeli görünce telaşlanmış. Kendiyle ilgili bir aksilik var sanmış. “Hayırdır gardaş bir aksilik mi var?” demiş. Çoban Ali burnundan soluyarak “döyüs muhtar ‘çay, şeker yok’ dedi. Kendi adamlana veriyo mualif olunca yok deyo pezevenk” diyerek kasabada yaşadıklarını anlatmış.

Ağılda bir süre daha yetecek kadar çay, şeker ve tütün varmış. “Şindilik bunlala idare ederiz. Emme ben bu döyüsün dersini vercen” demiş.

Nasip “gardaş öyle bir derdin var da bana ne söylemiyorsun? Sen bana göster onu; ben dersini veririm. Beni nasıl olsa kimse tanımıyor. Sen başını derde sokma, göster yeter” demiş. 

Çoban Ali “olur mu arkıdeş? Adam sene değil bene tafra ediyo. Biz da ölmedik. Ben kendi işimi kendim görürün” dese de Nasip alttan girmiş, üstten çıkmış Çoban Ali’nin aklını erdirmiş. Sonunda DP’li partici muhtar bakkalın dersini Nasip’in vermesine karar vermişler. İş Nasip’e hedefi göstermeye kalmış.

Çoban Ali “hemen acele etmeyem. Pezevenge çok söydüm süpürdüm. Başına hemen bişe gelirse benden bilir az aralayam, ondan keri dersini verem” demiş. Böylece o iş için bir süre beklemeye karar vermişler. Yine birlikte çobanlık yaparken, olacak işleri de birlikte yaparak günleri geçiyorlarmış.

Çoban Ali burada soluklandı. Sonra “Nasip çok faydalı arkıdeşidi. Onlan orda silah gullanmak çocuk oyuca. Gidiveyo, az ilerleden davşan keklik vurup geliyo. Bene çok faydası oluyodu. Emme ikimizin aklı döyüs muhtarda. Derken bi gün Nasip ‘gardaş sen şu muhtarı göster. Ben dersini vereyim. Yanlış anlama ben İstanbul’a gitmeyi düşünüyorum. Orada bizim epey akraba var. Biraz da oralarda kalayım. Böyle böyle yaşayıp gideceğim. Hem bi yerde çok kalınca yük oluyormuşum gibi geliyor” demiş. Çoban Ali “üle arkıdeş. Sen ne yük olucen? Da bi çok faydan oluyo. Bırak bu lafları” dese de Nasip “kafayı ganırmış.”

Ne yapsın Ali dayı. “İyi öylese, ben sene o pezevenge gösteren” demiş. Ama beraber gitseler iş meydana çıkacak. Nasip “gardaş nasıl olsa beni kasabada tanıyan yok. Ben kendim gidip bir dolaşayım. Sen başka bakkal yok dedin. Oraya uğrayıp adamı tanıyayım” diyor. Bu şekilde anlaşıyorlar. Nasip ertesi gün akşama doğru kasabaya iniyor. Muhtarın dükkana uğruyor. Tütün istiyor. Muhtar, Nasip yabancı diye “yok, galmadı” deyip vermiyor. Nasip göreceğini görmüş, tanıyacağını tanımış dönüp Ali dayının yanına geliyor. “Gardaş ben adamı gördüm. Tarif edeyim bakalım o mu?” deyip Ali dayıya dükkanda gördüğü adamı tarif ediyor. Ali dayı “tamam işte o döyüs” diye onaylıyor.

Artık geriye yalnız muhtara ders vermek kalıyor. O işte Nasip için çocuk oyuncağı. “Gardaş neresinden vurayım. İstersen kafasını uçuruvereyim” deyince Ali dayı “olmaz arkıdeş. Döyüs möyüs; emme çoluk çocuğu var. Hem gatillik iyi şey değil. Sen bi bellik yap. O döyüs ne oldunu anla. Millet de anla; dua bile ederler. Çünkü heç seven yok. Kasabıda vatan cephesine gayıt yapmıya çok uğreşdi. Çoğu insan gayıt bile olmadı. O kafasından yazıp göndermiş. Bene bile yazmış döyüs. Köylü ses edememiş. Benim habarım olunca gidip gafa duttum. ‘Yanlışlığıla olmuş silen’ dedi. O günden sona ne isdisem yok dedi çıktı” diye etraflıca niye olmaz dediğini açıklamış. Nasip “sen bilirsin gardaş” demiş. Ertesi gün akşam Nasip “gardaş ben bu akşam işimi görüp gidicem” deyince Ali dayının içi “bi çeşit” olmuş. “Eyi arkıdeşti. O gitcen deyince sankim onu ölüme gönderiyom gibi geldi. Olmaz desem,  olmaz vaktı geçti. Sarıldım. ‘Gendine eyi bak. Dön dolaş gel. Sen bundan keri benim has gardaşımsın” deyip vedalaşmış.

Nasip akşamın karanlığında kasabaya gidiyor. Muhtarın bakkalının az ilerisinde ağaçlık var. Ağaçların arkasına gizleniyor. Bakkalın oraya bir iki girip çıkan oluyor. Sonunda muhtar kapıda gözüküyor. Az ilerde birileri var, kapıyı kilitleyip onların yanına gidecek gibi. Nasip “tam zamanı” diyor. Silahı doğrultuyor; kapının önündeki muhtarın sağ omzuna nişan alıyor. ‘Çünkü solundan ölebilir.’ Nişan alıp basıyor sıkıyı. Muhtar “yandım” deyip yıkılırken Nasip ağaçların arkasında “garanlıktan faydalanıp sıvışıyo.” Kaybolup gidiyor.

Ali dayı ne olup bittiği konusunda meraklanıyor; ama sabredip kasabaya inmiyor. Olayı ertesi gün kasabadan ağıldan tarafa gelip gidenden öğreniyor. Muhtar “yandım” deyip yere yıkıldığında, karşıya yanlarına gideceği nahiye müdürü, yanında bir iki kişi koşup geliyor. Sağlık memuru koşuyor. ‘Döyüs’ muhtar epey kan kaybetmiş, ama gebermemiş. Sarıp sarmalayıp şehre hastaneye yetiştiriyorlar.

Ali dayı ‘o deyilikten’ “ne olmuş? Kimi vurmuşla? Niye vurmuşla? Vah! Vah!” deyivermiş.’ İçinden “eferin Nasip’e işi iyi becermiş. Döyüse dersini vermiş” diye seviniyor.

Bu muhtar çok “nalet” biriymiş. Hastanede epey kalmış. Sonra tedavisi bitince köye dönmüş. Olay onu başlangıçta korkutmuş, “epey pısmış.” Kendini vuran kim? Vurduran kim? Çok merak etmiş. Jandarma çevrede çok arama baskın yapmış. Ama kim olduğunu kimse öğrenememiş. Muhtar, Ali dayıdan bile şüphelenmiş, “ama elde avuçta bişe yok” ne diyecek de Ali dayıyı şikayet edecek.

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder