27 Ocak 2017 Cuma

"İNSANIN İÇİNDEN GELİCEK" DEMİŞTİ



Gocaağız Ramazan dayı vardı. Bizim orada eskiler bilir; bilir de çoğu onu zurnacılığından bilir.,

Oysa Ramazan dayı bizim orada ilk gaz yağıyla traktör alanlardan. Yani vakti zamanında çok varidatlı biriymiş. Onun sülalesine Gozaklar denirmiş. Yani soyadı kanunu çıkmadığı; belki cumhuriyetin henüz lafı bile edilmediği dönemlerde insanlar ve sülaleler lakaplarıyla anılırmış.

“Sülale”dediğim aynı kanı taşıyan yakın, uzak akraba topluluğu oluyor. Doğuda bu bağ daha geniş tutularak aşiretleri oluşturur.

Neyse; işte bu Gocaağız Ramazan dayının sülalesine Gozaklar denirmiş. O sıra Satırlarda sözü en geçen ailelerden.

Şimdiki adı Yeşilova olan ilçemin o yıllar kendisi ve çevresinde Burdur beylerinin çiftlikleri varmış. Neredeyse adım başı çiftlik. O beylerin olduğu bölgede kimi aileler ‘belki efelikleriyle’ beylere kafa tutarak varlıklarını sürdürmüş. İşte Gozaklar da böyle az efe gelen sülalerdenmiş.

Neyse bir zamanlar bütün akrabaları gibi Ramazan dayı da varlıklı diri bir adammış. “Gökte bulmuş yerde yemiş” hesabı mal varlığını çalgıda çengide tüketmiş; ama kendini, insanlığını tüketmemiş. Varlıklı yıllarından aldığı iki eşini, çocuklarını; onların geçimini hep kendine iş edinmiş; ama yaşadığı hayat hırlı bir hayat değil ki! İki de bir ‘mapusa’ girermiş.

Böyle mapusa gire çıka bir zaman geçmiş. Kendi deyimiyle “hayat daşşağını ezmiş birez” durulmuş.

“Durulmuş; emme bakıcek çor çocuk var. Onlara nahal eden?” derdi düşmüş bu sefer içine. Aklına zurnacı olmak gelmiş. “Neden?” derseniz. “Başka bi zanaat yok. Mal maşat da galmamış. Ee! Ona buna el açacak hali de yok tabi.” Düğün çalgı gezerken epey zurnacı dostu olmuş; o sıra “ver bi de ben öttüren” derken “zurnayı iyi öttürdüğü” aklına gelmiş.

O zamanlar düğünün baş konuğu zurnacılar olurmuş. Onlar zurnasıyla alemlerde çaldığı  saz söylediği söz ile  düğünün ahengini sağlarlarmış. Düğünün görkemli geçmesini isteyen bey, paşa takımı da tuttuğu düğüne en namlı zurnacıları çağırırmış. Tabi düğünün ahengi sadece zurnacıyla olmuyor. Ayrıca “yiyip içmesini bilen” adap erkan sahibi konuklar da bu düğünlerin baş konuğu olurmuş. Haliyle Ramazan dayı da "yiyip içmesini bilen' varidatlı bir kişi o sıralar o düğünlere çağrılan baş konuklardanmış.

Düğün sahibi bu konuklara özellikle akşamüzeri özel sofra kurarmış. Sofraya zurnacı da sazıyla sözüyle dahil olunca muhabbet gece yarılarına kadar sürer; bu sırada aşka gelen konukların bellerindeki silahları çekmesiyle düğüne bir başka renk gelirmiş. Tabi bu sırada bu renk yanlışlıkla vurulanların kanıyla kırmızı olurmuş; ama bunlar “kasıt olmadıkça” önemli sayılmazmış.

Neyse; işte bizim Gocaağız Ramazan dayı bu sıra kapmış zurnacılığı. Hapise düşünce orada saz çalmayı da öğrenmeye çalışmış; ama saza kabiliyeti olmadığından öğrenememiş.

Bana bunları zurnacılığının son zamanlarında bir düğün sonrası anlatmıştı.

O yıllar ben de gençliğe henüz “merhaba” demiştim; ancak pek öyle düğün, dernek koşan gençlerden değildim. Macuroğlu derlerdi. Benim de arkadaşım olan Ali Osman vardı; arabacı Ahmet ustanın oğlu. Onun düğününe gitmiştim davetli olarak. 

O sıra benden büyüklerin de olduğu bir masada düğünün zurnacısı Ramazan dayı vardı. Orada onu eskiden tanıyanlar “hadi Raman dayı bir iki dıngırdat” deyince sazı eline almış ve kurmaya başlamış; millet kafayı buluncaya kadar sazı kurmaya devam etmiş sonra “bir iki dıngırdatmış” garzık sesiyle bir efe türküsü söyleyip bırakmıştı saz çalmayı.

Sanırım ben biraz ayıktım bana “dayım ben bu mereti mapusta öğrendim. O da bu gadar oldu” demişti. Ben “zurnayı güzel çalıyorsun. Onu nerede öğrendin?” diye sorunca “o benim garnımda varımış demek. Sivrildi çıktı ordan” dedikten sonra zurnayı göstermiş “yalınız insanın içinde iştah yoğusa bu mereti de bek çalamıyo” demiş ve yukarıda yazdığım kısa hayat hikayesini anlatmıştı.

Zaman zaman onun zurnacılığı hakkında “o garnımda varımış demek” deyip sonra “yalınız insanın içinde iştah yoğusa bu mereti de bek çalamıyo” demesi aklıma gelir.

Gerçekten öyle sanırım. Benim de hikaye benzeri bir şeyler yazmaya çalışma iştahım atmışından sonra karnımın içimden sivrilip çıktı. İçimde iştah olmayınca da şimdiki gibi zırvalıyor insan.

Bir şey yazmak için bu aletin başına geçtiğimde canımın sıkkınlığından iştahım olmadığını anlayınca Gocaağız Ramazan dayı aklıma geldi. Onunla sohbetimizi yazdım.




           


3 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Kalemine sağlık... Bu öyküden de "garzık" sözcüğünü öğrendim.

    YanıtlaSil
  3. Hoş yorumun için teşekkür ederim dostum.:)

    YanıtlaSil