Merhaba; 10 Kasım Kurtuluş
Savaşımızı örgütleyen ve başkomutanı olan Cumhuriyetin kurucu önderi Mustafa
Kemal Atatürk’ün ölüm yıl dönümü.
Millet Mekteplerinden Köy
Enstitülerine Ötekilerin Hikayesi başlıklı bir uzun öykü paylaşıyorum.
O öyküde yazdıklarım gerçek yaşam
öykülerinden öğrendiğim anekdotların hikaye olarak kurgulanmasıdır.
Orada anlatmak istediğim
Cumhuriyetin kuruluşu sırasında Latin Alfabeleriyle eğitimden, medeni kanuna
kadar çağdaş laik cumhuriyetin kurumlaşmasında yaşanan gerçeklerdir. Orada
eleştirilen bize ait olmayan çarşaf giyilmesi yine bize ait olmayan
‘yunanlılardan alınmış’ fes ve ‘Araplardan alınmış’ sarık benzeri başlıklardı.
Biliyorsunuz üniversitelere kız
öğrencilerin başörtülü girip girmemesi üzerine sert bir türban tartışması
yaşandı. Kendini "laik" veya "Atatürkçü" diye tanımlayanlar
küt bir laiklik anlayışıyla cumhuriyetin değerlerinin savunulmasını başörtüsü
tartışmasına indirgedi.
1923 lerden bu yana dini
siyasetin merkezine koymak isteyenlerin bugünkü siyasi temsilcileri bu türban
konusunu çok iyi kullandı. Türban veya başörtüsü denen kadınların başına
geçirdiği şeyi çok iyi siyasi malzeme yaptılar. Sürekli türban üzerinden din ticareti
yaptılar ve bunda çok da başarılı oldular.
Oysa çağdaş laiklik kişisel
özgürlüklerin korumasını ilke edinmiştir. Yani kişinin ‘kılığını kıyafetini,
inancını nerede, nasıl yaşadığına? Kendisine nasıl bir yaşam seçtiğine?’
karışmaz.
Örneğin laikliğin merkezi olan
Fransa bu konuda kimsenin kılık kıyafetine veya inancı gereği taktığı, giydiği
şeye, inancını nerede nasıl yaşadığına hiç karışmıyor.
Fransa'da laiklik adına kişisel
özgürlüğün tek müdahale edildiği yer kamu alanı. Yani kamuya hizmet verenlerin
siyasi ve dini kimliklerini gösteren işaretleri kesinlikle yasaklıyor. Yani
Laikliğin sınırı orası… Kamuya hizmet verdiği alan…
Fransa'da bir hakim,
doktor, öğretmen, hakim vb. kamuda
hizmet verenler boyunlarında hac işareti taşıyan kolye takamaz, erkekler
başlarına kipa giyemez veya başka bir şeyle inancını, siyasi görüşünü ifade
edemez ve yine kadınlar dini kimliklerini ifade eden kıyafet giyemez. Yani
Fransa'da bir okulda Rahibe kıyafetiyle veya Türban veya çarşafla öğretmenlik
yapılamaz.
Biz her şeyi yarım yamalak
bildiğimiz için "körün bir şeyi tutup, ne olduğunu bilmeden sımsıkı
sarılması gibi" laikliği de küt yalnız üniversitede başörtüsü yasağıyla
sınırlandırınca yaşamın dini inanca göre yeniden yapılandırılmasını isteyen
siyasi anlayış bunu çok iyi kullandı.
Gelinen nokta Türkiye Cumhuriyeti
için her ne kadar 'laik cumhuriyet" dense de yaşama baktığımız zaman
görünen manzara kadınlar ve erkekler kamuya hizmet veren her alanda dini
kimliklerini aleni belli eden kıyafetler giyebiliyorlar. Onun ötesinde eğitimin
laik olduğu iddia edilmesine rağmen Diyanet İşleri bünyesinde kurulan Hizmet
İşleri Genel Müdürlüğü tarafından çocuklara ana okuldan itibaren Kuran kursu
verilebiliyor. Okullarda 'insanların inançları hiçe sayılarak' herkese din dersleri
verilebiliyor.
Buradan bakınca Mustafa Kemal
Atatürk’ün laik çağdaş toplum mücadelesi daha doğru anlaşılabilir.
Mustafa Kemal Atatürk kurtuluş
savaşından itibaren on sekiz yıllık ömründe hedefi olan Osmanlı ahalisinden bir
millet çıkarma ve bu milleti çağdaş laikliği benimsemiş toplumsal kavuşturmada
özellikle eğitim alanında mucize denecek bir başarıya imza attı. Dünyada hiçbir
örneği olmayan; Danimarka’da benzer nitelikteki Millet Mektepleriyle toplumda
bir aydınlık yaratmayı hedefledi.
O süreci eleştirel bakan çok kişi
var. Kimi eleştirilerinde mutlaka haklılar. Her toplum gibi Türkiye Halkı da
kendi gerçeğiyle yüzleşmek zorunda… Olan hataları inkarın hiç faydası yoktur. Ancak
Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamak için o dönemin koşullarından bakarak anlamaya
çalışmak doğru olandır. O zaman görülecektir ki; kimi yanlış görülen şeyler o
sürecin içinde olağan hallerdir.
Yukarıda da yazdım 1919 dan
vefatına geçen süre on sekiz yıldır. Bunun 1926 ya geçen süreci kurtuluş
savaşı, cumhuriyetin ilanı ve kurulan cumhuriyete bir kimlik kazandırmak, bir
hedef belirlemekle geçti.
Geri kalan on iki yılı
cumhuriyetin kuruluşunda hedef aldığı topluma bir ulusal kimlik kazandırıp o
kimlikle laikliği benimsemiş çağdaş cumhuriyet mücadelesi için geçti.
Yani
diyeceğim bugün Mustafa Kemal Atatürk’ü eleştirenlerin bu gerçeği bildikten
sonra eleştiriye yönelmelidir.
Buradan; dilerim bugün kendini
“Kemalist, Atatürkçü olarak tanımlayanlar’ veya ‘kendileri sanki çok matahmış
gibi’ onları “Kemalist, Ulusalcı” diye küçümseyen solcular, sosyalist,
komünistler, ‘aydınlar’ bugün Mustafa Kemal ölüm yıl dönümünde anılırken; onun
kurduğu cumhuriyeti, cumhuriyetin kuruluşundaki iktidar mücadelesini kendi
gerçeğine bakarak çok iyi analiz ederler.
Ancak o iktidar mücadelesinin
niteliğini doğru kavrayabilirsek Mustafa Kemal Atatürk’ü ve bugün siyaseten
yaşananları doğrulayabiliriz.
Yoksa kadınların başındaki
türbana bakıp onları aşağılayanlar, insanların inançlarını ve inançlarını
yaşamalarını küçümseyenler sadece kendi geleceklerini karartan bir siyasetin
değirmenine su taşımaktan başka bir şey yapmamış olurlar.
10 Kasım’da Kuruluş Savaşımızın
önderi, laik çağdaş cumhuriyetin kurucusunu saygıyla anarken, Onun Millet Mektepleriyle toplumsal
aydınlanmanın fişeğini atan başöğretmenimiz olduğunu unutmamak gerekir.
Atatürk’ün yıl dönümünde laik çağdaş yaşam biçimini savunan kendine “Atatürkçü, Kemalist”
diyenlere ve onları küçümseyerek kendilerini aydın ve solcu olduklarını
kanıtlamaya kalkanlara kısa bir hatırlatma yapmak istedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder