Bizde bazı deyimler var.
Kuşkusuz bu deyimlerden pek çoğu insanlığın ortak ürettiği deyimlerdir.
Bunlardan biri de “Can
pazarlığı” denebilir ki? “Can pazarlığı da neymiş? Hiç canının pazarlığı olur
mu?” Bu tepkiyi veren olur mu? Bilmem. Doğan hemen herkes kendini “bir can
pazarlığı” içinde bulur. Bana göre bu taa ana karnından başlar ve devam eder.
Ve tüm canlılarda bu böyledir
Belgesellerde artık
bütün canlıların ana karnındaki doğum hareketleri var.
Bunlardan bir yılan türü
var. Çok ilginç.
İlginçliği “ben bütün
yılanlar yumurtadan çıkar” bilirdim. Tamam da öyle de bir yılan var ki; o tür
yılan yumurtasını içinde tutuyor.
Öyle ki; ana yılan
yumurtaların çokluğundan çatlasa da onları kuluçkasında tutuyor.
Tabi ondan önce onları
ön bölümde beklemeye alıyor.Yani erkek yılanın spermlerini. Orada o spremlerin
işe yarayıp yaramayacağına karar veriyor. Eğer işe yaramayacaksa hiç
uğraşmıyor; orada bırakıyor. Eğer o spremlerle kendi gibi güçlü yavruları olacağına inanıyorsa inanıyorsa; o zaman onları kendi doğum odasına alıp orada döllüyor ve ondan
sonra onları doğurmak için akıl almaz sıkıntılara giriyor. Çünkü yumurtalar
karnında büyüdükçe ‘hamile kadın deyimiyle’ karnı neredeyse “burnuna geliyor”
ve bekliyor.
Artık ondan sonra
başlıyor karnında yaşam savaşı. İlk yumurtayı kırıp çıkmak için tabi.
İlk yumurtayı kıran çıkıyor
dışarı ve esniyor. Sanırım o sıra “merhaba hayat” diyor ve yürüyüp çıkıyor
anasının içinden.
Tabi bu hepsi için aynı
olmuyor; yarıdan fazlası yumurtasının için hapis; yani hepsi öyle kolayına çıkamıyor yumurtayı kırıp. Halbuki bu ana yılan ötekiler gibi bir yere bırakıp üzerine bir şeylerle örtüp; sonra "kalırsam burada. Dayanamam yumurtadan çıkanı yerim valla" deyip çekip gitmiyor. karnında yumurtaların hepsini pelte gibi yapıyor; ama çoğu çıkamıyor nedense?
İşte orada analık
devreye giriyor ve yılan onların önce içeride; olmadı dışarıda yumurtalarını
kırıp çıkmasını sağlıyor. Neyse belgeselde bunun devamı var. Denk gelen görür.
Benim dediğim bu işte. “can pazarlığı.” Bu işi iyi yapan yavru yılanlar ondan sonraki yaşam savaşını
genellikle kazanıyor olması.
Ötekilerin neredeyse
tamamı ‘can pazarlığını” kaybedip diğer yılanlara yem olup
Bu benim izlediğim can
pazarlığının özgün bir örneği bu.
Vahşi doğa belgesini izleyenler
oralarda yaşayanların ‘insan hayvan fark etmez’ “nasıl bir can pazarlığı içinde
olduğunu görünce ve o sıra kendini düşünürse; eminim kendinin de bir can
pazarlığı içinde olduğunu görecektir.
Yani doğum öncesi
başlayan ve yaşadığı sürece devam eden ‘can pazarlığı’ İnsanların dünyasında da
bu can pazarlığı gibi aynen var; ama bu sadece bir insanın tek başına
kazanacağı bir pazarlık kesin değil.
Doğup büyüyene kadar;
kendi kendine yeterli olana kadar insan yavruları hayvanlara çok şanslı tabi.
Onun için onların gerçek can pazarlığı yaşamın içine bir başına merhaba deyince
başlar.
Şimdi siz diyeceksiniz
ki; “onlar niye yalnız kalsın? Ana baba hısım akraba var” sizden ricam
deyecekseniz; önce bir yutkunun; sonra gösterin tepkiyi. Zaten sizin yazdığınız
kafayla yaşama “Merhaba” diyen yaşama en az 1-0 geriden merhaba demiş olur.
Yani içinde yaşadığı
toplumla birlikte kendini ve onları anlayarak girerlerse bu pazarlığa; o zaman birlikte
pazarlığı kazanma şansı çoğalır; yoksa herkes kendi başına; zor. Hem çok zor.
