Vefasız durumlarda veya vefasız davranmalarda hep söylenir “Vefa dediğin bir semt adıymış” denir
Gerçekten İstanbul’da bir semtin
adıdır ‘Vefa’. Başka yerleşim yerlerinde Vefa isimli yer var mı bilemem;
yukarıdaki ifadede işaret edilen semt İstanbul’daki Vefa semtidir.
Neyse; diyeceğim o değil.
Bizim ilçede bir “Mustabeyimiz”
var. Öyle deme nedenim “Mustabey” denince ilk akla gelenin o olması.
Mustabey davulcu/ydu. Çoktan o
işte emekli oldu.
Benden onbeş yaşın üzerinde
yaşlıysa da onun gençlik yıllarını bilirim. Çünkü aynı mahallede otururduk. O
sıralar ben çocuğum. Sürüne sürüne ‘çünkü beş yaşına kadar apalama değil de;
bir elim üstünde gitmişim’ evden aşağı doğru indiğimde; ilkokula gittiğimiz
yıllarda Mustabeylerin evinden babasının sesi gelirdi.
Babası zamanın iyi zurnacısı…
Oğluna zurna çalmayı öğretmek istiyor; ama zurna da bir müzik aleti. İnsanın
içinde müzisyenlik yoksa elinden ne gelir?
Tabi Mustabeyin babası bunu
düşünmezdi. O zorla bağıra çağıra oğluna zurna çalmasını öğretmeye çalışırdı;
ama ne kadar çabalasa da Mustabey’e zurnaya ‘üf!’ dedirtmeyi başaramadı. “O
zaman as boynuna davulcu ol kerata” dedi sanırım; ona davulculuk öğretti.
Davulculuk da aslında sanattır;
ama Mustabey’in çaldığı davul öyle dokuz/sekiz ritim tutan davulculuk değil.
‘Dombudu dombudu. Dombudu Dom! Dom!” bu kadar basit yani. Başına geçseniz siz
bile çalarsınız.
Mustabey böyle başladı
davuculuğa. Önce babasının yanında, sonra öteki zurnacıların yanında çok davul
çaldı. Ramazan davulcusu oldu.
Yani Mustabey önce
davulculuğuyla sevildi. Geven konuşması, manasız hep gülümseyen yüzüyle çok da
sevildi; öyle ki! İlçenin iki üç maskotundan biri oldu.
Ötekileri daha önce yazmıştım.
Onlar “deli” denen zihin özürlü olanlardı. İlçe halkı onları da çok sevdi.
Aslında ‘sevmek’ değil de kendi içlerindeki aşağılanma duygusunu onlarla alay
ederek geçirirlerdi; ama haksızık yapmayayım ‘ölünce’ cenazeleri çok kalabalık
olmuş. Öyle söylediler. Yani asıl sevgilerini onları sırtlarında mezarlığa
götürerek göstermişler.
Mustabey henüz ölmedi. Bir ara
çok düşkünleşmişti. Bereket ‘Goca aşa’ isimli babasının son karısı bir kadın
bunu evladı gibi sahiplendi. O ölünce evi Mustabey’e kaldı.
Bu sırada üç de evlilik yaptı
Mustabey. İki de çocuğu oldu; ama ‘kimbilir neredeler?’ arada bir oğlu harçlık
almaya gelirmiş. Kızı geliyor mu bilmem? Sanırım ölünce evi bölüşmeye gelirler.
Neyse onun üç evliliği öyle çok
zampara olmasından değil. Kadınlar fazla durmadı onunla; kaçıp gitti.
Mustabey şu anda üçüncü eşiyle
evli. Bu arada belediye başkanı onlara ilçe tuvaletini bekleme işini vermiş.
Yani durumları şimdi fena sayılmaz. Hatta onu sorunca yarı alaylı ‘oo’ Şimdi o
köşeyi döndü’ dediler.
Karı koca sabahleyin beraber
gidiyorlar tuvalete; akşama kadar bekleyip eve geliyor. Bu sırada kavga döğüş
eksik olmuyor. Kavgayı çıkaran karısı tabi… Mustabey karısı ne söylese? Ne
kadar hakaret etse? Tek tepkisi “imanımı gızdırma bak” oluyor; ama imanı bir
türlü kızmıyor.
Çünkü doğuştan ‘ezik’ demeyelim
de; insacıl bir insan. Kedi köpek görse onlara mutlaka bir şey verir.
Babamgilin de komşusu. Beni her
gördüğünde “Hoj geldin Erduvan” der. Babamı anamı, aklına gelirse kardeşlerimi
sorar sonra “iyi iyi. Selam söle bubana. Nutuya abama” der.
Zaten fazla laf bilmez. Az
konuşa konuşa çoğunu unutmuş zaten.
Ben her gelişimde bir de komşu
olunca anama mutlaka Mustabey’i sorarım. Gördüğüm yerde de hatırını sorarım.
En son karısının ayakları
tutmayınca onu çocuk arabası gibi bir arabayla tuvalete görev yerlerine götürüp
getiriyormuş. Bu sırada arada bir arabayı devririr; karısını çok kızdırırmış.
Öye söylüyorlardı.
En son öğrendiğim karısı evden
çıkamıyormuş. Mutsabey evde bakıyormuş onu.
“Ana gız. Mustabey nasıl bakıyor
onu? Kendi bakıma muhtaç” diye üzülmüş; görünce ‘karısını nasıl baktığını?’ ve
‘durumlarını soracaktım’.
Bugün hem yürüyeyim diye simit
almaya çarşıya indim. Tuvaletin önünde Mustabey elinde hortum etrafı yıkıyordu.
Selam vermeme gerek kalmadan “oo! Erduvan geldin mi?” dedi. “Geldim” deyince
“Üsen dayıyı da yolcu eddik” dedi. Yani ‘babasız nasılsınız?’ demeye getirmişti
lafını.
Ona karısını sordum. “Evde
yatıyo” dedi. “Nasıl durumu dedim?” yüzünü ekşitti “kötü valla. Bacakları çok
ağreyo” dedi.
“Kim bakıyor onu?” diye sordum.
Anlamadı. “Burdur tokdurları bişey bilmeyo. İyileştirimedile” dedi.
Ben sorumun cevabını böyle
almıştım. “Zor olmuyor mu bakması?” dedim.
“Zor oluyo emme” deyip boynunu
bükdü. “Onu Denizli’ye üniversite tokdurlana gösdercen” dedi.
“Senin için zor oluyordur. Onu
bir yere yatırsak” dedim. Anlamadı; boş gözlerle baktı. Ben “hani Huzurevine
falan yatırsak” deyince ateşe basmış gibi geri sıçradı sonra “Iı! Ben bakarın
ona” dedi. “” dedi. “Ama zor oluyor dedin” dedim.
Ürekerek bakdı “olsun vasın. Zor
mor ben bakarın ona. Kimsiye muhdaç edmen onu” dedi. “Niye sen de rahat
edersin. Oda eder” dedim “Iıı! Olmaz. Orda kötü bakala ona. Dıyımam onu. Ben
bakarın” diye cevap verdi. “Ne yapalım. Kolay gelsin” deyip simit almak için
fırına gittim.
Çocuklarını orta yerde bırakan,
karısını sokak ortasında döğen, öldüren erkekler aklıma geldi.
İlçe halkı da şimdi pek
ilgilenmedikleri; “nasıl ediyorlar?” diye pek arayıp sormadıkları pek çocuğunun
babasının düğününde davul çalan Mustabey ve karısı bakımsızlıktan sepsessiz
ölürse eminim ‘günahlarının kefaretini öder gibi’ cenazelerini el birlik çok
kalabalık kadırır. Belki içlerinden onlar için pide falan yaptırıp dağıtan olur.
Benim aklımda kalan onun “Iıı!
Olmaz. Orda kötü bakala ona. Dıyıman onu. Ben bakarın” diye itirazı kaldı.
İçimden “Vefa dediğin; herhalde
böyle bir şey diye geçti. Burada paylaşmak istedim” diye bu hikayeyi daha önce
yazmıştım.
Bu gerçek yaşanmışlık üzerinden
öykümü kurduktan bir hafta sonraydı; anam “Mustabeyin Ummanı akrabaları alıp
gitmiş” dedi. ‘Hani dayanaman dediydi’ deyince “bak dayanmış” dedi.
Aklım “şimdiye kadar bakan yoktu
akrabalarından. Zaten kendilerine hayrı olmayan insan niye götürmüşler?” acaba
sorusu geldi. “Anam kendileri bakacakmış” deyince ben tingidek düştüm.
Öyle ya; şimdi bakıma muhtaç
hastaları bakanlara bakım parası veriyorlar.
Bunun da epey talibi var o hayatlar içinde. “Getirem; onun mayışı var.
Bakım parasını da alırız; bakarız da” diyen çok.
Anlaşılan Mustabeyin karısının
akrabaları da ‘kafayı çalıştırp’ zaar “mayış” sahibi olmak istemişler.
Ben öyle söyledim; ama aklımda
Musfabeyin benim huzur evi önerime “hı ı; dayanaman” deyişi geldi. “sorayım”
dedim. Zaten komşu baktığı tuvalette yol üstü. Oradan geçerken görünce sordum
“dayaman diyordun. Hanımı akrabaları götürmüşler. Nasıl dayandın?” diye sorunca
melul melul baktı “biz da iyi bakarız deyip götürdüle. Emme bakala. Benden iyi bakalım.
Ben de ondan ‘olsun’ dedim” diye kendi gerekçesini söyledi.
Ama biliyorum sözleri samimi
değil. Onlar kavga döşüğ gülüm balım yaşayıp gidiyordu. Çünkü Mustabey karısı
yürüme zorluğu çekip yatağa düşünce “ben gidiyom’ deyip “sen kedine bakılak” diyen
ve umarsız insan değil ki; karısı birinin verdiği hasta el arabası üzerine
oturtup işyerine götürüp ve gül gibi bakıyordu. Yani gerekçesinde “benden iyi
bakala” derken samimi değil.
“Peki götürenler bakmış mı”
diyecek olursanız. Olay tam benim aklıma ‘tingidek’ düştüğü gibi oldu. “Buna
çıkardırız bakım parası. Goruz bi yere. Yece bi lokma ekmek, bi çanak aş de mi?
Zaten bizim yedimiz de o de mi?” kendilerini ikna edip köyde kapamışlar bir
odaya. Sonra gitmişler ‘bakım parası’ da çıkartmışlar. Dedikleri gibi
kapadıkları odada yaşamasını; yani ‘mayış’ alacak kadar nefes almasını
sağlamışlar; ama yanılmışlar. Çünkü Umman Mustabeyin kraliçesi. Mustabeye emir
verir her dedini yaptırır. Bağırır, çağırır. Yani Mutabeyin yanında insan
olduğunu fark ediyordu. Köyde öyle mi? Kapamışlar bir odanın içine hayvandan
beter.
Umman buna gelir mi? Cazgır da.
Basmış yaygarayı; bütün köy ünlenmiş. Biri şikayet etmiş ‘bunla bu garibi
mayışı için getirdi. Bakmeyola’ diye. Küçük yerde vatandaş devlete bırakmaz
böyle şeylerin takibi. Kendi takip edip gider devlete; o da gereğini yapar. Yani
oralarda dirlik düzenlik dediğin herkesin birbirinin kuyusunu kazarak
gerçekleşir. Ötekinin kuyuya düşmesiyle kendinin düştüğü kuyudan çıkacağını
sanır ondan yaparlar bu kuyu kazma işini; ama buna rağmen bu davranışlardan
sızan birinsan yan; bir insanlık mutlaka vardır; yani kendileri fark etmese de
mutlaka vardır.
Neyse Ummanı alıp gelen akrabalarına
köyden ihbar gidince devletimizin yetkileri nihayet seçimde oy kullanan Umman
bir vatandaş var ortalıkta kaldığını fark etmiş. Hem bakım parası vermeyerek
bütçeye katkı sağlayacaklar; onlar da Umman’ı alıp koymuşlar bir huzur evine.
Akibeti Mahzun kırmızı gülün’ün çevirdiği “Beyaz Melek” filmdeki huzur evi gibi
bir yere sanırım.
Ama Mustabey kendi çaresizliği içinde
bu kez devletin ona bakacağına inandırmış veya inandırılmış “Peke” demiş.
Yani o hikayenin sonu böyle; ama
bana göre Mustabeyin hikayesi Türkiye’nin hikayesi. Onun için “ne olduğunu?”
burada kısaca yazdım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder