12 Ocak 2017 Perşembe

VEFA DEDİĞİN




Vefasız durumlarda veya vefasız davranmalarda hep söylenir “Vefa dediğin bir semt adıymış” denir 

Gerçekten İstanbul’da bir semtin adıdır ‘Vefa’. Başka yerleşim yerlerinde Vefa isimli yer var mı bilemem; yukarıdaki ifadede işaret edilen semt İstanbul’daki Vefa semtidir.

Neyse; diyeceğim o değil.

Bizim ilçede bir “Mustabeyimiz” var. Öyle deme nedenim “Mustabey” denince ilk akla gelenin o olması.

Mustabey davulcu/ydu. Çoktan o işte emekli oldu.

Benden onbeş yaşın üzerinde yaşlıysa da onun gençlik yıllarını bilirim. Çünkü aynı mahallede otururduk. O sıralar ben çocuğum. Sürüne sürüne ‘çünkü beş yaşına kadar apalama değil de; bir elim üstünde gitmişim’ evden aşağı doğru indiğimde; ilkokula gittiğimiz yıllarda Mustabeylerin evinden babasının sesi gelirdi.

Babası zamanın iyi zurnacısı… Oğluna zurna çalmayı öğretmek istiyor; ama zurna da bir müzik aleti. İnsanın içinde müzisyenlik yoksa elinden ne gelir?

Tabi Mustabeyin babası bunu düşünmezdi. O zorla bağıra çağıra oğluna zurna çalmasını öğretmeye çalışırdı; ama ne kadar çabalasa da Mustabey’e zurnaya ‘üf!’ dedirtmeyi başaramadı. “O zaman as boynuna davulcu ol kerata” dedi sanırım; ona davulculuk öğretti.

Davulculuk da aslında sanattır; ama Mustabey’in çaldığı davul öyle dokuz/sekiz ritim tutan davulculuk değil. ‘Dombudu dombudu. Dombudu Dom! Dom!” bu kadar basit yani. Başına geçseniz siz bile çalarsınız.

Mustabey böyle başladı davuculuğa. Önce babasının yanında, sonra öteki zurnacıların yanında çok davul çaldı. Ramazan davulcusu oldu.

Yani Mustabey önce davulculuğuyla sevildi. Geven konuşması, manasız hep gülümseyen yüzüyle çok da sevildi; öyle ki! İlçenin iki üç maskotundan biri oldu.

Ötekileri daha önce yazmıştım. Onlar “deli” denen zihin özürlü olanlardı. İlçe halkı onları da çok sevdi. Aslında ‘sevmek’ değil de kendi içlerindeki aşağılanma duygusunu onlarla alay ederek geçirirlerdi; ama haksızık yapmayayım ‘ölünce’ cenazeleri çok kalabalık olmuş. Öyle söylediler. Yani asıl sevgilerini onları sırtlarında mezarlığa götürerek göstermişler.

Mustabey henüz ölmedi. Bir ara çok düşkünleşmişti. Bereket ‘Goca aşa’ isimli babasının son karısı bir kadın bunu evladı gibi sahiplendi. O ölünce evi Mustabey’e kaldı.

Bu sırada üç de evlilik yaptı Mustabey. İki de çocuğu oldu; ama ‘kimbilir neredeler?’ arada bir oğlu harçlık almaya gelirmiş. Kızı geliyor mu bilmem? Sanırım ölünce evi bölüşmeye gelirler.

Neyse onun üç evliliği öyle çok zampara olmasından değil. Kadınlar fazla durmadı onunla; kaçıp gitti.

Mustabey şu anda üçüncü eşiyle evli. Bu arada belediye başkanı onlara ilçe tuvaletini bekleme işini vermiş. Yani durumları şimdi fena sayılmaz. Hatta onu sorunca yarı alaylı ‘oo’ Şimdi o köşeyi döndü’ dediler.

Karı koca sabahleyin beraber gidiyorlar tuvalete; akşama kadar bekleyip eve geliyor. Bu sırada kavga döğüş eksik olmuyor. Kavgayı çıkaran karısı tabi… Mustabey karısı ne söylese? Ne kadar hakaret etse? Tek tepkisi “imanımı gızdırma bak” oluyor; ama imanı bir türlü kızmıyor.

Çünkü doğuştan ‘ezik’ demeyelim de; insacıl bir insan. Kedi köpek görse onlara mutlaka bir şey verir.

Babamgilin de komşusu. Beni her gördüğünde “Hoj geldin Erduvan” der. Babamı anamı, aklına gelirse kardeşlerimi sorar sonra “iyi iyi. Selam söle bubana. Nutuya abama” der.

Zaten fazla laf bilmez. Az konuşa konuşa çoğunu unutmuş zaten.

Ben her gelişimde bir de komşu olunca anama mutlaka Mustabey’i sorarım. Gördüğüm yerde de hatırını sorarım.

En son karısının ayakları tutmayınca onu çocuk arabası gibi bir arabayla tuvalete görev yerlerine götürüp getiriyormuş. Bu sırada arada bir arabayı devririr; karısını çok kızdırırmış. Öye söylüyorlardı.

En son öğrendiğim karısı evden çıkamıyormuş. Mutsabey evde bakıyormuş onu.

“Ana gız. Mustabey nasıl bakıyor onu? Kendi bakıma muhtaç” diye üzülmüş; görünce ‘karısını nasıl baktığını?’ ve ‘durumlarını soracaktım’.

Bugün hem yürüyeyim diye simit almaya çarşıya indim. Tuvaletin önünde Mustabey elinde hortum etrafı yıkıyordu. Selam vermeme gerek kalmadan “oo! Erduvan geldin mi?” dedi. “Geldim” deyince “Üsen dayıyı da yolcu eddik” dedi. Yani ‘babasız nasılsınız?’ demeye getirmişti lafını.

Ona karısını sordum. “Evde yatıyo” dedi. “Nasıl durumu dedim?” yüzünü ekşitti “kötü valla. Bacakları çok ağreyo” dedi.

“Kim bakıyor onu?” diye sordum. Anlamadı. “Burdur tokdurları bişey bilmeyo. İyileştirimedile” dedi.

Ben sorumun cevabını böyle almıştım. “Zor olmuyor mu bakması?” dedim.

“Zor oluyo emme” deyip boynunu bükdü. “Onu Denizli’ye üniversite tokdurlana gösdercen” dedi.

“Senin için zor oluyordur. Onu bir yere yatırsak” dedim. Anlamadı; boş gözlerle baktı. Ben “hani Huzurevine falan yatırsak” deyince ateşe basmış gibi geri sıçradı sonra “Iı! Ben bakarın ona” dedi. “” dedi. “Ama zor oluyor dedin” dedim.

Ürekerek bakdı “olsun vasın. Zor mor ben bakarın ona. Kimsiye muhdaç edmen onu” dedi. “Niye sen de rahat edersin. Oda eder” dedim “Iıı! Olmaz. Orda kötü bakala ona. Dıyımam onu. Ben bakarın” diye cevap verdi. “Ne yapalım. Kolay gelsin” deyip simit almak için fırına gittim.

Çocuklarını orta yerde bırakan, karısını sokak ortasında döğen, öldüren erkekler aklıma geldi.

İlçe halkı da şimdi pek ilgilenmedikleri; “nasıl ediyorlar?” diye pek arayıp sormadıkları pek çocuğunun babasının düğününde davul çalan Mustabey ve karısı bakımsızlıktan sepsessiz ölürse eminim ‘günahlarının kefaretini öder gibi’ cenazelerini el birlik çok kalabalık kadırır. Belki içlerinden onlar için pide falan yaptırıp dağıtan olur.

Benim aklımda kalan onun “Iıı! Olmaz. Orda kötü bakala ona. Dıyıman onu. Ben bakarın” diye itirazı kaldı.

İçimden “Vefa dediğin; herhalde böyle bir şey diye geçti. Burada paylaşmak istedim” diye bu hikayeyi daha önce yazmıştım.

Bu gerçek yaşanmışlık üzerinden öykümü kurduktan bir hafta sonraydı; anam “Mustabeyin Ummanı akrabaları alıp gitmiş” dedi. ‘Hani dayanaman dediydi’ deyince “bak dayanmış” dedi.

Aklım “şimdiye kadar bakan yoktu akrabalarından. Zaten kendilerine hayrı olmayan insan niye götürmüşler?” acaba sorusu geldi. “Anam kendileri bakacakmış” deyince ben tingidek düştüm.

Öyle ya; şimdi bakıma muhtaç hastaları bakanlara bakım parası veriyorlar.  Bunun da epey talibi var o hayatlar içinde. “Getirem; onun mayışı var. Bakım parasını da alırız; bakarız da” diyen çok.

Anlaşılan Mustabeyin karısının akrabaları da ‘kafayı çalıştırp’ zaar “mayış” sahibi olmak istemişler.

Ben öyle söyledim; ama aklımda Musfabeyin benim huzur evi önerime “hı ı; dayanaman” deyişi geldi. “sorayım” dedim. Zaten komşu baktığı tuvalette yol üstü. Oradan geçerken görünce sordum “dayaman diyordun. Hanımı akrabaları götürmüşler. Nasıl dayandın?” diye sorunca melul melul baktı “biz da iyi bakarız deyip götürdüle. Emme bakala. Benden iyi bakalım. Ben de ondan ‘olsun’ dedim” diye kendi gerekçesini söyledi.

Ama biliyorum sözleri samimi değil. Onlar kavga döşüğ gülüm balım yaşayıp gidiyordu. Çünkü Mustabey karısı yürüme zorluğu çekip yatağa düşünce “ben gidiyom’ deyip “sen kedine bakılak” diyen ve umarsız insan değil ki; karısı birinin verdiği hasta el arabası üzerine oturtup işyerine götürüp ve gül gibi bakıyordu. Yani gerekçesinde “benden iyi bakala” derken samimi değil.

“Peki götürenler bakmış mı” diyecek olursanız. Olay tam benim aklıma ‘tingidek’ düştüğü gibi oldu. “Buna çıkardırız bakım parası. Goruz bi yere. Yece bi lokma ekmek, bi çanak aş de mi? Zaten bizim yedimiz de o de mi?” kendilerini ikna edip köyde kapamışlar bir odaya. Sonra gitmişler ‘bakım parası’ da çıkartmışlar. Dedikleri gibi kapadıkları odada yaşamasını; yani ‘mayış’ alacak kadar nefes almasını sağlamışlar; ama yanılmışlar. Çünkü Umman Mustabeyin kraliçesi. Mustabeye emir verir her dedini yaptırır. Bağırır, çağırır. Yani Mutabeyin yanında insan olduğunu fark ediyordu. Köyde öyle mi? Kapamışlar bir odanın içine hayvandan beter.

Umman buna gelir mi? Cazgır da. Basmış yaygarayı; bütün köy ünlenmiş. Biri şikayet etmiş ‘bunla bu garibi mayışı için getirdi. Bakmeyola’ diye. Küçük yerde vatandaş devlete bırakmaz böyle şeylerin takibi. Kendi takip edip gider devlete; o da gereğini yapar. Yani oralarda dirlik düzenlik dediğin herkesin birbirinin kuyusunu kazarak gerçekleşir. Ötekinin kuyuya düşmesiyle kendinin düştüğü kuyudan çıkacağını sanır ondan yaparlar bu kuyu kazma işini; ama buna rağmen bu davranışlardan sızan birinsan yan; bir insanlık mutlaka vardır; yani kendileri fark etmese de mutlaka vardır.

Neyse Ummanı alıp gelen akrabalarına köyden ihbar gidince devletimizin yetkileri nihayet seçimde oy kullanan Umman bir vatandaş var ortalıkta kaldığını fark etmiş. Hem bakım parası vermeyerek bütçeye katkı sağlayacaklar; onlar da Umman’ı alıp koymuşlar bir huzur evine. Akibeti Mahzun kırmızı gülün’ün çevirdiği “Beyaz Melek” filmdeki huzur evi gibi bir yere sanırım.

Ama Mustabey kendi çaresizliği içinde bu kez devletin ona bakacağına inandırmış veya inandırılmış “Peke” demiş.

Yani o hikayenin sonu böyle; ama bana göre Mustabeyin hikayesi Türkiye’nin hikayesi. Onun için “ne olduğunu?” burada kısaca yazdım.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder