29 Kasım 2016 Salı

HALİM SELİM romanımdan sekizinci bölüm



Bu sırada Halim telaşla homurdana homurdana işine yetişmeye çalışırken; bir yandan kendi kendine söyleniyordu. “Ulan oğlum sen de heç kafı yok. Az galsın arddeş bokuna işe geç galcedin sen hiç akıllanmecen” diye söylenirken de ‘netcen? İcabında arddeş için gatlancen. Çok gonuşup durma, arddeş böyle günde belli olur’ diye kendini teskin etmeye çalışıyordu.

 

Tabi o böyle homurdana homurdana giderken geçtiği yerlerde telaşla işe gidenler; ‘aman ayı geliyor, ezmesin’ düşüncesiyle sağa sola kaçışıyordu. Haliyle Halim’in bunları fark ettiği yoktu. O bir an önce vaktinde işe yetişmeye çalışıyordu. Çünkü patronu ona ‘en geç sekizde burayı açmış ol’ demişti. Gerçi önceden erken geldiği birçok gün vardı, ama adı gibi biliyordu Patronu onlara bakmaz, eğer vaktinde gelmezse, Halim’i kapı önüne kordu.

 

Halbuki yanlış düşünüyordu. Patronu ‘aman Halim bir şeye alınır da bırakıp gider’ diye endişeleniyor ve Halim’in gönlünü, ‘tabi şımartıp götünü kaldırmasın diye dikkat ederek’ alıyordu. Onun budan haberi yok, bir an önce işe yetişmek için koşturuyordu.

 

Ayağında komutanın verdiği eski postaldan hapishane atölyesinde tokyo terlik gibi kestirdiği eski terlikler vardı. Çok eskimişti. Ayağında kopar diye çok endişeliydi. Ayağına göre ayakkabı diktirmek için gittiği ayakabıcı ‘anasının nikahını’ istemişti. Gerçi komutanın son diktiriverdiği postal gıcır gıcırdı; ama yaz günü giyilmezdi. İşte bu düşünce ve endişelerle soluk soluğa iş hanının önüne geldi.

 

Lokantanın aşcısı çorbayı yenice pişirip kapının önüne çıkmıştı. Halim’i soluk soluğa gelirken görünce ‘hayrola bizim oğlan ardından kovalıyan mı var?’ diyecekti ‘ne olur ne olmaz’ diye vazgeçip, sadece merakla bakıyordu. Halim soluk soluğa onun önünde durdu “bizim oğlan saat kaç?” dedi. Aşçı saatine baktı “sekize yirmi beş var” deyince, Halim “hay bıllasına goduğum” dedi. Aşcı bozulmuştu. Ne olursa olsun ‘bıllasına’ yani ablasına küfür ettirmezdi. Ama karşısında bir ayı vardı, münasip bir şekilde ‘ayıb oluyor bizimoğlan, şimdi olmadı’ demeye hazırlanıyordu. Halim aşcının yanlış anladığını sezmiş, “kusura bakmı bizim oğlan. Lafım sene değil, o gırık dölüne” deyince aşcı sanki itiraz etmiş de, Halim özür dilemiş gibi, ‘öyle desene bizim oğlan, yoksa kötü olurdu’ diyecekti; yine kendini tutup sustu.

 

Bu sırada Halim “gırık dölü benle dalgı geçmek neymiş, ben sene gösteririm” derken rahatlamış bir şekilde hana girip, asansöre binip yukarı çıktı.

 

Aşcı da durumu anlamıştı ‘o gırık dölü kimse hapı yuddu’ diye söyleniyordu.

 

Halim kapıyı açıp büroya girip yerine oturmuştu. Ayaklarına baktı patlıcan gibi parmaklarının arasından çıktığı deri kuşak koptu kopacaktı. “İşi bak yavu. Para artasa hamama giden deyodum, şindi de babuç işi çıkdı. Derdin biri bitip, öteki başlıyo. Valla yaşımak çok zoraldı” diye söylenirken kalktı patronun masayı sildi. Masanın yanındaki döner koltuğu gelen gidenin oturduğu koltukları ve yuvarlak masayı düzeltti. Kendine bir çay söyledi, yine yerine oturdu. Çaycı çayı getirdi verip hemen kaçtı.

 

Halim ‘işi çok her hal, hemen tüydü’ deyip çayını içmeye başladı. O daha çayı içip bitirmemişti ki patron geldi. Halim hemen ayağa kalktı. Patron hiçbir şey demeden odasına girince arkasından ‘adama gızıp gırık dölü dediydim; emme o gırık dölü muziplik yapıp saat sekize geliyor demeyip, essah saatı deseydi; ben de da vakıt va deyi Nuri’nin yanda eğleşcedim ve patrondan hemen önce buruya yetişemecedim’ diye geçirdi.

 

Bir fırsat bulunca, o kahveye gidip ‘bizimoğlan sen benle gır gır geçmek için saat da yediyi geçerken, sekize geliyor dediydin. Ben de hakiki saatı örenince sene çok gızdıydım; emme sağol. Senin zevzekliğin çok işime yaradı’ diyecekti.

 

O bunları düşünürken patron seslenince, ne yapacağını şaşırdı. Hadi içerde biri olunca çağırdığı zaman içeri girip patron ‘o iş tamam mı?’ deyince ‘tamam patron’ der görevini yapardı. Zaten şimdi her zamanki gibi patronun sade kahvesini söyleyecekti. Şimdi ne oldu da seslenmişti? İşte Halim’in buna aklı ermemişti. ‘Bu patronun huyu da emme değişik. Bi böyle bi höyle, ben bu işlen içinden nasıl çıkıcen?’ diye içinden söylenirken kapıyı açtı; içinden ‘ne olursa osun, anasını saten’ diye geçirip “buyur patron” dedi. Yine içinden ‘işallah doğru demişimdir; emme canım o da ben seni sabah sabah çağırınca şöyle decen demedi’ diye söylenirken patronu onun ayaklarına bakıyordu. Halim şaşırdı ‘acıba ayamda bi mi şey var?’ diye bakındı. ‘Hiç bi şey yoğudu’. Yalnız patlıcan gibi parmakları dışarıdaydı. Ayaklarına bakarken; gözüne tırnakları ilişti. Tırnakları çok uzamıştı, ama ‘hamama gidince, yumuşar, orda keserin’ diye düşünmüştü. Patronun tırnaklarının uzamasına baktığını zannetti. “Valla patron hamama gidince kescedim, valla ondan ellimedim” diye özür dilemeye çalışırken; patron içinden ‘tam düşündüğüm gibi. Terlikleri eskimiş. Buna bir spor ayakkabı diktirmek lazım’ diye geçiriyor, ama ‘acaba şımarır da, olmayacak şeyler ister mi?’ diye endişeleniyordu, ama kararını verdi. Halim’in ayaklarını göstererek “senin terlikler eskimiş. Ayağın çok büyük. Sana hazır ayakkabı da olmuyor. En iyisi bi spor ayakkabı diktirivereyim. Sen akşam köşedeki ayakkabıcıya git, ayağın ölçüsünü ver” dedi.

 

Dedi ama Halim’in kulakları uğulduyordu. ‘Ayakkabıcıya git, ayak ölçünü ver’ diyen patrona sarılmamak için kendini zor tutuyordu. Ağlamaklı olmuştu. Koca ağzını yayarak “sağol patron, çok sağol sen benim bubamsın. Öl de ölen öldür de kafasını koparen” dedi. Bunu derken, ellerini kafa koparır gibi yapmıştı. Patron Halim’in pençelerini kendi boğazında hissetti, az kalsın soluğu kesiliyordu. Kendini topladı “hadi bu kadar yeter. Sen şımarıp mımarma görevini yap yeter” dedi. Halim hala kendine gelememişti. Patron cebinden bir tomar para çıkardı içinden elli lira saydı “al bundan sonra haftalığına zam yapdım” dedi. Halim şimdi bayılacaktı, kendini zor tutuyordu. Patron “bitmedi” dedi “şunu da al” diye iki yüz lira daha sayıp verdi. “Bununla kendine üst baş al, buraya böyle yakışmıyorsun” dedi. Artık Halim’i tutana aşk olsun. Zincirini koparmış gibi, patronun korku ve şaşkınlıkla bakışları arasında elini tutup “sağol patron, şindi bene ne dersen de gari” diyerek patronun elini ‘şapır şupur’ öpüyordu. Patron “tamam tamam” diyerek elini kurtarmaya çalışınca, az kalsın bileği kırılıyordu. Halim patronun elini kerpeten gibi kavrayıp öpmüştü. Patronun bileği çok acıdı; ama belli etmedi, “tamam bu kadar lavubalilik, geç yerine” deyince, Halim hemen kendini topladı. “Tabi patron ben görevimin başındayın” diyerek dışarı çıktı. Patron onun ardından acıyan bileğini ovuştururken, “ayı, amma kuvvetli ha. Mengene gibi bi duttu, az daha bileğim kopuyordu” diye söyleniyordu.

 

Halim dışarı çıkınca hemen patrona bir sade kahve söyledi ve yerine oturdu. Şimdi çok daha cibciddi oturuyordu. Az sonra çaycı garsonu, yani Ali kahveyi ve suyu getirdi. Halim’i heykel gibi otururken görünce az kalsın ödü patlayacaktı; hemen patronun odaya girdi, kahve suyu bıraktı. Geri geri çıkıp kapıyı kapattı. Halim’den yana bakmamaya çalışarak hemen sıvıştı.

 

Çünkü o sırada Halim, gerçekten çok korkunç görünüyordu. İşine dört elle sarılmıştı. Öyle ya, böyle patron için ne yapsa azdı. Öyle çok ciddi otururken aklından neler geçmiyordu neler. Spor ayakkabıları diktirdiğini hayal etti. Ayağında o ayakkabılar, ağır ağır ciğercinin yanına gidip ‘şöyle bi dururun’ diye düşündü. Aslında nasıl duracağını, uygulamalı olarak yapacaktı; ama şimdi yeri değildi. Neyse zaten o hayalinde nasıl duracağını görüyordu. Tabi öyle durunca, ciğerci ayakkabıları görüp, “güle güle giy ayağında eskisin’ diyecekti. ‘Tabi öyle diyecek, çünküm o adam yol yordam görmüş biri’ diye düşündü. Aslında ciğercinin ‘yol yordam gördüğünü’ daha önce hiç düşünmemiş; hatta veresiye ciğer alırken ciğercinin gönülsüz davrandığnı, görüp ‘nolcek apış arasını sidik yakmamış ki’ diye kızardı. Ama şimdi öyle düşünmüyordu. İçinden ‘sonra’ dedi. Sonra birden ‘hemen şımarıp gapıp goyverme oğlum, işine bak; bunlara sona düşünürsün’ dedi. Patronun verdiği haftalığı ile iki yüz lirayı karışmasın diye ayrı ayrı ceplerine koydu. Çünkü haftalığının yeri ayrı, o iki yüz liranın yeri ayrıydı. Paraları karıştırmak istemiyordu. Hapise girerken iki bin lirasını ve dayısının zorla verdiği beş yüz lirayı düşüncesizce harcayıp çar çur etmiş ‘dinelip galmıştı’. Onun için şimdi paralarını hep yerli yerinde harcayıp, bir daha ‘ortuda dımdızlag galmecekti’ Bu nedenle şimdi patronun adamlığı tutup verdiği parayla, zamlı aldığı haftalığını ayrı ayrı koymuştu.

 

Neyse paraları nasıl harcayacağını ve patronun diktirivereceği spor ayakkabıyı sonra düşünecekti. Yalnız birden aklına ‘sakın babuçlan parasını haftalıkdan kesmesin’ diye bir düşünce geldi; ama ‘dangılak oğlum senin patron öyle güççük iş dutmaz’ deyip rahatladı ve kendine işine verdi. ‘Cibciddi’ oturuyordu. Birden kapıdan içeri bir bayan girdi. Halim kadını görünce, oturduğu yerde sıçradı. “Pardon bayan kimi bakdıydınız?” diye şaşkınlıkla sordu. Ama öyle sorduğuna pişman oldu. Çünkü birden görevini hatırlamıştı. Patron gelenlere ‘pardon kime bakdınız?’ deme gibi bir görev vermemişti. O gelenleri cibciddi ayağa kalkmadan karşılayacak; patron içerideyse hiçbir şey söylemeden kaşıyla ‘içerde gir’ diye işaret edecekti. Eğer patron yoksa sadece ‘patron yok’ diyecek, eğer patron nerede falan gibi soru sormaya kalkan olursa ‘orası sene ilgilendirmez’ diyecekti o kadar.

 

Şimdi durum değişmişti. Patron ona güzel bir bayan, hele şimdi gelen gibi biri gelirse ne yapacağını söylememişti. Bu yüzden çok şaşırmıştı.

 

Kadın da Allah için tam bir afetti. Halim kadın olarak yalnız dayısının yanına gittiğinde onun arkadaşının götürdüğü Tarlabaşı’nda randevu evinde tam kırk lira vererek beraber olduğu kadını tanımış, tadı damağında kalmıştı.

 

O gün bu gün hayatına başka hiçbir kadın girmemişti. Hem nasıl girecekti ki? O olaydan sonra hapse girmiş, çıkıp geleli üç ay ancak olmuştu. Bu sürede karnını zor doyuruyordu. Gerçi genelevine gidip ‘göz banyosu yapen’ diye çok düşünmüştü; ama ‘eşşek gözüyle bahar olmaz’ diye bildiği bi laf varıdı. O aklına gelince bir de ‘bu yaşda ayıb olucek’ diye vaz geçmişti.

 

Siz şimdi durup dururken ‘ebenin kızıyla, köy katibinin kızı ne oluyor?’ derseniz işte o zaman külahları değişiriz. Kaç kere Halim’in onları rüyasında öyle kız gibi, kadın gibi değil kuş gibi kelebek gibi gördüğünü; hatta Halim’in görmediğini kızların rüyasına öyle girdiklerini söyledik. Şimdi onları karıştırmanın alemi değil.

 

Neyse bunları Halim duymamış olsun. Hem zaten Halim şu anda kimseyi duyacak gibi değildi. Çünkü kadın afet bir şeydi. Aslan yavrusu gibi Halim’i görünce içi geçmiş; şimdi Yavuz’un ona niye ‘sen büroya gelme, ara ben gelirim’ dediğini anlamıştı. Karşısında pek çok kadının hayran olacağı; ayı gibi falan, ama çok karizmatik bir erkek vardı. Halim’e baygın baygın bakıyordu. Halim’in içi de bir çeşit olmuştu. Kadının öyle bakışlarına bir anlam veremedi. Yerinden kalkıp ‘buyrun bayan, bişe mi istediniz?’ diyecekti. Tokyoları ve uzamış ayak tırnakları aklına geldi. Oturduğu yerden ayaklarını gizleyerek “buyrun hamfendi, birine mi bakdınız?” dedi. Kadın biraz daha kırıtarak “ayıp bir bayana böyle mi yaklaşılır?” deyince, Halim içinden ‘ne yaklaşması yahu, yerimden kalkmadım da’ diye geçirirken kadın “Yavuz içerde mi?” dedi. Halim içinden ‘hobbıla Yavuz diyo, sankim asker arkıdeşi’ diye geçirdi. “ha patron mu? O” dedi. İçerde diyecekti, bir pot kırmayayım diye duraklamıştı. Kadın “anladım içerde” deyip, kapıyı açıp girdi.

 

Halim arkasından bakakalmıştı. İçerden patron seslenince hemen ayağa kalktı. İçeri girerken ‘valla patron bene sormudan paldır küldür içeriye daldı’ diyecekti. Kapıyı açtı “valla patron” demek için ağzını açmıştı ki bir dene görsün? Patron ayakta, kadın patronun koltuğuna oturmuştu. İçinden ‘hobbıla’ derken “emret patron” dedi. Sesi biraz yüksek çıkmıştı. Patron “yavaş oğlum, yengeni korkuducaksın” dedi. Patron öyle deyince Halim’in tam aklı bokuna karıştı.

 

Çünkü patronun karısını; yani yengeyi biliyordu. Yenge gayet mazbut, örtülü, namazında niyazında kadındı. Bir keresinde patronla birlikte evine gitmişti. Kadın Halim’in elindeki eşyaları alırken yüzünü gizlemişti. Pekii ‘namazında niyazında olduğunu nereden bilmiş?’ derseniz Öyle ya kadın örtülüdür, ama öyle çok namazcı değildir. Ama onun da cevabı hazır. Kadın eşyaları alırken, bir elinde de tesbih vardı da oradan biliyordu. Kadın tesbihi herhalde eline süs diye almamıştı. İşte Halim bunları düşünerek aklı karışmıştı. Hadi patron ikinci bir karı almıştı. Öyle ya adam zengindi, dinen de yeri vardı. ‘Emme biri öyle, biri böyle olurmu hiç? Çok denişik, insanın aklı sırrı ermeycek bu patronun işine’ dedi. Ama elli lira haftalık, iki yüz lira öteberi parası, sonra ayakkabıcıya diktirilecek spor ayakkabı. Şimdi bunlar varken işi karıştırmanın alemi yoktu. İçinden ‘alan razı, veren razı, sene ne düşer biliyosun herhal’ diye kendi kendine söylendi.

 

O bunları düşünerek patrona bakarken kadın bir yandan Halim’e bakıyor bir yandan da patronun orasını burasını elliyordu. Halim hiç o tarafa bakmadan patrona bakıyordu. Patron “yengene bir neskafe söyle” dedi, kadına da “başka bi şey istiyon mu hayatım?” dedi. Kadın Halim’e baygın baygın bakarak, “istesem kabul edermisin?” deyince patron kadının Halim’e sulandığını anlamıştı. Halim’e sertçe “öyle aval aval bakma da söyleneni yap” dedi.

 

Halim “emret patron” deyip çıkarken içinden ‘şindi buna noldu? Ne kusur işledik de gızdı. Bu patron kısmı bi böyle, bi şöyle akıl sır ermiyor’ diye geçirirken dışarıdaki diyafona gelmişti. Sertçe “bi nasgafa” dedi. Çaycı anlamamıştı, “nee” diye soruyordu, Halim “nas gafa nas gafa” diye tekrar çok yüksek sesle bağırınca koridordaki bürolarda olan herkes, kafalarını kapılardan çıkarıp bakıyordu. Çaycı da diyafonun öteki ucundan “tamam, anlaşıldı” diye seslendi. Halim büroya dönerken ‘dangılak nasgafayı bilmiyo çaycılık yapıyo, boku bilmiyon abdesanede ne işin va?’ diye söyleniyordu. Yine geçip yerine görevinin başına geçti.

 

İçinden ‘bu patron kısmının ekme ganlı olurmuş, silip yiyene aşgolsun’ diye geçirirken kendinin o kanı silip, patron ekmeğini yemeyi başardığını düşünüyordu.

 

Bu sırada içeride patronu kadınla tartışıyordu. Bu kadın patronun dostuydu. Daha önce de yazmıştık. Bu Yavuz bey denen pezevengin faizle para verdiği bir adam borcunu ödeyemeyince adama  ‘paran yoksa karın var, ver ödeşelim’ demiş. Adamcağız arından; bir de karısının faizcinin bu sözlerini duyunca kocasına ‘ver ödeş’ deyişine çok üzülmüştü.

 

Çünkü kadın çok aşağılıktı. Adamcağız bu aşağılık kadının isteklerine yetişeceğim, ona ayak uyduracağım diye kendini parçalamış, işini takip edememiş; en sonunda bu Yavuz bey denen aşağılığın eline düşmüştü. Üstüne hem faizciden, hem de karısından bu sözleri duyunca arından intihar etmişti.

 

Adamın kardeşleri Yavuz beyden kardeşimizin intiharına sebep oldu diye davacı olmuşlardı. Ancak aşağılık kadın; yani adamın karısı mahkemede “kocamın sinirleri zayıftı. Yavuz beyden önce de sık sık intihara kalkıştı” demişti. Adamın kardeşlerinin tüm itirazına rağmen Yavuz bey kadının ifadesiyle kurtulmuş ve sonra bu kadını kendine dost edinmişti. İşte bu kadın o kadındı; ama Halim’in bunlardan haberi yoktu.

 

Kadın, patrona “beni dışarıdakinden kıskandığın için mi buraya gelme diyordun?” diye soruyordu. Patron müthiş öfkelenmişti; ama bu kadına bir şey söyleyemiyordu. Çünkü fettan kadın bu herife yani Yavuz beye iyi kanca takmıştı. Onun birçok kirli işine ortaktı. Hem ondan, hem de çok güzel olduğu için Yavuz bey alttan almaya başladı. “Tamam hayatım vallahi ondan değil. Biliyorsun senin kocanın olayı tam unutulmadı, ben ondan öyle diyordum. Yoksa seni bu hanzodan niye kıskanayım? Sen öyle seviyesiz kadın mısın?” dedi. Kadın biraz sakinleşmişti. “Tamam tamam anladık, şimdi yağ yapma. Ben senin neyi neden yaptığını bilirim. Ama benim söylediğin gibi o hanzoyu midem almaz. Sana, sen beni o hanzoya layık gördüğün için kızmıştım. Anlaştık; artık buraya gelme yasağım kalktı. O eski hikaye; senin beni salak zannedip söylediğin çocukların bile anlamayacağı masal. Şimdi onu bırak bana araba alacaktın noldu?” dedi.

 

Patron “hayatım sana çok güzel bir araba alıcam. Şimdi markasını söylümeyeyim de sürpriz olsun. En kısa zamanda arabayı altına çekicem” dedi. Kadın “inanayım mı” deyince Yavuz bey de “inan hayatım, bekle en kısa zamanda” dedi. Kadın bu söz üzerine ayağa kalkıp Yavuz beye sarıldı ve öpüyordu. Yavuz bey kadının ellerinden kurtulmaya çalışıp “tamam burda ayıp olur” dedi. Kadın “dışarıdakine mi?” deyince Yavuz bey “ne alakası var hayatım? Şimdi müşteri gelecek” dedi. Kadın pis pis sırıtıp “hayrola ağında kaç kişi var? Dışarıdaki işi biliyor mu?” deyince Yavuz bey “aman yavaş keriz uyanmasın” dedi.

 

Kadın alacağını almıştı. “Tamam hayatım, kelek yapmak yok” dedi. Yavuz bey kadın bir an önce gitsin diye “valla tamam, uzatma” dedi. Kadın “baay” deyip kapıyı açıp çıktı, arkasından patron çıktı. Halim hemen ayağa kalktı; kadına hiç bakmadan esas duruşta bakıyordu. Görünüşü çok komikti. Kadın patrona el salladı, Halim’e baktı çıkıp gitti. Giderken içinden ‘ayı, ben seni balımdan ikram edeyim de sen bakma’ diye söyleniyordu. Birden Yavuz beyin ‘yavaş keriz uyanmasın’ dediğini hatırladı. İçinden ‘Yavuz bundan niye çekiniyor acaba?’ diye geçirdi. Halim’e kafayı takmıştı.

 

Kadın çıkınca Halim içinden bir oh çekti “şindilik gurtulduk” dedi. Çünkü içinden bir ses ‘sen bu garıdan zor gurtulursun’ diyordu. Yavuz bey esas duruşta çok komik görünen Halim’e  “rahat işin başına dön “deyip tekrar odaya girdi. Yavuz beyin dostuna vaat ettiği araba lokantacının arabaydı. Adam arabasını daha satamamıştı borcun günü de geçmişti.

 

Siz ‘lokantacı senet vermedi ama’ diyeceksiniz. Olsun, bu gibi işlerde ip her zaman faizcinin elindedir. Onun ipi oynatması için belgeye gerek yoktur. Yavuz bey de tam böyle düşünüyordu. ‘Yarın lokantacı efendinin ifadesini almam lazım’ diye düşünüp, onu nasıl bir tuzakla avlayacağının planını önceden yapmıştı bile. İş şimdi bu planı uygulamaya kalmıştı.

 

Ee bu da Yavuz beyin ihtisas alanıydı. Bunları düşündü. Yalnız dostunun ansızın gelmesine kızmıştı. Kadın kurnazdı, onun neden “sen büroya gelme de çağır ben geleyim” dediğini anlamıştı. Yavuz bey Halim işe başlayınca gerçekten Halim’den kıskandığı için ona “büroya gelme” demişti.

 

Aslında kendi yakışıklı boylu poslu bir adamdı. Halim ise baştan beri anlattığımız gibi; insan azmanından da azman; insana kafesinden kaçmış kah ayıymış gibi, kah aslanmış gibi gelen bir yaratıktı.

 

Şimdi siz “Yavuz bey boylu poslu yakışıklı biri; Halim de böyle insana sanki hep hayvanmış gibi gelen biriyse Yavuz bey dostunu neden kıskanıyormuş?” diyeceksiniz. Siz haklısınız. Yavuz bey mesela kendi nikahlı karısını Halim’den kıskanmıyordu. Halim’le evine eşya bile gönderiyordu. Çünkü karısı gibi kadınlar açık kapalı fark etmez normal kadınlardı. Yavuz bey tecrübeli adam dostu farklı bir kadın… Halim’i farklı enteresan bulup onun farkını yaşamak isteyecek.

 

Çünkü kendisi için çırpınan aslında yakışıklı da sayılan kocasını Yavuz beyle aldatıp boynuzlamıştı. Yavuz bey adı gibi biliyordu. Bu kadın Halim’i görünce onunla yatmayı çok istemişti. Yavuz bey bu kadının bu huyunu bildiği için ona “buraya gelme, ara ben senin yanına geleyim” demişti. Bu nedenle içinden “bu kadını dizginlemek lazım, yoksa Halim’le başımı belaya sokucak” diye geçiriyordu. Öyle bir durumda Halim’in hakkından gelemeyeceği için çekip vurması lazımdı. Buna çok canı sıkıldı. Bir an önce kadına araba alıverip gönlünü almayı düşündüğü için ‘sana araba alacağım’ diye söz vermişti. Lokantacının arabası da gerçekten güzeldi. Bu arada lokantacıya farklı yaklaşıp onu daha da avucunun içine almak istiyordu. Çünkü asıl hedefi lokantacının karısıydı.

 

İşte bu şekilde düşünürken Halim aklına gelince kendi düştüğü açmazının yanında böyle namussuzlukları düşünmeyi de ihmal etmiyordu.

 

Kafasında bu düşüceler geçerken “bu sıkıntılarla bu gün iş olmaz” deyip dostunun arkasından giderek; eğer Halim’le ilgili bir düşüncesi varsa vazgeçirmeyi düşündü. Dışarı çıktı. Halim her zamanki gibi ayağa kalkmıştı. Yavuz bey Halim’e baktı. Onun yüzünde dostunu çekecek bir şey var mı, acaba Halim dostunu görünce aklından bir şey geçirdi mi diye dikkatli baktı. İçinden ‘yok yavu, ben yersiz endişeye kapılmışım. Benim kadın bundan hoşlanmaz, bunun da aklına kötü bişey gelmemiştir. Baksana bakışlara, öyle mal gibi bakıyor’ diye geçiriyordu.

 

Halim de patronun yüzüne dikkatli baktığını görünce içinden ‘eyvah yüzümde bişey mi gördü acıba? Tabi ya sabah sabah Nuri’nin bokuna dar alamed çıkınca yüzümü bile yıkımadım. Aynıya bile bakmadım. Her hal yüzüm gözüm çok pis görüküyor. Acıba burnumda sümük falan gördü de, beni gelen gadının yanında rezil ettin deyemi gızdı?” diye geçirip “valla patron, arkıdeş bokuna acilen çıkınca yüzümü bile yıkımadım, ondan öyle gözüküyondur” dedi.

 

Yavuz bey şaşırmıştı. “Ne arkadeşi? Ne yüz yıkaması? Sen diyosun? böyle salak salak” diye sertçe sordu.

 

Halim temelli şaşırmıştı “şey patron, siz bene ters ters bakınca yüzümü yıkımadım da sizi o kadının yanında rezil ettim şey deyi öyle dediydim” dedi.

 

Yavuz bey Halim’in bu abuk sabuk konuşmalarıyla rahatlamıştı. İçinden ‘bu salak mı benim dostu elimden alacak; hadi ya sen de’ dedi. Rahatlamıştı.

 

Halim’e sertçe “öyle salak salak konuşup durma; yüz verdik diye de hemen götün kalkmasın. Cibciddi işine bak. Ben şimdi çıkıyorum. Yarına kadar yokum, ona göre” dedi, çıkıp gitti.

 

Tam bu sırada Halim çok ciddileşmiş ‘emret patron, sen heç merak etme; benim götüm kakmaz. Ben işimi çok iyi yaparın’ diyecekti, patron gidince laf ağzında kalmıştı. Patron gittiği için biraz sesli “bu patronu da noluyo böyle ya. Heç akıl sır ermeyo. Ben heç vazifemi aksıdır mıyın? Dangılakmıyın ben? Yoğusam ekmek yedi gabı sıçıcek bi hain miyin? Hiç bile değil, sen merak etme patron, ben hiç şımarman” diye söyleniyordu.

 

Bu sırada çaycı garson boşları almıya gelmişti. Tam o sırada Halim söylendiğini görüp kendine bi şey söylüyor zannetti. İçinden fırsat bu fırsat deyip; ne zamandır konuşup, biraz samimi olmak istediği Halim’e “buyur bişey mi dedin Halim abi?” dedi.

 

Halim garson konuşunca birden kendine geldi “işini bak sen, işini bak” dedi. Garson yine çok korkmuş hemen boşları alıp sıvışmıştı.

 

Giderken ‘salak oğlum hiç bu ayıyla harara mı girilir?’ diye söyleniyordu. Halim garson gidince kendine çok kızdı. ‘Salak! Sen böyle galdırı goyverisen herkes senle muhatap olur. Dön işinin başına’ deyip koltuğunda hiç kımıldamadan oturuyordu. Ama patronun yanına gelen kadın aklından hiç çıkmıyordu.

 

Az önce, Yavuz bey aniden çıktığında da Halim o kadını düşünüyordu. Yavuz bey çıkınca asıl şaşırması o yüzdendi. Şimdi o kadın aklına yine gelince ‘acıba Yavuz bey anladımıyki?’ diye endişelendi. ‘Yok be yav; nerden anlıcek? Bu ermiş mi?’aklımdan geçeni bilicek” diye düşünüp rahatladı.

 

Yine içinden ‘gahbıbıllalı garı; emme güzel ha!’ dedi. Sonra kendine kızdı ‘ayıp ayıp patronun şeyine öyle göz mü dikilir?’ deyip kadını aklından çıkarmaya çalıştı. Ama bir türlü aklından gitmiyordu.

 

Çünkü Tarlabaşı’ndaki kadından bu yana bu yakından gördüğü ikinci güzel kadındı. Yolda molda giderken çok kadın görüyordu; ama onları hiç böyle aklına getirmiyordu. Çünkü bu kadını çok yakından görmüştü, bir de kadın çok fingirdemişti. Nuri böylesi kadın görünce “kadın iş atıyor” der Halim ‘nası iş?’ atıldığını anlayamazdı. O, Nuri bazı kadınlar için “iş atıyor” deyince “hani neriye atıyomuş?” der. Nuri’de ona çok güler “amma malsın ha!” derdi Halim onu da anlamazdı. Çünkü Nuri’yle sanki dilleri çok farklıydı.

 

Şimdi bu kadının daha farklı aynı köyde “ıradıyoda” konuşan kadın gibi konuştuğunu fark etmişti. Şimdi de aklına bu gelmiş kadının orası burası aklından gitmişti.

 

Yıllar önceydi. Daha çok küçüktü. Evde ninesinin önüne yatmış; ninesi onun saçlarını parmaklarıyla karıştırıyordu. O sırada radyo açıktı. O radyoyu “ötürüklü” dedesi ölmeden önce almıştı. Ninesi “diden ötürüklü mötürüklü biriydi; emme has adamdı. Herkesten önce ıradıyoyu aldıydı” derdi.

 

İşte o gün ninesinin önünde uzanmış yatarken radyoda kadın sipiker konuşuyordu. Bu aklına gelmişti. “Ninecim bu garı neden? sen gibi ben gibi konuşmeyoda böyle gonuşuyo” demişti.

 

Ninesi ‘oğlum o garıla okumuş yazmış garı, bide şeherli ondan öyle gonuşuyo’ deyince Halim ‘iyi de; misila sen de şehirde galsan öylemi gonuşurdun?’ diye sormuştu. ‘Nineci, sen şindi gine, misila deyi deyi başladın gastacı gibi sormuya’ demişti.

 

Çünkü köye geçen yıl bir gazeteci gelmiş ‘yurdumuzun kadınları’ diye bir araştırma için bütün kadınlara, bu arada ninesine de sorular sormuştu. Ninesi ona onun için “gastacı gibi sormuya başladın” deyip; “dur sene bildim her şeye söyleyen, öğren de sorup durma” demişti.

 

Ve “şindi sen böyle deyon. Misila sen ebenin gızı gibi köy katibinin gızı gibi gonuşabiliyon mu? Gonuşameyon neden?” diye hem sorup, hem cevaplayarak anlatmaya devam etmişti. “Neden biliyon mu? Çünküm insanla gonuşmeyi bi anılandan, bi de ninilenden öğrenir. Sona gezip tozurak azcık bişele öğrenir. Emme en çok laf bilenle de en çok okuyanladır. Emme öyle hocula gibi namaz duası okuma değil kitap mitap okuyup örenenledir. Misila ebenin gızı da köy katibinin gızıda senden çok laf biliyor, neden? Çünküm hem okuyola, hemi de çok yer görmüşle ondan” demişti.

 

Halim “ninecim eyi deyon da misila ben de okulda kitap ney okuyon; emme hep aynı gonuşuyon. Misile ben esgere gideke çok yer görcen. Orlada ben de mi çok laf örenicem” deyince, nineci “tosun oğlum öyle dangılak dangılak sorup durmu da, az dinne” demişti.

 

Halim başkası “dangılak” deyince çok kızıyordu ama ninesine hiç kızmıyordu. “Susdum” demişti.

 

Ninesi “şindi oğlum çok laf en çok çok kitab okumeylo oluyomuş. Nerden biliyon dersen. Bizim zamanımızda bi öğretmen geldiydi. Bavıl bavıl kitapları varıdı. Bavıl bavıl kitaplana nerde gördün dersen; onun evini benim anam, yani buban ninesi temizledi de ordan biliyon. O öğretmen köylüye öyle dediydi. ‘Çok laf öğrenmek isteyosanız, çok şey bilmek isteyosanız bu kitabladan okuyun’ dediydi. Emme hem diden hem köylüle ona gominis deyi çok gızıyodu. Emme o öğretmen çok laf biliyo; aynı gasatacı garı gibi çok gonuşuyodu ordan biliyon. Sen de böyle sorucu arab gibi sorup sorup beni sıkışdırıp durma” demişti.

 

Bunlar aklına geldi. ‘Bu garı ya çok okumuş, ya anası bubası memuran, ya da çok yer görmüş’ dedi.

 

Ama bu işin içinden de çıkamamıştı. Vakit de geçmek bilmiyordu.

 

Patron da kadın gidince işi gücü bırakıp gitmişti. ‘Patron bu garıdan korkuyo valla. O gelince aklı bokuna garıştı, netceni bilimedi’ diye düşündü. ‘Garı da garıydı ha’ dedi. ‘Acıba Nuri’nin garı mı güzel, bu garı mı güzel?’ diye aklına gelince ‘hop hop oğlum. Sende gökgörmedik gibi bir garı gördün felen şaşdı. Sen kayassımın kimin garı güzel, edebsiz’ diye kendini azarladı; o kadını aklından çıkarmaya çalıştı. Hakkından gelemeyince “ben de galdım yerden düşünmeyi başların, ozuman garıyı unudurun” dedi. “Vakit da epey var” dedi. ‘Patronunu kadının arkasından mı gittiği?’ sorusu aklına gelmiş hemen “bene yavu” demişti.

 

Aslında çok kolay unuturdu. En büyük özelliği buydu. Bu güne kadar yaşadığı onca sıkıntıyı unuta unuta bu günlere gelebilmişti. Ama şimdi bu kadını aklından çıkarmaktan zorlanıyordu. Döner sandalyesinde geriye yaslanıp gözlerini tavana dikti. “Nerde galdıydım?” dedi. Arada bir aklına gelen kadına rağmen nerede kaldığını hatırladı. “Ha savcı bi adam çığırıp bene ‘bu tutukluyu götürün’ dediydi.” Oradan hatırlamaya başladı.

 

Bu hatırladıklarını yirmi küsur yıl önce yaşamıştı. Ama hiç unutmamıştı. O beş yaşındayken ‘bubacını çılbacık yıklarıken’ gördüklerini bile ‘gıt mıt’ hatırlıyordu.

 

Daha önce de yazdım Halim yaşadıklarını damıtıp, içinde yaşadığı küçük küçük mutlulukları hatırlayarak bu güne gelmişti. Yoksa unutmaya çalıştığı, unuttuğu öyle zamanlar vardı ki ‘hadi yahu, olur mu öyle şey? İnsan buna nasıl dayanır?’ diye şaşardınız. Bunları ben de yıllar sonra onu tanıyan birinden öğrenince Halim’in neden unutmaya çalıştığını anlamış ve ona hak vermiştim.

 

Neyse; “savcı bu tutukluyu götürün” deyince gelen polisler Halim’in elini yine kelepçelemiş, o da bavulu eline alıp çıkmıştı. Çıkarken aklı köy katibinin küçük kıza benzeyen katip kızda kalmıştı. Arkasına dönüp ona bir daha bakmayı çok istemiş; ama cesaret edememişti. Yalnız yıllar sonra çocukluğunun en mutlu günlerini hatırlatan bu kıza içinden minnet duymuştu. Bir daha ne zaman ‘hakiki bal rengi buğulu köy katibinin gızına veya ona benzeyen birine görücedi’ bu aklına geldi.  İçinden ‘kimbilir?’ dedi. Onun böyle kendi kendine konuştuğunu gören polislerde biri “bişey mi söylüyosun?” dedi. Halim “hiç pulis bey misila deyodum” dedi. Polis bundan bir şey anlamamış ‘bu tam kafadan herhalde’ diye içinden söyleniyordu. Onu bir kapının yanına getirmişlerdi. Orada kapının önündeki görevliye “tutukluyu getirdik” dediler. Görevli içeri girip çıktı. “Az ilerde beklesin hakim bey çağırcak” dedi. Polisler onu kenara çektiler. O da elindeki bavulla orada bekliyordu. Polisin biri bavulu gösterip gülümseyerek “içinde çok kıymetli şeyler var herhalde” dedi. Halim polisin gülümsemesinden cesaret alarak “yok bizimoğlan içinde bi bok yok. Postal, parka bi de don göynek ogudar” dedi.

 

Polis bir tutuklunun ‘bizimoğlan’ demesinden rahatsız olmuştu. “Hop ben senin asger arkıdaşınmıyın bizimoğlan diyorsun?” deyince Halim birden kendini toplamış “pardon memur bey bende öyle decedim, ağzımdan gaçıvermiş” deyince polis “hah şöyle adam ol; adamı kişiyi öğren” derken biraz heyecanlanmıştı.

 

İçinden ‘bunlara hiç yüz vemeye gelmiyor. Hemen yayılıyolar, cahil herif” diye geçiriyordu. Halbuki kendide ilkokul mezunuydu ama ‘memurdu.’

 

Halim de içinden ‘öyleyse memur bey; sende adam gibi sor. Sen cıvıdısan bende öyle derin. Ne demişle imam ossurusa cemat sıçamış’ diye geçiriyordu.

 

Ama dudaklarını sımsıkı sıkmış hiç belli etmemişti. “O deyilikten“ tavana bakmaya başladı. O polis de ‘tavanda bir şey var mı?’ diye baktı. Bir şey göremeyince; biraz mırıldanarak “adam tam çatlakmış” dedi.

 

Halim polisin mırıldanmasını duymuş ‘şunu bi haddini bildiren’ diye düşünmüştü. Bu sırada ninesinin ‘her laf her yerde söylenmez. Ettin lafa duyup annecek gulak varısa öyle söyle. Yoğusam dilini götüne sok, sus otur’ dediği aklına gelince de ‘nerdee bu hıyar gibi pulisde öyle gulag deyip hiçbir şey demeden; orada susup beklemeye karar verdi. Yine bu sırada dudakları sımsıkı kapalıydı. Polis onun dudaklarını sımsıkı kapatıp tavana bakmasında sinir olmuştu. “Bokmu var tavanda, gözünü dikdin bakıyosun” diyecekti. Tam o sırada görevli “tutuluyu hakim bey istiyor” deyince kendini topladı. Yalnızca Halim’e “şöyle buyur göğe bakan bey” dedi. Halim polisin kendine sinir olup; öyle söylediğini anlamıştı. İçinden ‘hah şöylem yolu gel bakam. Sen kimnen dansediyon?’ dedi.

 

Halim bu lafı da o kısacık sürede dayısının kahveye gelip oyun oynayanlardan öğrenmiş; ninesinin dediği taşı gediğine koymuştu ama tabi içinden ve kendi kendine.

 

Bu sırada odadan içeri girmişti. Bir de ne görsün. Karşısında akşamüstü savcının yanındaki adam vardı. Savcının o adam odaya girince ayağa kalkıp ‘buyurun hakim bey’ dediğini hatırladı. İçinden savcıya ‘eferin, bene tam adamına gönderdi. Buna diyecek fazla lafım galmadıydı’ diye dudakları sımsıkı kapalı söylenip hakimin karşısında esas duruşda durdu. Gözlerini de hakime dikti.

 

Hakim az önce savcının gönderdiği Halim’in verdiği ifadeyi okuyup bitirmişti. Karşısında dimdik gözleri kendine dikili esas duruşta duran Halim’e “rahat” dedi. Halim aynı askerdeki gibi rahat duruşa geçti. Hakim gülmemek için kendini zor tutuyordu. Önünde de yine bir katip bayan vardı. Halim gözlerini kaçırıp ‘acıba bu kime benziyor?’ diye merak ediyordu. Katip kız bir ara gözlerini Halim’e çevirince Halim az daha düşüp bayılacaktı. Çünkü bu katip kızda aynı Halim “anacığı” ölüsünün yanında ağlarken, elinden tutup “ağlama” diyen ebenin güzel kızına benziyordu. “Yok anasını saten, ogudar değil gari. Bunlar benle dalgı geçiyor herhalde” dedi.

 

Bunu mırıldanarak söylemişti. DEVAM EDECEK


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder