Merhaba; her gün olduğu gibi o gün de doktorumun 'her
gün beş dakika yürüyüp sonra oturup dinlen' tavsiyesine uyarak gezintiye
çıktım.
Kaldığım şehrin ana caddesinde palmiyeler var.
Belediyenin yaptığı en iyi işlerden biri bu palmiyelerin etrafına oturma yeri
yapması. Oraların akşam saatinde müşterisi çok olur. O müşterilerden biri de
benim.
Caddedeki büyük binanın köşesinde sokak çalgıcıları
var.
Hiç sokak çalgıcılarını onlara yakın bir yere oturup
dinlediniz mi bilmem. Dinlemediyseniz bulunduğunuz şehirde sokak çalgıcılarına
yakın bir yere oturun ve dinleyin. Çok keyif alacaksınız.
Ben her zaman olduğu gibi o sokak çalgıcılarına en
yakın palmiyenin altındaki banka oturdum.
Zaten o çalgıcıların iki devamlı dinleyicisi var. Biri
ben biri de siyah bir köpek.
Bizim belediyenin en yaptığı işlerden biri de köpekleri
aşı yaptırıp boyunlarına bir plaka takıp sokağa salması. Sanırım onları aynı
zamanda kısırlaştırıyorlar.
O gün de siyah köpek sokak çalgıcılarının müzik yaptığı saatte telaşla ileriden koşup geldi. Sanırım çalgıcıların müzik yaptığı saati iyi bellemişti.
Onun aralarından koşarak geçtiğini gören kimileri "ay bu ne böyle?" telaşıyla sağa sola çekilip, kimilerinin kendinden korkup "hoşt köpek" diye tepki göstermelerine aldırmadan aralarından geçip geldi. Beni görünce sanki "geç kalmadım değil mi?" der gibi baktı ve hemen önümde sokak çalgıcılarının karşısındaki köşeye yerleşti.
Önce kendine şaşkınlıkla bakan insanlara "siz hiç köpek görmediniz mi be?" diye tepki gösterir gibi baktı sonra sanırım aklından "bunlar bizi sevmesini bilmeden birbirini nasıl seviyor acaba" diye bir soru geçti galiba. Bana bakıp kısık sesle "hav!" deyişinde bu şaşkınlığın ifadesi var gibiydi.
Sonra çok uzamadı bu şaşkınlığı; her zaman olduğu gibi kafasını ileri uzattığı iki ön ayağının üzerine koyup müziğin verdiği keyifle gözlerini yumup sokak çalgıcılarını dinlemeye başladı.
Oraya takılmaya başladığımdan beri karşılaştığım; daha sonra Çatal çeşme parkında falan o tanışıklıkla doğruca yanıma gelen siyah köpek sanırım sokak çalgıcılarının da öteden beri müdavimiydi. Çünkü o gelip karşılarına yukarıda yazdığım gibi kurulunca çocuklar daha keyifli müzik yapmaya başlamıştı.
Neyse o siyah köpek bir köşede ben bir köşede akşamın
serinliğiyle kulağımız şarkıcılarda dalıp gitmiştik. O sıra ileriden köpek
havlamaları işitildi.
Siyah köpekle ikimiz de önce o havlamalarla irkildik
sonra 'boş verdik'.
Çünkü o köpekler o sıra onlara korkuyla bakanların
sandığı gibi birine saldırmıyordu. Muhtemelen 'mıntıkalarına yabancı bir köpek
girdi' ona havlıyorlar.
Siyah köpek hiç oralı olmasa da ben yine merakla kafamı
uzatıp baktım. Düşündüğüm gibi ileride bir gurup köpek iri bir köpeğe
"mıntıkamızı terket" der gibi havlıyordu. O da mesajı almış ki; ilk
sokaktan sıvışıp gitti.
Belgesel izleyenler bilir. Orada da vahşi doğada
hayvanlar sınırlarını ya işeyerek ya da dışkılarıyla belli eder. O kokuyu alan
diğer hayvan o mıntıkanın sahibi olduğunu bilir oralarda pek eyleşmez. Meğer
aslan gibi kimseden korkusu olmayan olursa onlar bu mıntıka işini pek sallamaz.
Yani tıpkı ülkelerin sınırları olduğu; sınırlarına
tecavüz edene tepki gösterdiği; ama güçlü emperyalist ülkelerin onların
sınırlarını sallamayıp istediği zaman çiğnediği; ötekilerin onlara bir şey
diyemedikleri gibi.
Ben zaman zaman özellikle belgesel izlerken oradaki
yaşamın seyrinde hep insan toplulukları aklıma gelir; vahşi doğadaki yaşamın
kurallarıyla insanların yaşamındaki kuralların çok benzeştiğini görürüm.
İkisi arasındaki tek fark; hayvanlarınkine iç güdü,
insanlarınkine bilinçli tepki diyorlar.
Zaten insan ezelden genetik olan hayvansal içgüdülerini
baskıladığı oranda insanlaşıyor. Yoksa öteki gibi içgüdülerine bağımlı olunca
pek hayvandan farkı olmuyor.
'Nereden? Nereye?'
Yaşam da öyle daldan dala renkler içerir gibi
birbirinden farklılıklar taşımıyor mu?
İşte ben o gün o bankta siyah köpekle birlikte sokak
çalgıcılarını dinlerken ilerden gelen kalabalık köpek havlamasını duyunca
aklımdan bunlar geçiyordu.
Siyah köpeğin aklından ne geçti bilmiyorum tabi.
Muhtemelen onun içinden kendini hür, kısırlaştırılmamış doğanın ona bahşettiği
bütün özelliklere sahip doğada yeşillikler içinde türdeşleriyle birlikte koşup
oynarkenki hali geçiyordu.
Öyle veya böyle insanın arada bir akşamın serinliğinde
benim yaptığım gibi kalabalıklar içinde kendini kaybettirip 'borç harç, tasa,
hastalık, dost bildikleri tarafından unutulmuşluk hisleri, yüreğinin bir yerinde diş ağrısı gibi ımık ımık kendini
hissettiren aşk özlemi' gibi her ne varsa kendini üzen yoran "onları" bir süreliğine
unutmasını ve yaşadığını fark etmesini öneriyorum.
Çünkü insanı yoran o kadar çok şey var ve yaşadığını
fark ettiği o kadar az zamanlar var ki! Bana göre insanın en zavallılaştığı; kendini çaresiz zannettiği zamanlar da o zamanlardır
Takmayın kafanıza. Hayat öyle de böyle de geçecek
zaten. Ve sonunda 'bir varmış bir yokmuş' olacağız nasılsa.
Siz en iyisi siyah köpeğe ve bana takılın; eminim sonunda
bize teşekkür edeceksiniz.
"...onun içinden kendini hür, kısırlaştırılmamış doğanın ona bahşettiği bütün özelliklere sahip doğada yeşillikler içinde türdeşleriyle birlikte koşup oynarkenki hali geçiyordu." Siyah köpeği ve duygularını çok güzel betimlemişsiniz...Zevkle okudum.
YanıtlaSil"ımık ımık "= için için anlamında mı?
Hoş Yorumun için çok teşekkür ederim dostum. Yorumlarınla bana yazma şevki veriyorsun. Bunun için ayrıca teşekkür ederim. "Ilmık ılmık hissettirmek" burada sıcak duyguların belli belirsiz sürekli kendini hissettirmesi oluyor. Genel olarak konuşma ve yazı dilinde de sanırım aynı anlamı taşıyor. İçin için'den farkı belli belirsiz olması. Yani arada bir unutulan ve her hangi bir etkileşimle hatırlanılan duygu. Örneğin bir türkünün, bir konunun, bir resmin hatırlattığı geçmişe ait bir anı gibi. Yani benim anladığım bu. O amaçla kullanıyorum.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil