11 Ocak 2017 Çarşamba

"CAN PAZARLIĞI"



Bizde bazı deyimler var. Kuşkusuz bu deyimlerden pek çoğu insanlığın ortak ürettiği deyimlerdir.

Bunlardan biri de “Can pazarlığı” denebilir ki? “Can pazarlığı da neymiş? Hiç canının pazarlığı olur mu?” Bu tepkiyi veren olur mu? Bilmem. Doğan hemen herkes kendini “bir can pazarlığı” içinde bulur. Bana göre bu taa ana karnından başlar ve devam eder. Ve tüm canlılarda bu böyledir

Belgesellerde artık bütün canlıların ana karnındaki doğum hareketleri var.

Bunlardan bir yılan türü var. Çok ilginç.

İlginçliği “ben bütün yılanlar yumurtadan çıkar” bilirdim. Tamam da öyle de bir yılan var ki; o tür yılan yumurtasını içinde tutuyor.

Öyle ki; ana yılan yumurtaların çokluğundan çatlasa da onları kuluçkasında tutuyor.

Tabi ondan önce onları ön bölümde beklemeye alıyor.Yani erkek yılanın spermlerini. Orada o spremlerin işe yarayıp yaramayacağına karar veriyor. Eğer işe yaramayacaksa hiç uğraşmıyor; orada bırakıyor. Eğer o spremlerle kendi gibi güçlü yavruları olacağına inanıyorsa inanıyorsa; o zaman onları kendi doğum odasına alıp orada döllüyor ve ondan sonra onları doğurmak için akıl almaz sıkıntılara giriyor. Çünkü yumurtalar karnında büyüdükçe ‘hamile kadın deyimiyle’ karnı neredeyse “burnuna geliyor” ve bekliyor.

Artık ondan sonra başlıyor karnında yaşam savaşı. İlk yumurtayı kırıp çıkmak için tabi.

İlk yumurtayı kıran çıkıyor dışarı ve esniyor. Sanırım o sıra “merhaba hayat” diyor ve yürüyüp çıkıyor anasının içinden.

Tabi bu hepsi için aynı olmuyor; yarıdan fazlası yumurtasının için hapis; yani hepsi öyle kolayına çıkamıyor yumurtayı kırıp. Halbuki bu ana yılan ötekiler gibi bir yere bırakıp üzerine bir şeylerle örtüp; sonra "kalırsam burada. Dayanamam yumurtadan çıkanı yerim valla" deyip çekip gitmiyor. karnında yumurtaların hepsini pelte gibi yapıyor; ama çoğu çıkamıyor nedense?

İşte orada analık devreye giriyor ve yılan onların önce içeride; olmadı dışarıda yumurtalarını kırıp çıkmasını sağlıyor. Neyse belgeselde bunun devamı var. Denk gelen görür.

Benim dediğim bu işte. “can pazarlığı.” Bu işi iyi yapan yavru yılanlar ondan sonraki yaşam savaşını genellikle kazanıyor olması.

Ötekilerin neredeyse tamamı ‘can pazarlığını” kaybedip diğer yılanlara yem olup

Bu benim izlediğim can pazarlığının özgün bir örneği bu.

Vahşi doğa belgesini izleyenler oralarda yaşayanların ‘insan hayvan fark etmez’ “nasıl bir can pazarlığı içinde olduğunu görünce ve o sıra kendini düşünürse; eminim kendinin de bir can pazarlığı içinde olduğunu görecektir.

Yani doğum öncesi başlayan ve yaşadığı sürece devam eden ‘can pazarlığı’ İnsanların dünyasında da bu can pazarlığı gibi aynen var; ama bu sadece bir insanın tek başına kazanacağı bir pazarlık kesin değil.

Doğup büyüyene kadar; kendi kendine yeterli olana kadar insan yavruları hayvanlara çok şanslı tabi. Onun için onların gerçek can pazarlığı yaşamın içine bir başına merhaba deyince başlar.

Şimdi siz diyeceksiniz ki; “onlar niye yalnız kalsın? Ana baba hısım akraba var” sizden ricam deyecekseniz; önce bir yutkunun; sonra gösterin tepkiyi. Zaten sizin yazdığınız kafayla yaşama “Merhaba” diyen yaşama en az 1-0 geriden merhaba demiş olur. 

Yani içinde yaşadığı toplumla birlikte kendini ve onları anlayarak girerlerse bu pazarlığa; o zaman birlikte pazarlığı kazanma şansı çoğalır; yoksa herkes kendi başına; zor. Hem çok zor.

Onun için insanlar toplumla birlikte yaşamayı seçmiş. Yani tek başına doğada ‘bir bok olmadığını bilerek’ seçmiş bunu.

Vahşi doğada da var bu birlikte yaşam seçimi. Yılanlar hariç hemen hemen bütün hayvanlar birlikte yaşamayı seçmiş ve birlikte didişerek avlanıyorlar; ama onların asıl can pazarlığı o avın bölüşümü sırasında oluyor. Kazanan yaşam savaşında bir adım öne çıkarken; kaybeden kaderi neyse ona razı olur.

Örneğin kartal yavruları var. Ana kartal ‘onlar yumurtadan çıktıktan sonra’ onlara yiyecek taşımaya başlar ve getirip getirip o yiyeceği önlerine kor; ondan sonra hiç karışmaz “kimin yeyip yemeyeceğine.’ Aslında biraz karışır; ama çok umursamaz.

Neyse işte o zaman başlar kartal yavrularının yem üzerinde can pazarlığı. Bu pazarlığı kaybeden ölür. Kazanan devam eder yaşamaya.

Bu satırları okuyan herkes de bütün yaşamı boyunca bu pazarlıklar içinde bulmuştur kendini.

Devletler bile öyle. Osmanlı için özellikle batı dünyası “bunun işi bitik. Bırakın ölsün” diye düşünmüş sanırım.              

Hemen burada kurtuluş savaşını küçümsediğim anlamı çıkmasın sakın. Çünkü Mustafa Kemal’in arkadaşlarıyla birlikte Türkiye Halkı için can pazarlığında güçlü bir çıkışı olmasaydı; batı dünyası ‘akbabaların yaptığı gibi yapar’ yeyip bitirirdi bizi.

Dedim ya “can pazarlığı.” Mustafa Kemal ve arkadaşları onun liderliğinde Osmanlı ahalisi içine sinip kalmış ve Osmanlı ahalisi durumuna gelenler Osmanlının kurucu öğesi Türk halkı ve ‘hep söylendiği gibi’ yüzlerce yıllık kardeşimiz olan Kürt halkı ve diğer farklıklar olarak elele vererek dirilip çıktı ortaya ve Türkiye Halkının can pazarlığını kazandı ve hepimizin toplumsal geleceğimiz için önünü açtı ve Türkiye'nin bütün farklılıklarıyla birlikte dirlikli yaşamasını hedefledi. 

Bu gün hala Türkiye diye bir ülke varsa; o kazancın sonuçlarıdır ve o sonuçları korumak için kıyasıya can pazarlığı içinde olmamız ve o pazarlığı kazanmak da bizim işimiz. “Ya kazancağız; ya kazanacağız.” Tabi bilikte. Bunun başka yolu. Buradan kalkıp gidip söylediğimi bugün iktidarın ve kazanıp kaybetmesi üzerine anlarsak eğer diğer ülkeler karşısında o pazarlıklarda; yani Türkiye Halkının can pazarlığında“ göt üstü oturur kalırız. Keşke o kadar da kalsa. Onun ötesinde vallahi bizi, hepimizi hem de bağırta bağırta yalayıp yutarlar. 

Yani bizim toplum olarak aydınlık geleceğe doğru can pazarlığımızın yolu hepimiz bütün farklılıklarımızla birbirimize olan ve birilerinin kışkırtmasıyla katılaşan ön yargılarımızı kırarak barış içinde demokrasiyi içselleştirmiş bir toplum haline gelmemiz lazım önce. Sonrasında dünyada iyi mutlu gelecek için herkes ne yapıyorsa onu yaparız.

Tabi diyeceğim yalnızca bunlar değil. Yazdıklarım hemen herkesin bir şekilde bildiği şeyler.

Ben kendi can pazarlığımı yazacaktım. Hemen arkasından “geçmiş olsun” biçiminde dilekler düşünce; vazgeçtim. Çünkü benim geçecek bir rahatsızlığım yok. Yaşamım bir can pazarlığı içine girdi. Kolayına da teslim olmamak için direniyorum tabi. 

Mesela günlerdir süren ‘gerçeği bir eşimin bilip paylaştığı’ can pazarlığını kazanamasam da “devamda” karar kıldık.

Tabi bu sonucu yaratan benim. Yani kendi yarattığım sonuçlarla kendimi ölümüne bir can pazarlığı içinde buldum ve şimdilik kazandım; bunu anlatmak için de yukarıdaki girişi uygun gördüm.

“Amacımız muhabbet” diye başlayan rahmetli sevgili Levent Kırca’nın “olacak işler” programı gibi yani.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder