19 Ocak 2017 Perşembe

TARLA BAŞININ ARKA SOKAKLARINDAKİ OKULLARDA ÖĞRENMİŞ MESLEĞİNİ


Adı Şekip’ti. Diyarbakırlıydı. Kendini anlatırken “benim meslek yankesicilik” demişti.

Radikal’de İsmail Saymaz’ın “polisin vurduğu gençte olduğu söylenen silah bozuk ve mermisizmiş” başlığındaki özel haberde polis genci DHKP-C üyesi diye vurduğu; meğer o gencin kasa hırsızlığından sabıkası olan arkadaşlarını bulmak için orada olduğu yazılıydı.

O haberi okuyunca aklıma Şekip geldi. Şekip'i ben 1982 yılı Aralık ayının sonlarına doğru  Güzelyalıda'ki İzmir merkezinde tanıdım. Askerdim ve bir nedenle oradaydım. 

O gece diğer ölümlü banka soygunundan aldığı on iki yıl cezası biten ve asker kaçağı olan arkadaşıyla birlikte ceza evinden alınıp gelmişlerdi. Kalan askerliklerini yaptırmak için getirmişler onları. Sohbet sırasında Şekip mesleğinin yankesicilik olduğunu söylemişti.

Onun kendini öyle tanımlamasına bakıp “yankesicilik de meslek mi olurmuş?” deyip gülmeyin; çünkü onun anlattığına göre baya da bir meslekti.

Yukarıda yazdığım gibi Diyarbakırlıymış… Babasının kendi de dahil altı erkek, üç kızı varmış. Babasının bu kadar çocuk yapmasına “cahillik işte” demişti.

Çünkü o kadar nüfusa bakmak kolay bir iş değil tabi. Baba önceleri kaçağa gidermiş. Gözünün önünde bir arkadaşı mayına basıp ölünce çok korkmuş; ‘tövbe etmş’ bir daha gitmemiş; garajda hamallık yaparak geçindirmeye çalışıyormuş onları.

“Bazen hiç iş çıkmaz eve meteliksiz dönerdi. O zamanlarda açlıktan çok üşüdüğümüz için gardaşlarımla birbirimize sarılıp yatardık. Çünkü açlığın üşütmesi başa şeye benzemez.  Ancak öyle ısınabiliyorduk. Gerçi evde soba vardı; ama yakacak çok bir şey yoktu. Olsa bile anam ancak çok soğuklu günlerde yakardı sobayı ısıtırdı.

Bu zor şartlarda yaşarlarken bir adam çıkıp gelmiş. Tanıdık birinin tanıdığıymış. Bunu gösterip “senin oğlan baya yetişmiş. Bunu bana ver İstanbul’da bir arkadaş var. Onun fabrikada çalıştırayım. Orada para kazanır; sana da gönderir” demiş sonra cebinden bir tomar para çıkarmış “al bunları. Sonra ben oğlanın kazancından azar azar keserim” demiş.

“Henüz on üç yaşındaydım. Baba ‘benim oğlan daha küçük oralarda ne iş yapar?’ diye sormadı hiç. Çünkü bir boğazı bakmaktan kurtulacaktı. Adam iyi de para vermişti. Senin anlayacağın baba beni köle satar gibi sattı” dedi gülümseyerek.

O adam bunu almış bir yere götürmüş. Orada kendi gibi çocuklar varmış. Tutmuş adam buna bir de kol saati vermiş.

“Baştan korkmuştum beni nereye götürecek diye. Kol saatini koluma takınca göt oldum tabi. Çünkü o sıra bizim gibi çocukların en büyük hayali bir kol saatine sahip olmaktı.

Şehrin içine inince zengin piçlerinin kolunda görür o saatleri, çok kıskanırdık. Kaç kere onları kıstırıp dövdük bu kol saati yüzünden” dedi.

Adam buna ve öteki çocuklara birer kol saati verince hepsinin neşesi gelmiş “nereye götürürse götürsün; iyi adam bu” demişler.

Adam bunları otobüse bindirip İstanbul’a Tarlabaşı’nda bir eve götürmüş.

Orada yatıp kalkıyorlarmış. Bu sırada hocaları kimine yankesicilik, kimine kasa açma gibi meslek kursu vermiş.

“Benimki kurs bir ay sürdü. Hoca benim artık işe çıkacağımı söyleyince bizi getiren adam bana ‘aferin. Böyle giderse çok para kazanacaksın’ dedi ve o gün güzelce giydirip kuşatıp ilk işi için beni alıp Taksim’e götürdü ‘buralarda çalışacaksın. Kaybolurum diye merak etme, biz seni gözleriz’ dedi. Üzerimde güzel bir pantolon ve kazak vardı. Pabuçları da kendim boyamıştım. Kazağın saate denk gelen kolunu sıyırıp saati de açığa çıkarınca içimden ‘ben de bey çocuğu gibi oldum’ diye geçirdim” dedi gülümseyerek.

Bu şekilde ilk işine çıkmış. İstiklal caddesi o gün hafta sonu olduğu için çok kalabalıkmış. Dalmış kalabalığın içine yaşlı bir adamı gözüne kestirmiş. Adamı kalabalığın içinde sıkıştırıp çekmiş cüzdanını.

“ilk işimde iyi iş çıkarmıştım. Yaşlı adamdan çarptığım cüzdanı çabucak kazağın altında zulaya koydum geri Taksim’e dönüyordum. Bizi getiren adam yanımda belirdi. ‘Aferin sen adam olacaksın’ dedi. Çarptığım cüzdanı istedi. Verdim. O cüzdana şöyle bir baktı ‘aferin; gel senin karnını doyurayım’ dedi. Beni güzel bir lokantaya götürdü” dedi.

Sonra “O günden sonra o adamın yanında tam altı sene çalıştım” dedi.

O sırada iki kere memlekete gitmiş. Babasına para verince çok sevinmiş babası. O gittikten sonra soranlara “İstanbul’da fabrikada çalışmaya gitti” demiş. “Yani benim fabrikada çalıştığıma inandırmıştı kendini. Gelip ona para bırakınca ‘oğlum bu nasıl fabrika? Sen orada ne iş yapıyorsun’ demedi hiç. İstanbul’un hayatına da alışmıştık bir kere. Bir daha memlekete hiç gitmedim” diye anlatıyordu kendini.

“Sonraları anan babanı hiç merak etmedin mi?” deyince biraz dalgınlaştı “merak etmezmiyim? Ama babanın parayı alırken bana ‘oğul sen ne iş yapıyorsun?’ diye sormayışı çok gücüme gitti. Köle gibi satmış, ardımdan hiç arayıp sormamıştı. Hem sonra babamın ve anamın öldüğünü öğrendim. Kardeşlerden ikisi kaçağa giderken vurulmuş. Kızlar evlenip gitmiş. Yani gitsem de bulacağım kimse kalmamıştı” dese de belli ki babasının onu para karşılığı satmasına çok içerlemişti.

O adamın yanında altı sene çalıştıktan sonra artık kendi işe çıkıyormuş.

“Büyük şehirlerin memurları ‘polisleri’ hep tanıyordu beni. Yani onlarla ortak gibiydik. Genelde otobüslerde iş yapardım. Çünkü kalabalık olurdu. Duraklarda gördüler mi sıkıştırır avantalarını alırlardı. Mecbur verirdim tabi. Yoksa yakalayıp götürürlerdi. Baktım olmayacak. İşin riski benim; onlara böyle avanta vermek gücüme gitti; ben de memurların beni tanımadığı küçük şehirlere yöneldim” dedi.

Benim memleketimi öğrenince “sizin orada pazar Perşembe günü kurulur. Ben orda çok iş yaptım. Sonra Salı günü kurulan Burdur pazarı çok kalabalık olurdu; o yüzden rahat çalışırdık” dedi.

Onun iki lafından birinde “çalışırdık” demesi garibime gitmişti. O konuşurken düşündüm yaptığı iş hakikaten bir beceri, ustalık isteyen bir iş, bir meslekti.

Onu ve yanındaki Narlıdereli Faruk’u askerden yakalanıp getirildiğim sırada inzibat merkezinde nezarethanede tanımıştım.

Şekip askere alınınca kaçmış. Başlamış yine çalışmaya “Bu sırada benim mesleğim olmayan işe daldım; kasa açmaya yani. Bir yerde kasa açmaya çalışırken mağazanın sahibi gelince kaçmaya çalıştım. Adam iri yarıydı. Beni yakalamış bırakmıyordu. Boş elimle cebimdeki sustalıyı çıkarıp daldırdım adama öyle kurtuldum elinden; ama adam ölmüştü” dedi

On senedir hapisteymiş. Hapiste cezası dolunca asker kaçağı olduğu için bırakmamışlar; getirip inzibata teslim etmişler.

Faruk’la da Buca cezaevinde birlikteymiş. Faruk hiç konuşmuyordu. Şekip onun Antalya’da iki kişinin öldüğü silahlı kuyumcu soygununa katıldığını söyledi. O da on iki yıldır cezaevindeymiş. Onun da cezası dolduğu ve asker kaçağı olduğu için Şekip’le birlikte alıp gelmişler.

Şekip bunları anlatırken Faruk’un durgunluğu dikkatimi çekti. Sanki anlatılanlarla hiç ilgili değil gibiydi. Şekip onun durgunluğuna “kafası harman. Ondan böyle” dedi. Onun esrar bağımlısı olduğunu söyledi.

Böyle iki adamla daracık nezarette sabahlayacak olmanın ürküntüsü içindeydim; ama Şekip’in yaşamını anlatırkenki samimi kanımı kaynamıştı ona. Hele yankesicilik için “benim mesleğim o. Kursu ustasından aldım” derkenki samimiyeti rahatlatmıştı.

Cebimde babamın tutuklandığımı öğrenince gönderdiği üç bin lira vardı. Uyur kalırsam Şekip’in o parayı çekeceğinden endişeliydim. “Bak şimdi senin sol cebindeki şişkinlik kağıt, öteki cebindeki para” diye paramın olduğu cebi doğru tahmin edince temelli işkillenmiştim.

O benim işkillenmemi anlamış “korkma gardaş. Ben hırsızlığa tövbeliyim. Sadece yankesicilik yapıyorum. Hele şimdi seni tanıdım. Senin parana hiç dokunmam” dedi.

Öyle söylese de uyumanın zor olduğu bir ortamdı. Bana birkaç numarasını gösterdi. Faruk’la üçümüz otobüste sıkışık yolcu pozisyonuna geçtik. Hiç haberim olmadan cebimdeki parayı çekmişti. Ben “bravo valla hiç hissetmedim” deyince o biraz mahcup “benim mesleğim bu gardaş” dedi.

Sabahleyin onları alıp götürdüler.

Radikaldeki haberde polisin “silah çekti” diye vurduğu gencin hırsızlıktan sabıkalı arkadaşlarını ararken vurulduğunu, silah denen şeyin bozuk ve içinde mermi olmadığı okuyunca Şekip’in kasa açarken öldürdüğü adama nasıl üzüldüğü; o olayı anlatırken “bizim meslekte adam öldürmek yoktur. Biz nafakamızın peşindeyiz. Cebimizde de o da kendimizi korumak için bıçaktan başka silah olmaz” dediği; ısrarla yankesiciliği ve kasa açmayı meslek olarak nitelemesi aklıma gelmişti.

                         


1 yorum:

  1. Bu kişiler ve daha niceleri anne-baba ve toplumun ortaklaşa kurbanları... Eline sağlık acıllarla dolu bir öykü...

    YanıtlaSil