Adı Şekip’ti. Diyarbakırlıydı. Kendini
anlatırken “benim meslek yankesicilik” demişti.
Radikal’de İsmail Saymaz’ın “polisin vurduğu
gençte olduğu söylenen silah bozuk ve mermisizmiş” başlığındaki özel haberde
polis genci DHKP-C üyesi diye vurduğu; meğer o gencin kasa hırsızlığından
sabıkası olan arkadaşlarını bulmak için orada olduğu yazılıydı.
O
haberi okuyunca aklıma Şekip geldi. Şekip'i ben 1982 yılı Aralık ayının sonlarına doğru Güzelyalıda'ki İzmir merkezinde tanıdım. Askerdim ve bir nedenle oradaydım.
O gece diğer ölümlü banka soygunundan aldığı on iki yıl cezası biten ve asker kaçağı olan arkadaşıyla birlikte ceza evinden alınıp gelmişlerdi. Kalan askerliklerini yaptırmak için getirmişler onları. Sohbet sırasında Şekip mesleğinin yankesicilik olduğunu söylemişti.
Onun
kendini öyle tanımlamasına bakıp “yankesicilik de meslek mi olurmuş?” deyip
gülmeyin; çünkü onun anlattığına göre baya da bir meslekti.
Yukarıda
yazdığım gibi Diyarbakırlıymış… Babasının kendi de dahil altı erkek, üç kızı
varmış. Babasının bu kadar çocuk yapmasına “cahillik işte” demişti.
Çünkü
o kadar nüfusa bakmak kolay bir iş değil tabi. Baba önceleri kaçağa gidermiş.
Gözünün önünde bir arkadaşı mayına basıp ölünce çok korkmuş; ‘tövbe etmş’ bir
daha gitmemiş; garajda hamallık yaparak geçindirmeye çalışıyormuş onları.
“Bazen
hiç iş çıkmaz eve meteliksiz dönerdi. O zamanlarda açlıktan çok üşüdüğümüz için
gardaşlarımla birbirimize sarılıp yatardık. Çünkü açlığın üşütmesi başa şeye
benzemez. Ancak öyle ısınabiliyorduk.
Gerçi evde soba vardı; ama yakacak çok bir şey yoktu. Olsa bile anam ancak çok
soğuklu günlerde yakardı sobayı ısıtırdı.
Bu
zor şartlarda yaşarlarken bir adam çıkıp gelmiş. Tanıdık birinin tanıdığıymış.
Bunu gösterip “senin oğlan baya yetişmiş. Bunu bana ver İstanbul’da bir arkadaş
var. Onun fabrikada çalıştırayım. Orada para kazanır; sana da gönderir” demiş
sonra cebinden bir tomar para çıkarmış “al bunları. Sonra ben oğlanın
kazancından azar azar keserim” demiş.
“Henüz
on üç yaşındaydım. Baba ‘benim oğlan daha küçük oralarda ne iş yapar?’ diye
sormadı hiç. Çünkü bir boğazı bakmaktan kurtulacaktı. Adam iyi de para
vermişti. Senin anlayacağın baba beni köle satar gibi sattı” dedi gülümseyerek.
O
adam bunu almış bir yere götürmüş. Orada kendi gibi çocuklar varmış. Tutmuş
adam buna bir de kol saati vermiş.
“Baştan
korkmuştum beni nereye götürecek diye. Kol saatini koluma takınca göt oldum
tabi. Çünkü o sıra bizim gibi çocukların en büyük hayali bir kol saatine sahip
olmaktı.
Şehrin
içine inince zengin piçlerinin kolunda görür o saatleri, çok kıskanırdık. Kaç
kere onları kıstırıp dövdük bu kol saati yüzünden” dedi.
Adam
buna ve öteki çocuklara birer kol saati verince hepsinin neşesi gelmiş “nereye
götürürse götürsün; iyi adam bu” demişler.
Adam
bunları otobüse bindirip İstanbul’a Tarlabaşı’nda bir eve götürmüş.
Orada
yatıp kalkıyorlarmış. Bu sırada hocaları kimine yankesicilik, kimine kasa açma
gibi meslek kursu vermiş.
“Benimki
kurs bir ay sürdü. Hoca benim artık işe çıkacağımı söyleyince bizi getiren adam
bana ‘aferin. Böyle giderse çok para kazanacaksın’ dedi ve o gün güzelce
giydirip kuşatıp ilk işi için beni alıp Taksim’e götürdü ‘buralarda
çalışacaksın. Kaybolurum diye merak etme, biz seni gözleriz’ dedi. Üzerimde
güzel bir pantolon ve kazak vardı. Pabuçları da kendim boyamıştım. Kazağın
saate denk gelen kolunu sıyırıp saati de açığa çıkarınca içimden ‘ben de bey
çocuğu gibi oldum’ diye geçirdim” dedi gülümseyerek.
Bu
şekilde ilk işine çıkmış. İstiklal caddesi o gün hafta sonu olduğu için çok
kalabalıkmış. Dalmış kalabalığın içine yaşlı bir adamı gözüne kestirmiş. Adamı
kalabalığın içinde sıkıştırıp çekmiş cüzdanını.
“ilk
işimde iyi iş çıkarmıştım. Yaşlı adamdan çarptığım cüzdanı çabucak kazağın
altında zulaya koydum geri Taksim’e dönüyordum. Bizi getiren adam yanımda
belirdi. ‘Aferin sen adam olacaksın’ dedi. Çarptığım cüzdanı istedi. Verdim. O
cüzdana şöyle bir baktı ‘aferin; gel senin karnını doyurayım’ dedi. Beni güzel
bir lokantaya götürdü” dedi.
Sonra
“O günden sonra o adamın yanında tam altı sene çalıştım” dedi.
O
sırada iki kere memlekete gitmiş. Babasına para verince çok sevinmiş babası. O
gittikten sonra soranlara “İstanbul’da fabrikada çalışmaya gitti” demiş. “Yani
benim fabrikada çalıştığıma inandırmıştı kendini. Gelip ona para bırakınca
‘oğlum bu nasıl fabrika? Sen orada ne iş yapıyorsun’ demedi hiç. İstanbul’un
hayatına da alışmıştık bir kere. Bir daha memlekete hiç gitmedim” diye
anlatıyordu kendini.
“Sonraları
anan babanı hiç merak etmedin mi?” deyince biraz dalgınlaştı “merak etmezmiyim?
Ama babanın parayı alırken bana ‘oğul sen ne iş yapıyorsun?’ diye sormayışı çok
gücüme gitti. Köle gibi satmış, ardımdan hiç arayıp sormamıştı. Hem sonra
babamın ve anamın öldüğünü öğrendim. Kardeşlerden ikisi kaçağa giderken
vurulmuş. Kızlar evlenip gitmiş. Yani gitsem de bulacağım kimse kalmamıştı”
dese de belli ki babasının onu para karşılığı satmasına çok içerlemişti.
O
adamın yanında altı sene çalıştıktan sonra artık kendi işe çıkıyormuş.
“Büyük
şehirlerin memurları ‘polisleri’ hep tanıyordu beni. Yani onlarla ortak
gibiydik. Genelde otobüslerde iş yapardım. Çünkü kalabalık olurdu. Duraklarda
gördüler mi sıkıştırır avantalarını alırlardı. Mecbur verirdim tabi. Yoksa
yakalayıp götürürlerdi. Baktım olmayacak. İşin riski benim; onlara böyle avanta
vermek gücüme gitti; ben de memurların beni tanımadığı küçük şehirlere
yöneldim” dedi.
Benim
memleketimi öğrenince “sizin orada pazar Perşembe günü kurulur. Ben orda çok iş
yaptım. Sonra Salı günü kurulan Burdur pazarı çok kalabalık olurdu; o yüzden
rahat çalışırdık” dedi.
Onun
iki lafından birinde “çalışırdık” demesi garibime gitmişti. O konuşurken
düşündüm yaptığı iş hakikaten bir beceri, ustalık isteyen bir iş, bir meslekti.
Onu
ve yanındaki Narlıdereli Faruk’u askerden yakalanıp getirildiğim sırada inzibat
merkezinde nezarethanede tanımıştım.
Şekip
askere alınınca kaçmış. Başlamış yine çalışmaya “Bu sırada benim mesleğim
olmayan işe daldım; kasa açmaya yani. Bir yerde kasa açmaya çalışırken
mağazanın sahibi gelince kaçmaya çalıştım. Adam iri yarıydı. Beni yakalamış
bırakmıyordu. Boş elimle cebimdeki sustalıyı çıkarıp daldırdım adama öyle
kurtuldum elinden; ama adam ölmüştü” dedi
On
senedir hapisteymiş. Hapiste cezası dolunca asker kaçağı olduğu için
bırakmamışlar; getirip inzibata teslim etmişler.
Faruk’la
da Buca cezaevinde birlikteymiş. Faruk hiç konuşmuyordu. Şekip onun Antalya’da
iki kişinin öldüğü silahlı kuyumcu soygununa katıldığını söyledi. O da on iki
yıldır cezaevindeymiş. Onun da cezası dolduğu ve asker kaçağı olduğu için
Şekip’le birlikte alıp gelmişler.
Şekip
bunları anlatırken Faruk’un durgunluğu dikkatimi çekti. Sanki anlatılanlarla
hiç ilgili değil gibiydi. Şekip onun durgunluğuna “kafası harman. Ondan böyle”
dedi. Onun esrar bağımlısı olduğunu söyledi.
Böyle
iki adamla daracık nezarette sabahlayacak olmanın ürküntüsü içindeydim; ama
Şekip’in yaşamını anlatırkenki samimi kanımı kaynamıştı ona. Hele yankesicilik
için “benim mesleğim o. Kursu ustasından aldım” derkenki samimiyeti
rahatlatmıştı.
Cebimde
babamın tutuklandığımı öğrenince gönderdiği üç bin lira vardı. Uyur kalırsam
Şekip’in o parayı çekeceğinden endişeliydim. “Bak şimdi senin sol cebindeki
şişkinlik kağıt, öteki cebindeki para” diye paramın olduğu cebi doğru tahmin
edince temelli işkillenmiştim.
O
benim işkillenmemi anlamış “korkma gardaş. Ben hırsızlığa tövbeliyim. Sadece
yankesicilik yapıyorum. Hele şimdi seni tanıdım. Senin parana hiç dokunmam”
dedi.
Öyle
söylese de uyumanın zor olduğu bir ortamdı. Bana birkaç numarasını gösterdi.
Faruk’la üçümüz otobüste sıkışık yolcu pozisyonuna geçtik. Hiç haberim olmadan
cebimdeki parayı çekmişti. Ben “bravo valla hiç hissetmedim” deyince o biraz
mahcup “benim mesleğim bu gardaş” dedi.
Sabahleyin
onları alıp götürdüler.
Radikaldeki
haberde polisin “silah çekti” diye vurduğu gencin hırsızlıktan sabıkalı
arkadaşlarını ararken vurulduğunu, silah denen şeyin bozuk ve içinde mermi
olmadığı okuyunca Şekip’in kasa açarken öldürdüğü adama nasıl üzüldüğü; o olayı
anlatırken “bizim meslekte adam öldürmek yoktur. Biz nafakamızın peşindeyiz.
Cebimizde de o da kendimizi korumak için bıçaktan başka silah olmaz” dediği;
ısrarla yankesiciliği ve kasa açmayı meslek olarak nitelemesi aklıma gelmişti.
Bu kişiler ve daha niceleri anne-baba ve toplumun ortaklaşa kurbanları... Eline sağlık acıllarla dolu bir öykü...
YanıtlaSil