Onun için insanlar
toplumla birlikte yaşamayı seçmiş. Yani tek başına doğada ‘bir bok olmadığını
bilerek’ seçmiş bunu.
Vahşi doğada da var bu birlikte yaşam seçimi. Yılanlar hariç hemen hemen bütün hayvanlar birlikte yaşamayı seçmiş ve
birlikte didişerek avlanıyorlar; ama onların asıl can pazarlığı o avın bölüşümü
sırasında oluyor. Kazanan yaşam savaşında bir adım öne çıkarken; kaybeden kaderi
neyse ona razı olur.
Örneğin kartal yavruları
var. Ana kartal ‘onlar yumurtadan çıktıktan sonra’ onlara yiyecek taşımaya
başlar ve getirip getirip o yiyeceği önlerine kor; ondan sonra hiç karışmaz “kimin
yeyip yemeyeceğine.’ Aslında biraz karışır; ama çok umursamaz.
Neyse işte o zaman
başlar kartal yavrularının yem üzerinde can pazarlığı. Bu pazarlığı kaybeden
ölür. Kazanan devam eder yaşamaya.
Bu satırları okuyan
herkes de bütün yaşamı boyunca bu pazarlıklar içinde bulmuştur kendini.
Devletler bile öyle.
Osmanlı için özellikle batı dünyası “bunun işi bitik. Bırakın ölsün” diye
düşünmüş sanırım.
Hemen burada kurtuluş
savaşını küçümsediğim anlamı çıkmasın sakın. Çünkü Mustafa Kemal’in
arkadaşlarıyla birlikte Türkiye Halkı için can pazarlığında güçlü bir çıkışı
olmasaydı; batı dünyası ‘akbabaların yaptığı gibi yapar’ yeyip bitirirdi
bizi.
Dedim ya “can
pazarlığı.” Mustafa Kemal ve arkadaşları onun liderliğinde Osmanlı ahalisi içine sinip kalmış ve Osmanlı ahalisi durumuna gelenler Osmanlının kurucu öğesi Türk halkı ve ‘hep
söylendiği gibi’ yüzlerce yıllık kardeşimiz olan Kürt halkı ve diğer farklıklar
olarak elele vererek dirilip çıktı ortaya ve Türkiye Halkının can pazarlığını
kazandı ve hepimizin toplumsal geleceğimiz için önünü açtı ve Türkiye'nin bütün
farklılıklarıyla birlikte dirlikli yaşamasını hedefledi.
Bu gün hala Türkiye diye
bir ülke varsa; o kazancın sonuçlarıdır ve o sonuçları korumak için kıyasıya
can pazarlığı içinde olmamız ve o pazarlığı kazanmak da bizim işimiz. “Ya kazancağız;
ya kazanacağız.” Tabi bilikte. Bunun başka yolu. Buradan kalkıp gidip
söylediğimi bugün iktidarın ve kazanıp kaybetmesi üzerine anlarsak eğer diğer ülkeler karşısında o pazarlıklarda; yani Türkiye Halkının can pazarlığında“ göt üstü oturur
kalırız. Keşke o kadar da kalsa. Onun ötesinde vallahi bizi, hepimizi hem de
bağırta bağırta yalayıp yutarlar.
Yani bizim toplum olarak aydınlık geleceğe doğru can pazarlığımızın yolu hepimiz bütün farklılıklarımızla birbirimize olan ve birilerinin kışkırtmasıyla katılaşan ön yargılarımızı kırarak barış içinde demokrasiyi içselleştirmiş bir toplum haline gelmemiz lazım önce. Sonrasında dünyada iyi mutlu gelecek için herkes ne yapıyorsa onu yaparız.
Tabi diyeceğim yalnızca bunlar
değil. Yazdıklarım hemen herkesin bir şekilde bildiği şeyler.
Ben kendi can pazarlığımı
yazacaktım. Hemen arkasından “geçmiş olsun” biçiminde dilekler düşünce;
vazgeçtim. Çünkü benim geçecek bir rahatsızlığım yok. Yaşamım bir can pazarlığı içine
girdi. Kolayına da teslim olmamak için direniyorum tabi.
Mesela günlerdir süren
‘gerçeği bir eşimin bilip paylaştığı’ can pazarlığını kazanamasam da “devamda”
karar kıldık.
Tabi bu sonucu yaratan
benim. Yani kendi yarattığım sonuçlarla kendimi ölümüne bir can pazarlığı
içinde buldum ve şimdilik kazandım; bunu anlatmak için de yukarıdaki girişi uygun
gördüm.
“Amacımız muhabbet” diye
başlayan rahmetli sevgili Levent Kırca’nın “olacak işler” programı gibi yani.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder