HALİM SELİM romanımdan yedinci bölüm.
Kalktı gerneşti. “Vakit emme çabık geçmiş,
nerdeyse akşam olmuş” dedi. Bunları düşünürken görevini biraz aksatmıştı. Bu
aklına geldi. ‘Adam sende, zaten gelen giden olmadı. Oguda gaytarma olucek’
diye söylendi. Patronun odasına bir göz gezdirdi. Her şey yerli yerindeydi.
Tuvalete gidecekti güldü “şindi yine ayaklan üstüne dökdürcen; git adam gibi
pansiyonda sıyrıl, soykulan nedcesen et” dedi. Prostatı yüzünden eskisi gibi
‘çöydüremediğinden’ iş hanının tuvaletini kullanmak istemiyor kendiyle dalga
geçiyordu. ‘Bu saattan sonra gelen olmaz’ deyip kapıyı kilitledi; asansöre
binip aşağı indi.
Onu sabahleyin güler yüzlü selam verirken
gören aşcı ve pastaneci onun yüzüne bir şey söyleyecekmiş gibi bakıyordu.
Onlara hiç pas vermeden yanlarından onların ‘buna ne oluyor böyle yahu? Sabah
başka, akşam başka’ diye şaşkın bakışlarına cibciddi bakarak geçip pansiyona
yollandı.
Önce ciğerciye uğrayacaktı. Ama dürümü geç
yemiş, fazla acıkmamıştı. Sabahleyin “akşam bunu bi takip etmeli” dediği
Tombalacı Nuri aklına geldi. “Bizim ağa nerde bir bakam” dedi. Sonra biraz daha
sıkıştığı için önce pansiyona, doğru onun tuvaletine gitti. Düşündüğü gibi
‘çemrenip çömeşti.’ Bekle Allah bekle. Çok az işiyebildiği için kızdı.
‘Dibinden kesip adcen şunu, belkim ozuman rahadların’ deyip kalktı. Orada
kendine merakla bakan katibe önce “ne bakıyon hiç porosdatlı ıısan görmedin
mi?” diye çıkıştı; sonra güldü “şaka şaka” dedi ve Tombalacı Nuri’yi sordu.
Katip merakından Halim’in kendince yaptığı şakayı anlayamamıştı “az önce çıkıp
gitti, hayrola ne olucedi?” diye merakla sordu, ama içinden ‘ulan yine azına
mukayyet olumadın. Sana ne Tombılacıdan’ diye kendine kızarken Halim’in az önce
“ne bakıyon heç porosdatlı görmedin mi?” diye sorduğu aklına gelince ona
acımıştı. Çünkü kendi babasının prostat kanserinden öldüğü aklına gelmişti.
Bu sırada Halim katip “hayrola ne olucedi”
diye sorunca kızmış ‘sene ne, sene hesap mı vericen?’ diyecekti; içinden ‘aşam
aşam galp gırıp şeytanı sevindirmiyen” deyip, kendini tuttu. “Hiç öyle
sorduydum” dedi.
Çünkü ninesi ona “varı yoğa onun bunun
galbini gırıb şeytanı sevindirme. Çünküm Cenabı Allah’ın cennedden govduğu
şeytan ‘şindi ben netcen?’ deyince. Cenabı Allah ben sene insanlamı saptırıp
birbirine düşürme işini veriyon. Adem’i gandırıp, almayı yedirdin; emme sıkıyosa
insanlamı saptırıp, birbirlene düşür de gören demiş. Onun için galp gırıp
şeytanı sevindirme” demişti. Halim “iyi
ninecim de ben kimsiye bi naf demecen mi?” diye sorunca ninesi “a benim bubası
gılıklı goca gafalı tosun oğlum. Heç öyle olur mu? Elbette yeri gelip hak eden
biri olursa elbet onun haddini bildircen. Çünküm hadsize haddini bildirmek,
öksüze ipek gaftan geydirmek gadar sevabdır. Onu yeri gelince yapıcen”
dediğinde Halim “ninecim ben yeri geldini nası bilicen?” diye sorunca da “tosun
oğlum; her suvalın cuvabı lubbudak bilinmez. İnsan bazı suvalın cuvabını yaşıya
yaşıya öğrenir. Onun için seni de ‘nasıl had bildirilir?’ hayat sene haddini
bildire bildire öğredir. Yeterki sen öğrencek ol. Çünküm anlıyana sivrisinek
vızıltısı çok gelirmiş. Anlımıyana da davıl zurnu az gelirmiş, benden söylümesi
buguda. Azcık da sen yaşıyı yaşıyı öğren” demişti. Bunlar aklına gelince
içinden “yattın yer işallah cennet mekan olur ninecim” diye söylenip; Tombalacı
Nuri’yi aramak için pansiyondan çıkıp gitti.
Katip Halim’in içinden ninesine rahmet
okurken dudaklarının kıpırdadığını görünce ‘şimdi hapı yuttuk’ deyip; Halim’in
kendine kızıp söylendiğini sanıp “kusura bakma bizim oğlan, ben laf olsun diye
‘nolcedi?’ dedim. Yoksa benim üstüme vazife değil, hem benim babam da senin
gibi purosdatlıydı” diyecekti; ama Halim çoktan uzaklaşmıştı.
Katip bir daha kendini tutup vara yoğa lafa
karışmayacağını kendi kendine söz verirken; Halim çoktan Osman’ın meyhaneye
varmıştı. Nuri’yi aramaya oradan başlayıp sırasıyla bütün meyhaneleri
dolaşacaktı. Osman’ın meyhaneye baktı yoktu. Orada gördüğü bir tanıdığına
Nuri’yi sordu. O tanıdık “Nuri dün gece burası kapanana kadar buradaydı. Bu gün
görmedim. Sen onu Dostlar meyhanesine, bir de kukuriççi Necmiye bak” demişti.
Halim tanıdık lafı uzatınca “herhalde biz de biliyozdur orulara bakılceni”
deyip; Osman’ın oradan çıktı.
Tanıdık arkasından; ama hafif sesle “ayı,
adam gibi tarif edik; bizde biliyozdur diye bozup atdı. Bunun böylesine iyilik
yarımaz” diye söylendi. Bir daha kimseye bir iyilik yapmamaya karar verdi.
Halim o tanıdığı unutmuştu bile. Yolu
üzerindeki Kukuriççi Fikri’ye bakacaktı. İçerde herkes ‘göt göte tıkış depiş’
demleniyordu. “Mübarekle bu saatde doluşmuş” diye söylendi içeri giremeyeceğini
anladı. Kapının hemen içinde birini gördü. O adam sıska bir şeydi. El etti,
adam hemen çıkıp geldi “buyur abi” dedi. Halim “bizimoğlan sen Tombulacı
Nuri’yi tanıyon mu?” dedi. O sıska adam “hani şu gamburu çıkıp feleği gayık
adam mı?” dedi. Halim o adamın Nuri için kambur neyse de “feleğigayık” demesine
çok içerlemişti. İçinden ‘sabırlı ol oğlum, hemen parlıma’ diye kendini
sakinleştirirken; adama “netcen sen elalemim felenin gayıklına, bak bakam
yukarlada var mı?” dedi.
Adam yanlış bir laf edip Halim’i
kızdırdığını anladı. Yalnız söylediği lafın neresi yanlış onu anlamamıştı.
“Emrin olur abiycim, ordaysa ne yapayım?” dedi.
Halim adama baktı, Nuri için “ordeyse, dut
getir” diyecekti. Vazgeçti, Nuri kambur falan olsa da bu adamın zorla
getiremiyeceği kadar güçlüydü. “Sen bak ordese, heç bişe yapma gel bene habar
ver” dedi. Adam fırladı yukarıya çıktı. Çıkarken ‘ayı, ordese habar
vercekmişim. Daha konuşmasını bilmiyor, ama ayı gibi olduğu için adam yerine
geçiyor’ diye söyleniyordu. Böyle söylenerek yukarı çıktı baktı şöyle, Nuri
yoktu. Aşağı pire gibi indi “yok beyabiciğim başka bir emrin var mı?” dedi.
Halim “sağ ol bizim oğlan” dedi. Dostlar meyhanesine yöneldi.
Orada içeri girince içerideki herkes adeta
koro halinde “ooo! Buyur beyim” dediler. İçerisi ‘vağıl, vuğul’ arı kovanı gibi
uğulduyordu. Ona “ooo! Buyur beyim” diyenler o cevap vermeden kendi
muhabbetlerine dönmüştü.
Baktı tombalacı Nuri en köşede yönü duvara,
arkası kapıya dönük oturuyordu. Yanında bitbazarcı Metin vardı. “Ooo! Buyur
beyim” diyenlere elini göğsüne götürüp “afiyet olsun beyle” dedi; köşedeki
Nuri’nin yanına yöneldi. Nuri’yle Metin çok koyu bir sohbete dalmıştı.
Önlerinde boşalmış bir şarap şişesi vardı. Yanlarına varınca kocaman ellerini
birbirine vurup “afiyet olsun beyler!!” dedi. Ellerini birbirine vurunca çıkan ses
ve “afiyet olsun beyler!!” diye bağırışına, meyhanedeki herkes duyup
irkilmişti. Yalnız Nuri’yle Metin oralı olmamıştı. Halim buna biraz bozuldu.
“Hoop! Beyler, nerilere daldınız yine?” dedi. Bu sefer Halim eğilip Nuri’yle
Metin’in kulak dibinde bunu söylemişti. Her ikisi de başını çevirip Halim’e
bakıp; “buyur” deyip önlerine dönmüştü.
Bu sırada Halim’in bağırmasıyla irkilenler
Nuri ve Metin’e ‘nasıl çocuklar vahşi hayvanların kafeslerinin içine korkusuzca
girip çıkan vahşi hayvan terbiyecilerine hayran hayran bakarsa’ hayran hayran
bakıyordu. Boru mu? Onların hep korkuyla baktıkları Halim’den Nuri ve Metin hiç
korkmamış ‘nopnormal bir şey miş gibi’ sadece “buyur” demişti.
Halim bunların farkında değildi; yanlarına
oturdu “ne o beyler erkenden ne bu?” dedi. Hem Nuri, hem de Metin birlikte
ellerini salladı. Nuri “koyver rahvan gitsin” dedi. Halim güldü “rahfan gidicek
de, nalı düşmüş topallıyor” dedi. Her üçüde bu söze kahkahayla güldü.
O sırada meyhanedeki diğer muhabbetçiler
çoktan kendi dalgalarına dönmüştü. Zaten bu insanların tepkisi hep böyledir.
Korkuları, sevinçleri anlıktır. Tanıyışları bile öyledir. Çabuk unuturlar.
Çünkü hep anlık yaşarlar. Yaşamları ‘bu gün var, yarın yok’ gibidir. Hepsinin
sonu aşağı yukarı aynıdır. ‘Bir gün, bir yerde kıvrılıp kalmak’. Çoğunun kimi,
kimsesi olmadığı için; belediye görevlileri onlar ölünce onları alıp sessizce
kimsesizler mezarlığına gömerler. Sonra onları kimse hatırlamaz. Hayatları hep
bir varmış, bir yokmuş gibidir. Siz şimdi ‘herkes için bir varmış, bir yokmuş
değil mi?’ diyeceksiniz. Değil, normal hayat yaşayan varlıkları bilinen
insanlar da elbet ölünce “bir varmış, bir yokmuş” olacak; ama onları bir
tanıyan, hatırlayan olacaktır. Ama bunlar hiç yaşamadan varlıkları, yoklukları
bilinmeden yaşayan; varken bile yokmuş farz edilen insanlar. Hiç bilinmeden
tanınmadan; ama hiç kimse için kötü düşünmeden, kendi yarattıkları cehennem
veya kırıntılar halinde arada bir yaşadıkları cennetlerinde yaşayıp, sessizce
kimse bilmeden yok olup giderler.
Pekii “Halim’le, Nuri ve Metin ne oluyor?
Onların dostlukları niye anlık değil?” diye sorarsanız; onun da cevabı hazır.
Biz, dostlar meyhanesi müdavimlerinin birçoğu ve onun gibiler için böyle dedik.
Halim’in yaşamını biraz öğrendiniz.
Nuri’yle Metin’i biraz daha tanıyacaksınız. Onlar o anlık dostluk ve ilişkileri
yaşaya yaşaya biraz direnç kazanmış, farklı insanlar. Farkları olduğu için ben
onları, özellikle Halim SELİM’i diğer sıradan insanlardan ayırıp hikayemin
kahramanı yaptım.
Neyse konumuz o değil, yeri geldiği için kısaca
değindik. Asıl konumuza dönelim. Üçü birlikte biraz güldükten sonra Halim
Nuri’ye “ne bu gardaş böyle, sen canından mı bezdin?” dedi. Metin’e “sene
noluyor Metin gardaş? Sen de buna mı uydun? Ne bu haliniz?” diye yürekten
üzüldüğü belli bir şekilde sordu. Her ikisi de ‘boş ver!’ der gibi ellerini
salladı. Ve sanki sözleşmiş gibi her ikisi de şarap dolu bardaklarını alıp
diktiler. Halim ikisine de şaşkın bakıyordu. O sabahleyin Nuri için ‘şunun
gulağını bi çekmeli’ diye söylenmiş ve onu aramaya çıkmıştı. Karşısına Metin’de
Nuri gibi dertli çıkmıştı. İçinden ‘noluyor bunlara yavu?’ diye söylenirken
“arkıdeşle tamam bi derdiniz var. Emme bunun çaresi içip içip zıvıtmak mı Allah
aşkına? Ayıp ediyosunuz. Biz burlura heç yakışıyomuyuz? Ayıp, iş güç sahabı insanlarız”
dedi.
Öyle ya! Nuri yıllardır tombalacılık işi
yapıyor, Metin’de bit bazarında ayakçılık işini yapıyordu. Kendinin işini de
siz biliyorsunuz. Halim gerçi ara sıra buraya takılırdı, ama kendini bilen
adamdı. Parası az olunca ayakta bir bardak şarabı diker, çıkardı. Allah için
kimse onu burada öyle yayılmış içerken göremezdi. Çünkü patronu ona her zaman
“sen benim gibi bi adamın adamısın, ağırlını hiç yehniltmicen. Eğer pansiyonun
oralada bi yehniliğini duyayım, hiç gözünün yaşına bakmam, kapının önüne
koyarım” diyordu.
Aslında bunu Halim’i, Halim’in onurunu
düşündüğü için söylemiyordu. Halim buralarda içip bir suç işleyip hapise
girerse Halim’i kaybetmiş olacaktı. Bir de Halim öyle serkeş olursa, gelip
gidene karşı Halil’e yüklediği misyon zedelenecekti. Çünkü hiçbir patron
fedaisinin ağırlığını “yehneltip” ayağa düşüp çevresine yaydığı korkuyla
karışık saygıyı kaybetmesini istemezdi.
Zaten herkes her şeyi bir amaçla düşünür ve
yapar. İnsanı hayvandan ayıran özellik buymuş. Ama konumuz o değil.
Neyse; Halim “biz burlara hiç yakışıyomuz?
Hepimiz iş, güç sahabı insanlarız” deyince, Nuri Metin’i göstererek “ağanın
derdi büyük, onu dertleşiyorduk” dedi. Halim de yanlarına oturdu. “Neymiş Metin
gardaşın derdi?” dedi. Nuri “Metin tufaya gelmiş. Buna seni everelim diyen o
hırbolar, bunlan dalga geçiyormuş” dedi. Halim de bunu bir şekilde öğrenmiş,
münasip bir şekilde Metin’e anlatıp, teselli etmeyi düşünüyordu. Şimdi Metin’in
bunu bildiğini Nuri söyleyince, “yok canım olur mu öyle şey? Metin’le dalgı
geçtikleri falan yok. Temizlikçi kadın bile öyle deyo. O iş ciddiymiş” deyince,
Metin’in içinde yine umut belirmişti. Halim’e “hadi ya, doğru mu söylüyon?
Hakkedden o işin aslı var mıymış?” dedi.
Nuri’de şaşırmıştı. Halim’e baktı. Halim
Nuri’ye göz etti, Metin’in omzuna kocaman elini koydu “sen bene güven, o işin
aslı var. Gençler bene ‘o iş birden olmaz, yavaş yavaş olur’ dedile. Çünküm gız
bi evin tek gızıymış. Hemen meh deyip vermezlemiş. Çünküm henüz bubacının
habarı yoğumuş. Ona alışdıra alışdıra söylüceklemiş. Yoğusam yenge senin resmi
görünce çok beğenmiş, töbosun doğru” dedi.
Nuri de şaşırmış ve inanmış; yalnız
Halim’in kendine niye göz ettiğini anlamamıştı. Halim içinden kendine ‘bu gadar
yalanı emme uydurdum ha. Valla benden korkulur” diye söyleniyordu. Bu arada
‘töbosun’ dediği aklına geldi. İçinden ‘ulan gençler, beni durdum yerde, hem
yalan söylediniz. Hemi de yalan yere yemin eddirdiniz. Alıceniz olsun’ diye
öğrencilere kızıyordu. Metin’in umutlandığını, Nuri’nin de Metin’in
umutlandığını görünce; kendi derdini unuttuğunu gören Halim içinden ‘olsun
vasın. Dertli birini mutlu etmek için söylünen yalan günah değildir. Çünküm
ninecim insana faydalı yalan; bırak günah olmayı, sevabdır bile dediydi’ diye
düşünmüş öğrencilere öfkesi azalmıştı. Yalnız onlarla birlikte onların
söylediği bu yalanın Metin’i daha fazla üzmemesi için bir çare bulacaktı.
“Haden bakam beylee. Şarabınız bitmiş, kalkıp gidem. Azcık da galırsanız
gurtlancesiniz” deyip onları biraz da zorlayıp kaldırdı.
Birlikte çıkarken kalanlara “muabbetiniz
bol osun beylee“ deyip Dostlar meyhanesinden çıktılar.
Halim meyhanede kalanlara ‘muabbetiniz bol
olsun beyle’ derken içinden ‘sizi de Allah gurtarsın’ diye geçirip onlara
acıyordu. Çünkü çok şükür kendi öyle alkolik değildi. İşi gücü yatacak yeri de
vardı. Nerdeyse hafta bitmiş kasada otuz lirası ve yarından sonra patronu belki
verirse ki; o gün olmasa da nasıl olsa en geç Pazartesi verirdi. O gün otuz
lira verirse toplam altmış, belki de elli lira verirse o zaman toplam seksen
lirası olacaktı. ‘Bu zamanda bu kadar para kimde vardı?’ Bunları düşündü ve Nuri’yle Metin’i önüne katıp yürüdü.
Ciğercinin önünden geçerken “beyler açsanız
bişeyle ısmarlıyen. Ben az tokun; afidersiniz öğlen dürümü biraz geç yedim de”
dedi. Sonra “parası için düşünmen kasıda param va çeker gelirin”dedi. Nuri ve
Metin birlikte “sağol birader, biz az önce zıkkımlanırken bişeyler yedik” dedi,
birlikte pansiyona yöneldi.
Halim ciğerciye ‘hayırlı işle patron’ deyip
geçerlerken Halim’in Hasan ve Metin’e ‘parasını düşünmen, kasıda param va gide
alır gelirin’ dediğini ciğerci duymuştu. İçinden ‘ayı veresiye ciğer yerken
paralanmış ona buna ısmarlımaya kalkıyor, parası varımış’ diye söylenirken
‘acaba doğru mu söylüyor? Acaba kasada kaç parası var?’ diye içinden
geçiriyordu. Bir fırsatını bulunca pansiyon katipine sormaya karar verip
rahatladı.
O bunları düşünürken Halim, Nuri ve Metin
çoktan pansiyona varmıştı. Pansiyonun önünde Metin’e ‘sana kız bulduk’ diye
işleten öğrencilerden biri vardı. Bunları karşıdan görünce “ooo üç kafadar
buluşmuşsunuz. Hayrola nereden böyle ağabeyler?” dedi. Her üçü de öğrencinin
selamını aldı.
Halim içinden ‘yavu herkes bene çekinirek
bakıyo. Bu hergilile hiç dakmeyo. Arada bi benle dalga bile geçiyo, helal olsun
valla. Eee okumanın faydası ogudar olucek’ diye geçiriyordu. Ama Metin’i
yatıştırmak için bir yardım etmesinler ‘çarklarına sıçıcektı.’ Halim bu
düşüncelerle, Metin yeniden evlenme umudunu taşıyarak, Nuri’de feleğe kahretmiş
pisikolojiyle gelip öğrencinin yanındaki sandalyelere oturdu. Birer çay
içtiler. Çayları Halim ısmarladı. Hem Nuri, hem Metin kafaları iyi olduğundan
yatmak için izin isteyip içeri girdiler.
Halim hem kendine, hem öğrenciye birer çay
daha ısmarladı. Cebinde on lira bulunca aldığı sigaradan hala altı tek sigara
vardı. Birini öğrenciye verdi, birini de kendi yaktı. Öğrenciye “anlad bakam
bizim oğlan” dedi. Öğrenci “ne anlatayım ağabey, dersler” diyordu. Halim “bırak
şindi dersi. Bu Metin nolcek?” dedi. Öğrenci “ne olacak ağabey? Metin ağabeyle
biraz kafa bulduk. Ona gerçeği anlatırız olur biter, şaka bu” dedi. Halim
“eşşek şakası tabi” dedi. Öğrenci biraz şaşırmıştı. Halim devam etti “tabi
sizce hava hoş. Her gün birbirinizi işledip duruyosunuz. Emme adam sizi inandı,
gidip anasına evlencez deyip tarla sattırmış. O nolcek peki?” dedi.
Öğrenci Metin’in gidip annesine evleneceğim
diyerek tarla sattırdığını bilmiyordu. Gerçi buna benzer bir şey duymuş ama
‘yok canım’ deyip inanmamıştı. Şimdi Halim biraz da sitem ederek söyleyince
“hadi ya, vallahi bilmiyordum. Biz onunla şaka yapalım diye öyle takılmıştık,
demek ciddiye almış” diye şaşkınlıkla söylendi. Halim “tabi oğlum sizce hava
hoş. Evlenmek, boşanmak sizin için çocuk oyuncağı. Çünküm ekmek elden su gölden
bubanızın parasıyla okurken insanlarıla böyle eğlenip vakıt geçirisiniz. Emme
bizim için, hadi bene neyse yaşıcemi yaşadım. Her şeyi gördüm, görücem bişe
galmadı. Beni geç; emme Metin için hala içinde bi umud, bi yuva umudu varıdı.
Siz dalgı geşcen derken adamın o umdunun içine sıçtınız” dedi.
Öğrenci daha şaşırmıştı. “Vallahi
bilmiyordum. Ben Metin ağabeyin bunu bu kadar ciddiye aldığını hiç düşünemedim.
Ne ben, ne de arkadaşlar bunu yalnız şaka olsun diye takılmak için yaptık”
dedi. Halim “eyi halt ettiniz. Şimdi ayıklan bakam pirincin daşını” dedi.
Öğrenciye onları meyhanede gördüğünü, Metin’in kandırıldığı için moralinin çok
bozuk olduğunu ve belki intihar bile edebileceğini söyledi. Sonra kendisinin
Metin’i teskin etmek için yalan söylediğini, evlenme işinin gerçek olduğunu,
bunu Metin’e yemin ederek söylediğini, yemininin vebalinin onun ve
arkadaşlarının boynuna olduğunu, söylediği yalana Nuri’nin bile inandığını
söyledi ve “bu pisliği birlikte temizlecez” dedi.
Öğrenci şaşkınlık ve korkuyla “nasıl
yapacağız ağabey?” dedi. Halim “şindi kimsiye bu işi dalgı geçmek için yaptık
demeceniz. Ben söylecedim göremedim. Temizlikçi kadına da öyle tembih etceniz.
Çaycıyla, katibe ben tembih ederin. Öteki arkıdeşlenle berabar bi plan
hazırlıcez, tereyandan kıl çeker gibi bu işi Metin bi zarar görmüden
halledicez” dedi.
Öğrenci biraz daha şaşırıp korkmuştu.
“Tamam ağabey sen iyi düşünmüşsün, tam öyle hareket edelim” deyip,
arkadaşlarıyla buluşup bunu anlatmak için gitti.
Giderken içinden Halim için ‘ayı gibi hem
de zır cahil biri, ama kafası iyi çalışıyor. Bunun dediği gibi davranırsak bu
işin altından kalkarız’ diye geçirirken ‘zevzekliğimizden cahil bir adamın
yönetimine muhtaç kaldık’ diye
hayıflanıyordu.
Halim de pansiyona girdi. Katip yalnız
yerinde oturuyordu. Çaycıyı da çağırdı. Çaycı gelince katiple çaycıya “şindi
size bişe tembih edicen. Soru sormak yok. Söylücem şeye harfiyen uycesiniz.
Uymuyanın gafasını şöyle goparırın” dedi. Nasıl kafa koparacağını koca
elleriyle tarif ederken eline aldığı bankın üstünde duran, kimin oraya
koyduğunu bilmediği kalınca bir sopayı tutup kırmıştı. Hem katip hem de çaycı
dehşetle Halim’e bakıyor ve söyleyeceği şeyi merak ediyordu. Halim biraz kısık
sesle “bakın bit bazarcı Metin’le veya bi başkasıyla Metin hakkında heç bişe
gonuşmeceniz, tamam mı?” dedi. Hem katip hem de çaycı yasaklanan şeyi
biliyordu. İkisi de öğrencilerin Metin’in işlettiğini biliyordu. Metin köyden
gelince dalga geçmeye hazırlanıyorlardı. Hatta çaycı, Metin’e o işin aslı
olmadığını hafif çıtladınca Metin efkarlanıp Nuri’yle Dostlar meyhanesine
gitmişti. Çaycı, Halim’in bunu bilmediğini anlayınca rahatladı. Sonra Metin’e
bu konuyu açtığından katipin haberi olmadığını anlayınca daha rahatladı. Katip
ve çaycı ikisi birden ‘tamam abi mıg’ deyip dudaklarını parmaklarıyla örtüp
Halim’e o konuda ağızlarını tutacakları sözünü verdi. Her ikisi de sözünde
durdu. Çünkü Halim onlara; dediğini yapmazlarsa nasıl kafalarını kıracağını
gösterirken, koca sopayı çöp gibi kırınca ödleri kopmuştu. Halim onlara bu
ikazı yaptı. Gidip çeyrek ekmeğe ciğer yaptırıp yemeyi düşündü. İçinden ‘oğlum
yiye yiye şişip ayı gibi oldun, ha bu gün yemeve’ dedi, odasına girdi. Soyundu,
gidip ayaklarını yıkadı. ‘Çöydürcekti. Şindi üç, dört damla için uğraşıb
durmeyen’ dedi gidip yatağa uzandı. Nuri daha önce girip yatmış çoktan
horlamaya başlamıştı. Halim ‘yuh emme horleyo, sankim gök gürleyo gibi’ dedi.
Tabi kendinin ‘ayı gibi, aslan gibi’ hafif
homurtuyla kükreme karışımı horladığını bilmiyordu. Tavana bakıp düşünmeye
başladı. Askere gidene kadar yaşadıklarını, askerliği, o yıllarda
yaşadıklarını, tanıdığı insanları düşündü. Hapislik yıllarını sanki unutmak
istermiş gibi hızla geçiyordu. Sonrasını, terhis oluşunu, o olayı, hapisliği,
sonra buraya geldikten sonra yaşadıklarını, burada tanıdığı başta patron olmak,
üzere diğerlerini hızla düşünüyordu. Cahil kaba saba biriydi; ama daha öncede
yazdığım gibi, aslında çok naif hassas ve sürekli çevresini görerek, duyarak
gözleyen biriydi. Şimdi aklına bu öğrencilerin yaptığı ‘eşek şakası’ ve bu
şakanın, arkadaşı Bitpazarcı Metin’de yaptığı tahribatı geldi.
Aslında şaşırmıyordu. Yıllardır tanıdığı
insanların çok büyük çoğunluğunun sürekli birbirinin kuyusunu kazarak,
birbirinin dedikodusunu yaparak karşısındakinin mutsuzluğundan, kendilerinin
mutlu olup yaşamalarına alışmıştı.
Nineciği aklına geldi. Yıllar önceydi.
Anacığının ölüsünü ahırın önüne gerilen çarşafın öte tarafında yıkadıkları
sıraydı. Köyün kadını erkeği eve doluşmuştu. Halim de çok ağlamıştı. Ağlamaktan
yorulunca bir de çocuk olduğu için kadınların içine oturmuştu. O sırada
kadınların konuşmalarını dinlemişti. Hiç birisi de anacını konuşmuyordu. Sanki
ev oturmasına veya düğüne gelmiş gibi gülüşe gülüşe konuşuyorlardı. Kulak
kabartıp biraz dinlemişti. Hepsi birbirini, komşusunu, görümcesini, kaynanasını
ve buna benzer tanıdığı kişileri çekiştirip, vağıl vuğul konuşuyordu. Bu aklına
geldi. Yine bir gün emmisi ona çöplü şeker alıvermişti. O da kahvenin önündeki
duvara oturmuş, ayaklarını sallamış çöplü şekerini yiyordu. Bu arada arkasında
köyün erkekleri kendi aralarında gülüşe gülüşe konuşuyordu. İçlerinden biri
kalkıp gitti. O gidince orada oturan ve kalkıp giden adamın en samimi arkadaşı
giden adamın, yani arkadaşının arkasından “ne gahbı döyüstür o. Ne işle
çeviriyo; emme anasının şamını görcek bi gün” dediğini duymuştu, bunu
hatırladı.
Yine bir gün nineciğiyle bir mevlide gitmişlerdi.
Orada, nineciğinin biraz ilerisinde o kadınların arasında oturmuştu. Haliyle
çocuk olduğu için kızmıyorlardı. Hemen yanında ebenin kızıyla, köy katibinin
kızı vardı. Onlar da anneleriyle birlikte gelmişti. Üçü birlikte mevlit
dinliyordu. Halim’in bir kulağı da kadınların konuştuklarında idi. O kadınlar
da vır vır karşıda oturan öteki mahallenin kadınlarını çekiştiriyordu. Öteki
mahallenin kadınları arasında Emine teyzenin eltisi vardı. Emine teyze o
eltisini çekiştiriyordu. Halbuki daha dün Halim gözüyle görmüş kulağıyla
duymuştu. Emine teyze evine gelen eltisiyle, şimdi yanında eltisini
çekiştirdiği kadın için neler konuşmuştu neler. Kadının bir ayağının dışarıda
olduğunu falan filan… Burada yazsak çok ayıp kaçacak. Neyse bunlar aklına
geldi.
Ninesini hatırladı. Nur içinde yatsın
nineciğine bir gün bunları anlatıp “ninecim neden böyle? Herkez vır vır, en
yakını bile olsa ardından dedikodu yapar?” diye sormuştu. Ninesi de ona
gülümsemiş “a benim tosun oğlum, netcekleridi? Bütün görüp bildikleri o. Onları
annadıb içlendeki ağıyı akıdıyola” demişti. Halim de “ninecim içlendeki ağıyı
akıdıyola deyesun, o ağı onlan içine nası girmiş peki?” deyince ninesi
torununun koca kafasına bi şablak atıp “gastacı mı olucen? Ne bu merak? Ağı
nerden giricedi? Yaşıyı yaşıyı giriyor” demişti. Halim “ninecim bu ağı herkezin
içine girermi? Misal bene de girermi? Sene de ağı girdi mi?” deyince ninesi
yine, bu sefer tatlı bir kahkahayla gülüp “dur goca kafalı tosun, az yaveş. Ne
bu böyle makineli tüfek gibi… Bu ağı herkeze gire, emme kimisi çabıcık, kimisi
acık da geç, bu ağıdan gurtulur” demişti. Halim’in kafası karışmış “İyi ninecim
de bu kimisi kim? Öteki kimisi kim?” diye sormuştu.
Ninesi torunun hayatla çevresiyle ilgili
meraklanmasına sevinmişti; ama sorusu çok karışık olduğundan doğru cevap
veremem diye endişelenmişti. Biraz düşündükten sonra “bubası gılıklı akıllı
tosunum. Çok zor sordun. Bu gadar şeyi bu yaşda nası akıl ediyon şaşıyom”
demişti. Sonra yavaş yavaş ne söyleyeceğini düşüne düşüne “tosun oğlum, insanla
yalınız yaşıyırak değil; yaşadıklanın da farkına varıb kimisi başını gözünü
yara yara kimisi de gezip görüp bilgisini, görgüsünü artırıb da çok annadıcek
gonuşucek bişeyle öğrendikçe içlendeki ağıyı dışarı akıtmıdan gendi içlende
eridip bitirile. İşde ozman dilini götüne sokup, oturup kakmasını öğrene. Zaten
onu öğrenmesse ne kendi dirlik görür? Ne de başkasını dirlik verir?” diye
Halim’in sorusunu cevaplamış; ama iyi yorulmuştu. Halim’in kafasına bir şaplak
daha atıp “sen benim heç kimseyi çekiştirdimi gördün mü?” demişti. Halim
“ninecim görmedim de ondan sene soruyon ya” deyince, yine gülerek “sen bu
nineciğin yediği haltları bi bilsen şaşar galırsın. Ben de durub durub içimdeki
ağıyı ona buna akıdırken insanlara az zarar vemedim. Emme şindi duruldum, örendim
dilimi götüme sokup oturuyon. Heç merak etme o insanla da, bi gün dilleni
götlene sokup otumasını öğrene” demişti.
Halim’in bunlar aklına geldi. Kendisi çok
küçük yaşta bunları merak edip sorup öğrendiği için kimseye bir zarar vermeden
dilini götüne sokup oturmasını öğrenmişti. Bu aklına gelince içine bir sevinç
kapladı. Ama bunları düşünürken uykusu geldi. Kalktı elektiriği kapadı. Nuri
hala horluyordu. Halim içinden ‘bi dürtsem faydası olur mu?’ diye düşündü, vaz
geçti. Gözlerini kapadı. Az sonra o da ayı gibi homurdanarak uyuyordu.
Bir süre sonra da bahar yağmuru yine
başlamıştı. Hafiften başlayan yağmur az sonra şiddetlendi. Damlaların çinko
çatıdaki patırtısı ve gök gürültüsü Nuri ve Halim’in horlamasını bastırmıştı.
Halim çok erken uyandı. Zaten dışarıda
kuşlar çoktan cıvıldamaya başlamıştı. Kaç sabah erkenden, ezandan önce uyanmış;
kuşların cıvıl cıvıl öterken ezan okununca cıvıldamasını kesip daha sonra tek
tek öterek dağıldıklarını fark etmişti. Mübarekle ezandan önce kıpırdamaya
başlar, önce bir kuş biraz öterdi. Sonra sanki orkestra şefi gibi öteki kuşlara
akort verir, ondan sonra hep birlikte koroya başlardı. Bu Halim’in çok hoşuna
giderdi. Bu gün de ezandan önce uyanmıştı. Bir süre kuş korosunu dinlemiş; ezan
başlayınca kuşların sustuğunu; sonra ezan bitince birer, ikişer öterek sanki
işe gider gibi uzaklaştığını hissedince böyle düşünmüştü.
O cıvıltıyı ilk duyduğunda bir gün
meyhanede dinlediği ‘kuş sesleri ovalara yayılmış’ diye aklında kalan şarkıyı
hatırlamıştı.
Gerçi köyde çobanlık yaparken de çok kuş
cıvıltısı duymuştu. Sabahın esselatında dağda, oralarda duyduğu kuş seslerini
çok fark etmemişti. Öyle ya dağ da bayırda olsa olsa kuş sesi, köpek uluması,
geceleri de kurt, çakal ulumaları bir de koyunların çan sesleri olur. Ama
mapusahanede, avluda havalandırma için çıkınca arada bir havada uçan kuşların
sesini ve bu pansiyonda yattığı odanın hemen dışındaki ağaçta tüneyen kuşların
sesini dinleyince içi bir çeşit oluyordu. O sesler onu alıyor taa ninesinin ona
“bubacığını” anlattığı; anasının zengin evlerinde küllü suyla dağ gibi
çamaşırları tek tek elle yıkayıp, sonra tokuçlayıp astığı günlere götürüyordu.
Bir gün anası artan küllü su ve sabunla onu
yıkamış, hatta bir gün anası onu yıkarken kaynar suyu başından dökmüştü. O da
‘anam anam yandım’ diye bağırmıştı. Anası sefer buz gibi suyu kafasından
dökünce çok üşümüştü.
Sonra anası ölünce ağlarken ebenin kızı
elinden tutup “ağlama” demişti. Yanında da köy katipinin kızı vardı. Şimdi
bunları, sonra ninesinin onu kasaba pazarına götürdüğü günleri, orada sıcacık
pazar ekmeğinin içine tereyağını, kaymağı yayıp nasıl yediklerini, hele ninesi
balcıyla anlaşınca, sıcacık pazar ekmeğinin içine, önce tereyağını bolca yayıp,
üstüne de balı yayınca, ne kadar lezzetli olduğunu hatırlamıştı.
En mutlu anları yaşadığı yıllar o yıllardı.
Bir de ebenin küçük kızıyla köy katipinin küçük kızın rüyasına kuş gibi,
kelebek gibi girince onlarla o daldan o dala, o çiçekten o çiçeğe uçup
konuşlarını hatırlayınca çok mutlu oluyordu. Bu sabah da erkenden uyanınca
bunları hatırlayınca içini sevinç kaplamıştı. Kendini kuş gibi hissediyordu. Bu
sırada şişen göbeğine gözü takıldı. “Emme büyük göbem var ha?” dedi. ‘Acıba
içinde kaç kilo bok var?’ diye düşündü. Öyle ya insanın göbeğinin içinde olsa
olsa bok olurdu. Sonra bütün insanlar aklına geldi. “Misila kukuriççi Fikri’nin
oraya veya aşşadaki bazaryerine bi bomba düşse, her taraf emme bok olurdu ha”
dedi, aklına prostatı geldi. ‘Bi de barsakla çalışmeseydi, emme kötü olurdu ha.
İşde böyle bi yerin kötü olucek ki, iyi yerin gıymatını bilcen’ diye düşündü,
yine hemen şükretti. Böyle düşünürken “şu insanlan içi emme pis ha! Ondan
ağızlandan hep pis lafla çıkıyor” dedi. “Emme benim ağzımdan da çok pis laf
çıkıyo” diye söylendi. Biraz daha düşününce, hem kendinden hem öteki
insanlardan tiksindi. Sonra “öyle deyon oğlum; emme cenabı Allah öyle yaradmış”
dedi.
Ninesi bir gün ona “insanlan bibirine
böyle, bok sidik yedirdiğine bakma. O lafla onnan içindeki pislin binde biri
bile değil. İnsanla içlendeki pisliği bi akıdmıya gaksa, ortalık kokudan geçilmez, cehennime dönedi” demiş, Halim’de “iyi
ninecim de, insanla o pisliği kenefe çıkarmıyolamı?” deyince, ninesi “a alık
oğlum ben ona mı deyon. Benim dedim başka. Hani içlendeki ağı va ya onu deyon.
En pislik işde o ağıdır. Onu da içlenden nası atceni, daha önce sene
söylediydim” demişti.
Nereden nereye, kuş cıvıltısından nereye
gelmişti. Ama o hep böyleydi. Aklından neler geçirirdi neler. Gerçi bunların ne
ona, ne de kimseye bir faydası yoktu ya neyse. Zaten hapishanede falan böyle
düşünürken görenler “böyle düşünüyonda sana ne faydası, bana ne faydası var?”
derler; o da “olsun varsın. Ben böyle oyalanıyon. Böyle düşünürken kimsiye bi
zararım oluyomu? Yoo. Bu bilem bi faydadır” diye cevap veriyordu.
İşte bu düşüncelerle kalktı; bu arada gözü
Nuri’nin yatağına ilişti. “Hobbıla bu nizman kalkıp gitti böyle?” dedi.
Telaşlandı, çarçabuk giyindi; yüzünü bile yıkamadan dış kapıya geldi. Katip
orada uyukluyordu. O saatte karşısında Halim’i görünce “hayırdır işallah, bu
ayı rüyamda ne arıyor?” diye söyleniyodu “hayırdır işalla bu a” derken uyandı.
“Hayrola bizimoğlan bu saatte noluyor?” diye şaşkınlıkla sordu. Halim onun
“hayırdır işallah bu a” diye kesince ‘bu ayı’ diyeceğini anlamıştı, ama
anlamamazlıktan geldi. Çünkü Nuri’yi çok merak ediyordu. Katipe “Nuri yok, onu
gördün mü?” dedi. Katib Halim’in Nuri’yi merak edince, erkenden böyle telaşla
kalktığını anlamıştı. “Gördüm bizim oğlan, şurdan aşağıya gitti” dedi.
Halim rahatladı, Nuri meyhaneye değil de
caddeye doğru gitmişti. Telaşla o tarafa yöneldi.
Katib arkasından “hayret ayı bile sahibini
nasıl biliyorsa, bizim ayı da arkıdaşlanı biliyor” dedi, dedi ama bir duyan var
mı diye etrafına bakındı. Etrafta kimseyi görmediği için rahatlamıştı. Çaycı
daha gelip ocağı açmamıştı. İçinden “sen adam olmazsın oğlum, bu zevzekliğin bi
gün senin başına çok iş açıcak ya ozuman akıllanırsın” diye kendine kızıyordu.
Tam bu sırada çaycı içeri girmişti. İçinden ‘ucuz gurtuldum’ diye geçirdi.
Çünkü çaycı fark etmemişti. Katipe “hayrola bizim oğlan, bizim goca ayı zöm zöm
aşşaya gidiyor, bişey mi oldu?” dedi; ama içinden “bizim goca ayı” dediğine
pişman olmuş; ama iş işten geçmişti.
Neyse katib ve çaycı orada sabah
dedikodusunu kaynatırken Halim çoktan caddeye çıkmıştı. Köşedeki kumrucu da
çoktan yerini almıştı. Birden karşısında dağ gibi Halim’i görünce “hayırdır
işallah” derken Halim ona “bizim oğlan, burdan hafif gambur bi arkıdeş geçti
mi?” dedi. Arkadaşına gönlü elvermediği için ‘hafif gambur bi arkıdeş’ demişti.
Halbuki Nuri öyle hafif değil, çok kamburdu. Zaten Nuri kamburu çok artıp,
herkes ona tepeden bakmaya başlayınca, pek insan içine çıkmıyordu. Sanki hayata
küsmüş gibiydi.
Kumrucu, Nuri’yi yıllardır tanıyor ve
tombalacılık yaptığını biliyordu. Nuri’nin az kıyağını görmemişti. Az önce Nuri
yanından geçerken onun gözlerini kan çanağı gibi görünce “hayırdır Nuri abi bi
ölen yiten mi var?” demişti. Çünkü Nuri’nin gözleri ağlamaktan kan çanağına
dönmüş gibiydi. Kumrucu öyle deyince Nuri “var, ben öldüm, ama ağlıyanım yok”
diye acı bir espiri yapıp bir kumru almıştı. Hatta kumrucu ondan para bile
almamıştı. Halim’e “sen tombulacı Nuri abiyi soruyosan şu tarafa gitti” diye
sahil tarafını işaret etti.
Kumrucu “hayırdır bişey mi oldu?” dereken
Halim çoktan aşağıya, sahile doğru yollanmıştı.
Dev gibi adımlarla homurdanarak ilerlerken
onu gören orada dükkan önlerinde, kaldırımda sabahlayan bilumum ‘ademoğlu’
korkuyla kenara çekiliyor; ‘kim bu acaba? Kafesinden mi kaçmış? Yoksa tımarhane
kaçkını mı?’ diye, kendi hallerine bakmadan Halim’in ardından kah endişe, kah
gırgırla söyleniyordu. Halim o hızla sahile vardı. Tam Halim’in düşündüğü gibi
Nuri sabahçı kahvesine inmiş, çoktan nargilesini eline almıştı. Önüne de demli
bir yarım çay çektirmiş nargile tokurdatıyordu. Halim “helal olsun bizim oğlan
sabah sabah bene duz yumurdladdın; emme seni burda bulucemi biliyodum” dedi.
Nuri nargileden bir nefes çekip Halim’in
yüzüne üfleyip güldü. “Ne yapayım uykum kaçınca soluğu burda aldım” dedi. Halim
“senin bu uykuda emme oynak bişeymiş, Hallenin gız gibi ikide bi gaçıyo” dedi.
Nuri “o kız da kim?” diye sorunca Halim, “heç bizim orlada bi garı. Kime
verdilerise, iki gün durmudan gaçıyodu. En son bi pala dedikleri varıdı. O
garıyı o pala epey zabdettiydi emme sonunda gine gaçdıydı. Ninecim o garı için
‘o gız şeytanlara zevdalıymış, ondan gaçıyomuş derdi’ dedi. Nuri güldü “şeytan
ağzının tadını biliyormuş desene” dedi. Halim Nuri’nin bu sözüne “töbe de yavu,
sabah dabah günaha giriyon” diye tepki verince Nuri kahkaha attı.
Çünkü onun öyle şeytan, meytan aklı pek
kesmezdi. O ‘şeytan’ dendi mi aklına genelevinde dost tuttuğu; onun iflahını
kesip pabucunu eline veren Ajda geliyordu. Asıl adı Sultan’dı, Mersin’liydi.
Çok güzel afet bir şeydi. Nuri’yi dost tutunca onun iflahını kesmiş esrar,
eroin, hap ne varsa onu alıştırmıştı. En sonunda çaptan düşünce de götüne bir
tekme vurmuştu. Haliyle Nuri neye uğradığını şaşırmıştı. Sonra kadını görmek
için çok dolaşmıştı; ama Ajda çalıştığı evin kraliçesiydi. O evin fedailerine
Nuri’yi bir güzel dövdürmüştü. O dayak sırasında Nuri hareketsiz kalınca onu
dövenler öldü zannedip götürüp bir çöplüğe atmışlardı. Çöplerden işe yarar bir
şey bulmak için eşinen birileri Nuri’yi bulup Hastaneye götürmüştü. Nuri uzunca
süre o hastanede tedavi görmüştü. Kamburluğunun asıl sebebi o yediği dayak
sırasında kırılan omurları ve kaburgasıydı. Hastanede polisler Nuri kendine
gelince “sana bunu kim yaptı? Kim dövdü?” diye çok sormuş sıkıştırmış, ama o
kendini dövenleri hiç ele vermemişti. Çünkü birilerini şikayet etme gibi adedi
yoktu. Biriyle bir hesabı olursa hesabını kendi görürdü. Şimdi de hem kendini
dövenlerden, hem de onları üstüne salan Ajda’dan kendi hesap sormayı düşündüğü
için, polislere kendisini kimin dövdüğünü bilmediğini söylemişti. Bu ifadesinde
de ısrar etmişti. Polisler bu ifadeye inanmamıştı, ama ellerinden gelen bir şey
yoktu. Yalnız onun böyle dövülmesinde mafya ilişkileri var düşüncesiyle onu
hastaneden çıktıktan sonra çok takip etmişler, sonra takipten vaz geçmişlerdi.
Tabi Nuri’de polislerin kendini takip
ettiğini fark edince, intikam almayı geciktirmişti. Bu sırada Halim’le tanışıp
Halim’in sağlam biri olduğunu anlayınca, samimiyeti de artınca bundan
bahsetmişti. Halim’de Nuri’yi böyle “feleği kaymış” çaresiz görünce “sen canını
sıkma bizim oğlan. Az sabret bi plan yapıp senin intikamını alırız. Öyle
bıçağa, mıçağa gerek yok bunlar yeter” diye balyoz gibi yumruklarını
göstermişti. Nuri bu nedenle intikamını Halim’le, daha doğrusu Halim’in
pençeleriyle alacağına ikna olmuş yüreğine su serpilmişti. Artık iş yalnızca
plan yapıp uygulamaya gelmişti.
İşte bu sırada Metin’in pansiyondaki
öğrenciler tarafından “seni evlendirelim” diye tiye alması ve Metin’in bunu
inanıp köye giderek anacına evleneceğini söyleyip, tarla sattırıp gelmesiyle
ortaya çıkan zor durumu halletmek icap edince Nuri’nin intikam planı
ertelenmişti.
Nuri “boş ver gardaş. Biliyorsun benim
şeytan öteki bütün şeytanların pabucunu dama atar” dedi. Halim, Nuri’nin yine
Ajda’yı hatırlayıp efkarlanmasından endişe ettiği için başıyla nargileyi işaret
ederek “hayrola içinde bişey var mı?” diye araya laf karıştırmak istedi. Nuri
kaçın kurası? Halim’in onu düşündüğünden “kaçak güreş attığını” fark etmişti.
“Çevir gazı yanmasın değil mi? Halim gardaşım. İçine sağlam bi kelle koydurdum,
çeksene diye” Halim’e nargilenin marpucunu uzatıp “bi fırt çeksene” dedi. Halim
ateşin üstüne oturmuş gibi ayağa fırladı. “Töbe bizim oğlan ben o zıkkımı hiç
elime sürmedim” dedi. Nuri “hiç mi?” dedi. Halim “hiç” dedi. Nuri gırgırına
Halim’e bi nefes al diye ısrar ediyor, Halim “töbe olmaz, billah olmaz” diye
Nuri’nin teklifini gerçek sanıp, hop oturup hop kalkıyordu. O sırada kahveye
tek tük nargile içmeye gelenler, otellerden çıkan garsonlar onlara ilgiyle
bakıyordu. Çünkü kamburu çıkmış ufak tefek bir adam elinde nargile marpucu ayı
gibi birini hop oturup hop kaldırıyor; arada bir kahkaha atıyordu.
Tabi Nuri’yle Halim onların kendilerini
tiyatro seyreder gibi seyrettiğini fark etmiyordu. Nuri sonunda yorulup Halim’e
“gel otur ben sana takılıyorum. Valla içinde bişey yok, yalnız tömbeki” diye
ısrar edince Halim sakinleşti. “Eyi arkıdeş, ben sene marak edip goşup gelen,
sen benle dalgı geç” diye sitem etti. Nuri özür dileyip Halim’i ısrarla bir çay
içmeye ikna etti.
Bu sırada onları seyredenler de kendi dalgalarına
döndüler. Garson Halim’e çayı getirip verdi. Halim garsona “birader saat kaç
acıba” dedi. Garson “sekize geliyor abicim” deyince Halim tekrar oturduğu yerde
sıçradı. Az kalsın elindeki çay bardağı düşecekti. Bereket elleri çok büyüktü.
Halim garsona “essah mı deyon?” dedi. Garson bu soruya gülerek “essah deyon az
önce baktıydım” deyince Halim çayı bir dikişte içti. Tabi bu arada ağzı da
yandı; ama o aldırmadı. Nuri’ye “eferin bizim oğlan, az galsın beni işimden,
gaydımdan ediyodun” diyerek fırladı. “Hadi bene eyvallah akşama görüşürüz” dedi
gitti.
Nuri arkasından elini sallarken, orada
bekleyen garson önceden tanıdığı Nuri’ye “abi nerden buldun bu hanzoyu?”
deyince Nuri biraz bozuldu. Ama bu garson eski tanıdığı olduğu için sadece
“hop, bir da arkadaşıma hanzo deme. Sen onun görünüşüne aldanma. Adamın kıralı
o. Tam iki cinayeti var. Hapisten yeni çıktı infazı falan da yok ona göre”
dedi.
Garson bunları duyunca korkudan ağzı
uçuklayacaktı. Nuri’ye “tövbe abi, bi da hayatta ağzıma almam” deyip oradan
çabuk kaçtı.
Giderken içinden “ayıya saate bakmadan
söyledim, inşallah bi maraza çıkmaz” diye geçiriyordu.
Nuri da garsonun ardından bakıp “bunlar da
delikanlı olacak, iki sözle arazi oldu hırbo” dedi ve nargileyi içmeye devam
etti.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder