HALİM SELİM romanımdan beşinci bölüm
Bu sırada lokantacı “ayıya patronu epey
itibar ediyor; kim bilir ondan nasıl faydalanıyor? Benim de onun gibi adamım
olsa ben de onu beslerdim. Kimse bana yan bakamazdı” diye söyleniyordu.
Adamlara bağırdı “duydunuz çabuk siparişi
hazırlayın” dedi. Hem aşçı, hem garson ikisi birden “hazırlıyoz patron” dedi.
Aşcı da, garson da bu sırada patronun Halim’in arkasından konuştuğunu duyup
biraz bozulmuştu. Her ikisi de içlerinden “akşama kadar götümüz terliyor. Onu
görüp durduğu halde o bizi değil de gırın ayısını beğeniyor”diye sitem
ediyorlardı.
Lokanta patronunun bunlardan haberi yoktu.
Halim’i de çoktan unutmuştu. O sırada kasaba verdiği karşılıksız çıkan çek için
nereden para bulacağını düşünüyordu. Garson aşçının hazırladığı tepsiyi bir
eline, ayran şişeleriyle soda şişesini öteki eline alıp “bak biz de ne marifet
var? Nankör olma der” gibi patronun yanından geçerken patrona bakıyordu.
Ama patron çoktan, karşılıksız çıkan çekin
karşılığı olan parayı bulmanın derdine düşmüş kimseyi gözü görmüyordu. O sırada
yanına yandaki pastaneci gelmişti. Onunla arası iyiydi veya o öyle
zannediyordu. Birbirlerinden çok para alıp vermişlerdi. Pastaneci yanına
gelince umutlanıp çek için gerekli parayı aradığını söyledi ve “sende varsa
ver. Ben arabayı satılığa çıkardım. Satınca ordan alacağım parayla borcumu
öderim” dedi. Lokantacının istediği para çok fazlaydı. Pastanecinin eti ne budu
neydi? Tamam, karısı çok zengindi. Bir iki sefer lokantacıya borç da vermişti.
Ama bu parayı nasıl verecekti. İçinden “bu adam beni ne zannediyor. Batıyor
herhalde. Benim geçen gün köyde karıya tarla sattırdığımı öğrenmişti onu
istiyor herhalde” diye geçirdi. “Vallahi ben de o kadar para yok. Tamam, geçen
köyde tarla sattık. Amma o karının parası, bankaya yatırdı ölüyom desem vermez”
dedi.
Gerçekten doğru söylüyordu. O parayı karısı
“sen bu parayı çar çur edersin” deyip el koyarak bankaya yatırmıştı. Ama
lokantacı bunu bilmiyordu. Pastaneci devam etti “Sen şu ayının patronundan
istesene. Adam da bok gibi para var. Faizinle herkese veriyormuş. Şurda komşu
sayılırız. Belki senden faiz bile almaz” dedi ve birden “Yalnız sen benim
dediğime bakma. Ben o aklıma gelince söyledim attım. Sen bunu unut bi başkasına
bak” dedi.
Lokantacı şaşırmıştı. “O neyeymiş? Sağol
benim hiç aklıma gelmediydi. Pekala gidip ister faizi neyse veriririm” dedi.
Pastaneci “bak sende unutmuşsun. O adam iki
yıl önce birine para vermiş de adam parayı ödeyemeyince paran yoksa karını ver.
Hem ben senin karıdan çok hoşlanıyorum diye sıkıştırmış da adam utancından
intihar etmişdi ya. Gazeteler bile yazdı televizyonlar bile verdiydi ya ne
çabuk unuttun?” dedi. Halbuki kendi de unutmuştu. Lokanta patronuna akıl
verirken son anda aklına gelince de “sen bunu unut bi başkasına bak” demişti.
Lokantacı “haklısın öyle bi olay olduydu.
Yalnız ondan, Yavuz bey ceza almadıydı? Adam akıl hastasıymış. Daha önce de
zaman zaman intihar girişimi olmuş. Ben öyle hatırlıyom” dedi. Pastaneci “adam
işi kitabına uydurdu. Onun şahidi kimdi peki?” dedi. Lokantacı şöyle bir
düşündü “hatırlımazmıyım canım, sende beni hepten aptal zannediyosun. Adamın
karısı öyle ifade vermiş. Hatta adamın kardeşleri kadının üstüne yürüyüp ‘yalan
söyleme, senin o faizciyle elin var kocana iftira atma. Bizim kardeşimizin
adını bi de deli diye çıkarma” diye feryat etmişledi’ dedi. Pastaneci “aferin
kafan çalışıyor. Pekii, karı nerde şindi, nerde biliyormusun?” diye sordu.
Lokantacı “sahi o şimdi Yavuz beyin dostu değil mi?” diye bildiği halde
şaşırarak sordu. Pastaneci “ya, ben sana ondan para iste dediğim anda bunlar aklıma
gelince ne dedim?” dedi. Lokantacı şaşkındı “ne dedin?” dedi. Pastaneci “eşşen
bokunu dedim. İki yıl önceki şeyi neredeyse en ince noktasına kadar
hatırlıyosun, şimdi söylediğimi unuduyosun. Sen onu unut başkasından iste dedim
ya” diye az önceki sözünü tekrar etti.
Pastaneci, lokantacının iki yıl önceki
olayı ayrıntısıyla niye hatırladığını bilmiyordu. Aslında lokantacı o zaman da
sıkışmış, Yavuz beyden faiziyle para alacaktı. Bu iş patlak verince ondan
faiziyle para istemediğine şükretmiş gidip bir başkasından bulmuştu. O aklına
gelince her şeyi çorap söküğü gibi hatırlamıştı.
Pastaneci devam etti. “Yeni marifeti ne
biliyomusun?” dedi. Lokantacı “nerden bilicem? Ben her şeyi senden öğreniyorum.
Ayaklı gazete gibisin maşallah” dedi. Pastaneci kızdı.
Gerçi biraz dedikoducuydu. Bu yüzden başına
az iş gelmemişti. Hatta birinin karısı için bir arkadaşına “kadının ayağı
dışarıda” demişti. O arkadaşı da “yememiş içmemiş” bu sözü o adama yetirmişti.
O adam da “önce bir araştırayım. Ben de bu ara karımın bazı hareketlerini
beğenmiyom. Araştırayım yalansa pastaneciden bunun hesabını sorarım” demişti.
Karısını takip etmiş; kendinin bilmediği bir eve girdiğini görünce karısının
kendini aldattığını zannetmişti.
Halbuki çok yanılmıştı. Çünkü karısının
ayağı dışarıda falan değildi. Kadın kocasının para sıkıntısı olduğunu fark
edince, kocasının daha önce hiç görmediği, bilmediği üvey kardeşinden borç
istemek için gitmişti.
Adam karısını o evde hiç tanımadığı bir
adamla görünce her ikisini de hiç anlayıp dinlemeden öldürmüştü. Haliyle
yakalanmış ve hapse girmişti. Sonradan işin gerçeğini hapiste öğrenince
kahrolmuştu. Dışarı çıkınca bu dedikoduyu yapan pastanecinin de “züriyetini
kurutmaya” yemin etmişti.
İşin ilginç yanı adam bir yıldan fazla
Halim’le hapis yatmıştı. Yani Halim’in en son cezaevinden arkadaşıydı. Halim
tahliye olurken çok üzülmüş “senin gibi mert biriyle hapislik zor gelmiyordu,
sen gidince işim zor” diye Halim’in tahliyesine çok üzülmüştü. Ama Halim
cezasını çekmiş; hem de hep olaylara karıştığı için fazladan çekmiş şimdi
tahliye oluyordu. Hatır için fazladan yatıp o arkadaşı yalnız bırakmak
istemezdi. Ama burada kural cezan bitince adamı bir dakika fazla yatırmazlardı.
Halim bunu biliyordu. Gerçi o adam da biliyordu, ama Halim’in gidişine ona çok
alıştığı için üzülmüştü. Halbuki hayat hiç boşluğu sevmezdi. Nerede boşluk var
yeri hemen doldurulurdu. Halim bunu da biliyordu. Onun için o adama “sen daha
ne Halim’ler görücesin. İnsan burlada yalnız galmaz. Yalınız dost düşmanı eyi
seç. Dışardeyken ettiğin gibi bilip bilmiden insana dalanma. Burada herkesin
daşşağı aynı okkadır. Bunu bil burda kimsiye çatma” diye nasihat da etmişti.
Halim o olayı da arkadaşından çok dinlemişti. Ama iftira atıp arkadaşının katil
olmasına sebep olan pastanecinin bu pastaneci olduğunu bilmiyordu.
Pastaneci, lokantacının “ayaklı gazete
gibisin maşallah her haberi senden duyuyorum” derken bu olayı başına kalktığını
anlamış çok kızmıştı. Çünkü o olay ne zaman aklına gelse; kendi dedikodusuyla
karısını ve üvey kardeşini vuran adam aklına gelince korkuyor; sonra onun çok
ceza aldığını düşününce rahatlıyordu. Ama yine de hatırladıkça uykuları
kaçıyordu.
Lokantacı şimdi hatırlatınca bunlar aklına
gelmiş lokantacıya çok kızmıştı. Yüzüne “sağ ol, biz sana iyilik yapalım sen
geç dalganı. Ne halin varsa gör” diye sitemli konuştu. İçinden “aşağılık herifi
sevdiğimiz için uyardık. O benle dalga geçiyor. Alsın ondan parayı ödeyemeyince
karısını da kaptırp görsün gününü” dedi.
Aslında lokantacıyı sevdiği falan yoktu.
Lokantacıya içinden “aşağılık herif sevdiğimiz için uyardık” diye geçirdiğine
bakmayın. Yalan olduğunu pastaneci kendi de biliyordu. Lokantacının karısı çok
güzeldi. Buraya geldikçe pastaneci çaktırmadan bakar iç geçirirdi. Lokantacı
Yavuz beyden para alır ve ödeyemezse Yavuz bunu fırsat bilip onun karısından
faydalanmak isteyebilirdi. Buna da pastaneci çok üzülecekti. Onun için
lokantacıya önce teklif ettiği halde sonradan vaz geçirmeye çalışıyordu. Yani
işin içinde iş vardı.
Neyse pastanecinin aklına bunlar geldiği
için “sen onu unut başkasına bak” dediydi. Bu nedenle lokantacının kendi aklına
sokup sonra pişman olduğu Yavuz beyden temelli soğutmak için lokantacıya son
uyarısını yaptı. “Sen bana dedikoducu de; ama ben sana son uyarımı yapıyorum.
Yavuz bey faiziyle para verdiği adamlara ‘eğer gününde ödemezsen seni
dışarıdakine teslim eder, kolunu bacağını kırdırırım. Onun tam iki leşi var.
Ona göre ayağını denk alın, bunu bilip benden öyle para isteyin’ diye tehdit
edermiş” dedi.
Yavuz beyin lokantacıya para verip sonra
karısına sulanmaya kalkar endişesiyle lokantacıyı vazgeçirmeye çalışıyordu.
Gidip karısından tarla parasını isteyip lokantacıya vermeyi düşündü. Ama
pastanecinin karısı da çok naletti. Ölse vermezdi.
O bunları söylerken. Lokantacı “aşşalık
herif kaç kere işini gördüm. En son mal sahibi zam yaparken, araya girip zammı
düşürdüm. Ben para deyince, kurnaz tarla parasının karısının olduğunu söyledi.
Uyanıklık yapıp beni faizciye, hem de az kalsın Yavuz beye yönlendiriyodu. Ama
sağolsun son anda hatırlattı ve uyardı” diye içinden geçiriyordu.
Bu sırada pastaneci dükkana müşteri gelince
gitti. Lokantacı onun arkasından bakarken pastanecinin “sen bunu unut başkasına
bak” dediğine sonra da uyarılarına ve söylediklerine aklı takılmıştı. Pastaneci
adamın marifetlerini sonradan hatırlatınca vazgeçmişti. “Pastaneci dedikoducu
medikoducu ama kötü arkıdaş değil. Öyle olsa uyarmazdı” diye düşündü. Yalnız o
çekin karşılığını mutlaka bulması lazımdı. Aklına başka çare gelmiyor “Hem
Yavuz bey için söylenen doğrumuydu sanki?” deyip ondan borç istemeyi düşünüyor,
intihar eden adamın karısının Yavuz beyin dostu olduğu aklına gelince de hemen
vaz geçiyordu. Çünkü kendi karısı da çok güzeldi. Ara sıra lokantaya çıkıp
gelince bütün esnaf dönüp dönüp bakıyordu. Allah için karısının namusuna bir
şey diyemezdi. Çok güzel olduğu ve biraz da kırıtarak yürüdüğü için herkes bir
şey görmemiş gibi bakıyordu. Karısına buraya gelme deyince karısı çok üzülmüştü.
“Sen benim eve hapis olmamı istiyorsun” deyince lokantacı “ben sana lokantaya
gelme diyorum. Orda millet dönüp dönüp bakınca çok bozuluyom. Bi de kırıtarak
yürüyorsun tam oluyor. Lokantaya gelme de nereye gidersen git” demişti.
O günden sonra karısı bir daha lokantaya
gelmemişti. Bunlar aklına gelmişti. “Her kuşun eti yenmez. ‘Parasını gününde
ödedim mi?’ bi bok yapamaz” diye düşündü “gidip bir şansımı deniyeyim"
dedi. “Denize düşen yılana sarılır” demişler. Lokantacı da aynı durumdaydı.
Denize düşmüş şimdi de yılana sarılmayı düşünüyordu. İçinden “şunun şurasında
komşu sayılırız. Bu adam bu kadar azgın mı da komşusunun karısına da göz
dikecek. Hem adam o işten berat etti. Ne malum, belki o adam borcunu
ödüyemeyince intihar etmiştir” diye düşündü.
O adamın karısının Yavuz beyin dostu olduğu
aklına geldi. “Kadın belki çaresiz kalmıştır. Eh Yavuz bey de hem paralı, hem
de sağlıklı adam; belki bunlar benim yüzümden oldu deyip, kadını himayesine
almış ve belki kadının parasız kalıp kötü yola düşmesini önlemiştir” dedi. Bu
gelgit düşüncelerle sonunda kendini kandırdı ve Yavuz beyden para istemeye
karar verdi.
Sanki para isteyeceği Yavuz bey değilmiş;
yukarıdaki marifetleri yokmuş gibi; normal birinden borç isteyecekmiş gibi
“İsteyince yaldızım dökülecek değildi ya?” diye düşündü. Hem ne demişler
“isteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü karaymış” dedi velhasıl kendi kendini
ikna etti. Boşları almaya kendi gidecek ve bu durumu ona anlatacaktı. Böyle
karar verdi.
O atasözü öyleydi, ama burada isteyenin bir
yüzü kara olmuyor iflahı kesiliyor; Yavuz beyse köşe oluyordu. Vermezse de öyle
iki yüzü kara falan olmuyordu. Hayat bu atasözünü uygulamada çok değiştirmişti.
Bunu yaşayan, çok acı şekilde görüp öğreniyordu. Şimdi ne yazsak boşunaydı.
O bunları düşünürken; bu sırada Halim
garsonun getirdiği İskender tabağıyla ayranı düzgünce almış başıyla garsona
tepsinin üzerindeki iskenderle ayran ve soda şişesini patronun odasına
götürmesini söylemişti.
Halim başıyla işaret edince garson kapıyı
çalıp içeri girmiş patronun her zaman yemek yediği yuvarlak masanın üstüne
tepsiyi koymuştu. Soda şişesini açmak için anahtarı da oraya bırakıp çıktı.
Patron, garsonun soda açacağını da
bıraktığını görünce içinden “aferin işi biliyor” diye geçirdi. Garson dışarı
çıkınca Halim’in çatık gözleriyle karşı karşıya kaldı. İçinden “eyvah bir kusur
işledim herhalde” dedi. Düşündü hiçbir kusuru yoktu.
Halim’in önüne iskenderi ve ayranı itinayla
koymuştu. Başıyla içeri girmesini işaret edince de içeri saygıyla girip tepsiyi
her zamanki yerine koymuş, soda anahtarını da bırakıp aynı Halim’in tarif
ettiği gibi geri geri çıkıp kapıyı kapatmıştı. “Acaba ayran soğuk değimliydi?”
Ona da olanak yoktu. Ayranı da, sodayı da kendisi eliyle dolabın en dibinden
dünden konanların arasından zor zahmet çıkarmıştı. İçinden “ne bu yahu? Ne
patronunu, ne de bu ayıyı memnun etmek çok zor” diye geçirdi.
O sırada Halim iskenderi yemekle meşguldü…
Garson usulca sıvışıp gitti. Sanki arkasından
gelen varmış gibi kendini asansöre zor attı. Aşağı indiğinde soluk soluğaydı.
Aşçı “ne o soluk soluğasın arkandan kovalayan mı var?” dedi. Garson hala
soluyordu. Nefesini tuttu “sen o ayının yanına hiç gitmedin de böyle
konuşuyosun” dedi. Aşçı güldü “korkma dayım burada kapı gibi ben varım” dedi.
İçinden de “korkak höt desen işde göt deyecek” dedi. Garson da “sağol dayı”
dedi içinden de “kapıya bak. Hiç kapı gibi adam mı gördük?” diyordu. Soluğu
biraz hafiflemişti. Gitti öteki müşterilerle ilgilenmeye başladı.
Bu sırada yukarıda Halim iskenderini yemiş,
ayranını içmiş ağzını peçeteyle güzelce silmişti. Boş tabakla şişeyi de
karşıdaki sandalyenin üstüne düzgünce koymuştu. Patronun yanındaki boşu alma
işi lokanta garsonunun işiydi. Çayı kahveyi getirip boşunu alma işi de çaycı
garsonun işiydi. Dün Patronun “sen sakın ha o bardakları tabakları alıp
ağırlığını yehniltme. Onlar onların işi. Senin işin başka” dediği aklına geldi
“bu patron çok kafalı adam. Tabi ya benim işim başka. Herkes kendi işini yapmalı
ki işle yerine varsın” diye içinden geçiriyordu.
Bu sırada lokantanın patronu kapıda
gözüktü. Halim şaşırdı “hayrola bişey mi va?” dedi. Lokanta patronu “boş almaya
geldim” dedi. Halim Lokanta patronunu ansızın karşısında görünce birden
görevini unutup öyle demişti. Çünkü o gelenlerle hiç konuşmaz patron içerdeyse
başıyla içeri girmelerini söyler; eğer patron yoksa tek kelime yalnız “patron
yok” derdi. “Neden yok? Nerede?” diye ısrar eden olursa da “o sizin üstünüze
mazife” değil derdi o kadar. Zaten başka bir şey söylemesine gerek kalmaz;
kapıya gelenler karşılarında aslan gibi hırlayan onu görünce hemen
savuşurlardı.
Ama bu sefer durum başkaydı. Çünkü lokanta
patronu boşları almaya geldiğini söylemişti. Patron da “kimseyi içeri alma ben
biraz dinlencen” demişti. Al başına belayı. Lokantacı patronuna “olmaz içeri
giremezsin” diyemezdi. Çünkü adam “boşları almaya geldim” demişti. Öyle ya
“adamın keyfinin kahyası mıydı?” boş almaya ister garsonu gönderir isterse
kendi gelirdi. Patronu “garsonu boş
alması için gelirse içeri sokma” dememişti ki.
Bunları böyle kafasından geçirdi. Kendine
biraz şaşkınlık biraz da korkuyla bakan lokanta patronuna kafasıyla patronun
odasını gösterip “içeri girebilisin” der gibi baktı. Lokanta patronu derin bir
soluk aldı. İçinden “kalenin kapısındaki ejderi yumuşattık. İş içerdekini
yumuşatıp parayı almakta” dedi.
Hala Yavuz beyden para isteyip istememekte
kararsızdı. Ama kendini mecbur hissediyordu. Çünkü başka bir çare bulamamıştı.
Aşağıda çekin karşılığı parayı nereden bulacağını düşünürken mecbur kalmış
gelmişti. İşin en kolay yolunun da lokanta boşlarını almaya gidip, bir fırsat bulunca da parayı istemek olduğunu
düşünmüştü. Halim kafasıyla gir deyince onun için “ejderi aştık sıra
içerdekinden parayı almakta” demişti.
İçeri girdiği sırada Yavuz bey çoktan yemeğini
yemiş, ayranını da içmişti. Şimdi bir yandan soda içip, bir yandan da geviş
getiriyordu. İçeri lokanta patronu girince gayrı ihtiyari toplandı. “O hayırdır
patron, seni hangi rüzgar attı böyle?” dedi.
Lokanta patronu, Yavuz Beyin bu sıcak
sözlerini duyunca rahatladı. İçinden “iş kolay olucak. Tabi ya adam işi
biliyor. Yolunacak kaz olduğumu hemen anladı yemliyor” diye geçirdi “ya karıma
göz dikerse” diye endişelendi. Ama o karısına “bir daha lokantaya gelme” demiş,
karısı da sözünü dinleyip gelmemişti.
“Yavuz bey karımı nerde görecek ki?” düşünmüştü.
Aklına anasının “oğlum, senin bu karı takıp
takışdırıp sokak sokak geziyor. Onu çok boş verme. Allah etmesin bi şeytana
uyar, dikkat et” dediği geldi. Anası bu canım. Her kaynana gibi gelinini
çekiştirmeden duramıyor, kıldığı bütün namazı niyazı bu şekilde harcıyordu.
Aklına arada bir “acaba?” diye şüphe gelse de, onu hemen aklından siliyordu.
Çünkü karısıyla önceden tanıyıp görüşerek; yani sevişerek değilse bile ona
yakın bir şekilde tanıyıp almıştı. “Yok canım gözü dışarıda olmaz. Takıp,
takıştırıp gezip tozması da çocukları olmadığı için can sıkıntısındandı. Ne
yapsın evde samıt gibi sorutsamıydı. Hem ona lokantaya gelme de nereye gidersen
git demişti. O da kocasının sözünü dinlemiş bir daha lokantaya gelmemişti”
bunları düşünüp karısıyla ilgili endişesini daha aklına gelmeden giderip
rahatlamıştı. “Önceden görüp göz koymuş olabilir” diye düşündü. Hemen bu
düşünceyi de “görse bile unutmuştur. Hem benim karı namuslu benden başkasını
göz görmez” diye kafasından silip attı. Çünkü o karısı için “doğru veya
yanlış” böyle düşünüyordu ve çok
çaresizdi, onun için lafı uzatmadı. “Yavuz bey” dedi. “Benim bu gün çekim vardı
karşılığını denk getiremedim. Sizden borç istemek için geldim, neyse cezam
çekerim. Benim arabayı biliyorsun. Onu satılığa çıkardım. Arabam yeni, fiyatı
da düşük tuttum. Bu gün, yarın satılır. Borcumu öderim” dedi.
Yavuz Bey adamın makineli tüfek gibi
konuşmasına şaşırmıştı. Arada bir “cezam
neyse çekerim” demişti. Buna çok şaşırdı ve kızdı. İki yıl önceki olaydan bu
yana faizciliği çok el altından yapıyordu. Gerçi bu ara gelen giden çoğalmıştı.
Ama gelenlerin hepsi tembihliydi. Bu lokantacı sanki ondan faizine para ister
gibi konuşmuştu. İşte buna canı sıkılmıştı. Bundan sonra daha dikkatli olacaktı.
Eğer biri bir yerde gevezelik yaptıysa, eğer tesbit ederse onun canını
okuyacaktı.
Yalnız adam arada bir arabasını satıp
borcunu ödeyeceğini söylemişti. Öyle akıllı davranmalıydı ki; hem faizci
olduğunu inkar edip inandırmalı, hem de adamın arabasını ucuza kapatmalıydı. O
bunları düşünürken lokanta patronu da “tilki yolunacak kazı gördü hesap
yapıyor” diyordu, ama içinden.
Yavuz bey “ayıp ediyorsun komşu. Komşu
komşunun, külüne muhtaçmış. İstediğin para olsun. Yalnız cezam neyse çekerim
dedin. Ona çok alındım. Sen beni ne zannediyosun? Benim faizci olduğumu sana kim
söyledi? Bir daha duymuyayım; çok
kızarım. Söyle şimdi kaç para lazım?” dedi.
Lokanta patronu çok şaşırmıştı. Nasıl
çekinerek gelmiş neyle karşılaşmıştı. Bu pastaneci çok pezevenk adamdı. Durduğu
yerde yok şöyle yok böyle olmuş diyerek Yavuz beye iftira atmıştı. Onun aklına
uyup az kalsın “siz faizinle para veriyormuşsunuz. Onun için geldim” diyecekti.
Son anda sanki bir arkadaşından istiyor gibi “cezam neyse çekerim” demişti. Yavuz
bey adı gibi yavuz adamdı. Öyle ırz düşmanı birine de hiç benzemiyordu. Onun
hakkında söylenen her şeye inanıp, ona karşı çok ayıp etmişti. Hep o dedikoducu
pastaneci yüzünden. Yavuz bey pastanecinin söylediklerini bir duyacaktı, işte o
zaman pastaneci gününü görürdü. İçinden “pastaneci senin için böyle böyle
diyor. Ben sizden para istemeyi düşününce sizinle ilgili faizci ırz düşmanı
gibi neler dedi neler” diyecekti, ama
bunları Yavuz beye söylemekten vazgeçti.
Lokantacı işte böyle karışık kuruşuk düşüncelerle “çok afedersin Yavuz bey ben lafın gelişi
öyle dedim. Sizin ne dert babası, ne babacan biri olduğunuzu bilmez miyim?”
dedi. Yavuz bey “söyle kaç para istiyosun?” deyince Yavuz beyin ‘adamlığı’
karşısında eriyip gitmişti. “On bin lira lazımdı. Arabayı satınca hemen
veririm” dedi.
Yavuz bey içinden ‘zokayı yuttu enayi.
Şimdi ona öyle bir şey yapıcam ki, her yerde benim avukatım olucak’ diye
geçiriyordu. Lokanta patronu “on bin lira lazım” deyince; Yavuz bey içerdeki
senetleri göstermemek için kasa kapısını yarım açtı, bir yüzlük demet aldı.
Kasanın kapısını çabuk kapatıp yüzlük demeti lokanta patronuna uzatıp “buyur
işini gör” dedi. Lokanta patronu çok memnun ağzı açık bakıyordu. Yavuz bey “bu
işini görmüyor mu?” dedi. Lokanta patronu çok şaşkın “senet menet
yapmıycakmıyız?” dedi. Yavuz bey kızmış gibi baktı “ne senedi kardeşim? On bin
liranın komşu arasında senedi mi olur?” dedi. Lokanta patronu apışıp kaldı.
Parayı aldı ne söyleyeceğini şaşırmıştı. Tam kapıdan çıkıyordu, tepsi ve boşlar
aklına geldi onları aldı “çok sağ olun” falan diyerek dışarı çıktı.
Halim bunlar içeride ne yapıyor diye
meraklanmıştı. Lokanta patronu ağzı kulaklarında, elinde tepsi ve şişe boşları
çıkınca Halim, “patron herhalde bunun da işini gördü. Baksana adamın ağzı gulaklanda”
diye düşündü. Lokanta patronu oradaki tabak ve şişe boşunu da aldı, ağzı
kulaklarında “hadi hoşça kal bizim oğlan” deyip gitti.
Yavuz bey de içeride ‘güle güle lokantacı,
güle güle tosunum’ diyor ve onu bundan sonra nasıl söğüşleyeceğini düşünüyordu.
Dangalak senet vermeye kalkmıştı. Yavuz bey o gidince arkasından ‘ne senedi
yavrum? Sen ödeme de o zaman görüşelim” diyordu.
Aklına lokantacının hanımı gelmişti. Ah onu
bir araklayabilseydi. Onun böyle namussuzlukları da vardı. Hele bir
namussuzluğu vardı öğrenen küçük dilini yutar. Çok eskiden dostunun kızına “gel
ben seni kardeşime alıvereyim” deyip kızı kandırmış; sonra uyutup tecavüz
etmişti. Sonra birçok olay olmuştu. Yalnız bu herifin sıra kendi ailesine geldi
mi durum değişir, namus kumkuması kesilirdi.
Karısı gayet örtülü, namazında abdestinde
biriydi. Yavuz beyden habersiz burnunu kapıdan dışarı çıkaramazdı. Bekar iki kız
kardeşleri de öyle evde kapanıp duruyorlardı. Yavuz bey küçük kardeşini kız
kardeşlerini takiple görevlendirmişti. Namazdan niyazdan yana bir sıkıntıları
yoktu. İkisi de inanç sahibiydi. Namazlarını kılmaktan oruç tutmaktan dolayı
hiç bıkkınlıkları yoktu. Ama “biz de genciz; gezip tozmaya arkadaşlarımızla
rahat rahat görüşmeye, bizim de hakkımız var” diyorlardı. Ancak gıklarını bile
çıkaramıyorlardı. Çünkü ağabeylerinden, hele son yaptığından sonra çok
korkuyorlardı.
Öbür kız kardeşi bir mühendisle evlenmişti.
Adamcağız çocukları biraz büyüyünce biraz para artırıp karısını çocuklarını
alıp Kuşadasına tatile götürmüş. Orada gezip tozmuşlar, bu arada denize de
girmişler. Haliyle kendisi ve hanımı denize mayo ile girmişler. Siz hemen
‘başka neyle girecekti? Mayoyla değil de pijamayla mı girecekti? Ne var bunda?’
diyerek lafa girmeyin de sabredin.
O adamcağız tatil dönüşü karısı ve
çocuklarıyla Yavuz beyi bu arada kayınvalidesini ‘o sırada Yavuz beyin anası
sağmış’ ziyaret için gelmiş. Hoşbeşten sonra sıra tatil anılarına gelmiş.
Adamcağız, yani damat tatilde karısı ve çocuklarının fotoğraf makinesiyle
çektiği resimlerini göstermiş. Sen misin gösteren. Yavuz bey kız kardeşinin
mayolu resimlerini görünce küplere binmiş. Eniştesini almış ayağının altına “ulan
ben sana kardeşimi orospu yap diye mi verdim? Pezevenk, el alemin erkeğinin
içinde benim kız kardeşimin mayoyla işi ne?” diye köpürüp adamcağızın ağzını
burnunu kırmış. Ne anasını dinlemiş, ne de kardeşini. Aman ne küfürler ne
küfürler. Adamcağız kendini sokağa zor atmış. Korkusundan şikayet bile edememiş
toz olup gitmiş. Karısı, yani Yavuz beyin kız kardeşi panter gibi ağabeyinin
üstüne atılmış. Anaları garibim ortada kalmış. Kadın çocuklarını alıp kocasının
arkasından gitmiş. ‘Kocam beni boşar’ diye çok korkmuş. Ama kocası insan
kişiymiş. ‘Papaza kızıp oruç bozanlardan’ değilmiş. Ama kadın, anası ölene
kadar bir daha ağabeyinin yanına gelmemiş. Anası da diğer kızları henüz
evlenmediği için mecbur Yavuz beyin evinde kalıyormuş. Çünkü Yavuz bey,
babasının evinde anası erkek kardeşi ve kız kardeşleri ile birlikte yaşıyormuş.
Yukarıda Allah var. Yavuz bey tüm aşağılıklığına karşın, anasının hatırını hiç
kırmazmış. “Öyle de eniştesine yaptığı ne?” derseniz; namussuz, pezevenk her
namussuzluğuna karşın ailesi söz konusu olunca çok namusluymuş. Tabi bu arada
kızcağızlar, yanardağ gibi için için kaynıyormuş; ama onları gören yokmuş.
Neyse Halim, Yavuz beyin bu marifetlerini
henüz bilmiyordu.
Yavuz bey lokantacıyı nasıl köşeye
kıstıracağını düşünürken lokanta patronu keyifle aşağı inmişti. Tepsiyi dükkana
bıraktı koşarak bankaya gitti çekin karşılığını yatırıp kasaba telefon edip onu
sevindirdi. Çünkü onun da celebe borcu varmış.
Neyse lokantacı lokantasına geldi.
Pastaneci dükkanının önündeydi “ne oldu halleddinmi işini?” dedi. Lokanta
patronu “halleddim, senin söylediklerin hepsi tevatür. Adam melek gibi, boşuna
iftira atıp günahını almışsın. Az kalsın ben de sana uyup ondan para istemekten
vazgeçiyordum. Adam senet bile almadı. İyi ki ondan para istemeyi akıl ettim.
Parasını karısının üstüne yatırmıyan dostlar da var. Neyse yine sayende
hallettim” dedi.
Pastaneci çok alınmış ve kızmıştı. Hem
lokantacının aklına Yavuz beyi o getirmişti. Gerçi sonra “onu unut başkasına
bak” demişti. Sonra da o Yavuz bey denen ırz düşmanının ‘sanki kendi değil’
lokantacının karıyı ayartmasından korktuğu için öyle demişti. Bu lokantacıya
iyilik yaramıyordu. ‘Karıyı Yavuz beye kaptırsın da görsün gününü’ dedi, tabi
içinden. Sonra da “ayıp ediyosun birader. Sana yalan borcum mu var? Hem ne
çabuk unuttun. Yavuz beyi ilk aklına getiren benim” dedi. Lokanta patronu “öyle
söylüyorsun; amma sonra adama birçok iftira attın” dedi. Pastaneci bunları
duyunca aklı başından gitti. “Sen sakın Yavuz beye sana söylediklemi söylemiş
olma?” dedi. Lokantacı pastanecinin dehşet içinde kalıp Yavuz bey hakkında
söylediklerini onun Yavuz beye anlattığını zannettiğini fark edip, içinden
‘şimdi elime düştün. Senedi bi tahsile koy, o zaman gider her şeyi Yavuz beye
söylerim’ diye geçirirken pastaneciye “ayıp ediyosun. Ben dedi koducumuyum. Ben
öyle laf taşımam, sen onları benim iyiliğim için söyledin. Hem sen yanlış
biliyormuşsun. İlk verdiğin akıla uydum gidip para isteyip işimi gördüm. Yine
de senin sayende işimi hallettim sağ ol” dedi. Pastaneci lokantacıya inanıp
rahatladı. “Demek yanlış biliyormuşuz. Canım ben de elden duydum, seni
düşündüğüm için öyle söyledim. Hem sen işini gördüysen mesele kalmadı. Bak
senet menet de istememiş. Eline geçince ağır ağır ödersin” dedi.
İçinden de ‘sen karını Yavuz beye kaptır
da, seninle o zaman görüşelim’ diye geçirdi. Yavuz bey lokantacının karısına
sulanır, hele bir de elde ederse bu pastaneciyi çok üzecekti; asıl paniği
ondandı.
Çünkü lokantacının karısını o da gözüne
kestirmişti. Taş gibiydi, üstelik de kısırdı. Belki lokantacı kısırdı da, kendi
erkekliğine toz kondurmamak için “karım kısırmış” diyordu. Öyle veya böyle
kadın pastanecinin çok hoşuna gidiyordu. Hatta kadının epeydir lokantaya
gelmeyişini merak etmiş, bir fırsat yaratarak “hayrola yenge hasta falan mı?”
diye sormayı düşünüyordu. Öyle pattadak sorup lokantacıyı kuşkulandırmak istemiyordu.
Öyle ya Lokantacı bu! Pastaneci pattadak sorarsa “benim kadından sana ne? Ben
senin karıyı merak ediyomuyum?” derse bu sefer pastaneci çok bozulurdu. Çünkü
aynı zamanda da çok kıskançtı. Hep karısının parasından yararlanıp onun
sayesinde adam olduğu halde zavallı kadını hiç sokağa bırakmazdı.
Kadıncağız kocasının kıskançlığını bildiği
için ikizleriyle evde kapanırdı ve kocasına çok bağlıydı. Arasıra mızmızlık
yapsa da kocasının bir dediğini iki etmezdi. Ama artık kapana kapana kafayı
yiyecekti. Pastaneci o kadar kıskançtı ki! Lokantacı veya bir başkası ona
“yenge, çocuklar nasıl?” diye sorsa; sorana ‘sen misin demez’ cinayet işlerdi.
Lokantacı pastanecinin en son söylediği
lafta bir alay sezinlemişti. “Borcunu yavaş yavaş ödersin” derken “benim
uyarımı dinlemeyip Yavuz beyden para aldın. Gör gününü” demek istemişti.
Lokantacı kaçın kurasıydı elbette anlardı. İçinden ‘benimle öyle fazla dalga
geçer durursan, ananın örekesini gösteririm sana’ diyordu. Ama anlamamış
gözüküp lafı hemen değiştirdi. Pastaneci komşusuydu, ona her zaman işi
düşüyordu. Bozuşmak istemezdi. Pastaneci
kızıp dükkanına girerken “hadi hemen kızma, ben şaka yaptım. Senin sayende
halleddim” dedi.
Pastaneci, lokantacının Yavuz beye ‘faizci
lafını pastaneciden duydum’ demediğine ikna olup, derin bir nefes almıştı.
İçinden kendine ‘Boşboğaz herif, Yavuz bey için faizci dedin. Adam değilmiş,
diyene de çok kızıyormuş. Pisi, pisine lokantacının eline koz verdin. Şimdi
tatlı paraları için aldığın senedi sıkıysa tahsile ver’ diye kızıyordu. Lokanta
patronuna “hadi işini sayemde haleddin” deyip yaltaklandıktan sonra dükkanına
girdi. Lokantacı arkasından “enayinin içine ateş düştü, artık tatlı senedini
unut sen” deyip lokantaya girdi.
Taşlar bu şekilde yerine oturmuştu. Yavuz
bey lokantacıyı kafese düşürmüş; lokantacı hem çekini ödemiş hem de
pastanecinin boşboğazlığından faydalanıp tatlı borcu için sıkıntıdan
kurtulmuştu. Pastaneci de ikide bir onun bunun dedikodusunu yapmanın ne kadar
riskli olduğunu öğrenmişti. Bu son dedikodusundan az kalsın başı derde
giriyordu. O da karlı sayılırdı.
Onlar bu kar zarar hesabı içindeyken; bu
sırada yukarıda büroda Halim lokantacının arkasından bir süre şaşkın bakmış ve
hemen kendini toplayıp işine dönmüştü. Şimdiki işi içeriye kimseyi
sokmayacaktı. Çünkü patronu onun bunun, en son da lokantacının işini görüp çok
yorulmuştu ve istirahat edecekti. Halim önce bulmaca çözmeyi düşündü. İçinden
‘gine bulmaca çözüp işin bokunu çıkarma. Adamın sabahtan beri canı çıktı. Şimdi
çıkıp da seni bulmaca çözeken görüse morali bozulur keyfi gaçar. Adam gibi otur
patronun keyfine limon sıkma” diye geçirdi.
Yalnız öyle diyorsunuz da, Halim’inde işi
çok zordu canım. Burada öyle köşe taşı gibi kıpırdamadan cip ciddi oturmak hiç
de kolay değildi. Canı çıkıyordu valla. Ama ne yapacaksın bir yerde mecburdu.
Ele el açıp dilenecek hali yoktu ya. İyi ki İskender, çay, kahve, lokantacı
mokantacı derken akşam oldu.
Sanki biliyorlarmış gibi başka gelen giden
olmadı. Patron odayı açıp çıktı. Halim hemen ayağa kalktı. Patron iyi
dinlenmişti. Gülerek, “aferin kocoğlan sabırla bekliyosun” dedi. “Ben
çıkıyorum. Sende çok fazla bekleme kapat
git yarın görüşürüz” deyip çıkıp gitti. Halim patron gidince kendine bir çay
daha söyledi. Çay gelince sigarasını yaktı, gitti patronun koltuğuna oturup
bacağını çeldi; çayını, sigarasını keyifle içti. Sonra kalktı kül tablasını çöp
kutusuna boşalttı. Çöp kutusunu koku yapmasın diye koridorda kat görevlisinin
akşamları boşalttığı büyük çöp bidonuna güzelce boşalttı. Yerine koydu. Kapıyı
güzelce kapayıp asansöre binip aşağı indi. Handan çıkınca hiç oyalanmadan
pansiyonun yolunu tuttu.
Üç aydır her gün aynı şeyi yapıyordu.
İskender karnını adamakıllı doyurduğu için ciğerciye uğramadan pansiyona gidecekti.
Gece acıkırım diye bir çeyrek ciğer yaptırayım dedi. Ciğercinin yanına döndü.
Ciğerciye ‘İskender yedim az garnım tok. Bi çeyrek ciğer yiyen’ diyecekti.
‘Görgüsüz İskender yemiş de hava atıyor der’ diye düşünüp vazgeçti. Ciğercinin
yanına gelmişti. “Bi çeyrek ciğer yapıve” dedi. Ciğerci hiçbir şey sormadan,
ciğeri yapıp verdi. “Param yok deyi çeyrek yiyorsan sonra vereydin” diyecekti.
İçinden ‘alışdırmeyen, zaten iki lira borcu olunca zor veriyor’ dedi vazgeçti.
Halim çeyrek ciğeri eline aldı; cebinden beş lira çıkarıp verdi. Parasının
üstünü aldı yiyerek pansiyonun yolunu tuttu.
Ciğerci arkasından baktı baktı ‘biz herifi
acıdık, istediği zaman veresiye ciğer verdik, görgüsüz, eline üç guruş para
geçmiş, çalımından geçilmiyor. Üç gün sona parası biter, yine elime düşer’
dedi.
Halim’in içi içine sığmıyordu. Karnı tok
olduğu halde sırf belki acıkırın diye çeyrek ciğer yaptırmıştı. Cebinde bok
gibi para vardı. Kasa da da otuz lirası vardı. Pansiyona varıncaya kadar ciğeri
yiyip bitirmişti.
Pansiyona varınca önünde bitpazarcı Metin’i
gördü. “Ooo arkıdeş, nezman geldin ya? Gözlem yolda galdı” dedi. Metin’de
Halim’i karşıdan görünce sevindi. “Nerde olucak arkadaş. Köye gittim. Bi tarla vardı. Anacıma onu sattırdım,
biliyosun evlenicem ya” dedi. Halim’in bunu duyunca Metin’e canı acımıştı.
Pansiyondaki öğrenciler Metin’e “sana bir kız bulduk. İstersen gidip isteyelim”
diye takılmıştı. Pansiyonda çalışan temizlikçi kadın da onlara uyup onaylayınca
Metin onlara inanmış köye para bulmaya gitmişti. Öğrenciler arkasından “enayi
inandı” diye gülüşmüşlerdi. Halim’de bunu duyup öğrencilere “ayıp ayıp, heç
sizi yakışıyormu garibanla dalga geçmek. Bi de okuyup, adam olucez deyesonuz”
diye kızıp, ayıplamıştı. Gerçi öğrenciler sonradan ayıp ettiklerini anlayıp pişman
olmuşlardı, ama Metin çoktan köyün yolunu tutmuştu.
Şimdi de Halim’e anasına tarlayı sattırıp,
parayı alıp geldiğini söylüyordu. Halim ona gerçeği söyleyecekti. Vazgeçti.
Önce öğrencilere ‘gidin, garibe şaka yapdınızı, eşeklik yabdınızı söyleyip,
özür dileyin’ diyecekti. Ama adam tarlayı satıp, parayı alıp gelmiş evlenmeyi
umuyordu. Halim içinden ‘şindi ayıklan bakam pirincin daşını’ diye geçirdi.
‘Bene ne, o haylazla düşünsün’ dedi. Metin’e
“eferin bi çırpıda parayı bulup geldin. Nasib, işallah evlenir yuva
gurasın. Her şey nasibile olurmuş. Ne demişle, gelin atı binmiş ya nasib demiş”
dedi. Metin Halim’in sözlerinde bir gariplik olduğunu sezdi. İçinden “eyi
arkadaş; amma aklı o kadar eriyor” dedi ve Halim’e “tabi nasib olucak arkadaş.
Para hazır, gelin hazır, damat hazır, geriye iki odalı bir evle bi nikah
galıyor o kadar” dedi. Ama içine bir kuşku girmişti. Acaba o köydeyken, kızı
başka birine mi vermişlerdi. İçinden ‘Yok canım, hemen biri çıkıp da kızı kapıp
kaçıcak hali yoktu ya’ dedi. Acaba kız vaz mı geçmişti. İçinden ‘yok canım o
kadar değil. Hem benden iyisi mi bulucak? İçkim yok kumarım yok’ dedi. Biraz ‘yettim akıllıydı’, ama o bunun
farkında değildi.
Zaten Halim’de konuyu değiştirmişti.
Metin’e “ben de seni belkiyordum bizimoğlan” dedi. Metin merakla “hayırdır
bizim oğlan, benlik bi işin mi vardı?” dedi. Halim çok önemsizmiş gibi “yok
canım, kendime bir iki gömlek fazla alıcende. İşde giymek için canım. Biliyosun
oruya gelen giden çok oluyo. Orda azıcık şöyle adam gibi geyinmek lazım” dedi.
Metin gülerek “ayıpsın bizim oğlan sen gel ben sana kıralını bulur giydiririm.
Biz burada yokken patron maaşına zam falan mı etti yoksa” dedi. Halim “yok
canım, öyle zam falan etti yok. Yalnız bu hafta yirmi lire fazlı verdi. Hani
belkim bu haftıda öyle veri de; mesela deyi öyle dedim. Şindilik öyle bişey
yok” dedi.
Metin öteki insanlar gibi içinden hiçbir
şey düşünmeden “sen parayı zamlı alınca gel. Ben sana en gıralından hem de çok
ucuz ne istersen bulurum” dedi.
Halim zaten bu gün, giren çıkandan çok
yorulmuştu. Erken yatıp hayal kurmak istiyordu. Çünkü gece yağmur başlayınca
ebenin kızın gözleriyle, köy katibinin kızının gözlerini hayal etmeyi
seviyordu. Yağmur başlayıncaya kadar ifadesine kaldığı yerden düşünmeye devam
edecekti. Metin’in yanından ayrılınca soyundu. Ayaklarını yıkadı, tuvalette her
ihtiyacını gördü ve yatağa yattı. Gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı.
Savcıya ‘ninecinin verdiği parayla goşmacı bazar ekmeni alıp geldiğini,
ninecinin ekmeği bi fazla aldırdığını, oyusam önceden gomşuları balcıyla
gavilleşdiğini, Halim sıcacık bazar ekmekleni alıp gelince, ninecinin içine
tereyağ onun üsdüne bal dökdüğünü, bunu yemenin çok güzel olduğunu”
söylediğinde savcının karnı acıkınca orada bulunan hakimle de anlaşarak yemek
molası verdiğini hatırladı.
Bu sırada hem hakimin hem savcının
içlerinden ‘bir gün mutlaka fırından aldıkları sıcak ekmeğin içine tereyağ
sürüp, üzerine de bal döküp yemeği’ geçirdiklerini bilmiyordu. Savcının
dışarıdan polis çağırıp ‘bu tutukluyu dışarı çıkarın orada beklesin’ dediğini,
kendinin ‘tingedek düştüğünü’ içinden ‘tabi öyle decek, sen burda tutuklusun’
dediğini, polislerin onu çıkardığını, yemek parasını savcının verdiğini, o
sırada gelen komiseri falan hep hatırladı. Yalnız, komiserin polislere
‘dışarısı sakin, ama siz yine dikkat edin. Tutuklanınca arka kapıdan
çıkarırsınız’ dediğinden bir şey anlamamıştı. Bu aklına geldi. ‘Adam sende’
dedi. ‘Öyle her şeye gafa yorasan çok yaşımassın’ diye söylendi. Ama odada
kimse olmadığı için söylendiğini kimse duymamıştı. O tam buradan düşünmeye
başladı.
Polisler ona ve kendilerine ekmek arası
döner ve ayran getirdiler. Polislerle birlikte döner, ekmeklerini yiyip
ayranlarını içtiler. O döneri yedikten sonra polislere biraz çekinerek “pulis
efendile mahzuru yoksa bi sigara tellendiren” dedi. Polislerden biri “iç, ama
öyle dumanını havaya havaya savurma” dedi. Halim şaşırmış biraz da kızmıştı,
ama belli etmedi. ‘Manyakmı bu ya. Dumanını dışarı üflümecen de içimde mi
dutucen’ dedi. Aslında anlamıştı. Polis ‘öyle edeplice iç’ demek istemişti.
İçinden ‘e bizde adam evladıyız. Elbet öyle içeriz’ dedi. Çıkardı bir sigara
yaktı. Sigarayı avucuna aldı çömeldiği yerde dumanı yere üflüyordu.
Sigarasını bitirmişti ki savcı gözüktü.
Hemen arkasında bal rengi buğulu gözlü katip kız vardı, ancak yanında hakim
yoktu. Halim onları görüp hakimi göremeyince biraz kuşkulandı, ama bir anlam
veremedi. Çünkü hakim savcıya yemek dönüşü “ben biraz çalışayım; siz tutukluyu
bana gönderince, tutuklayıp cezaevine gönderelim. Adamcağız yaşadıklarını
‘soonacım’ diye diye anlatacağım derken çok yoruluyor. Bir an önce gitsin
istirahat etsin. Siz cezaevi savcısını da arayın da, garibi orada fazla
hırpalamasınlar” deyip ayrılmıştı.
Halim bunları bilmiyordu. Bilse, kim bilir
hakime neler söyler? Ne dualar ederdi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder