Gocaağız Ramazan dayı
vardı. Bizim orada eskiler bilir; bilir de çoğu onu zurnacılığından bilir.,
Oysa Ramazan dayı bizim
orada ilk gaz yağıyla traktör alanlardan. Yani vakti zamanında çok varidatlı
biriymiş. Onun sülalesine Gozaklar denirmiş. Yani soyadı kanunu çıkmadığı;
belki cumhuriyetin henüz lafı bile edilmediği dönemlerde insanlar ve sülaleler
lakaplarıyla anılırmış.
“Sülale”dediğim aynı
kanı taşıyan yakın, uzak akraba topluluğu oluyor. Doğuda bu bağ daha geniş tutularak
aşiretleri oluşturur.
Neyse; işte bu Gocaağız
Ramazan dayının sülalesine Gozaklar denirmiş. O sıra Satırlarda sözü en geçen
ailelerden.
Şimdiki adı Yeşilova
olan ilçemin o yıllar kendisi ve çevresinde Burdur beylerinin çiftlikleri
varmış. Neredeyse adım başı çiftlik. O beylerin olduğu bölgede kimi aileler ‘belki
efelikleriyle’ beylere kafa tutarak varlıklarını sürdürmüş. İşte Gozaklar da
böyle az efe gelen sülalerdenmiş.
Neyse bir zamanlar bütün
akrabaları gibi Ramazan dayı da varlıklı diri bir adammış. “Gökte bulmuş yerde
yemiş” hesabı mal varlığını çalgıda çengide tüketmiş; ama kendini, insanlığını
tüketmemiş. Varlıklı yıllarından aldığı iki eşini, çocuklarını; onların
geçimini hep kendine iş edinmiş; ama yaşadığı hayat hırlı bir hayat değil ki!
İki de bir ‘mapusa’ girermiş.
Böyle mapusa gire çıka
bir zaman geçmiş. Kendi deyimiyle “hayat daşşağını ezmiş birez” durulmuş.
“Durulmuş; emme bakıcek
çor çocuk var. Onlara nahal eden?” derdi düşmüş bu sefer içine. Aklına zurnacı
olmak gelmiş. “Neden?” derseniz. “Başka bi zanaat yok. Mal maşat da galmamış.
Ee! Ona buna el açacak hali de yok tabi.” Düğün çalgı gezerken epey zurnacı
dostu olmuş; o sıra “ver bi de ben öttüren” derken “zurnayı iyi öttürdüğü”
aklına gelmiş.
O zamanlar düğünün baş
konuğu zurnacılar olurmuş. Onlar zurnasıyla alemlerde çaldığı saz söylediği söz ile düğünün ahengini sağlarlarmış. Düğünün
görkemli geçmesini isteyen bey, paşa takımı da tuttuğu düğüne en namlı
zurnacıları çağırırmış. Tabi düğünün ahengi sadece zurnacıyla olmuyor. Ayrıca “yiyip
içmesini bilen” adap erkan sahibi konuklar da bu düğünlerin baş konuğu olurmuş. Haliyle Ramazan dayı da "yiyip içmesini bilen' varidatlı bir kişi o sıralar o düğünlere çağrılan baş konuklardanmış.
Düğün sahibi bu
konuklara özellikle akşamüzeri özel sofra kurarmış. Sofraya zurnacı da sazıyla
sözüyle dahil olunca muhabbet gece yarılarına kadar sürer; bu sırada aşka gelen
konukların bellerindeki silahları çekmesiyle düğüne bir başka renk gelirmiş.
Tabi bu sırada bu renk yanlışlıkla vurulanların kanıyla kırmızı olurmuş; ama
bunlar “kasıt olmadıkça” önemli sayılmazmış.
Neyse; işte bizim
Gocaağız Ramazan dayı bu sıra kapmış zurnacılığı. Hapise düşünce orada saz
çalmayı da öğrenmeye çalışmış; ama saza kabiliyeti olmadığından öğrenememiş.
Bana bunları zurnacılığının
son zamanlarında bir düğün sonrası anlatmıştı.
O yıllar ben de gençliğe
henüz “merhaba” demiştim; ancak pek öyle düğün, dernek koşan gençlerden
değildim. Macuroğlu derlerdi. Benim de arkadaşım olan Ali Osman vardı; arabacı
Ahmet ustanın oğlu. Onun düğününe gitmiştim davetli olarak.
O sıra benden büyüklerin
de olduğu bir masada düğünün zurnacısı Ramazan dayı vardı. Orada onu eskiden
tanıyanlar “hadi Raman dayı bir iki dıngırdat” deyince sazı eline almış ve
kurmaya başlamış; millet kafayı buluncaya kadar sazı kurmaya devam etmiş sonra “bir
iki dıngırdatmış” garzık sesiyle bir efe türküsü söyleyip bırakmıştı saz
çalmayı.
Sanırım ben biraz
ayıktım bana “dayım ben bu mereti mapusta öğrendim. O da bu gadar oldu”
demişti. Ben “zurnayı güzel çalıyorsun. Onu nerede öğrendin?” diye sorunca “o
benim garnımda varımış demek. Sivrildi çıktı ordan” dedikten sonra zurnayı göstermiş “yalınız insanın
içinde iştah yoğusa bu mereti de bek çalamıyo” demiş ve yukarıda yazdığım kısa
hayat hikayesini anlatmıştı.
Zaman zaman onun
zurnacılığı hakkında “o garnımda varımış demek” deyip sonra “yalınız insanın
içinde iştah yoğusa bu mereti de bek çalamıyo” demesi aklıma gelir.
Gerçekten öyle sanırım.
Benim de hikaye benzeri bir şeyler yazmaya çalışma iştahım atmışından sonra karnımın içimden sivrilip çıktı. İçimde iştah olmayınca da şimdiki gibi zırvalıyor
insan.
Bir şey yazmak için bu
aletin başına geçtiğimde canımın sıkkınlığından iştahım olmadığını anlayınca Gocaağız Ramazan dayı aklıma
geldi. Onunla sohbetimizi yazdım.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilKalemine sağlık... Bu öyküden de "garzık" sözcüğünü öğrendim.
YanıtlaSilHoş yorumun için teşekkür ederim dostum.:)
YanıtlaSil