28 Kasım 2016 Pazartesi

HALİM SELİM romanımdan yedinci bölüm.



Kalktı gerneşti. “Vakit emme çabık geçmiş, nerdeyse akşam olmuş” dedi. Bunları düşünürken görevini biraz aksatmıştı. Bu aklına geldi. ‘Adam sende, zaten gelen giden olmadı. Oguda gaytarma olucek’ diye söylendi. Patronun odasına bir göz gezdirdi. Her şey yerli yerindeydi. Tuvalete gidecekti güldü “şindi yine ayaklan üstüne dökdürcen; git adam gibi pansiyonda sıyrıl, soykulan nedcesen et” dedi. Prostatı yüzünden eskisi gibi ‘çöydüremediğinden’ iş hanının tuvaletini kullanmak istemiyor kendiyle dalga geçiyordu. ‘Bu saattan sonra gelen olmaz’ deyip kapıyı kilitledi; asansöre binip aşağı indi.

 

Onu sabahleyin güler yüzlü selam verirken gören aşcı ve pastaneci onun yüzüne bir şey söyleyecekmiş gibi bakıyordu. Onlara hiç pas vermeden yanlarından onların ‘buna ne oluyor böyle yahu? Sabah başka, akşam başka’ diye şaşkın bakışlarına cibciddi bakarak geçip pansiyona yollandı.

 

Önce ciğerciye uğrayacaktı. Ama dürümü geç yemiş, fazla acıkmamıştı. Sabahleyin “akşam bunu bi takip etmeli” dediği Tombalacı Nuri aklına geldi. “Bizim ağa nerde bir bakam” dedi. Sonra biraz daha sıkıştığı için önce pansiyona, doğru onun tuvaletine gitti. Düşündüğü gibi ‘çemrenip çömeşti.’ Bekle Allah bekle. Çok az işiyebildiği için kızdı. ‘Dibinden kesip adcen şunu, belkim ozuman rahadların’ deyip kalktı. Orada kendine merakla bakan katibe önce “ne bakıyon hiç porosdatlı ıısan görmedin mi?” diye çıkıştı; sonra güldü “şaka şaka” dedi ve Tombalacı Nuri’yi sordu. Katip merakından Halim’in kendince yaptığı şakayı anlayamamıştı “az önce çıkıp gitti, hayrola ne olucedi?” diye merakla sordu, ama içinden ‘ulan yine azına mukayyet olumadın. Sana ne Tombılacıdan’ diye kendine kızarken Halim’in az önce “ne bakıyon heç porosdatlı görmedin mi?” diye sorduğu aklına gelince ona acımıştı. Çünkü kendi babasının prostat kanserinden öldüğü aklına gelmişti.

 

Bu sırada Halim katip “hayrola ne olucedi” diye sorunca kızmış ‘sene ne, sene hesap mı vericen?’ diyecekti; içinden ‘aşam aşam galp gırıp şeytanı sevindirmiyen” deyip, kendini tuttu. “Hiç öyle sorduydum” dedi.

 

Çünkü ninesi ona “varı yoğa onun bunun galbini gırıb şeytanı sevindirme. Çünküm Cenabı Allah’ın cennedden govduğu şeytan ‘şindi ben netcen?’ deyince. Cenabı Allah ben sene insanlamı saptırıp birbirine düşürme işini veriyon. Adem’i gandırıp, almayı yedirdin; emme sıkıyosa insanlamı saptırıp, birbirlene düşür de gören demiş. Onun için galp gırıp şeytanı sevindirme” demişti.  Halim “iyi ninecim de ben kimsiye bi naf demecen mi?” diye sorunca ninesi “a benim bubası gılıklı goca gafalı tosun oğlum. Heç öyle olur mu? Elbette yeri gelip hak eden biri olursa elbet onun haddini bildircen. Çünküm hadsize haddini bildirmek, öksüze ipek gaftan geydirmek gadar sevabdır. Onu yeri gelince yapıcen” dediğinde Halim “ninecim ben yeri geldini nası bilicen?” diye sorunca da “tosun oğlum; her suvalın cuvabı lubbudak bilinmez. İnsan bazı suvalın cuvabını yaşıya yaşıya öğrenir. Onun için seni de ‘nasıl had bildirilir?’ hayat sene haddini bildire bildire öğredir. Yeterki sen öğrencek ol. Çünküm anlıyana sivrisinek vızıltısı çok gelirmiş. Anlımıyana da davıl zurnu az gelirmiş, benden söylümesi buguda. Azcık da sen yaşıyı yaşıyı öğren” demişti. Bunlar aklına gelince içinden “yattın yer işallah cennet mekan olur ninecim” diye söylenip; Tombalacı Nuri’yi aramak için pansiyondan çıkıp gitti.

 

Katip Halim’in içinden ninesine rahmet okurken dudaklarının kıpırdadığını görünce ‘şimdi hapı yuttuk’ deyip; Halim’in kendine kızıp söylendiğini sanıp “kusura bakma bizim oğlan, ben laf olsun diye ‘nolcedi?’ dedim. Yoksa benim üstüme vazife değil, hem benim babam da senin gibi purosdatlıydı” diyecekti; ama Halim çoktan uzaklaşmıştı.

 

Katip bir daha kendini tutup vara yoğa lafa karışmayacağını kendi kendine söz verirken; Halim çoktan Osman’ın meyhaneye varmıştı. Nuri’yi aramaya oradan başlayıp sırasıyla bütün meyhaneleri dolaşacaktı. Osman’ın meyhaneye baktı yoktu. Orada gördüğü bir tanıdığına Nuri’yi sordu. O tanıdık “Nuri dün gece burası kapanana kadar buradaydı. Bu gün görmedim. Sen onu Dostlar meyhanesine, bir de kukuriççi Necmiye bak” demişti. Halim tanıdık lafı uzatınca “herhalde biz de biliyozdur orulara bakılceni” deyip; Osman’ın oradan çıktı.

 

Tanıdık arkasından; ama hafif sesle “ayı, adam gibi tarif edik; bizde biliyozdur diye bozup atdı. Bunun böylesine iyilik yarımaz” diye söylendi. Bir daha kimseye bir iyilik yapmamaya karar verdi.

 

Halim o tanıdığı unutmuştu bile. Yolu üzerindeki Kukuriççi Fikri’ye bakacaktı. İçerde herkes ‘göt göte tıkış depiş’ demleniyordu. “Mübarekle bu saatde doluşmuş” diye söylendi içeri giremeyeceğini anladı. Kapının hemen içinde birini gördü. O adam sıska bir şeydi. El etti, adam hemen çıkıp geldi “buyur abi” dedi. Halim “bizimoğlan sen Tombulacı Nuri’yi tanıyon mu?” dedi. O sıska adam “hani şu gamburu çıkıp feleği gayık adam mı?” dedi. Halim o adamın Nuri için kambur neyse de “feleğigayık” demesine çok içerlemişti. İçinden ‘sabırlı ol oğlum, hemen parlıma’ diye kendini sakinleştirirken; adama “netcen sen elalemim felenin gayıklına, bak bakam yukarlada var mı?” dedi.

 

Adam yanlış bir laf edip Halim’i kızdırdığını anladı. Yalnız söylediği lafın neresi yanlış onu anlamamıştı. “Emrin olur abiycim, ordaysa ne yapayım?” dedi.

 

Halim adama baktı, Nuri için “ordeyse, dut getir” diyecekti. Vazgeçti, Nuri kambur falan olsa da bu adamın zorla getiremiyeceği kadar güçlüydü. “Sen bak ordese, heç bişe yapma gel bene habar ver” dedi. Adam fırladı yukarıya çıktı. Çıkarken ‘ayı, ordese habar vercekmişim. Daha konuşmasını bilmiyor, ama ayı gibi olduğu için adam yerine geçiyor’ diye söyleniyordu. Böyle söylenerek yukarı çıktı baktı şöyle, Nuri yoktu. Aşağı pire gibi indi “yok beyabiciğim başka bir emrin var mı?” dedi. Halim “sağ ol bizim oğlan” dedi. Dostlar meyhanesine yöneldi.

 

Orada içeri girince içerideki herkes adeta koro halinde “ooo! Buyur beyim” dediler. İçerisi ‘vağıl, vuğul’ arı kovanı gibi uğulduyordu. Ona “ooo! Buyur beyim” diyenler o cevap vermeden kendi muhabbetlerine dönmüştü.

 

Baktı tombalacı Nuri en köşede yönü duvara, arkası kapıya dönük oturuyordu. Yanında bitbazarcı Metin vardı. “Ooo! Buyur beyim” diyenlere elini göğsüne götürüp “afiyet olsun beyle” dedi; köşedeki Nuri’nin yanına yöneldi. Nuri’yle Metin çok koyu bir sohbete dalmıştı. Önlerinde boşalmış bir şarap şişesi vardı. Yanlarına varınca kocaman ellerini birbirine vurup “afiyet olsun beyler!!” dedi. Ellerini birbirine vurunca çıkan ses ve “afiyet olsun beyler!!” diye bağırışına, meyhanedeki herkes duyup irkilmişti. Yalnız Nuri’yle Metin oralı olmamıştı. Halim buna biraz bozuldu. “Hoop! Beyler, nerilere daldınız yine?” dedi. Bu sefer Halim eğilip Nuri’yle Metin’in kulak dibinde bunu söylemişti. Her ikisi de başını çevirip Halim’e bakıp; “buyur” deyip önlerine dönmüştü.

 

Bu sırada Halim’in bağırmasıyla irkilenler Nuri ve Metin’e ‘nasıl çocuklar vahşi hayvanların kafeslerinin içine korkusuzca girip çıkan vahşi hayvan terbiyecilerine hayran hayran bakarsa’ hayran hayran bakıyordu. Boru mu? Onların hep korkuyla baktıkları Halim’den Nuri ve Metin hiç korkmamış ‘nopnormal bir şey miş gibi’ sadece “buyur” demişti.

 

Halim bunların farkında değildi; yanlarına oturdu “ne o beyler erkenden ne bu?” dedi. Hem Nuri, hem de Metin birlikte ellerini salladı. Nuri “koyver rahvan gitsin” dedi. Halim güldü “rahfan gidicek de, nalı düşmüş topallıyor” dedi. Her üçüde bu söze kahkahayla güldü.

 

O sırada meyhanedeki diğer muhabbetçiler çoktan kendi dalgalarına dönmüştü. Zaten bu insanların tepkisi hep böyledir. Korkuları, sevinçleri anlıktır. Tanıyışları bile öyledir. Çabuk unuturlar. Çünkü hep anlık yaşarlar. Yaşamları ‘bu gün var, yarın yok’ gibidir. Hepsinin sonu aşağı yukarı aynıdır. ‘Bir gün, bir yerde kıvrılıp kalmak’. Çoğunun kimi, kimsesi olmadığı için; belediye görevlileri onlar ölünce onları alıp sessizce kimsesizler mezarlığına gömerler. Sonra onları kimse hatırlamaz. Hayatları hep bir varmış, bir yokmuş gibidir. Siz şimdi ‘herkes için bir varmış, bir yokmuş değil mi?’ diyeceksiniz. Değil, normal hayat yaşayan varlıkları bilinen insanlar da elbet ölünce “bir varmış, bir yokmuş” olacak; ama onları bir tanıyan, hatırlayan olacaktır. Ama bunlar hiç yaşamadan varlıkları, yoklukları bilinmeden yaşayan; varken bile yokmuş farz edilen insanlar. Hiç bilinmeden tanınmadan; ama hiç kimse için kötü düşünmeden, kendi yarattıkları cehennem veya kırıntılar halinde arada bir yaşadıkları cennetlerinde yaşayıp, sessizce kimse bilmeden yok olup giderler.

 

Pekii “Halim’le, Nuri ve Metin ne oluyor? Onların dostlukları niye anlık değil?” diye sorarsanız; onun da cevabı hazır. Biz, dostlar meyhanesi müdavimlerinin birçoğu ve onun gibiler için böyle dedik.

 

Halim’in yaşamını biraz öğrendiniz. Nuri’yle Metin’i biraz daha tanıyacaksınız. Onlar o anlık dostluk ve ilişkileri yaşaya yaşaya biraz direnç kazanmış, farklı insanlar. Farkları olduğu için ben onları, özellikle Halim SELİM’i diğer sıradan insanlardan ayırıp hikayemin kahramanı yaptım.

 

Neyse konumuz o değil, yeri geldiği için kısaca değindik. Asıl konumuza dönelim. Üçü birlikte biraz güldükten sonra Halim Nuri’ye “ne bu gardaş böyle, sen canından mı bezdin?” dedi. Metin’e “sene noluyor Metin gardaş? Sen de buna mı uydun? Ne bu haliniz?” diye yürekten üzüldüğü belli bir şekilde sordu. Her ikisi de ‘boş ver!’ der gibi ellerini salladı. Ve sanki sözleşmiş gibi her ikisi de şarap dolu bardaklarını alıp diktiler. Halim ikisine de şaşkın bakıyordu. O sabahleyin Nuri için ‘şunun gulağını bi çekmeli’ diye söylenmiş ve onu aramaya çıkmıştı. Karşısına Metin’de Nuri gibi dertli çıkmıştı. İçinden ‘noluyor bunlara yavu?’ diye söylenirken “arkıdeşle tamam bi derdiniz var. Emme bunun çaresi içip içip zıvıtmak mı Allah aşkına? Ayıp ediyosunuz. Biz burlura heç yakışıyomuyuz? Ayıp, iş güç sahabı insanlarız” dedi.

 

Öyle ya! Nuri yıllardır tombalacılık işi yapıyor, Metin’de bit bazarında ayakçılık işini yapıyordu. Kendinin işini de siz biliyorsunuz. Halim gerçi ara sıra buraya takılırdı, ama kendini bilen adamdı. Parası az olunca ayakta bir bardak şarabı diker, çıkardı. Allah için kimse onu burada öyle yayılmış içerken göremezdi. Çünkü patronu ona her zaman “sen benim gibi bi adamın adamısın, ağırlını hiç yehniltmicen. Eğer pansiyonun oralada bi yehniliğini duyayım, hiç gözünün yaşına bakmam, kapının önüne koyarım” diyordu.

 

Aslında bunu Halim’i, Halim’in onurunu düşündüğü için söylemiyordu. Halim buralarda içip bir suç işleyip hapise girerse Halim’i kaybetmiş olacaktı. Bir de Halim öyle serkeş olursa, gelip gidene karşı Halil’e yüklediği misyon zedelenecekti. Çünkü hiçbir patron fedaisinin ağırlığını “yehneltip” ayağa düşüp çevresine yaydığı korkuyla karışık saygıyı kaybetmesini istemezdi.

 

Zaten herkes her şeyi bir amaçla düşünür ve yapar. İnsanı hayvandan ayıran özellik buymuş. Ama konumuz o değil.

 

Neyse; Halim “biz burlara hiç yakışıyomuz? Hepimiz iş, güç sahabı insanlarız” deyince, Nuri Metin’i göstererek “ağanın derdi büyük, onu dertleşiyorduk” dedi. Halim de yanlarına oturdu. “Neymiş Metin gardaşın derdi?” dedi. Nuri “Metin tufaya gelmiş. Buna seni everelim diyen o hırbolar, bunlan dalga geçiyormuş” dedi. Halim de bunu bir şekilde öğrenmiş, münasip bir şekilde Metin’e anlatıp, teselli etmeyi düşünüyordu. Şimdi Metin’in bunu bildiğini Nuri söyleyince, “yok canım olur mu öyle şey? Metin’le dalgı geçtikleri falan yok. Temizlikçi kadın bile öyle deyo. O iş ciddiymiş” deyince, Metin’in içinde yine umut belirmişti. Halim’e “hadi ya, doğru mu söylüyon? Hakkedden o işin aslı var mıymış?” dedi.

 

Nuri’de şaşırmıştı. Halim’e baktı. Halim Nuri’ye göz etti, Metin’in omzuna kocaman elini koydu “sen bene güven, o işin aslı var. Gençler bene ‘o iş birden olmaz, yavaş yavaş olur’ dedile. Çünküm gız bi evin tek gızıymış. Hemen meh deyip vermezlemiş. Çünküm henüz bubacının habarı yoğumuş. Ona alışdıra alışdıra söylüceklemiş. Yoğusam yenge senin resmi görünce çok beğenmiş, töbosun doğru” dedi.

 

Nuri de şaşırmış ve inanmış; yalnız Halim’in kendine niye göz ettiğini anlamamıştı. Halim içinden kendine ‘bu gadar yalanı emme uydurdum ha. Valla benden korkulur” diye söyleniyordu. Bu arada ‘töbosun’ dediği aklına geldi. İçinden ‘ulan gençler, beni durdum yerde, hem yalan söylediniz. Hemi de yalan yere yemin eddirdiniz. Alıceniz olsun’ diye öğrencilere kızıyordu. Metin’in umutlandığını, Nuri’nin de Metin’in umutlandığını görünce; kendi derdini unuttuğunu gören Halim içinden ‘olsun vasın. Dertli birini mutlu etmek için söylünen yalan günah değildir. Çünküm ninecim insana faydalı yalan; bırak günah olmayı, sevabdır bile dediydi’ diye düşünmüş öğrencilere öfkesi azalmıştı. Yalnız onlarla birlikte onların söylediği bu yalanın Metin’i daha fazla üzmemesi için bir çare bulacaktı. “Haden bakam beylee. Şarabınız bitmiş, kalkıp gidem. Azcık da galırsanız gurtlancesiniz” deyip onları biraz da zorlayıp kaldırdı.

 

Birlikte çıkarken kalanlara “muabbetiniz bol osun beylee“ deyip Dostlar meyhanesinden çıktılar.

 

Halim meyhanede kalanlara ‘muabbetiniz bol olsun beyle’ derken içinden ‘sizi de Allah gurtarsın’ diye geçirip onlara acıyordu. Çünkü çok şükür kendi öyle alkolik değildi. İşi gücü yatacak yeri de vardı. Nerdeyse hafta bitmiş kasada otuz lirası ve yarından sonra patronu belki verirse ki; o gün olmasa da nasıl olsa en geç Pazartesi verirdi. O gün otuz lira verirse toplam altmış, belki de elli lira verirse o zaman toplam seksen lirası olacaktı. ‘Bu zamanda bu kadar para kimde vardı?’ Bunları düşündü  ve Nuri’yle Metin’i önüne katıp yürüdü.

 

Ciğercinin önünden geçerken “beyler açsanız bişeyle ısmarlıyen. Ben az tokun; afidersiniz öğlen dürümü biraz geç yedim de” dedi. Sonra “parası için düşünmen kasıda param va çeker gelirin”dedi. Nuri ve Metin birlikte “sağol birader, biz az önce zıkkımlanırken bişeyler yedik” dedi, birlikte pansiyona yöneldi.

 

Halim ciğerciye ‘hayırlı işle patron’ deyip geçerlerken Halim’in Hasan ve Metin’e ‘parasını düşünmen, kasıda param va gide alır gelirin’ dediğini ciğerci duymuştu. İçinden ‘ayı veresiye ciğer yerken paralanmış ona buna ısmarlımaya kalkıyor, parası varımış’ diye söylenirken ‘acaba doğru mu söylüyor? Acaba kasada kaç parası var?’ diye içinden geçiriyordu. Bir fırsatını bulunca pansiyon katipine sormaya karar verip rahatladı.

 

O bunları düşünürken Halim, Nuri ve Metin çoktan pansiyona varmıştı. Pansiyonun önünde Metin’e ‘sana kız bulduk’ diye işleten öğrencilerden biri vardı. Bunları karşıdan görünce “ooo üç kafadar buluşmuşsunuz. Hayrola nereden böyle ağabeyler?” dedi. Her üçü de öğrencinin selamını aldı.

 

Halim içinden ‘yavu herkes bene çekinirek bakıyo. Bu hergilile hiç dakmeyo. Arada bi benle dalga bile geçiyo, helal olsun valla. Eee okumanın faydası ogudar olucek’ diye geçiriyordu. Ama Metin’i yatıştırmak için bir yardım etmesinler ‘çarklarına sıçıcektı.’ Halim bu düşüncelerle, Metin yeniden evlenme umudunu taşıyarak, Nuri’de feleğe kahretmiş pisikolojiyle gelip öğrencinin yanındaki sandalyelere oturdu. Birer çay içtiler. Çayları Halim ısmarladı. Hem Nuri, hem Metin kafaları iyi olduğundan yatmak için izin isteyip içeri girdiler.

 

Halim hem kendine, hem öğrenciye birer çay daha ısmarladı. Cebinde on lira bulunca aldığı sigaradan hala altı tek sigara vardı. Birini öğrenciye verdi, birini de kendi yaktı. Öğrenciye “anlad bakam bizim oğlan” dedi. Öğrenci “ne anlatayım ağabey, dersler” diyordu. Halim “bırak şindi dersi. Bu Metin nolcek?” dedi. Öğrenci “ne olacak ağabey? Metin ağabeyle biraz kafa bulduk. Ona gerçeği anlatırız olur biter, şaka bu” dedi. Halim “eşşek şakası tabi” dedi. Öğrenci biraz şaşırmıştı. Halim devam etti “tabi sizce hava hoş. Her gün birbirinizi işledip duruyosunuz. Emme adam sizi inandı, gidip anasına evlencez deyip tarla sattırmış. O nolcek peki?” dedi.

 

Öğrenci Metin’in gidip annesine evleneceğim diyerek tarla sattırdığını bilmiyordu. Gerçi buna benzer bir şey duymuş ama ‘yok canım’ deyip inanmamıştı. Şimdi Halim biraz da sitem ederek söyleyince “hadi ya, vallahi bilmiyordum. Biz onunla şaka yapalım diye öyle takılmıştık, demek ciddiye almış” diye şaşkınlıkla söylendi. Halim “tabi oğlum sizce hava hoş. Evlenmek, boşanmak sizin için çocuk oyuncağı. Çünküm ekmek elden su gölden bubanızın parasıyla okurken insanlarıla böyle eğlenip vakıt geçirisiniz. Emme bizim için, hadi bene neyse yaşıcemi yaşadım. Her şeyi gördüm, görücem bişe galmadı. Beni geç; emme Metin için hala içinde bi umud, bi yuva umudu varıdı. Siz dalgı geşcen derken adamın o umdunun içine sıçtınız” dedi.

 

Öğrenci daha şaşırmıştı. “Vallahi bilmiyordum. Ben Metin ağabeyin bunu bu kadar ciddiye aldığını hiç düşünemedim. Ne ben, ne de arkadaşlar bunu yalnız şaka olsun diye takılmak için yaptık” dedi. Halim “eyi halt ettiniz. Şimdi ayıklan bakam pirincin daşını” dedi. Öğrenciye onları meyhanede gördüğünü, Metin’in kandırıldığı için moralinin çok bozuk olduğunu ve belki intihar bile edebileceğini söyledi. Sonra kendisinin Metin’i teskin etmek için yalan söylediğini, evlenme işinin gerçek olduğunu, bunu Metin’e yemin ederek söylediğini, yemininin vebalinin onun ve arkadaşlarının boynuna olduğunu, söylediği yalana Nuri’nin bile inandığını söyledi ve “bu pisliği birlikte temizlecez” dedi.

 

Öğrenci şaşkınlık ve korkuyla “nasıl yapacağız ağabey?” dedi. Halim “şindi kimsiye bu işi dalgı geçmek için yaptık demeceniz. Ben söylecedim göremedim. Temizlikçi kadına da öyle tembih etceniz. Çaycıyla, katibe ben tembih ederin. Öteki arkıdeşlenle berabar bi plan hazırlıcez, tereyandan kıl çeker gibi bu işi Metin bi zarar görmüden halledicez” dedi.

 

Öğrenci biraz daha şaşırıp korkmuştu. “Tamam ağabey sen iyi düşünmüşsün, tam öyle hareket edelim” deyip, arkadaşlarıyla buluşup bunu anlatmak için gitti.

 

Giderken içinden Halim için ‘ayı gibi hem de zır cahil biri, ama kafası iyi çalışıyor. Bunun dediği gibi davranırsak bu işin altından kalkarız’ diye geçirirken ‘zevzekliğimizden cahil bir adamın yönetimine muhtaç kaldık’  diye hayıflanıyordu.

 

Halim de pansiyona girdi. Katip yalnız yerinde oturuyordu. Çaycıyı da çağırdı. Çaycı gelince katiple çaycıya “şindi size bişe tembih edicen. Soru sormak yok. Söylücem şeye harfiyen uycesiniz. Uymuyanın gafasını şöyle goparırın” dedi. Nasıl kafa koparacağını koca elleriyle tarif ederken eline aldığı bankın üstünde duran, kimin oraya koyduğunu bilmediği kalınca bir sopayı tutup kırmıştı. Hem katip hem de çaycı dehşetle Halim’e bakıyor ve söyleyeceği şeyi merak ediyordu. Halim biraz kısık sesle “bakın bit bazarcı Metin’le veya bi başkasıyla Metin hakkında heç bişe gonuşmeceniz, tamam mı?” dedi. Hem katip hem de çaycı yasaklanan şeyi biliyordu. İkisi de öğrencilerin Metin’in işlettiğini biliyordu. Metin köyden gelince dalga geçmeye hazırlanıyorlardı. Hatta çaycı, Metin’e o işin aslı olmadığını hafif çıtladınca Metin efkarlanıp Nuri’yle Dostlar meyhanesine gitmişti. Çaycı, Halim’in bunu bilmediğini anlayınca rahatladı. Sonra Metin’e bu konuyu açtığından katipin haberi olmadığını anlayınca daha rahatladı. Katip ve çaycı ikisi birden ‘tamam abi mıg’ deyip dudaklarını parmaklarıyla örtüp Halim’e o konuda ağızlarını tutacakları sözünü verdi. Her ikisi de sözünde durdu. Çünkü Halim onlara; dediğini yapmazlarsa nasıl kafalarını kıracağını gösterirken, koca sopayı çöp gibi kırınca ödleri kopmuştu. Halim onlara bu ikazı yaptı. Gidip çeyrek ekmeğe ciğer yaptırıp yemeyi düşündü. İçinden ‘oğlum yiye yiye şişip ayı gibi oldun, ha bu gün yemeve’ dedi, odasına girdi. Soyundu, gidip ayaklarını yıkadı. ‘Çöydürcekti. Şindi üç, dört damla için uğraşıb durmeyen’ dedi gidip yatağa uzandı. Nuri daha önce girip yatmış çoktan horlamaya başlamıştı. Halim ‘yuh emme horleyo, sankim gök gürleyo gibi’ dedi.

 

Tabi kendinin ‘ayı gibi, aslan gibi’ hafif homurtuyla kükreme karışımı horladığını bilmiyordu. Tavana bakıp düşünmeye başladı. Askere gidene kadar yaşadıklarını, askerliği, o yıllarda yaşadıklarını, tanıdığı insanları düşündü. Hapislik yıllarını sanki unutmak istermiş gibi hızla geçiyordu. Sonrasını, terhis oluşunu, o olayı, hapisliği, sonra buraya geldikten sonra yaşadıklarını, burada tanıdığı başta patron olmak, üzere diğerlerini hızla düşünüyordu. Cahil kaba saba biriydi; ama daha öncede yazdığım gibi, aslında çok naif hassas ve sürekli çevresini görerek, duyarak gözleyen biriydi. Şimdi aklına bu öğrencilerin yaptığı ‘eşek şakası’ ve bu şakanın, arkadaşı Bitpazarcı Metin’de yaptığı tahribatı geldi.

 

Aslında şaşırmıyordu. Yıllardır tanıdığı insanların çok büyük çoğunluğunun sürekli birbirinin kuyusunu kazarak, birbirinin dedikodusunu yaparak karşısındakinin mutsuzluğundan, kendilerinin mutlu olup yaşamalarına alışmıştı.

 

Nineciği aklına geldi. Yıllar önceydi. Anacığının ölüsünü ahırın önüne gerilen çarşafın öte tarafında yıkadıkları sıraydı. Köyün kadını erkeği eve doluşmuştu. Halim de çok ağlamıştı. Ağlamaktan yorulunca bir de çocuk olduğu için kadınların içine oturmuştu. O sırada kadınların konuşmalarını dinlemişti. Hiç birisi de anacını konuşmuyordu. Sanki ev oturmasına veya düğüne gelmiş gibi gülüşe gülüşe konuşuyorlardı. Kulak kabartıp biraz dinlemişti. Hepsi birbirini, komşusunu, görümcesini, kaynanasını ve buna benzer tanıdığı kişileri çekiştirip, vağıl vuğul konuşuyordu. Bu aklına geldi. Yine bir gün emmisi ona çöplü şeker alıvermişti. O da kahvenin önündeki duvara oturmuş, ayaklarını sallamış çöplü şekerini yiyordu. Bu arada arkasında köyün erkekleri kendi aralarında gülüşe gülüşe konuşuyordu. İçlerinden biri kalkıp gitti. O gidince orada oturan ve kalkıp giden adamın en samimi arkadaşı giden adamın, yani arkadaşının arkasından “ne gahbı döyüstür o. Ne işle çeviriyo; emme anasının şamını görcek bi gün” dediğini duymuştu, bunu hatırladı.

 

Yine bir gün nineciğiyle bir mevlide gitmişlerdi. Orada, nineciğinin biraz ilerisinde o kadınların arasında oturmuştu. Haliyle çocuk olduğu için kızmıyorlardı. Hemen yanında ebenin kızıyla, köy katibinin kızı vardı. Onlar da anneleriyle birlikte gelmişti. Üçü birlikte mevlit dinliyordu. Halim’in bir kulağı da kadınların konuştuklarında idi. O kadınlar da vır vır karşıda oturan öteki mahallenin kadınlarını çekiştiriyordu. Öteki mahallenin kadınları arasında Emine teyzenin eltisi vardı. Emine teyze o eltisini çekiştiriyordu. Halbuki daha dün Halim gözüyle görmüş kulağıyla duymuştu. Emine teyze evine gelen eltisiyle, şimdi yanında eltisini çekiştirdiği kadın için neler konuşmuştu neler. Kadının bir ayağının dışarıda olduğunu falan filan… Burada yazsak çok ayıp kaçacak. Neyse bunlar aklına geldi.

 

Ninesini hatırladı. Nur içinde yatsın nineciğine bir gün bunları anlatıp “ninecim neden böyle? Herkez vır vır, en yakını bile olsa ardından dedikodu yapar?” diye sormuştu. Ninesi de ona gülümsemiş “a benim tosun oğlum, netcekleridi? Bütün görüp bildikleri o. Onları annadıb içlendeki ağıyı akıdıyola” demişti. Halim de “ninecim içlendeki ağıyı akıdıyola deyesun, o ağı onlan içine nası girmiş peki?” deyince ninesi torununun koca kafasına bi şablak atıp “gastacı mı olucen? Ne bu merak? Ağı nerden giricedi? Yaşıyı yaşıyı giriyor” demişti. Halim “ninecim bu ağı herkezin içine girermi? Misal bene de girermi? Sene de ağı girdi mi?” deyince ninesi yine, bu sefer tatlı bir kahkahayla gülüp “dur goca kafalı tosun, az yaveş. Ne bu böyle makineli tüfek gibi… Bu ağı herkeze gire, emme kimisi çabıcık, kimisi acık da geç, bu ağıdan gurtulur” demişti. Halim’in kafası karışmış “İyi ninecim de bu kimisi kim? Öteki kimisi kim?” diye sormuştu.

 

Ninesi torunun hayatla çevresiyle ilgili meraklanmasına sevinmişti; ama sorusu çok karışık olduğundan doğru cevap veremem diye endişelenmişti. Biraz düşündükten sonra “bubası gılıklı akıllı tosunum. Çok zor sordun. Bu gadar şeyi bu yaşda nası akıl ediyon şaşıyom” demişti. Sonra yavaş yavaş ne söyleyeceğini düşüne düşüne “tosun oğlum, insanla yalınız yaşıyırak değil; yaşadıklanın da farkına varıb kimisi başını gözünü yara yara kimisi de gezip görüp bilgisini, görgüsünü artırıb da çok annadıcek gonuşucek bişeyle öğrendikçe içlendeki ağıyı dışarı akıtmıdan gendi içlende eridip bitirile. İşde ozman dilini götüne sokup, oturup kakmasını öğrene. Zaten onu öğrenmesse ne kendi dirlik görür? Ne de başkasını dirlik verir?” diye Halim’in sorusunu cevaplamış; ama iyi yorulmuştu. Halim’in kafasına bir şaplak daha atıp “sen benim heç kimseyi çekiştirdimi gördün mü?” demişti. Halim “ninecim görmedim de ondan sene soruyon ya” deyince, yine gülerek “sen bu nineciğin yediği haltları bi bilsen şaşar galırsın. Ben de durub durub içimdeki ağıyı ona buna akıdırken insanlara az zarar vemedim. Emme şindi duruldum, örendim dilimi götüme sokup oturuyon. Heç merak etme o insanla da, bi gün dilleni götlene sokup otumasını öğrene” demişti.

 

Halim’in bunlar aklına geldi. Kendisi çok küçük yaşta bunları merak edip sorup öğrendiği için kimseye bir zarar vermeden dilini götüne sokup oturmasını öğrenmişti. Bu aklına gelince içine bir sevinç kapladı. Ama bunları düşünürken uykusu geldi. Kalktı elektiriği kapadı. Nuri hala horluyordu. Halim içinden ‘bi dürtsem faydası olur mu?’ diye düşündü, vaz geçti. Gözlerini kapadı. Az sonra o da ayı gibi homurdanarak uyuyordu.

 

Bir süre sonra da bahar yağmuru yine başlamıştı. Hafiften başlayan yağmur az sonra şiddetlendi. Damlaların çinko çatıdaki patırtısı ve gök gürültüsü Nuri ve Halim’in horlamasını bastırmıştı.

 

Halim çok erken uyandı. Zaten dışarıda kuşlar çoktan cıvıldamaya başlamıştı. Kaç sabah erkenden, ezandan önce uyanmış; kuşların cıvıl cıvıl öterken ezan okununca cıvıldamasını kesip daha sonra tek tek öterek dağıldıklarını fark etmişti. Mübarekle ezandan önce kıpırdamaya başlar, önce bir kuş biraz öterdi. Sonra sanki orkestra şefi gibi öteki kuşlara akort verir, ondan sonra hep birlikte koroya başlardı. Bu Halim’in çok hoşuna giderdi. Bu gün de ezandan önce uyanmıştı. Bir süre kuş korosunu dinlemiş; ezan başlayınca kuşların sustuğunu; sonra ezan bitince birer, ikişer öterek sanki işe gider gibi uzaklaştığını hissedince böyle düşünmüştü.

 

O cıvıltıyı ilk duyduğunda bir gün meyhanede dinlediği ‘kuş sesleri ovalara yayılmış’ diye aklında kalan şarkıyı hatırlamıştı.

 

Gerçi köyde çobanlık yaparken de çok kuş cıvıltısı duymuştu. Sabahın esselatında dağda, oralarda duyduğu kuş seslerini çok fark etmemişti. Öyle ya dağ da bayırda olsa olsa kuş sesi, köpek uluması, geceleri de kurt, çakal ulumaları bir de koyunların çan sesleri olur. Ama mapusahanede, avluda havalandırma için çıkınca arada bir havada uçan kuşların sesini ve bu pansiyonda yattığı odanın hemen dışındaki ağaçta tüneyen kuşların sesini dinleyince içi bir çeşit oluyordu. O sesler onu alıyor taa ninesinin ona “bubacığını” anlattığı; anasının zengin evlerinde küllü suyla dağ gibi çamaşırları tek tek elle yıkayıp, sonra tokuçlayıp astığı günlere götürüyordu.

 

Bir gün anası artan küllü su ve sabunla onu yıkamış, hatta bir gün anası onu yıkarken kaynar suyu başından dökmüştü. O da ‘anam anam yandım’ diye bağırmıştı. Anası sefer buz gibi suyu kafasından dökünce çok üşümüştü.

 

Sonra anası ölünce ağlarken ebenin kızı elinden tutup “ağlama” demişti. Yanında da köy katipinin kızı vardı. Şimdi bunları, sonra ninesinin onu kasaba pazarına götürdüğü günleri, orada sıcacık pazar ekmeğinin içine tereyağını, kaymağı yayıp nasıl yediklerini, hele ninesi balcıyla anlaşınca, sıcacık pazar ekmeğinin içine, önce tereyağını bolca yayıp, üstüne de balı yayınca, ne kadar lezzetli olduğunu hatırlamıştı.

 

En mutlu anları yaşadığı yıllar o yıllardı. Bir de ebenin küçük kızıyla köy katipinin küçük kızın rüyasına kuş gibi, kelebek gibi girince onlarla o daldan o dala, o çiçekten o çiçeğe uçup konuşlarını hatırlayınca çok mutlu oluyordu. Bu sabah da erkenden uyanınca bunları hatırlayınca içini sevinç kaplamıştı. Kendini kuş gibi hissediyordu. Bu sırada şişen göbeğine gözü takıldı. “Emme büyük göbem var ha?” dedi. ‘Acıba içinde kaç kilo bok var?’ diye düşündü. Öyle ya insanın göbeğinin içinde olsa olsa bok olurdu. Sonra bütün insanlar aklına geldi. “Misila kukuriççi Fikri’nin oraya veya aşşadaki bazaryerine bi bomba düşse, her taraf emme bok olurdu ha” dedi, aklına prostatı geldi. ‘Bi de barsakla çalışmeseydi, emme kötü olurdu ha. İşde böyle bi yerin kötü olucek ki, iyi yerin gıymatını bilcen’ diye düşündü, yine hemen şükretti. Böyle düşünürken “şu insanlan içi emme pis ha! Ondan ağızlandan hep pis lafla çıkıyor” dedi. “Emme benim ağzımdan da çok pis laf çıkıyo” diye söylendi. Biraz daha düşününce, hem kendinden hem öteki insanlardan tiksindi. Sonra “öyle deyon oğlum; emme cenabı Allah öyle yaradmış” dedi.

 

Ninesi bir gün ona “insanlan bibirine böyle, bok sidik yedirdiğine bakma. O lafla onnan içindeki pislin binde biri bile değil. İnsanla içlendeki pisliği bi akıdmıya gaksa, ortalık kokudan geçilmez,  cehennime dönedi” demiş, Halim’de “iyi ninecim de, insanla o pisliği kenefe çıkarmıyolamı?” deyince, ninesi “a alık oğlum ben ona mı deyon. Benim dedim başka. Hani içlendeki ağı va ya onu deyon. En pislik işde o ağıdır. Onu da içlenden nası atceni, daha önce sene söylediydim” demişti.

 

Nereden nereye, kuş cıvıltısından nereye gelmişti. Ama o hep böyleydi. Aklından neler geçirirdi neler. Gerçi bunların ne ona, ne de kimseye bir faydası yoktu ya neyse. Zaten hapishanede falan böyle düşünürken görenler “böyle düşünüyonda sana ne faydası, bana ne faydası var?” derler; o da “olsun varsın. Ben böyle oyalanıyon. Böyle düşünürken kimsiye bi zararım oluyomu? Yoo. Bu bilem bi faydadır” diye cevap veriyordu.

 

İşte bu düşüncelerle kalktı; bu arada gözü Nuri’nin yatağına ilişti. “Hobbıla bu nizman kalkıp gitti böyle?” dedi. Telaşlandı, çarçabuk giyindi; yüzünü bile yıkamadan dış kapıya geldi. Katip orada uyukluyordu. O saatte karşısında Halim’i görünce “hayırdır işallah, bu ayı rüyamda ne arıyor?” diye söyleniyodu “hayırdır işalla bu a” derken uyandı. “Hayrola bizimoğlan bu saatte noluyor?” diye şaşkınlıkla sordu. Halim onun “hayırdır işallah bu a” diye kesince ‘bu ayı’ diyeceğini anlamıştı, ama anlamamazlıktan geldi. Çünkü Nuri’yi çok merak ediyordu. Katipe “Nuri yok, onu gördün mü?” dedi. Katib Halim’in Nuri’yi merak edince, erkenden böyle telaşla kalktığını anlamıştı. “Gördüm bizim oğlan, şurdan aşağıya gitti” dedi.

 

Halim rahatladı, Nuri meyhaneye değil de caddeye doğru gitmişti. Telaşla o tarafa yöneldi.

 

Katib arkasından “hayret ayı bile sahibini nasıl biliyorsa, bizim ayı da arkıdaşlanı biliyor” dedi, dedi ama bir duyan var mı diye etrafına bakındı. Etrafta kimseyi görmediği için rahatlamıştı. Çaycı daha gelip ocağı açmamıştı. İçinden “sen adam olmazsın oğlum, bu zevzekliğin bi gün senin başına çok iş açıcak ya ozuman akıllanırsın” diye kendine kızıyordu. Tam bu sırada çaycı içeri girmişti. İçinden ‘ucuz gurtuldum’ diye geçirdi. Çünkü çaycı fark etmemişti. Katipe “hayrola bizim oğlan, bizim goca ayı zöm zöm aşşaya gidiyor, bişey mi oldu?” dedi; ama içinden “bizim goca ayı” dediğine pişman olmuş; ama iş işten geçmişti.

 

Neyse katib ve çaycı orada sabah dedikodusunu kaynatırken Halim çoktan caddeye çıkmıştı. Köşedeki kumrucu da çoktan yerini almıştı. Birden karşısında dağ gibi Halim’i görünce “hayırdır işallah” derken Halim ona “bizim oğlan, burdan hafif gambur bi arkıdeş geçti mi?” dedi. Arkadaşına gönlü elvermediği için ‘hafif gambur bi arkıdeş’ demişti. Halbuki Nuri öyle hafif değil, çok kamburdu. Zaten Nuri kamburu çok artıp, herkes ona tepeden bakmaya başlayınca, pek insan içine çıkmıyordu. Sanki hayata küsmüş gibiydi.

 

Kumrucu, Nuri’yi yıllardır tanıyor ve tombalacılık yaptığını biliyordu. Nuri’nin az kıyağını görmemişti. Az önce Nuri yanından geçerken onun gözlerini kan çanağı gibi görünce “hayırdır Nuri abi bi ölen yiten mi var?” demişti. Çünkü Nuri’nin gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş gibiydi. Kumrucu öyle deyince Nuri “var, ben öldüm, ama ağlıyanım yok” diye acı bir espiri yapıp bir kumru almıştı. Hatta kumrucu ondan para bile almamıştı. Halim’e “sen tombulacı Nuri abiyi soruyosan şu tarafa gitti” diye sahil tarafını işaret etti.

 

Kumrucu “hayırdır bişey mi oldu?” dereken Halim çoktan aşağıya, sahile doğru yollanmıştı.

 

Dev gibi adımlarla homurdanarak ilerlerken onu gören orada dükkan önlerinde, kaldırımda sabahlayan bilumum ‘ademoğlu’ korkuyla kenara çekiliyor; ‘kim bu acaba? Kafesinden mi kaçmış? Yoksa tımarhane kaçkını mı?’ diye, kendi hallerine bakmadan Halim’in ardından kah endişe, kah gırgırla söyleniyordu. Halim o hızla sahile vardı. Tam Halim’in düşündüğü gibi Nuri sabahçı kahvesine inmiş, çoktan nargilesini eline almıştı. Önüne de demli bir yarım çay çektirmiş nargile tokurdatıyordu. Halim “helal olsun bizim oğlan sabah sabah bene duz yumurdladdın; emme seni burda bulucemi biliyodum” dedi.

 

Nuri nargileden bir nefes çekip Halim’in yüzüne üfleyip güldü. “Ne yapayım uykum kaçınca soluğu burda aldım” dedi. Halim “senin bu uykuda emme oynak bişeymiş, Hallenin gız gibi ikide bi gaçıyo” dedi. Nuri “o kız da kim?” diye sorunca Halim, “heç bizim orlada bi garı. Kime verdilerise, iki gün durmudan gaçıyodu. En son bi pala dedikleri varıdı. O garıyı o pala epey zabdettiydi emme sonunda gine gaçdıydı. Ninecim o garı için ‘o gız şeytanlara zevdalıymış, ondan gaçıyomuş derdi’ dedi. Nuri güldü “şeytan ağzının tadını biliyormuş desene” dedi. Halim Nuri’nin bu sözüne “töbe de yavu, sabah dabah günaha giriyon” diye tepki verince Nuri kahkaha attı.

 

Çünkü onun öyle şeytan, meytan aklı pek kesmezdi. O ‘şeytan’ dendi mi aklına genelevinde dost tuttuğu; onun iflahını kesip pabucunu eline veren Ajda geliyordu. Asıl adı Sultan’dı, Mersin’liydi. Çok güzel afet bir şeydi. Nuri’yi dost tutunca onun iflahını kesmiş esrar, eroin, hap ne varsa onu alıştırmıştı. En sonunda çaptan düşünce de götüne bir tekme vurmuştu. Haliyle Nuri neye uğradığını şaşırmıştı. Sonra kadını görmek için çok dolaşmıştı; ama Ajda çalıştığı evin kraliçesiydi. O evin fedailerine Nuri’yi bir güzel dövdürmüştü. O dayak sırasında Nuri hareketsiz kalınca onu dövenler öldü zannedip götürüp bir çöplüğe atmışlardı. Çöplerden işe yarar bir şey bulmak için eşinen birileri Nuri’yi bulup Hastaneye götürmüştü. Nuri uzunca süre o hastanede tedavi görmüştü. Kamburluğunun asıl sebebi o yediği dayak sırasında kırılan omurları ve kaburgasıydı. Hastanede polisler Nuri kendine gelince “sana bunu kim yaptı? Kim dövdü?” diye çok sormuş sıkıştırmış, ama o kendini dövenleri hiç ele vermemişti. Çünkü birilerini şikayet etme gibi adedi yoktu. Biriyle bir hesabı olursa hesabını kendi görürdü. Şimdi de hem kendini dövenlerden, hem de onları üstüne salan Ajda’dan kendi hesap sormayı düşündüğü için, polislere kendisini kimin dövdüğünü bilmediğini söylemişti. Bu ifadesinde de ısrar etmişti. Polisler bu ifadeye inanmamıştı, ama ellerinden gelen bir şey yoktu. Yalnız onun böyle dövülmesinde mafya ilişkileri var düşüncesiyle onu hastaneden çıktıktan sonra çok takip etmişler, sonra takipten vaz geçmişlerdi.

 

Tabi Nuri’de polislerin kendini takip ettiğini fark edince, intikam almayı geciktirmişti. Bu sırada Halim’le tanışıp Halim’in sağlam biri olduğunu anlayınca, samimiyeti de artınca bundan bahsetmişti. Halim’de Nuri’yi böyle “feleği kaymış” çaresiz görünce “sen canını sıkma bizim oğlan. Az sabret bi plan yapıp senin intikamını alırız. Öyle bıçağa, mıçağa gerek yok bunlar yeter” diye balyoz gibi yumruklarını göstermişti. Nuri bu nedenle intikamını Halim’le, daha doğrusu Halim’in pençeleriyle alacağına ikna olmuş yüreğine su serpilmişti. Artık iş yalnızca plan yapıp uygulamaya gelmişti.

 

İşte bu sırada Metin’in pansiyondaki öğrenciler tarafından “seni evlendirelim” diye tiye alması ve Metin’in bunu inanıp köye giderek anacına evleneceğini söyleyip, tarla sattırıp gelmesiyle ortaya çıkan zor durumu halletmek icap edince Nuri’nin intikam planı ertelenmişti.

 

Nuri “boş ver gardaş. Biliyorsun benim şeytan öteki bütün şeytanların pabucunu dama atar” dedi. Halim, Nuri’nin yine Ajda’yı hatırlayıp efkarlanmasından endişe ettiği için başıyla nargileyi işaret ederek “hayrola içinde bişey var mı?” diye araya laf karıştırmak istedi. Nuri kaçın kurası? Halim’in onu düşündüğünden “kaçak güreş attığını” fark etmişti. “Çevir gazı yanmasın değil mi? Halim gardaşım. İçine sağlam bi kelle koydurdum, çeksene diye” Halim’e nargilenin marpucunu uzatıp “bi fırt çeksene” dedi. Halim ateşin üstüne oturmuş gibi ayağa fırladı. “Töbe bizim oğlan ben o zıkkımı hiç elime sürmedim” dedi. Nuri “hiç mi?” dedi. Halim “hiç” dedi. Nuri gırgırına Halim’e bi nefes al diye ısrar ediyor, Halim “töbe olmaz, billah olmaz” diye Nuri’nin teklifini gerçek sanıp, hop oturup hop kalkıyordu. O sırada kahveye tek tük nargile içmeye gelenler, otellerden çıkan garsonlar onlara ilgiyle bakıyordu. Çünkü kamburu çıkmış ufak tefek bir adam elinde nargile marpucu ayı gibi birini hop oturup hop kaldırıyor; arada bir kahkaha atıyordu.

 

Tabi Nuri’yle Halim onların kendilerini tiyatro seyreder gibi seyrettiğini fark etmiyordu. Nuri sonunda yorulup Halim’e “gel otur ben sana takılıyorum. Valla içinde bişey yok, yalnız tömbeki” diye ısrar edince Halim sakinleşti. “Eyi arkıdeş, ben sene marak edip goşup gelen, sen benle dalgı geç” diye sitem etti. Nuri özür dileyip Halim’i ısrarla bir çay içmeye ikna etti.

 

Bu sırada onları seyredenler de kendi dalgalarına döndüler. Garson Halim’e çayı getirip verdi. Halim garsona “birader saat kaç acıba” dedi. Garson “sekize geliyor abicim” deyince Halim tekrar oturduğu yerde sıçradı. Az kalsın elindeki çay bardağı düşecekti. Bereket elleri çok büyüktü. Halim garsona “essah mı deyon?” dedi. Garson bu soruya gülerek “essah deyon az önce baktıydım” deyince Halim çayı bir dikişte içti. Tabi bu arada ağzı da yandı; ama o aldırmadı. Nuri’ye “eferin bizim oğlan, az galsın beni işimden, gaydımdan ediyodun” diyerek fırladı. “Hadi bene eyvallah akşama görüşürüz” dedi gitti.

 

Nuri arkasından elini sallarken, orada bekleyen garson önceden tanıdığı Nuri’ye “abi nerden buldun bu hanzoyu?” deyince Nuri biraz bozuldu. Ama bu garson eski tanıdığı olduğu için sadece “hop, bir da arkadaşıma hanzo deme. Sen onun görünüşüne aldanma. Adamın kıralı o. Tam iki cinayeti var. Hapisten yeni çıktı infazı falan da yok ona göre” dedi.

 

Garson bunları duyunca korkudan ağzı uçuklayacaktı. Nuri’ye “tövbe abi, bi da hayatta ağzıma almam” deyip oradan çabuk kaçtı.

 

Giderken içinden “ayıya saate bakmadan söyledim, inşallah bi maraza çıkmaz” diye geçiriyordu.

 

Nuri da garsonun ardından bakıp “bunlar da delikanlı olacak, iki sözle arazi oldu hırbo” dedi ve nargileyi içmeye devam etti.


  DEVAM EDECEK


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder