23 Kasım 2016 Çarşamba

ONUN HİKAYESİ ikinci bölüm




Adamın anlattığı asker arkadaşını, Hasan Emmiyi, müdürü, hatta Emine Yenge’yi bile tanıyordu. Yalnız pazarcıları tanıyamamıştı. Adamın lafları içinde “sümük gibi bıyıklı müdür” lafına çok güldü. “Doğrusun arkıdeş; kasıbada şindi o bıyıkla moda oldu. Valla aynı sümük gibi, iyi benzetdin” dedi. Sonra adamın köyünden tarafa pancar taşıyan birkaç kamyon gittiğini, hatta birinin o taraftan olduğunu söyledi. “O daha geçmedi. İnşallah buruya uğra da seni götürür. Hem sabah erkenden onunla gelirsin. Senden iyi olmasın o kamyoncu da eyi arkıdeşdir. Hâlden anlar” dedi.

Bu sırada sobanın üstünde çay demliği vardı. Onu elledi. “Soğumamış, çay içer min?” diye sordu. Adam pompacının yakın davranışından, söylediklerinden şaşkın “Sağ ol arkıdeş, zahmed vermiyen” dedi. Pompacı gülerek “Ne zahmedi arkıdeş, bardağa çayı dökücen. Asıl zahmed ondan keri başlıyor. Çayı garışdırcen, içmek için azına götürcen. Asıl zahmet o zaman…” diye gülerek bardaklara çay koydu. Birini adama verdi, birini de kendi aldı. Adama “Zahmed olcese garışdırveren” dedi. Adam pompacının bu şakacılığına çok şaşırdı, çayını karıştırdı.

Pompacı da ne yapsın? Akşama kadar burada tek başına sıkılıyor ‘biri geldi miydi’ şimdi olduğu gibi yalnızlığının acısını bu şakalarla çıkarıyordu. “Oradan buradan” sohbet etmeye başladılar. Daha çok pompacı konuşuyor; adam şaşkın, sohbete katılmaya çalışıyordu.

Bu sırada pompanın yanında bir kamyon durdu. Pompacı ayağa kalkarken adama “Anan Gadir gecesi doğurmuş seni. Senin adam geldi” deyip dışarı çıktı.

Adam da pompacı “Senin adam geldi” deyince sevinip ayağa kalkmıştı. Pompacı ve gelen kamyonun şoförü içeri girdi. Şoför selam verirken pompacı “İşde senin yolcu bu arkıdeş” deyip bir çırpıda adamdan öğrendiklerini kamyoncuya anlattı. Adam için “Köyden gelip çocuk okutmak herkezin harcı değil. Bak, arkıdeş oğlu için bu zahmede gatlanıyo” deyince adamın biraz koltukları kabardı. İçinden oğlanı okula kaydettirdiği için kendini kutladı. Çocuk okuyacağım dedikçe 'olmazlanışını' unutmuş gibiydi.

Kamyon şoförü “Bravo arkıdeş. Eferin valla. Bizim bubulamız da önümüze düşseydi biz de bi memur olur; bu yollada sürünmezdik” diyerek okuyamadığı veya okutulmadığı için olan iç yangınını anlatıyordu. Adama “Az sonra gidicen. Berabar gideriz. Ben sabah beşde gantardan yürüyon. Sen yolda hazır ol. Barabar gelelim. O saatte zor vesayit bulursun. Bulsan da her kamyon durup almaz. Çünkü yük çok olur. Hem senin oğlanın okumasında azcık da bizim duzumuz olmuş olur. İlerde bizi de hatırlayıp hayırla anar inşallah” dedi.

Adam duyduklarından çok sevinçliydi. Sabahtan beri yaşadıkları onu şaşkına çevirmişti. Adeta bir mucize yaşıyordu. İçinden çocuğu okutacağı için çok memnun oluyordu. Arada bir olmazlanışı aklına gelince çabucak aklından uzaklaştırıyordu.

Kamyoncunun oğlu için “İlerde bizi de hatırlayıp hayırla anar inşallah” sözüne “Tabii dayısı. Anmaz mı heç? Bunları hep bir bir söylecen ona. Benim oğlan helal süd emmişdir. Kendine yapılan eyiliği ölünceye gadar unudmaz” diyordu. Çayları da bitmişti. Şoför ayağa kalktı “Yolcu yolunda gerek arkıdeş” dedi. Pompacıya “Mazot beni sabah buruya gadar getirir. O zaman alayım” dedi.

Pompacı “Olur, yolda molda galmecen deyosan mesele yok” deyince şoför durakladı. “Eyi deyon valla. Sen bene bi şen içine biraz mazot goy; yolda takviye eden. Yanımda para az. Hem yarın yanıma para alen; depoya da yarın goyam” deyince pompacı “Şindi ayıp edin. Senden para isdeyen oldu mu?” dedi.

O sırada şoför kamyonu çalıştırmıştı. Pompacıya gülümseyerek “Olsun arkıdeş, benim prensibim bu. Param gadar gonuşurun” dedi. Pompacı “Ne adamsın yavu?” dedi, içeriden getirdiği küçük bir bidonun içine mazot pompaladı. Bidonu arabaya binen şoföre uzattı. Şoför de pompacıya parasını uzattı. Adam pompacıya “Sağ ol arkıdeş, bu iyiliğini unutmecen.” dedi. Pompacı “Olsun arkıdeş. Senin oğlan okuyup büyük adam olsun da benden yana hepsi helal olsun” dedi.

Adam kamyonun şoför mahalline çıkıp oturdu. Şoför de binmişti. Kamyon yürüdü. Biraz uzaklaşınca şoför “Pompacı eyi arkıdeşdir de azıcık dedigoducudur. Para lazım değil dedine bakma; azcık borcum olsa sağır sultana duyuru valla.” dedi.

 Ondan sonra oradan, buradan sohbetle yola devam ettiler. Dokuz dolaşıma gelince her ikisi de sustu. Şoför bütün dikkatini yola vermişti. Kamyon virajları inil inil alırken adam da araba kullanmasını bilmediği hâlde sanki şoförle birlikte direksiyon çeviriyor ve bir ayağı frendeymiş gibi geriliyordu. Onun da gözü yoldaydı. Aslında şoför bu yollara gide gele alışkındı. Ama sabahtan yağan yağmur buralarda herhalde sonra da devam etmişti. Arabanın farından yolda yer yer su birikintileri olduğu görülüyordu. Şoför bu yüzden çok dikkatliydi.

 Virajları geçip düze çıkınca şöyle bir geri yaslanır gibi oldular. Araba da hızlanmıştı. Adam rahatlamış bir hâlde “Valla arkıdeş; sizin işiniz de zor be. Yüküle buradan inerken epey zor oluyodur” dedi.

Adam şöyle bir kafasını salladı “Zor, emme nedcen? İş bulunmuş. Burası bi şe mi? Öyle yolla va; mavinsiz gitmem.” dedi. Adamın merakla baktığını görünce “Çünkü yolda icabında arıba gaçıncek, inip takoz atıcek. Çünkü arıba, ‘hele kaydı mı?’ ondan keri işimiz Allah'a galır. Sabah burda da inerken mavinsiz olmaz. Benim de mavin var” dedi.

Adamın suratına merakla bakmaya devam ettiğini görünce “Mavini önden öteki arkıdeşin arıbayla gönderdim. Gantarda sıra dutcek. Ben hayrına senin oğlanın okuceni duyunca öyle demedim. Her iş zordur; emme bu kamyon şoförlü çok zor arkıdeş. Şehirlede şindi otobosla var da bizim kasıbada yok. Onlarda şöför oldun mu; aynı memuranlık gibi. Çok rahad. Çoluk çocuğa garışmısam çeker gider, borç harç bi otobos alır; onları süredim; emme şindik zor” dedi.

Adam içinden ‘Adamın dağ gibi kamyonu va, gözü hâlâ okumuda. Ben oğlanı okuden deyi eyi düşünmüşüm’ diyordu.

Artık çocuğu okutacağım diye yüksünmeyecekti. Şoför adamın cahilliğini görünce kamyon ve otobüs hakkında ne biliyorsa keyifle, tatlı tatlı anlatmaya başladı. Adam da bilmediği bir dünya hakkında anlatılanları keyifle dinliyordu.

Şoför birden arabayı frenleyince adam neredeyse ön camdan fırlayacaktı. Şoför “Ula arkıdeş; lafa daldık, senin köyün sapana geçdik yav” deyince adam da irkildi. Kapıyı aralayıp baktı. Gökte ay olduğu için etraf aydınlıktı. Etrafa bakınca bir başkalık sezdi. Şoför “Valla belkim bi kilometre geçdik. Sen burdan in, şu tarlılan içinden gidicen.” dedi. Sonra gülerek “Valla muhabbete daldık; burlada korkmazsın herhal.” dedi.

Adam “Yok yav; ne korkması? Ben çok geceler dağda orda burda galdım, geçi güddüm.” dedi, indi. Şoför “Arkıdeş sen sabah namazıyla barabar köyün sapanda ol. Sene ordan alen” dedi. Adam “Oldu arkıdeş, Allah razı olsun. Paranı da ozman veren. Şindik garanlıkda para çıkaren derken parayı düşürün” dedi. Şoför gülerek “Vay paran çok herhal.” dedi. Adamın cevap vermesini beklemeden “Para işi goley, sen sabahla geç galma” dedi. Bu sırada adam inmişti.

Şoför arabayı sürüp gitti. Adam biraz etrafına bakındı. Cebindeki çakıyla yoldaki çalılıktan kalınca bir dal kesti. Bu sırada içinden ‘Nolur nolmaz? Geci vaktı karşıma it, puşt çıkar’ diye geçiriyordu.

Dalın etrafını alışkın ellerle çabuk çabuk yontup güzel bir çoban değneği yaptı. Yoldan aşağı, köyünden tarafa yürüdü.

Yolda aklından bugün yaşadıklarını geçirip şansına sevinirken geç vakit köye vardı. Köyde hemen her evde köpek vardı. Onu köpek ulumaları karşılamıştı. Evi ileride; tam dağın dibindeydi. Eve giderken köyün içinden evlerin, bahçelerin arasından geçiyordu. Bir iki köpek havlayarak karşısına çıkıyor ya tanıdıkları ya da elindeki kalın sopadan çekindikleri için sadece uzağında hırlayıp havlayıp kalıyorlardı. Adam köpeklere alışkın olduğundan hiç aldırmadan evlerin, bahçelerin arasından evine yürüdü. O saatte köy zaten yatmış, dışarılarda hiç kimse yoktu.

Evine gelince onu kendi köpeği karşıladı. Sahibini tanıdığı için etrafında dolanıyordu. Adam köpeği görünce yüreği “cız” etti. Çünkü oğlu bu köpeği çok sever, köpek de onu çok severdi. Şimdi oğlu köpekle ancak tatillerde görüşecek, büyük okullara giderse daha az köyde olacaktı. Adam köpeğin sanki bunu anlamış gibi bir garip baktığını düşündü, içine bir yalnızlık çöktü. Gerçi bir oğlu daha vardı ama daha çok küçüktü. Bu oğlu neredeyse onun elini almıştı. Bir iki sene sonra daha çok faydası dokunacaktı. Ama şimdi okuyacaktı. Adam da küçük oğlu büyüyene kadar oğlansızlığa alışacaktı. Siz bilmezsiniz, köy yerinde oğlansız kalmak, elsiz kolsuz olmak gibi bir şeydir. Adam da şimdi bu duygular içindeydi.

Evine usulca girdi. Kızlar öte odadaydı. Küçük oğlan onların tarafında yatıyordu. Kızlar şimdiye kadar uyumuştur diye düşünüp aldıklarını sabah göstermeyi düşündü. Kendi odasının kapısını açıp girdi.

Oda oda deyince siz salon, salomanje bir ev zannetmeyin. Hepi topu iki göz ev… Onu da geçen yıl kendi kerpiç kesip ustalığını da karısıyla birlikte yapmıştı. Önünde bir “hayat” vardı. Hayat denen yerde de bir büyük ocak vardı. Sağında solunda kap kacak… Tuvalet ileride bahçenin içindeydi. Banyo olarak yandaki ahırı kullanıyorlardı. Hayata el yüz yıkayacak bir yolak yapmışlardı. Çatı, hayatın üstünü de örtüyordu. Duvarda biber, patlıcan, mısır dizileri; ocağın biraz ötesinde büyükçe bir tel dolap vardı. Adam bunu geçen sene asker arkadaşının evinde görmüş; aynısını kendi çakmıştı. Karısı bu dolaba pek sevinmiş “Öteberi ortalık yerden kalkıvedi” demişti.

Emmi kızının evinde gördüğü yatağın yorganın konduğu bir dolap da istemişti; ama adam “Yüz verdim asdar isdime, emmi gızına heveslenme. Onna zengin” diye karşı çıkmıştı.

Yerlerde hasır vardı. Duvarları kadın ve kızları ak toprakla sıvamışlardı. Ak toprağı da kadınlar hemen köyün ilerisindeki tepede “ocak” açıp kendileri elleriyle çıkarıyorlardı. Ama mübarek toprak hele ilk sıvandığı zaman hatta sonra da efir efir kokardı. İşte ev böyle bir şeydi.

Adam odaya girdiğinde gözü karanlığa alışınca karısının daha uyumadığını fark etti. Çocuk uyanmasın diye karısı fısıltıyla “Geldiniz mi?” dedi. Adam soyunuyordu, usulca “Geldim” dedi. Bu sırada soyunmuş yatmaya hazırdı. Usulca yatağa girdi. Karısı “Neddin? Oğlan nerde?” diye sordu. Adam “Oğlana kasıbada ev dutdum, orda galdı.” dedi.

Kadın üstüne kaynar su dökülmüş gibi sıçrayıp “Aboo, şindik nerde yatıcek o? Yatak yok, yorgan yok, neriye godun oğlanı?” diye çırpınmaya başladı. Adam “Garı şindi yatalım, zaten sabah ezandan önce galkıcez; ozman anladen. Maraklanma oğlan emin ellede, öyle icab eddi, orda galdı” dedi.

Kadın gocasının huyunu biliyordu. Bir şeyi sonraya bıraktı mı öldür Allah önceye almazdı. Onun için “Öyle olsun bakam” deyip sustu. Az sonra adam horlamaya başlamıştı. Kadın “Zıbarısıca bi şeyi anladıvemez” diye söylenerek uyumaya çalıştı, uyudu.

Sabah ilk horoz ötüyordu ki kadın uyanıp kalktı. Adam hâlâ horluyordu. Onu dürtüp uyardı. Adam “Ne var?” der gibi bakarken aklına kasabaya öteberi götüreceği geldi, hemen o da kalktı. Karısına “Çabuk olalım, hazırlanam. Kamyon ezanla ordan geçicek” dedi. İkisi de telaşlanmıştı.

Adam “Çabuk olalım, hazırlanam” deyince kadın kendinin de gideceğini anladı, içinden ‘Tabii gidmem lazım, oğlumu kendi ellerimle yerleşdiren’ diye geçirdi. Ayrıca kasabaya gideceği için sevinçliydi. Çünkü buralarda; köylerde kadınların kasaba yüzü görmesi neredeyse olanaksızdı.

Kadın kıvrayıp bir yatakla yorganı, yere serilecek küçük eski bir hasırı çabucak hazırladı. Adama “Sobayı ordan mı alıcen?” diye sordu. Adam “O garı, soba isdimez, ocak o işi görür dedi. Gine icab ederse ordan alırız” dedi.

Kadın “Hangi kadın?” diyecekti, sustu. İçinden ‘Şindi gine bi şe demez, varınca görürün o garıyı’ diye düşünüyordu.

Bu sırada kızlar da kalkmıştı. Onlar daha çok dün verdikleri siparişin alınıp alınmadığıyla ilgiliydi. Ama ana ve babalarını telaşlı görünce onlar da yardıma koştu. Kadın bir gün önce yaptığı ekmek ve katmeri bir çıkına koydu. İçine biraz daha keçi peyniri koydu. Bir çanağın içine katılaşmış yoğurttan dört kaşık koydu. Üstünü yufkayla kapadı. Bir ibriğin içine akşamdan yaptığı tarhana çorbasını doldurdu.

Bu sırada da konuşuyordu. Çorbayı koyunca “Bundan sabahları azar azar gaynadıp yer. Öğlen de peynir ekmek bi şeyler yer. Bekmez goydum, onu da banar banar yer. Aşam da ekme ısıdır, bakkaldan Vita yağ falan alır, sürünür yer” dedi, “Oğlana para falan bırakdın de mi?” diye sordu.

Adam götüreceği şeyleri paketlerken “Bırakmamın, iki buçuk lira godum. Haftaya gidince gine veririn” dedi.

“Bundan keri oğlana çalışcez” diyecekti, kasabada herkesin oğlanı okuttuğu için kendine söyledikleri aklına gelince utandı. “Tabii garı, oğlan okuyuncuya gadar ne gerekiyosa yapıcez, icabında ganımı satıp oğlanı okuducen” dedi.

O an kamyondaki pazarcının söyledikleri aklına gelmiş, hafiften gururlanmıştı. Kadın kocasının en son “İcabında ganımı satıcen, oğlana okuducen” dediğini duyunca içinden kocasına karşı bir sıcaklık duymuş, canı da acımıştı. Ama adamın bıraktığı parayı da az bulmuştu. Saklıca biriktirdiği paradan yüz elli kuruş daha yanına alıp oğlana verecekti. Çünkü ne olur olmaz, oğlan gurbette “dımdızlak” galmasındı. Kızların aklı hâlâ siparişteydi. Herkes kendi kafalarındaki kaygılala çabucak gidecek ne varsa hazırladılar.

Bu sırada küçük çocuk da uyanıp gelmiş, babasına “balon” soruyordu. Adam o telaşının içinde cebinden balonu çıkarıp oğlana verdi. Kendine bakınan kızlara “Gızla sizin siparişleri de hep aldım; şindik işimiz çok acil, akşam gelince gösderen” dedi.

Kızlar siparişlerinin alındığını duyunca sevinçle ‘kıvradılar’ Adam aşağıdan bir çuvalın içine kesilmiş köklerden koydu. Bir küçük torbaya da çıralardan koydu. Sonra karısına seslendi “Haden çabuk olalım, gamyonu gaçırcez.” dedi.

 Her biri telaşla bir şeyin ucundan tutup yürüdü. Kadın hâlâ eksik bir şey kaldı mı diye bakınıyordu. Adam kızdı “Ya garı, bakınıp durmu da yörü.” dedi. Kadın telaşla eline aldığı çıkın ve ibrikle yürürken “Ha esik bi şe galdı mı deyi bakınıyodum” deyince adam “Şindik başlecen eksiğinden ha. Ula oğlan Fizan’a gitmedi ya! Esik bi şey varısa hafdaya götürüz” diye söyleniyordu.

Kızlar, kadın, adam, yanlarında elinde balonla küçük çocuk koşarak arabaya yetişmeye çalışıyorlardı. Yükün ağırını adam ve kızlar almıştı. Onlar telaşla köyden çıkarken bu sırada kalkmış kimi komşular, bahçelerdeki tuvaletlere ellerinde taharet ibriği ile giderken onları görüyor, her biri kendine göre komşuları hakkında akıllarından bir şeyler geçiriyorlardı.

Kadının emmi kızı da kalkmış ve onları görmüş; içinden ‘Bizim emmi gızı da bi şeyden esik galmıyo. Gıçlanda geycek donları yok; bizimle çocuk okuducez deyi yarışıyor.’ diye geçiriyordu.

Emmi kızının ve komşuların kendileri hakkında iyi kötü düşüncelerinden habersiz adam, karısı, iki kızı ve elinde balonuyla küçük oğlu koşturarak kamyon geçmeden köyün “beklemesine” varmaya çalışıyorlardı.

Adam önde, kızlar hemen ardında kadın bir elinde bir yük, diğer elinde öteki eliyle sımsıkı balonu tutmuş olan küçük çocuk kestirmeden tarlaların içinden, bata çıka kâh yürüyerek kâh koşarak soluk soluğa kasaba yolu üzerindeki beklemeye vardılar. Ellerindeki yükleri yere koydular. Hepsi de adamakıllı yorulmuştu. Adam kamyonun geleceği tarafa bakarken “Allah vere da kamyon geçmemiş olsun. Eğer öyleyse yandık valla” diyordu. Karısı “Sus herif, azından yel alsın. Daha sabah ezanı okunmadı, marak edme” diye kocasını teselli ediyordu. Gerçekten hava hâlâ karanlıktı. Ay olmasa buraya zor gelirlerdi.

Havada sonbahar ayazı vardı. Yolda yükle koşarak ısındıkları için fark etmemişlerdi. Ama şimdi hepsi de üşümeye başlamıştı. Oldukları yerde zıplamaya başladılar. Küçük çocuk da zıplıyordu. Soğuktan burnundan akan sümüğüyle çok tatlı gözüküyordu. Soğuktan yanakları da kızarmıştı. O, işin oyununda babasına, anasına, ablalarına bakarken bir yandan zıplıyor, bir yandan gülüyordu. Anası eliyle çocuğun burnundaki sümüğü sildi; kucağına alıp öptü. Çocuk hâlâ gülümsüyordu ve elindeki balonu sımsıkı tutuyordu. Küçük çocuğun hâli hepsinin içini ısıtmıştı; hepsi çocuğa gülüyordu. 

Bu sırada kamyonun geleceği taraftan bir inilti duyuldu. Güneşin doğduğu tarafta da bir aydınlanma başlamıştı. İleriden farlar gözüktü. Hepsi heyecanla kamyonu beklemeye başlamıştı. Gelen kesin bekledikleri kamyondu. Çünkü o yıllar çok az kamyon vardı. Pancar sevkıyatı olmasa bu yoldan sabahtan akşama bir iki kamyon anca geçerdi. Otobüsü bu yollar henüz görmemişti.

Demokrat Parti iktidarıyla birlikte bu kamyonlar gözükmeye başlamıştı.

Demokrat Parti iktidar olalı bir yıl ancak olmuş; her şey bolarmış; daha önce olmayan veya piyasadan kalkan her şey yavaş yavaş kasabalardaki bakkal ve pazarlara gelmeye başlamıştı. Oysa daha önceleri her şey yoktu. Hele Alman harbinde bırakın kamyonu çay, şeker, yağ hep karneyle veriliyor; yiyecek ekmek bile zor bulunuyordu. Zaten o yokluk ve sıkıntılar İnönü’nün sonunu getirmişti.

O yıllar en rahat olan memurdu. Onun için biri okudu mu memur olup rahat edecek diye imrenerek bakılırdı. ‘Kızlar memura vardı mı?’ yalnız kız değil bütün ailesi sanki piyango çıkmış gibi sevinirdi. Memur oğlu veya damadı olan o yörenin en itibarlı kişisi sayılırdı. Henüz o yıllar en azından bu yörede kızlar okumaya başlamamıştı. Tek tük ortaokula giden kız olurdu ki onlar da kasaba ve şehirde oturanlardandı. Bir de köy enstitülerinde kızların okuduğu söyleniyordu. Ama iktidar onlara “komünist” dediği için halk da o kızlara iyi gözle bakmıyordu.

İşte böylesi yıllarda adamın çocuk okutma gayreti şanslı başlamış; aynı şans devam ediyordu. Çünkü beklenen kamyon sanki hususi tutmuş gibi gelip önlerinde durdu. Şoför aşağı inip yanlarına geldi. Gülümseyerek “Ooo arkıdeş! Sen köyü göçürmüşsün yavu” dedi.

Adam şoförle önceden tanışık olmanın verdiği güvenle karısıyla kızlarının yanında sanki böbürlenir gibi “Sağ ol arkıdeş, sayende köyü göçürcez valla” dedi.

Şoförün yanından inen muavin bu sırada kasaya çıkmıştı. Adama “Dayı sen uzat bakam şunları” dedi. Kadın adama veriyor; adam da parmaklarının üstünde yükselerek önce odun çuvalını, sonra yatak balyasını, en son eski hasırı muavine uzatıyordu. “Ötekileri yanımıza alam arkıdeş” dedi. Muavin adamın uzattığı şeylerin düşmemesi için üzerine kamyonun tepesindeki brandayı açmadan koyarak gerekli önlemi aldı.

Şoföre “Abi, ben burda galayım da sizi sıkışdırmeyen” dedi. Şoför “Oğlum orda üşürsün bak.” deyince muavin “Yok abe, bırandayı üstüme çekerin, üşümen. Hem dokuz dolaşım gelince buradan senin yanına takoz atmak için incen ya. Üşürsem orda yanına biniverin.” dedi. Şoför “İyi ozman; üşüme de…” dedi ve kamyona bindi.

Bu sırada kadın kucağına aldığı küçük çocuğa “Hadi bakam oğlum, sen abangille köyü git. Ben bubanıla aben yana gidip gelem” deyip çocuğu kızlardan birine uzattı. Küçük çocuk elindeki balonu yere atıp ağlamaya başlamıştı. Öbür kız yere düşen balonu aldı. Çocuğu kucağına alan ablası çocuğu bir yandan öperken diğer yandan teselli edip susturmaya çalışıyordu. Adam karısına “Hadi bin; ağlar ağlar susar. Biz işimize bakalım” deyip şoförün yanına bindi. Kadın da çıkıp yanına oturdu. Adam camın açık yerinden oğluna “Sus bak; sene dadak getircen” derken kamyon yürüdü. Aşağıda iki kızı ve birinin kucağında ağlayan çocuk kalmıştı.

Adam şoförle konuşmaya başladığı sırada kadının aklı ağlayan çocukta kalmıştı. Eğilip camdan baktı. Ne yapsın? Kasabada büyük oğlu da onu bekliyordu. Kocasına baktı. Onun hiçbir şeye aldırmadan şoförle gülüşerek sohbet ettiğini görünce sinir oldu. Ve aklının bir yanı ağlayan oğlunda öteki yanı kasabadaki oğlunda susup camdan dışarı ilk kez bir arabayla geçtiği yerlere hayretle bakıyordu.

Onlar bu telaş içindeyken kasaba gece Emine Yenge’nin evinde kalan çocuk da sabah erkenden kalkmıştı.

Babası onu Emine yengeye emanet edip gittikten sonra çocuk önce biraz yabancılık çekmiş; garipsemişti. Köyden getirdiği; içinde yiyecek olan çıkınla kitap olan torbasını aldı kalacağı odaya götürüp koydu. Sonra ayağına vuran kunduraları çıkarıp eski ayakkabılarını giydi.

Ayağı rahatlamıştı…

Aklında anası, kardeşleri, köyü ve köpeği vardı. Sanki suçlu gibi gidip Emine yengenin yanında durdu. Emine yenge çocuğun süklüm püklüm hâlini görünce canı acımış “Ay oğlum; ne bu böyle yabancı gibi? Marak edme ben sene anan gadar sahap çıkarın. Senin için ‘göynümesin’ gadın oğlum” diye teselli etme ihtiyacı duymuştu.

Çocuk Emine yengenin bu sözlerine ve sözünü “gadın oğlum” diye bitirmesini duyunca aklına yine anası geldi. Nerdeyse hüngür hüngür ağlayacakken kendini zor tuttu.

Bu sırada kadın yanına gelip onu bağrına basınca çocuk kendini tutamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Emine Yenge onu biraz daha bağrına bastırıp “Ağla oğlum ağla için açılır. Gözyaşı insanın içini yıkarmış, ağla.” deyip sırtını sıvazladı.

Oğlan bir süre ağlayıp içini boşalttıktan sonra sustu; bu kez de kadından utanmıştı. Kadın oğlanın utandığını fark etti; fazla utandırmamak için “Hadi bakam, gel şunları çent” diyerek elindeki tahrayı uzattı. Çocuk usulca tahrayı eline alıp çalıları çentmeye başladı. Emine Yenge de kendi odasına girdi. Kucağında götürdüğü çentilmiş çalı ve çıralarla ocağı tutuşturdu. Saçayağının üstüne dünden yaptığı tarhana çorbasını ısınsın diye koydu.

Çocuk da çalıları çentmeye devam ediyordu. Çabuk çabuk çalıları çentip bitirdi. İçeri kadının yanına gelip “yenge onlar bitdi; başka var mı?” dedi. Kadın “eferin oğlum; bek çabık bitirdin. Gir içeri de garnımız doyuram. Helâya gidcesen tahrat ırbığı helada. Önce bak boş mu? Boşsa şu güpden doldurusun” deyince çocuk “Yok yenge; ellemi yıkecedim” dedi.

Kadın bu sözleri üzerine içinden ‘ee! Okuyanla okumayan böyle belli oluyo; eferin çocuğa, ellene yıkecek’ diye geçirirken çocuğa bakır ibriği işaret etti. “Şunu güpden su goy; çalıları çenttiğin yerde yolak var. Orda ellen yıka gel” dedi. Sabun olarak da oradaki fay kutusunu gösterip “Ondan eline azcık dök” diye tarif etti. Çocuk kadının söylediği gibi küpten bakır ibriğe su koydu, eline de azıcık fay döktü çalıların yanındaki yolakta ellerini yıkayıp geldi. Kadın “peşkir orda” deyip havluya benzeyen bir bezi işaret etti. Sonra ısınan çorba tenceresini ocaktan alıp yere serdiği sofra bezinin yanındaki yassı bir taşın üstüne koydu.

Bu sırada çocuk aklına bir şey gelmiş gibi hızla kalktı; kendi kalacağı odadaki yiyecek çıkınını alıp geri geldi. “Bunlara anam gatıvediydi” deyip çıkının içinden katmer, ot ekmeği, yumruk kadar keçi peyniri ve üzerine yufka kapalı yoğurt çanağını çıkardı.

Kadın onları görünce “Abov yavrım; sen de bek bonkörsün. Anan onlara sen ye diye gadmışdır. Sen onları sonra yersin” dese de oğlan “olur mu yenge? Hep beraber yeriz diye gaddı anam onları” diye itiraz etti.

Emine Yenge çocuğun bu cevabına gevrek gevrek gülüp “Abov! Benim oğlan bek hazır cuvap” diye söylendi. Sonra birlikte tarhana çorbasına doğradıkları yufka ekmek, katmer ve ot ekmeğiyle karınlarını bir güzel doyurdular. Yemekten sonra biraz oradan buradan sohbet ettiler. Sonra da sırayla helâya gidip işlerini gördüler. Yemek ve odanın sıcaklığı ikisinin de uykusunu getirmişti. Biri minderin bir tarafına; öteki öbür tarafına doğru dürüst örtünmeden kıvrılıp yattılar. Az sonra ikisi de uyumuştu.

Sabah ezanıyla uyanan Emine Yenge usulca kalktı. Ocağın içinde küle soktuğu bakır ibriği alıp dışarı abdest almaya çıktı. Abdestini alıp geldi. Usul usul namaz kılarken oğlan uyanıp kalktı. Baktı; Emine Yenge namaz kılıyordu. Helâya gidip geldi; Emine Yenge’nin namazı bitirmesini beklemeye başladı.

Bu sırada kamyon da dokuz dolaşıma gelmiş yavaş yavaş aşağı iniyordu. Muavin de şoförden tarafta bir eliyle kapıya asılmıştı. Öteki elinde takoz vardı. Dönüşlerde araba herhangi bir kayma yaparsa atlayıp tekerin altına takoz atmak için hazırdı. Bir gözü de tekerlerdeydi.

Bu sırada kadın ilk kez gittiği kasabada hep adını duyduğu dokuz dolaşımlardan arabayla inmenin heyecanı ve korkusuyla ha bire usul usul dua ediyordu. Adam bu yola daha alışkın olmasına rağmen o da içinde bir korkuyla dua ediyordu.

Şoför de tüm dikkatini kamyona ve yola vermişti. Çünkü yük arabaya baskı yapıp ittikçe şoför freni usul usul basarak arabayı kontrol etmeye çalışıyordu. Sürtünen balatalardan koku geliyordu. Kamyon sağ salim dokuz dolaşımı inip düze çıkınca hepsi de bir oh çekti.

Şoför muavine “yanıma gel isdersen” dedi. Muavin “yok abe benim yer iyi” deyip takozu kasaya attı. Ustaca kasaya tırmanıp pancar yığınıyla kasa araladığı yere tekrar çöktü. Araba hızlanınca yüzüne vuran rüzgârdan korunmak için kamyonun hemen üstündeki selede bulunan bırandayı açıp altına girdi. Aslında biraz üşümüştü; ama erkekliği elden bırakmamak için üşümediğini söylemişti. İçinden ‘Adam sen de… Acı badlıcanı gırağı çalmaz’ diye kendini teselli ediyordu.

Kamyonun içindekiler muavinin bu sıkıntılarından habersizdi. Adam karısını kamyona bindirip çocuğunun evini yerleştirmeye gittiği ve okuyan bir çocuğun babası olduğu için gururluydu. Kadın oğlu okuyacak diye bir yandan sevinirken öte yandan onu küçücük yaşında kendi başına bırakıp döneceği için üzgündü. Şoför de çocuğunu okutma telaşındaki bu karı kocaya yardımcı olmanın ve iyilik etmenin verdiği huzurla keyifliydi.

İşte herkes bu durumda kendi kaygıları ve düşünceleriyle yolculuğun sessizliği içindeyken şoför “eee arkıdeş valla bravo. Bi çocuk için sabahın ayazında evcek yola döküldünüz. İşallah sonu hayır olur. Çocuk verilen emeğin hakkını verir” deyince adam uykudan uyanır gibi silkindi. Lafın sonunu duymuştu. “İşallah arkıdeş. Benim çocuk helal süt emdi. Yavız oğlandır. Okuyceye benzeyo; biz de o umudla yola çıkdık” dedi.

Kadın şoförle kocasının oğlundan konuştuklarını duymuş koltukları kabarmıştı; ama ayıp kaçacağı için lafa hiç girmedi.

Şoför “Ee arkıdeş; senin yük fazla. Valla kamyon boş olsa taa oğlanın galdığı yere gadar götürürdüm. Bu eşyalar size yük olmecek mi?” diye sordu. Aslında bunu çok merak ettiği için değil sessizliği gidermek için sormuştu; ama dediği kadar da vardı. Çünkü odun çuvalı, yatak yorgan, hasır, sonra üç dört torba, ekmek çıkını epey yüktü yani.

Adam “Doğrusun arkıdeş de nedcen, garıyla yüklenip götürcez. Hepsini alımazsak garı bekler, ben birazını götürür; sonra gelir ötekileri barabar götürüz. Nedcen? Eşeğin semeri ona yük olmaz derler. Temsilde hata olmaz; emme biz de oğlan okucek deyi onun yükü heç yüksünmeden daşıcez” dedi. Şoför “Doğrusun valla arkıdeş. Keşki benim bubam da öyle deyip bene ön ayak oleydi. Gerçi nankör olmuyen; bu kamyonun yarı parasını bene o verdi. Emme okutsa daha hora geçicedi. Gine de Allah rahmet etsin; yaddı yer cenned mekân olsun. O da benim az yükümü çekmedi.” dedi.

Şoförün bu sözleri üzerine hem kadın hem adam kamyonu olan birinin bile gözü hâlâ okumada diye düşünüp oğlanı okula kaydettirdikleri için çok mutlu oldular.

Herkes bu duygular içindeyken kamyon benzinliğe yanaştı. Şoför indi. Muavin yukardan adamın yüklerini uzattı. Adam onları alıp birer birer benzincinin dükkânının önüne sıraladı. Kadın da şoför mahalline koydukları sepet, torba benzeri eşyaları oraya taşıdı.

O sırada pompacı da gelmişti. Adama “ooo arkıdeş; bakıyon köyü göçermişsin” dedi.

Adam kasabada her yerde tanışı varmış gibi bir gururla ve yan gözle karısına “gör bak, kocan ne adam?” der gibi bakarken pompacıya “nedcen arkıdeş? Hepiniz coşdurdunuz. Biz de bu işe tam girelim dedik. Bilmeyon valla; sonu ne olcek?” dedi.

Pompacı kamyona doğru giderken adama “Eyi yapdınız, eyi. Allah her çocuğa sizin gibi ana buba nasip edsin” dedi.

Kadın konuşulanlardan bir şey anlamasa da kocasının büyük adamlar gibi her lafa cevap verişinden şaşırmış; mutlu, böyle bir kocası olduğu için hafiften gururlu bakınıyordu.

Şoför de pompacıya “doyur bakam kamyonu dayısı” demiş; pompacı da sanki o işi başkası yapamazmış gibi büyük bir ciddiyetle kadının yanında bir ayrı havada depoya mazot pompalamaya başlamıştı. Arada bir delikten bir çubuk sokup deponun neresine kadar dolduğunu kontrol ederken sanki laboratuardaki profesör edasını takınıyordu.

Adam gitti; kamyon şoförüne “sağ ol arkıdeş; sayende geldik. Borcumuz ne?” diye sordu. Şoför “ne parası? Para mara isdimez arkıdeş. Çocuğun okumasında bizim de duzumuz olsun” diyerek para almamakta diretince adam “o zaman bununla ikiniz çorba içesiniz, bunu al gari” diyerek iki lirayı zorla verdi. Şoför “İyi; bunu alayım madem. Siz akşam dönceseniz ezanla birlikde burda olun. Ben sizi götürün. Hem yenge var; dünkü gibi lafı dalıp gelip geçivemeyiz.” deyince adam gülerek “doğru valla; emme olduydu ha…” dedi. Sonra depoya mazot pompalayan pompacıya da “Arkıdeş, çuval burda galsın. Ben şunnarı goyup gelen, çuvalı sonra alayım” dedi. Pompacı pompaya ara verip “tamam arkıdeş, burasını kendi yerin bil” deyince adam “sağ ol arkıdeş” deyip karısının yanına gitti. Ona “hadi şunlara yüklenip gidelim” dedi.

Bunu söylerken çok itibarlı bir adam havasına bürünmüştü. Öyle ya koskoca kamyonu olan biri ve mazot dükkânı olan biri ona sanki kırk yıllık arkadaş gibi davranmıştı.

Kadın da bütün bunları görmüş; aklına emmi kızı gelmişti. İçinden ‘şindi burda olmalıydı da benim adamın forsunu görmeliydi. O osuruklu adamın ‘üç guruş parası mı? Benim adamın adamlığı mı?’ daa önemli bir göreydi’ diye içinden geçiriyordu.

Çünkü emmi kızının kocası gerçi ‘keprem’ biriydi; ama köyün en zenginlerindendi. At arabası, bi çift öküzü, aşağıda su basar tam beş dönüm tarlası, bağı, ayrıca keçileri, sağmal iki ineği vardı. Onun kocası ise çıplağın biriydi. Ama şimdi kocasını kamyoncu ve pompacıyla senli benli konuşurken görünce kocası gözünde “dağ” kadar büyümüştü. 

Bu şekilde önde kocası yatak yorganı yüklenmiş; arkada kadın iki eli de dolu üstelik hasır da onda hızlıca gidiyordu. Kasabanın altından gidiyorlardı.

Aslında kadın pazaryerini; oradaki dükkânları görmeyi çok istiyordu. ‘Belki bi şeyler alırın’ diye saklıca biriktirdiği paradan dört buçuk lira da yanına almıştı. Bu düşüncelerle kocasının ardından giderken kasabanın dışına çıktıklarını fark edip kocasına seslendi. “adam kasabayı bitirdik” dedi.

Adam karısının sesini duyunca ‘karısının sesini başka duyan var mı?’ diye bakındı. Kimse yoktu. İçinden ‘bizim garıya azcık yüz verince nerdeyse depeme çıkıcek’ diye kızdı; ama ‘şindi gurbetde; galbini gırmeyen’ diye düşündü.

Yine de kızgın “çok gonuşmu da gel arkamdan” dedi.

Kadın da zaten sesinin fazla çıktığını fark edip utanmış; biraz da adamı gızdırdık diye korkmuştu. Sessizce kocasının arkasından yürümeye devam etti. Az ileride tek tük evler vardı. Kocası ilk eve doğru yönelince kadın içinden ‘herhal burası.’ diye geçirdi; eve alıcı gözle baktı.

Bu sırada çocuk da sanki kalbine doğmuş gibi ‘babam geliyor mu?’ diye yola bakmak için evin kenarına çıkmıştı. Önce babasını sırtında yükle gördü. Sonra arkasından gelen anasını görünce “Anam geliyo!” diye bağırıp anasına doğru koştu.

Bu sırada kadının da çocuğu görünce dizlerinin bağı çözülmüştü. Sanki yıllardır oğlunu görmemiş gibi elindekileri yere koymuş ve kollarını açarak “Oğlum” diye bağırmıştı. Ana oğulun bu kucaklaşmasını görünce adamın içi sızladı.

Emine Yenge de çocuğun sesini duyup çıkmıştı. Kadınla çocuğun hâlini görünce hafif gözleri yaşardı. Kendine ve onlara şaşkın bakan adama “nedcen? Oğlan daha ana guzusu” dedi.

Babanın bu görüntü karşısında aklı karışmıştı. İçinden ‘Bunlar şimdiden böyle yaparsa işimiz var. Oğlana alıp gitsek mi ki?’ diye geçiriyordu.

‘Sarmaş gürmeş’ olan ana oğul bir süre öyle sarılı kaldılar; sonra ayrıldılar. Kadın gösterdiği heyecandan biraz utanmış gibi kendilerine gülümseyerek bakan Emine yengeye baktı. Oğlunu bir kere daha yürekten öptükten sonra yere koyduğu sepet ve torbaları almak için davrandı. Çocuk “sen bırak anam, ben götüren” derken gözündeki yaşları elinin tersiyle siliyordu.

Ana oğul ellerinde çocuğa getirilen eşyalarla eve doğru yürüdüler. Baba da sırtındaki yatak, yorgan ve hasırı çocuğun kalacağı odaya bırakıp dışarı çıkmıştı. Emine Yenge geldi. Arkasından çocuk ve anası ellerindeki torba ve sepetleri çocuğun kalacağı odaya bırakıp çıktılar. Baba yanına gelen oğlanın kafasına hafiften elini sildirerek bir şaplak atıp “kerata, dayanamecesen götürem sene” dedi.

Anası babanın bu sözü üzerine “yok bubası; ha azcık özlevemiş hepsi o. Oğlan şindiye gada heç gurbete mi çıkdı? Bene görünce göynüvedi diye anlatmaya çalışırken baba “sene n’oldu? Sen oğlandan öncü gobcuları goyvedin ya…” dedi.

Bunu duyan Emine yenge “aboo sen de çok sıkışdırma onları. Sen erkeksin; ne bilicen garılan neler duyduğunu?” derken işi şakaya getirip deminki dramatik durumun yarattığı hüznü gidermeye çalışıyordu.

Adam Emine yengenin bu sözleri üzerine gülümseyerek “abo garıla bi araya geldi burda durulmaz gari; ben giden kök çuvalını getiren” deyip gitti.

Emine Yenge “gel bakam gelin; biz de oğlanın odaya çeki düzen verelim” dedi.

Hepsi birlikte çocuğun odaya girdiler. Çocuğun anası “sağ ol yenge. Valla adam dediydi; emme şindi görünce içim ırahat eddi oğlan sağlam ellerde deyi; çok sağ ol” dedi.

Emine Yenge övülen her kişi gibi hafiften utandı “ne önemi va gelin? herkez öyle yapar. Şunun şurasında el gadar sabi; ana guzusu. Kim olsa sahap çıkar” dedi.

Çocuğun anası “sen öyle deme yenge; herkez bir olur mu heç?” diye çokbilmişçe söylenirken bir yandan da odayı gözden geçiriyordu. İçinden ‘Burası ahır gibi kokuyo; emme baya bi şeye benzeyo. Bi akşamdan akşama galıcek. İdare ede’ diye geçirdi. Torbaların yanına sardığı ‘püren’ süpürgeyi çözüp “yenge siz azcık dışarı çıkıven de ben içeri bi süpüren” dedi. Emine yenge ve çocuk dışarı çıkarken toz olmasın diye içinde çorba olan ibriği ve yiyecek torbalarını da alıp çıktılar. Kadın ocağın yanında tozutmadan süpürerek bir yer açtı. Yatak yorgan dengini oraya koydu. Toz olmasınlar diye hasırı da üzerine attı. Sonra dışarı çıktı. Emine yengeden yere serpmek için su istedi. O da “helâdaki tahrat ırbığını al” deyince gidip helâdan taharet ibriğini aldı. İbriğin içinde su vardı. Alıp geldi; odanın içine tozmasın diye serpti. Sonra ibriği kapının yanına koydu. Başındaki dastarın bir ucuyla ağzını kapatıp usul usul odanın içini süpürmeye başladı. Yer topraktı. Yer yer serpilen sudan çamur olmuştu. Kadın çamurun geçip toprağın ‘tepsermesi’ için biraz bekledi. Sonra yavaş yavaş yeri süpürdü. Biriken pisliği kapıya doğru yavaş yavaş götürdü. Orada eliyle alıp dışarıda ileriye attı geldi. Pislik bitince Emine Yenge’nin yanına geldi “içeri tertemiz oldu. Toz birez yatışıvesin, sonra evi yerleşdiriz” dedi.

Bu sırada adam da benzinliğe varmıştı. Kamyon çoktan gitmiş pompacı içeride oturuyordu. Adam önce pompacının yanına gidip selam verdi. Pompacı “neddin bizim oğlan?” dedi. Adam oradaki sandalyeye oturup “valla arkıdeş; insanın yüre dayanmecek be. Oğlanın bi anam geliyo deyi goşuşu vardı; valla görmek ilazım. Ben orda bittim valla” dedi.

Pompacı “ee arkıdeş; daha çocuk o. Ana guzusu emme alışır gider. Sakın bunu bahane edip oğlanı okudmakdan vazgeçme ha” dedi.

Adam “tabii canım vazgeçmem vezgeçmesine de yine de hem oğlan için hem garı için alışması zor olcek. Çünküm biz erkeğiz; emme onların biri garı, öteki çocuk. Emme tabii alışcekle canım; alışmaları lazım” deyip ayağa kalktı. “Bene müsaade; ben şu kök çuvalını almaya geldim” dedi. Pompacıyla birlikte dışarı çıktılar. Adam çuvalın yanındaki çıra koyduğu torbadan bir demet alıp pompacıya uzattı. “al arkıdeş; soba yakaken ilazım olur” dedi. Sonra gülümsedi “gerçi benimki de işgüzarlık oluyo; gazyağının ocağında çıra belkim lazım olmaz emme çam sakızı çoban armağanı sayarsın sen de” dedi.

Pompacı “sağ ol arkıdeş; valla çıralar çok hora geçdi. Ben gazyanı içmek için değil satmak için bulunduruyon. Her gün gazyağıla soba yakasam kârı kediye yüklerin sonra” diyerek çıraları aldı.

Adam pompacının laflarını beğenmiş, içinden ‘ee adam akşama dek o gadar adamıla muhatab oluyor; tabi tam yerinden gonuşcek’ diye geçirdi ve çuvalı sırtına aldı. Öbür eline de çıra torbasını aldı; pompacıya “hadi şindik hoşcu gal; akşama görüşürüz” deyip yürüdü.

Pompacı güle güle der gibi elini salladı; sonra adamın verdiği çıralarla odasına girdi. Adamın söyledikleri, çocuğun anasına yangınlığı, ananın çocuğa sevgisi aklına geldi. ‘Arkıdeşin işi zor valla. O da insan; daş değil ki. O da üzülüyor tabii; emme içine atıcek. Erkeklik bunu gerektirir. Keşke bubam beni de okudeydi’ diye içinden geçirdi.

Adamın çocuk okutmak için çırpınışı çok hoşuna gitmişti. Akşama kadar gelene gidene hep bunları yanına biraz daha ekleyip anlattı durdu. Böylece kim olduğu bilinmese de adam, çocuk ve anası; tabii Emine yenge de çok meşhur olmuştu.

Pompacıdan bunları dinleyen herkes gittiği kahvede, akşam evlerinde bunları konuştu. Kadını, çocuğu, adamı tanımadan herkesin canı acımıştı. Kadınlar kocalarına “Gördün mü herif? Ellede ne adamla var?” diye baş kakmışlardı. Çocukların anlık da olsa okuma hevesleri artmıştı. Babalar da içlerinden kendilerine “ne pahasına olursa olsun çocuklarını okutma” sözü vermişlerdi.

Neyse bunları yeri geldi diye yazdık. Konumuz o değil.

Adam sırtında çuval, elinde çıra torbası hiç dinlenmeden Emine yengenin evine geldi. Çuvalı ve çıra torbasını duvarın dibine koydu. Kimse ortalıkta gözükmüyordu. Merakla oğlanın odaya girdi. Bir baktı; oda basbaya bir şeye benzemişti. İçinden ‘Ee garı eli deyince her şey böyle güzel oluyor’ diye geçirdi.

 Emine Yenge ve kadın hasırı yere sermişler; pencere gibi yere bir örtü takmışlar, çocuğun yatağını alta, yorganı üste gelecek şekilde duvarın dibine yığmışlardı.

 Ocağın hemen yanında içinde tarhana olan ibrik, yanında su ibriği, bir tas ve yeyim yiyecek torbalarını duvarın dibine sıralamışlar. Bir örtünün içinde yufka ve ot ekmeğiyle gatmeri torbaların hemen yanına, ocağa yakın yere koymuşlar. Çocuk köyden getirdiği kitap, defterleri çıkarıp ocağın biraz ilerisinde duvar dibine koymuştu.

Emine yenge de bu sırada kendi evinden bir bucak minderi getirmiş; kadın ve Emine yenge o minderin üzerine oturmuş; çocuk da yanlarında diz çökmüş sohbet ediyorlardı. Adam bunları görünce keyif oldu ‘eee elinize sağlık baya bi şeye benzetmişsiniz, ev gibi olmuş valla. Bazar günü bi de fener aldım mı tam olucek” dedi.

Adamın bu sözlerine hem kadın hem Emine Yenge hem de çocuk gülümsedi. Emine yenge “gibisi yok; burası essahdan ev” dedi. Onun bu sözüne de gülüştüler.

Bu sırada çocuk “eyvah!” deyip kalktı. Oradaki herkes bir şey oldu diye telaşlandı. Adam “Oğlum n’oldu?” diye sorduğunda çocuk bir yandan duvar dibine koyduğu defterleri eline alırken diğer yandan “okula geç galıyon.” dedi. Ve hemen kapının dışına koyduğu yeni aldığı kunduraları giydi. Kadın “aboo! Aç mı gidcen sen?” diye telaşlandı. Yufka örtüsünü açıp oradan biraz ot ekmeği kopardı “şuncağızı ye de öğlen gelince garnını bi güzel doyuram” diye ot ekmeğini zorla çocuğun eline tutuşturdu.

Çocuk bu sırada şapkasını da başına geçirmiş; elinde kravat sallanıyordu. Kravatı gören babası “Bu n’olcek böyle? Daksana boynuna” deyince çocuk “Buba nasıl dakılceni bilmeyon, okulda sorup öğrenicen” dedi. Bir elinde defter ve kravat, öteki elinde ot ekmeği, ayağına hafif vuran yeni aldığı kunduralarla koştu. Babası oğlunun hafif topalladığını görünce çocuğa “babıçla hâlâ vuryo mu?” diye bağırdı; ama çocuk çoktan gitmişti.

Adam “Babıçla az böyük halbuki; emme yine vuruyor.” dedi. Emine Yenge çokbilmiş gibi “Onna gaysar babıcı; az sert olur. Ondan vuruyor; emme sağlam olur. Azcık böyük olduğu eyi; çocuk seneye de giyer” dedi.

Orada yapacak pek iş kalmamıştı. Adam odun çuvalını açtı; karısına çuvalın içindeki kesilmiş kökleri gösterip “şunların birezini ocağın yanına goyalım” dedi. Kadın “orda dursun varsın; yakıce zaman çıkarır çıkarır yakar” deyince adam “eyi o zaman. Şindi yapıcek bek bi şey yok. Oğlan herhal öğlen gelir. Ben o saata gadar garıyı bazara bi dolaşdıren; oralara bek merak ediyo” dedi. Emine Yenge “tabii oğlum; kasabaya gelmişken bi bazaryerini görmek ilazım. Siz gidin, ben de işime baken” dedi. Kadın “yenge yapıcek işin varısa ben yardım eden. Bazar gaçımyo, sonra giderin” deyince Emine Yenge “hı ı gadın gızım sen gelmiş iken gid, gez dolaş gel. Benim öyle çok işim yok. Ha öyle devedim ben” dedi. Adam da karısına “lafı bırak da yürü gidelim” der gibi bakıyordu. Karı koca birlikte yürüyüp gitti.

Arkalarından bakan Emine Yenge dalıp gitti. O da kocası sağken kocası önde o arkada pazaryerine giderken çok mutlu olurdu. İçinden ‘garibim herhal kasabaya ilk geliyor. Nasıl da pır pır ediyo, uçuvecek gibi” diye kadına canı acımıştı.

Kendisi kasabanın hemen dışında otursa da kasabada olduğu; oturduğu için şükrediyordu. Çünkü köylü kadınların çoğunun ölünceye kadar köyünden dışarı çıkmadığını biliyordu. Kasabanın bir köyüne gelin verdiği kızı aklına geldi. Onun da diğer köydeki kadınlarla aynı kaderi paylaştığını düşünüp yüreği cız etti “benimki öyle olmaz. Hele bi doğursun; çocuk da azcık büyüsün, bu sefer her sene biraz yanımda dutarın.” diye düşündü. Kızının doğum yapacağı aklına geldi. Bu dördüncü çocuktu. Kaç kez “gızım gorun gari, doğurma” dediyse de kızı “ana adam çocuk isdeyo; ben nasıl olmaz derin.” diye cevap vermişti. Ama Emine yenge şimdi biliyordu ki kızı evleneli yedi yıl olmuştu. Artık kocasının “höt hötlenmesine” direnebilirdi.

Çünkü buralarda kadınlar evliliğin ilk on yılına kadar pek ses çıkaramazlar ama sonra yavaş yavaş direksiyona onlar geçerdi. Hele ‘oğlan, kız yetişip evlenecek çağa geldi mi?’ işte o zaman adamlar görüntüde söz sahibi olurdu.

İçinden ‘Benim gızın da patron olmasına şunun şurasında ne galdı?’ diye geçirip sevindi. O iç rahatlığıyla odasına girdi. Yakında doğuracak kızının yanına giderken torunlarına ördüğü yün çorapları ve yeni doğacak torunu için ördüğü patiği eline alıp baktı.

Birden “Eyvah! Gız doğurunca ben gidesem bu çocuk n’olcek burda?” diye hayıflandı. Çocuğu yanına almakla iyi etmemiş miydi acaba? Bunlar aklına geldi, çocuğu yanına kabul etmekle yanlış yaptığını düşündü. Ama şimdiden sonra vazgeçmek olmazdı. Aklına komşusu Kör Hacer geldi. “Ona teslim ederin.” diye düşündü ama o kadının çok ters, lanet biri olduğu aklına geldi. Şimdi ne olursa olsun bu durumu adama ve kadına söyleyip onların iştahını kaçırmayacaktı. İçinden “Hacer ne gadar nalet olsu da ana. Belkim canı acır da ben gelene gadar çocuğu sahiplenir.” diye düşünüp biraz rahatladı

Bu sırada adam ve iki üç adım arkasında karısı pazaryeri denen kasabanın dükkânlarının da toplandığı meydana giriyordu.

Kadın yolda başı yerde olsa da gözünün kuyruğuyla etrafa bakıyor ve hayretler içinde kalıyordu. Çünkü burada gördüğü evler kendi evlerine hiç benzemiyordu. Büyük büyük binalar görüyordu. Aslında gördüğü büyük binaların hepsi ikişer katlıydı. Ama onlar kadının gözünde çok büyük gözüküyordu. Çatıları köydeki gibi değildi; üzerlerinde kırmızı kırmızı bir şey vardı. Gerçi aralarda köydeki gibi üzeri toprak evler vardı; ama onlar da köydeki evlerden farklıydı. Hele önde direkte bayrak ve kapsında elinde tüfeği asker olan bir binanın önünden geçerken çok heyecanlanmıştı. İçinden ‘Burası eskeriye herhal.’ diye geçirdi.

Bu sırada önünden giden kocası sanki hep buralarda yaşıyormuş ve kasabanın her yerini biliyormuş gibi bir havada karısının önünde çok havalı yürüyordu. Kadın kocasının bu havalı hâlini gördükçe içinden ‘Bu burlara hep biliyo herhal’ diye geçiriyordu.

Bu şekilde adam önde, kadın biraz arkasında genişçe bir alana geldiler. Alanın ortasında bir havuz ve bir heykel vardı. Kadın içinden ‘Bu kim ki ya?’ diye geçirdi.

Adam önden gitse de biraz fısıltıyla karısına geçtiği yerler hakkında bilgi veriyordu. Pazaryerine girince “İşde bazaryeri burası, o heykel de Atatürk’ün.” dedi. Pazarın burada kurulduğunu söyledi. Ve kenarda sıralı dükkânlara doğru yürüdü.

Kadın şaşkın şaşkın Atatürk heykeline bakıyordu. Bu ismi oğlundan çok duymuştu. Onun okuduğu kitaplarda resmi de vardı. İçinden ‘Bu şey o iresimlere heç benzemeyo.’ dedi. Kocasına bunu söyleyecekti. Kızar diye çekindi.

Kocası önünde ayakkabılar olan bir dükkânın önünde durdu. İçerde bir adam vardı. Önlüğü vardı. Elinde de çekiç gibi bir şey vardı. Kadın içinden ‘Bu babıççı herhal.’ dedi. Adam içeri kafasını uzatıp adama bir şeyler söyledi. Sonra karısının ayağına baktı. Kadının ayağında lastik pabuçlar vardı. Ama kenarlarından hafif yırtıktı. Adam içinden ‘Garının babuçları eskimiş.’ diye geçirdi. Parasını hesap etti. Çocuğa kayıt için ayırdığı paradan hâlâ kalan vardı. İçinden ‘O gün her şey iyi giddi, epey kârlandım.’ dedi. Karısına oradan aldığı naylon pabuçlardan uzatıp “Gey bakam şunları.” dedi.

Kadın çok şaşırmış ve sevinmişti. Usulca ayakkabısını çıkardı. Çorapların parmak ucu delikti. Onları saklayarak naylon pabucu giyip yere bastı. Bu sırada adam karısının ayakları görünmesin diye önüne perde oluyordu. Adam kadın ayağını yere basınca “Nasıl iyi mi? Beğendin mi? Sene bunu alıveren mi?” dedi. Kadın fısıltıyla “Alıver” deyince adam “Eyi alalım bakam” dedi. Dükkâna girdi, içerdeki adamla bir şeyler konuştu, cebinden çıkardığı paradan sayıp verdi.

Dışarı çıkınca kadına “Şindi hemen giyce min?” diye sordu. Kadın kafası yerde “evet” der gibi başını sallayınca, adam “Eyi ozman, gey bakalım. Esgi babıçları da al ha…” dedi. Kadın yeni ayakkabının öteki tekini de giydi, eski ayakkabıları da eline aldı. Adam önde, kadın arkada yürüdüler. 

Dükkânların önünden geçip bir yere yöneldiler. Adam kadına “sen şöyle gereltide dur” dedi. Sonra karşıya geçip oradaki kahveye girdi.

Orası geçen gün oğluyla birlikte geldikleri asker arkadaşının kahvesiydi. Adam kahveye girince ocakta asker arkadaşını gördü. O da adamı gördü; ocaktan çıkıp yanına geldi. “Yavu gelip gidiyon, azcık beklimeyosun. Dün bizim oğlan söyledi, nettin oğlanın okul işini?” dedi. Adam ne yaptıysa anlattı.

Asker arkadaşı, Hasan Emmi’den onun oğluna Emine yengenin evini kiraladığını falan öğrenmişti. Emine yengenin iyi bir kadın olduğunu, çocuğa sahip çıkacağını söyledi. “Çocuğun bir şeye ihtiyacı olursa benim yanıma gelmesini söyledin değil mi?” diye sordu. Adam “Sağ ol arkıdeş, tabii tembih eddim. Burda senden başka kimimiz var? Sen de onun bubası sayılırsın. Tabii senin yanına gelicek” dedi ama içinden ‘Benim oğlan arlıdır; ölse gelip bene şunu ver demez’ diye geçiriyordu.

Tabii asker arkadaşına bunları söylemek icap etmezdi.

Böyle düşünce içindeyken “biz bugün garıyla geldik. Oğlanın eve yerleşdirdik. Şindi garıyı bazaryerine gezdiriyodum; bi yanına uğreyen dedim” dedi.

Asker arkadaşı “Şindi bu olmadı. Yengeyle gelicen bizim eve uğremecen. Şindi olmadı Deliağa. Valla gücendim” dedi. “cık cık” ederken  “yenge nerde şindi?” deyince adam biraz telaşlı “yahu yanlış anlama iş aceleye geldi de ondan uğrumadık. Senin yanına uğruma mın heç?” dedi ve karısının dışarıda ileride ‘gereltide’ beklediğini söyledi.

Asker arkadaşı önlüğü çıkarıp kardeşine seslendi. “bizim oğlan ben az gidicen. Bizim Deliağa yengeyle gelmiş, onlara eve götürcen” dedi. Kardeşi çay dağıtıp gelmişti. Adama “Hoş geldin ağam” dedi. Ağabeysine “tamam abe; ben bakarın, siz gidin.” dedi.

Asker arkadaşı adama “hadi bakam, gidiyoz hayırsız” deyip önden yürüdü.

Adam da onun arkasından “ya yanlış anlama; valla öyle değil” diyerek çıktı ilerde bekleyen karısının yanına gitti. “hadi bakam, gidiyoz” dedi.

Kadın ‘nereye?’ der gibi bakınca adam “esger arkadaşın evine…” dedi, yürüdü. Kadın henüz ayağına alışmayan yeni ayakkabılarıyla hafif topallayarak yürüdü. Asker arkadaşı az ileride duraklayıp onları bekledi. Onlar yanına yaklaşınca kadına “yenge hoş geldin” dedi, kadının cevap vermesini beklemeden evine doğru yürüdü.

Asker arkadaşının evi hemen yakında avlu içinde bir evdi. Üstü kiremit örtülüydü. Avlunun kapısından önde asker arkadaşı arkada adam, onun arkasından kadın girdi.

Avluda bir kadın kazanın altını yıkıyordu. Onları görünce toplandı. “hoş geldiniz” dedi. Kadın gülümseyerek “hoş bulduk kardeş” derken asker arkadaşı adamla konuşarak, şakalaşarak evin içine girmişti. Ev sahibi kadın “hayırdır gardeş, sizi hangi rüzgâr addı böyle?” deyince o da oğlunu okutmak için burada ev tuttuklarını; bugün çocuğun eşyalarını alıp geldiklerini, evi yerleştirince kasabaya dolaşmak için çıktıklarını, kocasının kendine yeni ayakkabı alıverdiğini, ayakkabılarının zaten eskimiş olduğunu falan hep anlattı. Çocuğa tuttukları evin Emine yenge diye bir kadının evi olduğunu söyledi. “Sizden eyi olmasın, eyi bir garıya benzeyo.” dedi.

Asker arkadaşının karısı sıcak bir yüz ifadesiyle kadını dinliyordu. Emine yengenin adı geçince onu tanıdığını, iyi bir kadın olduğunu, onun evini tutmakla iyi yaptıklarını söyledi.

Sonra “hadi biz de içeri girelim” dedi. Birlikte eve girdiler.

Bu sırada asker arkadaşı ve adam yere bağdaş kurup oturmuş çoktan sohbeti koyulaştırmışlardı. Asker arkadaşı karısı girince “tanışdınız mı?” diye sordu. Karısı kadına bakıp “tanışdık. Birbirimizi de bek sevdik. Gardeşlik olucez” deyince hem asker arkadaşı hem adam “ooo! Bunla işi gıvratmış” diye gülüştüler.

Asker arkadaşının karısı dışarı çıkınca kadın da arkasından çıktı. Asker arkadaşının karısı “gardeş sen otur. Ben size yiyecek bi şeyler hazırlecen” dedi. Kadın “ne nüzumu varıdı?” dedi. Sonra “ozman ben de sene yardım eden; içerde sıkılırın” deyince asker arkadaşının karısı “eyi ozman, sen şu sofra bezini ser gel, ben de ziniyi hazırleyen” dedi.

Bu şekilde iki kadın sofrayı hazırladı. Ev sahibi kadın hemen sabahtan pişirdiği tarhana çorbasını ısıtmak için ocağa koydu. Gaz ocağını yaktı. Üstüne bir tava koydu. İçine yağ döküp, yumurta kırdı. Onu pişirdi. Onları sininin üzerine koydu. Bir çanağın içine pekmez koydu. İçinde peynir ve zeytin olan çanakları da koydu. Misafir kadının serdiği sofra bezinin üstüne koyduğu nihalenin üstüne siniyi koydu. Misafir kadın da elinde kaşıklarla geldi. Sonra gitti, su testisini ve bir su bardağını getirdi. Ev sahibi kadın içinde yufka ekmek ve ot ekmeği olan bir bez paket getirip sofranın kenarına koydu. İçinden çıkardığı yufka ve ot ekmeklerini herkesi önüne gelecek şekilde koydular.

Asker arkadaşı adama ve kadınlara “hadin buyurun” deyip sofra bezinin altına sokuldu. Diğerleri de aynı şeyi yaptı. Birlikte iştahla yemeğe başladılar. Bu sırada asker arkadaşı ve adam gülüşerek sohbete devam ederken iki kadın ortadaki çanaktan sessizce çorbalarını içiyordu. Adam dünden beri yaşadıklarını tanıdığı insanları, pazarcıyı, Hasan emmiyi, Emine yengeyi, sümük gibi bıyıklı müdürü, pompacıyı, kamyoncuyu hep anlattı. Kamyoncuyla muhabbete dalınca köy yolunu geçtiklerini gülerek anlattı. Bunları anlatırken çok dillenmiş ve keyifliydi.

Kadın kocasının bu konuşkanlığına şaşıp kalmış hayretle kocasını dinlerken bir yandan da kocasının asker arkadaşını, karısını belli etmeden inceliyordu.

Çünkü ilk kez köyde gördüğü insanlardan başka birileriyle karşılaşıyordu.

Asker arkadaşı zayıfça yüzlü gözleri elaya kaçan, dalgalı saçlı bir adamdı. Güleç, sıcak güven veren bir yüzü vardı. Karısı aynı köydeki kadınlar gibi; ama anaç bir kadındı. Orta yaşlı esmer güzeliydi. Ona çok sıcak davranmıştı. “oğlana söyleyin, gelsin gitsin. Benim oğlan da okula yeni başladı, onunla tanışsınlar” derken bunları laf olsun diye değil yürekten söylediği belliydi. Kadına da “sen de her zaman gel. Çocuğu alıp gelirsin. İcabında burda galıverisiniz.” derken de çok samimiydi.

Adam ve asker arkadaşı kendi aralarında sohbet ederken kadınların anlaşmasına da çok memnun olmuşlardı. Adam kaç kere karısını alıp gelmeyi, asker arkadaşını karısıyla köyde misafir etmeyi düşündüyse de bir türlü kısmet olmamıştı. Asker arkadaşıyla bunları konuştular. Vakit epey olmuş; nerdeyse öğle vakti gelmişti.

Kadın kocasına bir fırsat bulup işaret etti. Ev sahibi kadın bu işareti görüp bakınca kadın “gardeşlik oğlan öğlen eve gelicedi oraya geç galmıyam deyi adama şey eddiydim” diye açıklama yaptı. Adam ve asker arkadaşı da bunu duydu.

Adam “Bizim garının yüreği hâlâ pırpır ediyor. Sabah oğlanla bir sarılışları vardı, görmek ilazımdı” deyince kadın utandı “oğlan ilk kez gurbette galınca marak eddiydim” diye kendini savundu.

 Asker arkadaşı “o zaman kalkalım. İsterseniz ben okula gidip oğlanı alıp gelen, okul hemen şurda. Deliağa sen de gel istersen” dedi. Adam “Sağ ol arkıdeş başka zaman. Şindi Emine yenge de bekleyodur, ona ayıp olur sonra” dedi ve ayağa kalktı. “sağ ol yenge, yedirdin içirdin, helal et” dedi.

Ev sahibi kadın “helal edicek ne var bizim oğlan, helal hoş olsun. Bi da her gelişinde benim gardeşliği de al getir” dedi. Asker arkadaşı da “benim garı doğru söylüyo, evi öğrendin. Çocun yanına gelince yengeye al çek gel eve; oğlanı getirin. Benim oğlanla tanışıp arkıdeş olsun” dedi. Konuşa konuşa kapıya geldiler. Kapıda kadın tekrar ev sahibi kadınla vedalaştı. Kocası, asker arkadaşı birlikte kapıdan çıkıp gittiler. Kahveye yaklaşınca asker arkadaşıyla adam da vedalaştı.

Oradan kadın ve kocası ayrılıp pazaryerinden çocuğun evine yollandılar.

Bu sırada kadın gittikleri evdeki ev sahibi kadını düşünüyordu. Kadın ona çok anaç gelmişti. Emine yenge aklına geldi. İçinden ‘bu kasabanın garıları hep böyle miyki?’ diye geçirdi. Öyle olduklarını düşünüp oğlu için sevindi. ‘El gadar sabiye bi şey olsa sahap çıkarla herhal’ diye düşündü. Kocasının asker arkadaşı aklına geldi. ‘Adam emme zayıf ha. Avurtları çökmüş. Benim adam maşallah ayı gibi’ diye düşünüp kocasının uzunca süre başında kalacağına sevindi. ‘Ölüverse ya da hastalıklı, marazlı bi şey olsa halımız nice olur?’ diye düşünüp ‘Allah onu başımızdan esik emdesin’ deyip şükretti. Ama asker arkadaşının ela gözleriyle insana güven veren bakışı aklına gelince içinden ‘dünya ahret gardeşim olsun, adam gibi adam. Hem benim adam gibi öyle her şeye dırlanan birine heç benzemeyo. Baksana garısının çalımlı halına. Bek ırahat herhal’ diye düşünürken kendisinin dört çocuğu büyütmek için çektikleri, kocasının her söylediğine ters cevap verişi, oluverecek bir şeye bile olmazlanışı aklına gelince de deminki şükredişini unutup ‘geberesi heç bi dediğimi olur yapalım demedi’ deyip kocasına nerdeyse ilenecekti.

Kadın kafasında bu düşüncelerle gözlerinin kenarından etrafı seyrede seyrede kocasının arkasından giderken kocası da asker arkadaşının gösterdiği samimiyetten çok gururlanmış, duygu içinde yürürken aklına asker arkadaşının hanımı gelmişti. İçinden ‘garı baya zarplı, dizgini eline almış. Bizim arkıdeş ona bi şey derken nerdeyse kılı kırk yarcek. Benim garı öyle mi? Bi gaşımı eğem, basıcek yere bilemez valla’ diye geçirirken kendi karısının orada bile büzülüp oturmuş hâli aklına gelince canı acıdı. ‘Ben de bek sert davranıyon canım. Elin garısı evde bile bayrama gidicek gibi geyinmiş; benim garının kasabaya gideken geydiği henteriye, babıçlara bak. Garibim Medine dilencisi gibi valla’ diye düşünüp kendinden utandı.

En kısa zamanda pazaryerinden alıverdiği entarilik kumaşı diktirtecek ve her gün onu giymesini söyleyecekti. Ona yeni, hem de naylon ayakkabı aldığına çok seviniyor; içinden ‘bunu her gün giyer. Ben bazar gün aynı nümero bi çift daha alırın, onu bayramlada giyer’ diye geçiriyordu. 

Öyle ya! Karısının emmisinin kızından neyi eksikti? Onun kocası zenginmiş. İçinden ‘onun zenginliği kendine, bene ne? Bi fakire çıkarıp beş guruş veriyo mu? Yoo. Adı köyde mıhsıçdıya çıkmış onun. Ya bene “deliağa” deyola. Atın hası rahvan, insanın hası deli olurmuş.’ diye geçirirken “Delinin hası pehlivan olur” sözünü kendine göre çevirmiş, kendinin insanın hası olduğuna karar vermişti. Yalnız bundan sonra karısına karşı daha anlayışlı olacaktı. ‘Öyle ya! Yitip giderse ben dört çocuğula nereye sığarın?’ diye düşünüyordu.

Bu düşüncelerle arkasından gelen karısına döndü; hiç olmadığı kadar yumuşak bir sesle “Yoruluyosan azcık yaveşleyen, yeni babıçla ayana vuruyodur belkim” dedi.

Kadın kocasının bu nazik ve anlayışlı hâline şaşırmış; söyleneni tam anlamamıştı. “efendim, ne deyon sen be?” deyince adam yine azıcık kızıp “elin körünü deyon, yorulduysan yaveşleyon deyedum” deyip yine hızla yürümeye devam etti.

Kadın hala kocasının niye böyle bambaşka oluverdiğini anlamamış yeni ayakkabı vurduğu için biraz topallayarak hızlanan kocasının peşinden gidiyordu.

Bu sırada adam “bunlara eylik yarımaz; Bi şey deyon ‘ne deyon sen?’ deyi cuvap veriyor” diye söyleniyordu.

Ama yeni entarilik ve ayakkabı alma işinden de vazgeçmeyi düşünmüyordu. Çünkü yarın asker arkadaşı karısını peşine dakıp pattıdak köye gelirse mahcup olmak isdemeyodu. Ayrıca karısının emmi kızının kocasından aşağıda kalmayacağını karısına ve köylüye ispat edecekti.

İkisi de farklı farklı da olsa benzeri düşünce ve endişelerle Emine yengenin evine vardılar. Çocuk henüz okuldan gelmemişti. Emine yenge de komşusunun evinin kenarında oturmuş komşusuyla sohbet ediyordu. Onları görüp yanlarına geldi. “Hoş geldiniz bakam gezentile” dedi. Kadının elindeki eski ayakkabıları görünce ayağına baktı “ooo! Babıç mı aldınız? Gelin, ayanda parılansan; oğlum sene bek gıymet veriyo bakıyom” diye gülümsedi. Kadın hiçbir şey söylemeden önüne bakıp gülümsedi.

Adam karısı şımarıverecek diye endişeli “heç canım; bu gudar şeyin gıymatı mı olur? nüzum varıdı; alıverdim.” dedi. Sonra Emine Yenge’ye “oğlan da gelmedi herhal” dedi.

Emine Yenge “da gelmedi” deyip odasına yürüdü.

Bu sırada içinden kadının ‘keprem, ezik” hâlini görünce ‘acaba benim gızın gocası da bu ayı gibi lom laflı mı ki?’ diye geçirdi.

Eğer öyleyse kızına doğumda gidince “dört çocun var gari; kendini ezdirme. Bi şey derse korkma, dırca gel; bi şey yapamaz.” diyecek, evde dizgini ele almasını söyleyecekti. Ama belli etmedi.

Kadın ve adama “haden, gelin benim oruya. Güzel bir bulgur aşı bişirdim; valla barmaklanızı yersiniz. Acı biber turşum da var” dedi.

Kadın “yenge, biz o işi yaptık” diyecekti, kocası ona ters ters baktı. Çünkü acılı turşu ve bulgur aşı karnını acıktırmıştı. “Sağ ol yenge; valla azım sulandı. Gerçi benim asker arkadaşının garısı da ortaya zofra kodu; emme tarna aşı varıdı. Garnım bek doymadı” dedi.

Kadın burada dayanamadı “yok yenge; yukarda Allah var. O garı yumurta sıdırdı, peynir, bakmez, zeytin bile goydu valla. Parılandı bizi doyurcen deyi. Sen benim adama bakma.” dedi.

Adam, karısına kendini yalancı çıkardı diye ters ters baktı. Emine yengeye dönüp “sen bu garının nafına bakma; onun gözü benim yedim içdimde. Ölüvesin diye bakıp duru valla” deyince kadın ateşe basmış gibi sıçradı. “töbe de; töbe valla. Sen bizim evin diresin. Allah seni başımızdan esik emdesin” deyince adam keyiflenmiş “hah şöyle, gıymatımı bil azıcık” der gibi karısına baktı.

Bu sırada sofra bezini sermek için elinden alan kadına Emine yenge usulca “eferin gız, pısıp durma. Nafı gediğine goy; eferin” diyordu.

Adam fısıltıyı duymuş ama umursamamıştı. Çünkü sorsa adı gibi biliyordu doğruyu söylemezlerdi. İçinden ‘garılar fısıldımaya başladı mı orda durucen’ diye söyleniyordu.

Çünkü lehine konuşmadıklarını biliyordu.

Neyse onlar bu şekilde konuşarak sofrayı hazır etti. Kadın “daha oğlan gelmedi, beklisek miyki?” diyecekti; çocuk kapıda gözüktü. Koştuğu belliydi. Şapkası hafif yana kaymış, kravatı da sarkmıştı.

Adam oğlunu görünce “şindi olmadı işde; Şapka bi yanda, boyun bağı bi yanda olmamış” deyince çocuk “buba, goşmacı geldim de ondan” dedi. Babası “Ne o? Dabakaneye mi gidiyodun?” deyince oğlu “yok buba; siz gidiversiniz deyi korkdum” dedi. Kadın “abo yavrıım! Biz sene görmüden gider miyiz heç? Hadi otur da garnını doyur” dedi.

Çocuk kitapları kenara koydu. Oradaki ibriği alıp dışarı çıkınca hepsi birden “okumanın faydası; bak oğlan elini yıkımıdan zofraya oturmuyo” der gibi birbirine bakıp baş sallıyordu.

Çocuk elini yıkadı; orada havlu gibi asılı bir şeye elini sildi ve sofraya oturdu. “Anam! bulgur aşı var” deyince kadın “yenge, oğlan da bulgur aşını çok sever” diye açıklama yapma ihtiyacını hissetti.

Birlikte yemeğe başladılar. Adam, asker arkadaşına gittiklerini anlatıp “sağ olsun, bizi gapıp eve götürdü.” dedi. Asker arkadaşının çok faydalı olduğunu; gardeşden ileri geldiğini söyledi. Birlikte geçirdikleri günlere değindi. Karısının da “dünya ahret gardeşim olsun” diyerek çok faydalı iyi bir kadın olduğunu; bir görüşte karısına ısındığını, ikisinin kardeşlik olduğunu anlattı. Kurulan sofrayı tekrar anlattı. Bu arada karısına naylon pabuç aldığını da tekrar anlattı.

Onu dinleyen Emine Yenge “abov oğlum, sen abukat olcemişsin valla. Evde de böylesen valla benim gelin yandı, ona heç naf düşürmeyon” deyince adam azıcık alındı; ama belli etmedi. “Ben onun ağzını mı gapeyon. Gonuşçese gonuşsun; emme garı kısmının az gonuşanı makbulmuş, rahmedli anam öyle deyodu” deyince Emine Yenge “Hı öyleymiş. Rahmetli kendi gocasının garşısında pısıp oturyo muymuş? Gelin gızım bu gaynınalar hep böyledir. Sen yarın gaynına oluncek çekdikleni unudup aynısını gelinine çekdircen. Yani senin adamın dediği bu” dedi. Bu sırada gülümseyince sofradaki herkes gülümsedi. Adam “Yenge valla senle başa çıkılmaz, pes valla” dedi.

Adam karnını doyurmuştu; cebinden bir “garip öldüren” çıkarıp yaktı. Sonra sofradan kalkıp dışarı çıktı. 

İçerde kalan Emine Yenge ve kadın usul usul dedikoduya başlamıştı. Emine Yenge kızının doğumu olursa onun yanına gideceğini; oğlanın bu sırada yalnız kalacağını bir türlü söyleyemiyordu. Az önce komşusu Kör Hacer’e bunu söylemek için gitmiş “ben oruya gidesem çocuğa göz gulak olur musun?” diye sormuş, Kör Hacer “heç alakadar olma mın gardeş? Marak edme onu kendi torunum gibi bakarın” dese de Emine yenge hiç ikna olmamıştı. Şimdi bunu bunlara söyleyip onların hevesini de kırmak istemiyordu.

Bu endişelerle sofrayı kaldırdı. Kadın, bulaşık olan çanağı gidip dışarıda yıkadı geldi. İçeriyi süpürdü.

 Adam da sigarasını bitirmişti. “bene uyku basdırdı, şurda azcık gıvrılen” deyip çocuğun odadaki, Emine Yenge’nin verdiği minderin üzerine kıvrıldı.

Bunu fırsat bilen kadın göğsüne soktuğu para çıkınını çıkardı. İçinden oğluna ayırdığı parayı çocuk “olmaz ana, bubam verdi; benim param var” dese de “sus, şindi buban duycek, sok cebine” diyerek zorla eline tutuşturdu.

Çocuk ne kadar “yok mok” dese de gayet memnun olmuştu. Anasının elini öpüp boynuna sarıldı. “sağ ol anam benim” diyordu.

Emine Yenge onları o hâlde görünce gülümseyerek “Ne o? Adamı burda bırakıp gaçımyon gız?” dedi. Kadın “yok be yenge; onu ilk defa gurbete goyup gidicen de onu üzülüyon” dedi.

Bu sırada Emine Yenge’nin aklına gurbete gelin verdiği kızı gelmiş, çok üzülmüştü. “Nedcen gızım? Kimin kısmeti nerdeyse, orda yaşarmış. Hem sen alış. Oğlan yarın böyük okullara gidese nedcen?” deyince kadın “ha ozman azcık büyür, gendini gorur. Şindi bek güççük be yengesi” dedi.

Emine Yenge “kusura bakma gızım; ben de yakında gız doğurunca oruya gidcen, siz oğlana bi çare düşünün” diyecekti; yine kendini tuttu. İçinden “işallah Kör Hacer umudumu boşu çıkarmaz” diye geçiriyordu.

Bu sırada çocuk okul vakti geldi diye gidecekti. Anasına “Siz ben gelene gadar burda galasınız değil mi?” deyince kadın içerde hafiften horlamaya başlayan kocasını dürttü, adam gözünü açınca “adam çocuk okula gidiyo, o dönene gadar burda galır mıyız?” dedi. Adam şöyle bir düşündü “o zaman gadar burda oluruz; yalınız, çıkınca goşmacı gelsin” dedi.

Çocuk da babasını duymuştu; anasına “merak edmen, ben çıkınca goşmacı gelir size yetişirin” deyip, koşarak okula gitti.

Kadın arkasından hüzünle bakıyordu. Emine Yenge “Alış gelin alış; yoğusa gara hastalık olursun Allah edmesin. Çocuklar bize emanet; nerde garnı doyucek, onu rızkı veren biliyor. Bizi de tevekkül etmek düşüyor” dedi.

“Gidem gomşuda oturam birez” diyerek Kör Hacer’e gitmeyi teklif edecekti. Kör Hacer’in ‘lomubudak’ Emine yengenin kızı doğurunca köye gideceğini, oğlana kendi bakacağını söyleyeceği aklına geldi; vazgeçti.

“Gelin bene de az ağırlık çökdü, isdesen biz de azıcık kesdirem” dedi.

Kadın çok erken kalktıkları için biraz uykusuzdu, bu teklife sevindi “Uyuyup galmıyam da…” deyip Emine yengenin arkasından odaya girdi. Emine yenge “gız, düşündün şeyi bak. Ha biz uyursak oğlan gelir uyandırır nası olsa” dedi. Birlikte Emine yengenin odada, birer tarafa kıvrılıp yattılar. Az sonra her ikisi de hafiften horluyordu.

Bu sırada hava hızla kararıp soğumaya başlamıştı.

Çocuğun odasında adam, Emine yengenin odasında o ve çocuğun anası havanın bu durumunun nice sonra farkına vardılar. Adam oldukça üşümüştü; uyandığında soğuktan büzüşmüş ver her yeri tutulmuş hâldeydi.

Emine yengenin ve kadının da durumu farklı değildi. İkisi de çok üşümüştü. Bunu ilk önce adam fark etmiş zorlukla uyanıp doğrulmuştu. Ama minderden kalkamamıştı. Oradan “Garı gıız! Nerdesin sen? Öldün mü?” diye bağırdı. Bu sesi önce kadın duyup uyandı. Çok üşümüştü ama kocasının çağırdığını duyunca telaşla doğruldu.

Gerçekten her yeri tutulmuştu. Emine yenge önceden uyanmış; ama soğuktan uyuştuğu için olduğu yerden kalkamamıştı. Kadın hemen toparlanıp kalkıp kocasından yana geçtiği sırada biraz suçlanmıştı. O suçluluk duygusuyla “bizim de canımız azıcık geçivemiş” dedi.

Adam hışımla “eyi halt etmişsiniz! Kalk şu ocağı canlandır. Şindi çocuk gelcek; oda buz gibi. Bi de ana olcen” diye söyleniyordu.

Bu sırada Emine yenge de kalkmıştı. O da biraz suçlanmıştı ama altta kalmadı “oğlum, sen de garıya gızma hemen. Onu ben dediydim azıcık uzanam deyi. Canımız geçivemiş. Şindi ocağı canlandırız. Kökleri ateşledik mi orası fırın gibi olur” dedi.

Emine yengenin bu sözleri üzerine adam da biraz ileri gittiğini fark etti. “Haklısın yenge de ben çocuk gelince üşümesin deyi öyle şey ettiydim.” diye kendini savundu.

Emine yenge dağa doğru baktı “hava eyi gapatmış, çok soğumuş. Sankim arkasında gar yağıvecek gibi. Belki rahmet yağar. Eee mevsimi; gış gışlığını, puşt puşluğunu edicek. Allah afadından gorusun, nedicen dünyanın nizamı böyle” diye söyleniyordu. Kadın da ocağı kökle canlandırmış, bir yandan kulağı Emine yengede; içinden de çocuk rahmete yakalanmasa diye dua ediyordu.

Onlar böyle bekleşirken çocuk koşarak geldi. Yine şapkası yana kayık, kravatı da biraz kaymıştı. Eve gelince odaya girmeden şapkayı düzeltti; kravatı ceketin içine saklayıp kendine çeki düzen verdikten sonra odaya girdi.

Kadın “abu yavrum! Üşümüşsün; gel şöyle ocağın önüne otur” dedi. Çocuk anasının gösterdiği yere oturdu. Odada babası, anası ve Emine yenge vardı. Onlara bugün okulda ne yaptıysa onları anlattı. Öğretmenin kitap, defter ne lazımsa yazdırdığını ve pazartesiye kadar hazır etmelerini söylediğini anlattı.

Bu sırada adam dışarı çıkıp havaya baktı. “garı hızla hava bozuyor; biz burda fazla eğlenmeyem” dedi. Çocuğa “Bıraktım parayla ne gekiyosa al. Yetmezse ben haftaya bazar günü gelince esiğin, gediğin neyse hep alırız” dedi. Çocuk “yok buba, verdin para yeter de artar bile” derken anası kaşıyla gözüyle çocuğa “elleme, buban alıversin” diye işaret ediyor gibiydi.

Çocuk anlamış; minnetle anasına bakıyordu.

Anası hep böyleydi. Kendi yemez yedirir, içmez içirir, çocukları için paralanırdı. Gerçi babası da onlar için paralanırdı. Ama çocuklarına karşı hep mesafeli; sert durduğundan ona anasına olduğu kadar samimi olamıyordu. Ah onu küçükken sırtına taşıdığı, hoplatıp zıplattığı zamanki gibi kalabilseydi hep.              

Adam, Emine yengeye “yenge çocuk önce Allaha, sonra sana emanet. Biz şimdi gidiyoz. Ben bazar günü gelirken çocuğun gışlıklarını; başka lazım olucek her bi şeyi getirin. Şindi bize müsaade.” dedi.

Emine yengenin “gızım doğum yapasa ben oruya giderin; çocuğu gomşum Kör Hacer’e emanet edicen. Marak edmen, ben tez zamanda gelirin” sözleri dilinin ucuna gelse de bir türlü söyleyemedi. Sadece “doğru; hava basdırmadan siz gidin, gözünüz arkanızda gamlasın. Ben onu kendi çocuğum gibi bakarın” diyebildi.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder