29 Kasım 2016 Salı

HALİM SELİM romanımdan dokuzuncu bölüm



Hakim “ne konuşuyorsun? Ben sormadan konuşma, burası mahkeme”deyince Halim çok korktu. Ne konuştuğunu söyleyecekti. Son anda kendini topladı “afidersin hakim bey” deyip yine hakime bakmaya başladı. Gözü arada bir katip kıza kayınca hemen başını öte yana çeviriyor, için için ‘valla o anasını sattım; valla o’ diye habire söyleniyordu; ama bu sefer ‘kendini gapıp goyvermediği’ için hiç belli etmiyordu.

 

Çünkü ninesi ona böyle durumlarda çok dikkatli olmasını ‘ayıyı gazana sıçırıp bi çuval inciri berbat etmemesini’ tembih etmişti. “’Ayının gazana sıçmasıyla bi çuval incirin berbat olması’ arasında ne ilgi var anlayamamıştı, ama ‘şindi de onu düşüncek sıra değildi’. Kafası böyle böyle gidip geliyordu.

 

Hakim “savcıya verdiğin ifadeye ekleyecek bir şeyin var mı?” dedi. Halim yine gözlerini tavana dikti; söyleyeceği başka bir şey kaldı mı diye düşündü düşündü sonunda “şindi va desem yalan olur hakim bey. Yalınız benim gafam az galındır. Her bi şeyi bi anda akıl edimez. Şindik bu söylediklem bu gadar galsın. Söylecek başka bişe olursa ben size habar ederin efendim” dedi.

 

Hakim “iyi o zaman. Ben şimdi seni tutuklayacağım. Seni hapishaneye götürecekler.  Başka hatırladığın bir şey olursa duruşmalarda söylersin, anladın mı?” dedi. Halim birden “afidersin hakim bey siz şindi içinizden bene ‘yediği bokla övünüyo mu acıba? Yoğusam pişman mı oldu?’ deyi geçiriyosunuzdur. Töbosun hakim bey çok pişmanın. Bunu size bene acıyında az ceza verin deyi demeyon. Valla öyle deyil hakim beyim. Birden aklıma geldiydi ondan deyon. Çünküm ninecim bene ‘ne halt edesen et, yalınız akşam yatağa yaddında, kendinle mutluka mahkimileş’ dediydi. Ben o niyeymiş ninecim deyince. ‘Oğlum insan olan insan, mutluka gündüz yedi haltın hesabını kendine vermeli. Çünküm insan olduğu için böyle yapması lazım. Hayvanla böyle bişey düşünmez. Misila, emme öküzle, emme goyun geçile onun bunun malına zarar verir, ortalık yere sıçala; emme benemisin demezle. Çünküm onla hayvandır. İnsan olan insan ise mutluka her ne halt ederse kendi içinde mahkimileşmesi ilazımdır. Çünküm bi insanın içindeki tüm kötülükleri, bütün işlediği gabahatları yanim ne suçu, gabahatı varısa yalınız kendi bilirde ondan’ dediydi. Ben de ‘ninecim hep böyle mahkimileşmeyle başa mı çıkılır’ dediydim. O da ‘a goca gafalı oğlum sen de her gün bi halt işlimeyver. Tabi her gün bi halt eder; afidersin bi bok yersen tabi mahkimileşe mahkimileşe canın çıka. Emme yalınız bi halt edip de mahkimileşdinmiydi, mahkimen çabuk bite. Bi halt işlimezsen mahkimen göz açıp gapayıncıya gada bite. İçin ırahat olur. Okumuşla ona vicdan mı ne deyo. Yanim vicdanın ırahat ede, sen de ırahat edesin. Emme her gün bi halt edersen için cehenime döne. Şindi soruyom; sen şindi için ırahat olsun hep ırahat uyuyen mi deyon, yoğusam her gün yatan içinde dört dönüp cebelleşcem mi deyon. Onu garar ver anladın mı bubası gılıklı tosunum hee’ deyince ben de ‘anladım, hemi de eyi anladım’ dediydim. Sona ninecim bene ‘misila sen beni ninecim ninecim deyi yeri göğü sığdırımeyon. Emme daha önce de accık çıtladdıydım. Benim kimsenin bilmediği ne haltlam, ne günahlam var’ dediydi. Sonacıma ‘bide, her kim içinden kendiyle mahkimileşmesse ona insan denmez. Dense dense hayvan denir. Hatta hayvan bile denmez’ dediydi. Ben de ninecim insanın içindekileri Allah bilmez mi, o ne der peki? dedimde de. ‘A alık oğlum ben niye öyle yatıp kakıp ona dua ediyon peki. Ben Allah bilmise ondan korkmusam heç öyle gıçı yanık tazının moğuk moğuk moğukladı gibi dua ede durumun?’ dediydi. İşdi hakim beyim. Ben de gece gündüz afidersin o yediğim haltımla mahkimileşiyon. Siz şindi ‘öyle yapıyon da; o ölen dirilip gelcekmi sankim?’ derseniz yerden göğü gadar haklısın. Emme ben de mahkimileşerek kendimi içimde cezalandırıyon. Çünküm ninecim ‘insanın içindeki pişmanlın verdiği yangın, heç bi cezayıla gıyas gabul edimez. Çünküm o yangına vicdan deyola ondan dolayı. Allah heç bi guluna vicdan azabı verip çektirmesin’ deridi. Yani benim içimdeki kendi mahkimemin bene verdiği cezanın yanda, sizin bene verceniz cezanın hiç bi hükmü olmaz” dedi.

 

Hakim bunları sabırla dinledikten sonra “merak etme, ben senin samimiyetine inandım” deyince Halim “sağolun hakim beyim” dedi.

 

Bu arada Halim hakim konuşurken katip kızın, ebenin iri iri güzel gözleri olan küçük kızı olup olmadığını düşünüyor; arada bir de ‘yok canım o değil’ deyip sonra ‘valla o’ diye kendi içinden konuşuyordu.

 

Hakim “başka söyleyeceğin bir şey var mı?” diye sorunca ‘şindi işin bokunu çıkarcen’ deyip “yok hakim beyim her bi şeyi söyledim” dedi.

 

Hakim onun bu sırada aklından başka şeyler geçirdiğini tahmin etti. Biraz sertçe “Söyle bakalım aklından geçen başka şey ne var?” dedi.

 

Halim şaşkınlık ve korkuyla ‘valla başkı bişe düşünmeyodum hakim bey’ diyecekti. Bir anda ‘anasını saten ne bok olursa olsun söylücen işde’ diye karar verip “valla, pıravo hakim beyim. İnsan sarrafısın. Benim başka şey düşündümü bildin valla” deyince hakimin hafif koltukları kabarmıştı. Ama hiç belli etmeden “anlat bakalım ne düşünüyordun?” dedi.

 

Hakim ‘anlat bakalım’ deyince Halim “valla hakim bey, yannış anlıman. Şurdaki katib gız bene anacım ölünce ben ağlarken benim elimden dudup ağlıma deyen ebenin iri iri çok güzel gözleri olan güççük gızına çok benzeyo gibi geliyo da; gafamı o garışdırdıydı. Yannış annıma hakim beyim ben istimiden aklıma öyle geldi” dedi. Kıza tekrar dikkatli baktı “valla aynı hakim beyim. Emme ben o olmadını da biliyon. Çünküm o gız öğretmen olcedi” diye açıkladı.

 

Bu sırada katib kız alı al moru mor olmuş; utanmış, nereye bakacağını bilemiyordu. Yalnız Halim’in “iri iri çok güzel gözleri olan güççük gıza çok benzeyo” dediğini duyunca için için çok mutlu olmuştu. Çünkü katib kız da her gün aynanın karşısına geçer dakikalarca gözlerine bakar, çok beğenirdi. Hatta birkaç kez aynada gözlerini seyretmekten işe bile geç kalmıştı. Erkek arkadaşı da ona “benim mühür gözlü sevgilim” derdi. Katib kızın aklına onlar gelmişti.

 

Halim “sonacıma hakim beyim savcı beyin yanındaki katib gızın gözleri de aynı ben anacımın ölüsünün yanında ağlaken ebenin gızın bene ağlıma dedinde, yanındaki köy katibinin bal rengi buğulu gözlü gızın gözlene çok benzeyodu. Ben ordu da ona öyle bakdıydım. Emme valla hakim beyim bunlar dünya ahret gardeşim olsun, ikisi de onnara çok benzeyo” dedi.

 

Hakim önce ‘bu herif acaba sapık mı? da bizim katip kızlara gözünü dikiyor’ diye düşünmüştü.

 

Çünkü Halim savcının yanındayken oradaki katip kıza da arada bir kaçamak bakıyordu ve bu hakimin dikkatini çekmişti. Şimdi Halim açıklayınca durum açığa kavuşmuştu.

 

Hakim Halim’e “sen o kızları çok mu sevmiştin?” dedi.

 

Halim adeta sıçrayarak “töbosun hakim beyim; ben öyle sizin sandınız gibi değil. Onna benim rüyama guş gibi, kelebek gibi giriyo; ben onlara öyle seviyom. Yoğusam şindi onla kimbilir nerde. Orası bene hiç ilgelendirmeyo. Töbosun yanış annıman” dedi.

 

Hakim içinden “zavallının hayatında gördüğü tek güzellik o kızlar herhalde, kendini onların hayalleriyle avutuyor” diye düşündü.

 

Halim’e çok canı acımıştı. “Tamam tamam ben yanlış anlamıyorum; zaten sen yanlış bir şey söylemedin” dedi; sonra “hadi Allah kurtarsın” deyip polislere “tutukluyu götürüp, hapishaneye teslim edin” dedi. Önceden hazırladığı tutuklama kağıdını da verdi.

 

Polisler yine Halim’in ellerini kelepçeledi. Halim ‘bu da savcı gibi, tutukluya götürün dedi’ diye içinden geçirirken, hakimin “Allah kurtarsın” dediğini duymuş; yine içinden ‘heç beni gurtarcek Allah bu yazıları yazamıydı? Bununki de naf işde’ dedi. Halbuki bu “Allah kurtarsın” sözünü sonraları çok duyacak ve alışacaktı.

 

Döner sandalyede arkaya kaykılarak bunları düşünürken uykusu gelmişti.

 

“Ne günlerdi beh?” dedi. Ayağa kalktı; şöyle bir silkindi. Patronun “git köşedeki ayakkabıcıya ayağın ölçüsünü” ver dediği aklına geldi, içini sevinç kaplamıştı.

 

Birden patronun verdiği paralar aklına geldi. Önce bir cebindeki parayı çıkardı, elli lira bir de önceden kalan dört lira vardı. O parayı sayıp tekrar cebine koydu. Öteki cebine koyduğu iki yüz lirayı çıkardı. Onu da güzelce saydı; onu da o cebine koydu.

 

“Bi cüzdan almanın zamanı geldi; bi cüzdanlık param oldu” diye düşündü. Sonra ‘oğluum cüzdanı bi düşürüsen, ozman netcen gari’ diyerek cüzdan almaktan vazgeçti. Daha önce yaptığı gibi cebinde beş on lira bırakıp kalanını pansiyonda kasaya koyup lazım oldukça oradan çekecekti. ‘Münasibi bu’ dedi. Rahatladı. ‘Beş, on lirasını bırakıp kalanını kasıya gorun’ diye düşündüğü aklına geldi. “Hadi oğlum böyle patronu buldun sırtın yeri gelmez gari. Sene garada bile ölüm yok” dedi; çok mutluydu.

 

Patronun odaya girdi çıktı. Ayağındaki terliğe bakarak “hadi bakam seninde zamanın geçiyo. Şindi nankör olmeyen, epey ayaklamı taşıdın, sağol” diye söylendi.

 

Onu bu halde biri görse ‘bu adam delirmiş’ derdi. Ama o, öyle düşünüp söyleyen olursa ‘deyin varın, ninecim adamın hası accık deli olurumuş deridi’ diye cevap verirdi.

 

Saati yoktu zamanla alakası olmadığı için çok aramıyordu. Dışarı çıkıp dolaştı. Onun böyle dışarıda dolaştığını görenler ona şaşkınlık korku ve hayretle bakıyorlardı. Çünkü Halim ilk kez böyle dışarı çıkıp dolaşıyordu. Oralarda biraz volta attı. Aklına hapishane günleri geldi. ‘Ustam bene eyi ders verdiydi” diye düşündü. Hapishanede volta attığı günleri hatırlamıştı. ‘Kim bilir nerlede. Sağısan Allah uzun ömür vesin, öldüyse Allah ırahmet etsin’ diye aklına gelen Hacıhüsrevli Rüstem’i anıyordu.

 

Bu sırada tıpkı hapishanede olduğu gibi kendine bir volta sahası seçmiş orada sert dönüşlerle gidip geliyordu. Kendinden geçmişti. Onun böyle seri şekilde volta attığını gören o koridora bakan bürolardaki herkes kapılara çıkıp onu ilgiyle seyrediyordu. Hiç kimse çıt çıkarmıyordu. Yalnız Halim’in ayağındaki terliklerden çıkan sesler duyuluyordu.

 

Halim tam hızını almıştı. Bu sırada o katta asansör durdu. Asansörden o kadın çıktı.

 

Halim de tam bu sırada sert bir dönüş yapmıştı. O kadınla göz göze gelince birden durdu “hobbıla bu da nerden çıktı böyle?” dedi. Bu sırada koridordaki kapılardan bakanlara gözü ilişti “ayı mı oyneyo burda?” diye bağırdı, sonra kadına döndü “afidersin hamfendi. Sizi demedim, buyurun; emme patron çoktan gittiydi” dedi.

 

Kadın biraz kırıtarak “ne o beni içeri davet etmeden, başından mı savıyorsun?” deyince Halim ne diyeceğini şaşırdı. “Olur mu öyle şey hamfendi. Buyurun burası zaten sizin sayılır” deyip kadını büroya davet ederken bir gözü de koridordaki kapılardaydı.

 

Kapılardaki herkesin o “ayı mı oyneyo burda?” diye bağırınca içerilere kaçıştığını görünce içinden “bunlara böylesi lazım” diye geçirip, o da kadının arkasından büroya girdi.

 

Kadın hemen oradaki Halim’in döner koltuğa oturmuştu. Halim içinden “bu garı gine neye geldi böyle acıba?” derken onun kendi döner sandalyesine oturduğunu görünce içi bir çeşit olmuştu.

 

Kadının karşısında ayakta duruyordu. Birden terliğinin eskidiği, tırnaklarının uzadığı aklına geldi. “Netcen şindi ayaklama bakarsa dırnaklama öyle görese ayıp olucek” diye telaştan nasıl duracağını şaşırdı. ‘küçük çocukların yabancı biri karşısında ayakları üzerinde sağa sola sallandıkları gibi sallanarak’ “hamfendi patron yoğudu emme” dedi.

 

Kadın Halim’in bir şeyden sıkılarak sallandığını fark etmişti. Gülerek “ne o çişin mi geldi de öyle kıvranıyorsun?” deyince Halim’in yüzü kara boz oldu. “Yok hamfendi olur mu öyle şey? Ben acık rahatsızında, ayaklamda romatizma var da ondan” dedi. Bu son sözleri söyleyince içinden ‘emme atıyosun ha’ diye geçiriyordu.

 

Kadın Halim’in bu çok kaba ve de vahşi görünüşünden çok hoşlanmıştı. İçinden ‘ayy ne değişik tip? Bayılırım böylesine’ diye geçiriyordu. “Sıkılma hayatım ben yabancımıyım? Hadi bana bişey söyle” dedi “soğuk bişey, şöyle ateşimi alsın” diye fingirdeyerek gülümsedi.

 

Halim onun “şöyle ateşimi alsın” derken ne demek istediğini anlamış ‘hapı yuddun oğlum, bu garı çok alaflı’ diye düşünüyordu.

 

Korkmuştu. Çünkü ninesi ona ‘oğlum garının alaflısından kork. Adamı çıra gibi öyle yakar ki söndürene aşk olsun’ demiş; bir de “kim olursa olsun, kimsenin garısına neyine yüz verip başdan çıkarma. Yoğusam şeytan senin tefterini dürüp eline verir, başın dertten gurtulmaz” demişti.

 

Bunlar aklına gelince çok telaşlanmış ‘bu garıdan nasıl gurtulen?’ diye plan yapıyordu. “Yengicim ben sene her şeye ısmarların; emme bizim burla güççük yer. Sizi böyle gören olursa, bi laf eden olur. Patron yanış anlar, ozuman çok ayıp olur” dedi.

 

Kadın biraz alınmış gibi yaptı “ne yani? Ben kocamın yerine gelince bir şey içip dinlenemiyecek miyim?” diye sordu. Sonra “çok ayıp, patronun duyarsa asıl buna kızar, çabuk bana soğuk bişey söyle” dedi.

 

Halim içinden ‘al bakam başına belayı, garı yapışık. En iyisi bişey söyleyip biran önce savmak’ diye düşündü. Sonra “afidersin yenge size ne deyem? Sovuk ne deyem?” dedi. Kadın yine kırıtıp “ay senin yenge diyen dilini yiyeyim. Bir ayran söyle. Şöyle buzzz gibi olsun” dedi. ‘Buzzz gibi’ derken dudaklarını domaltmıştı. Halim’in içi yine bir çeşit olmuştu. ‘Yandın oğlum, hemi de ne yandın?’ deyip diyafona gitti “buzz gibi bi ayran getirin” dedi. Nereye olduğunu söylemesine gerek yoktu. Kükremesinden nereye olduğunu çaycılar hemen anlıyordu.

 

Az sonra, bu sefer öteki garson yani Cengiz geldi. İçeri elinde ayran şişesiyle girince Halim “hobbıla sen nerden çıkdın ya?” dedi. Cengiz şaşırmıştı. “Şey Halim abi, Ali ben gitmicen deyince ocakçı beni gönderdi” dedi. Halim temelli şaşırmıştı. ‘Ali kim? Nereye gitmecen dedi? Neden gitmecen dedi? Bu kim? Neden geldi?’ gibi sorularla kafası arapsaçına döndü. “Oğlum sen ne deyon? Ben seni tanımeyon, Ali kimmiş? Neden gitmecen demiş? Ocakçı kimmiş?” diye sorunca bu sefer şaşırma sırası garson Cengiz’e gelmişti. Bu sırada kadın da sinemada film seyreder gibi onlara bakıyordu. O da, kim ne söylüyor anlamamıştı. O öyle Halim’i süzüyor, içinden de değerlendiriyordu. ‘Burası amma film bi yermiş. Ben arasıra canım sıkılınca buraya gelsem çok hoş vakit geçiricem. Bu Halim’de gerçekten hayvan gibi’ diye içinden düşünürken; Halim de garsonun sözlerine şaşırmış, kadından saklamaya çalıştığı ayaklarını unutmuş tam kadının ayaklarını göreceği yerde, garsonu haşlıyordu. En sonunda “tamam çok gonuşup durmu da yengeye ayranı ver gaybol” demişti.

 

Garsonun bu canına minnetti. Kadına ayranı ve pipeti verip hiç beklemeden kendini asansöre zor atıyordu ki, arkasından “apcanlıyarak” gelen Halim’i gördü. Hemen asansöre binip düğmeye basacaktı. Halim son anda asansör kapısını tuttu “dur oğlum, arkandan govalıyan mı var?” deyince garson mecbur durdu. Halim garsona “bene bak. Aşşağıda bu gadından naf falan etme. Yoğusam senin gafanı goparırın” dedi.

 

Bunu derken koca eliyle Garsonun kafasını avucunun içine almıştı. Garson korkudan bayılacaktı, hatta altına da biraz kaçırmıştı. “Tamam abi bana ne yav? Ben kimsiye hiç bişe demen” dedi. Halim “de bakalım da gören” derken garson asansörün kapısını kapatıp düğmeye çoktan basmıştı.

 

Asansör aşağı inerken arkasından bakan Halim ‘aklı bokuna garışdı. Kimsiye bişe demez gari’ diye düşündü. Sonra ‘bu garı da başıma bela oldu; emme yapışakmış ha’ diye içinden söylenerek geriye büroya geldi.

 

Kadın Halim garsonun arkasından koşunca hem çok korkmuş, hem de meraklanmıştı. “Ne söyledin çocuğa öyle koşup da?” dedi. Halim “sene ne ‘diyecekti?’ kendini tutup “hiç möhim bişe değel” dedi.

 

Çünkü ninesi ona ‘kendine mukayyet ol, herkezi gırıp yığma. Çünküm eğer varı yoğa ona buna tersle durusan, bi başına dımdızlak dikilip galırsın’ demişti.

 

Gerçi bu kadına ters davransa bir şey olmazdı. Ancak patrona gider söylerse patron Halim’e çok kızar, bir de işten atarsa; işte o zaman ninesinin dediği gibi, ‘dımdızlag dikilip galırdı.’ Onun için kendini tutmuştu.

 

Bu sırada kadın da Halim’in terliklerine bakmış; patlıcan gibi parmaklar, bir de çapa gibi göğermiş tırnakları görünce içinden ‘ayy ne pis, gerçekten hayvan gibi’ diye düşünüp tiksinirken; bir yandan ‘bu hayvanla ne egsantirik olurdu. Bütün arkadaşlara hava atardım’ diye geçiriyordu. Bu arada ayranı bitirmişti. Halim’e yine bir, iki kırıttı. Baktı ‘iş’ çıkmayacak “ayran için teşekkür ederim, yine görüşeceğiz hayatım” deyip çıkıp gitti.

 

Bu sırada Halim, kadından da sözlerinden de bir şey anlamamış; kadının arkasından ‘mal’ gibi ‘bön bön’ bakıp kalmıştı. Kadının en son söylediği ‘yine görüşeceğiz’ lafı kafasına takılmıştı. ‘Gine görüşcez hayadımmış. Bok görüşürüz. Sene de nalet, yüzüne de nalet’ diye söyleniyordu.

 

Böyle söylenirken kadına biraz daha kızmıştı; ama geçip yerine oturunca “sen onu, bunu boş ver. Allah için güzel garıydı. Hele o memileri, essahmı acıba?” diye söyleniyordu. Birden aklına tırnakları geldi. “Garı gördü ya” diye üzüldü. “Ula dırnaklar, ben sizi akşam kesen de görün. Yumuşadıp da öyle kesen derken garıya rezil olduk” dedi.

 

Bu sırada garson Cengiz az önce soluk soluğa ocağa girmişti. Onu soluk soluğa gören öteki garson Ali “nasılmış? öyle atıp dutması değilmiş demi?” dedi. Bu arada ocakçıda Cengiz’i soluk soluğa görünce “ne oldu Cengiz, ne bu halin?” dedi. Cengiz hala soluyor, bu arada içinden ‘söyliyem mi? Söylimeyen mi?’ diye mücadele ediyordu. Dayanamadı “ayının yanında bir kadın var; amma bi içim su. Ayının koltuna oturmuş aygın, baygın ona bakıp kırıdıyodu” deyince hem Ali, hem ocakçı meraklanmıştı.

 

Ocakçı “yok canım” deyince Cengiz “sen öyle san. Ayranı da o kadın istemiş” dedi.

 

Ocakçı “iyi de arkandan canıvar geliyormuş gibi neye öyle soluk, soluğaydın?” deyince; Cengiz “ha o mu? Ne olucak canım? Bir an önce işe yetişen diye öyle koşduydum” dedi. Ali “sen onu benim külahıma anlat” dedi ve ocakçıya “abi bu yalan söylüyor. Herhalde ayı bunun arkasından gelir gibi yapınca, bu efe kendini asansöre zor atmış. Varsan, baksan altına bile kaçırmışdır bu” deyince Cengiz birden paniğe kapılıp “valla az bişe kaçırdım; amma önemsiz bişey” dedi. Birden böyle söylediğine pişman oldu. “Doğru arkamdan geldi. Abim burda gördüklerin aramızda galsın, patron falan duyarsa kızar dedi” diye açıkladı. Ali, alaylı “peki niye soluk soluğaydın?” deyince Cengiz “o ayı arkamdan koşup gelince azıcık korkduydum. Bi de o lafı sizi yetiştirmek için öyle hızlı geldiydim de ondan” diye ‘sap yiyip, saman sıçarak’ soluk soluğa gelişini anlatmaya çalışıyordu.

 

Bu sırada o kadın asansörden inip dış kapıya yönelmişti. Cengiz “iş de bak, şu kadın ordaydı” dedi. Bu sırada lokantacı da tesadüfen oradan geçiyordu. Garsonun gösterdiği kadına o da merakla baktı. “Ne olmuş o kadına?” diye sordu. Ocakçı “hani Yavuz bey var ya! İşde bu kadın az önce ordaymış; bu görmüş de onu diyordu” dedi.

 

Lokantacı sabahleyin lokantanın önünde beklerken, bu kadını işhanına girerken gören pastaneci “seninki geliyor” demiş. Lokantacı “kim o kadın?” deyince pastaneci “kim olucak? Yavuz beyin dostu olan o intihar eden adamın karısı” diye cevap vermiş. Lokantacı “hadi yav demek o kadın bu muymuş?” diye hayret etmişti.

 

Kadını görünce bu aklına geldi “Ha bu kadın, Yavuz beyin dostu olan kadın” diye biliyormuş gibi konuştu.

 

Ocakçı içinden ‘bunların da, pastaneciyle her şeyden haberi oluyor. Adamlar ayaklı gazete gibi’ diye geçirirken “hadi yahu demek bu kadın, o kadınmıymış?” dedi.

 

Çünkü o da hem gazetede, hem de televizyonda bu tür haberleri kaçırmaz ve hiç unutmazdı.

 

Bu sırada kadın salına salına kapıdan çıkıp gitti.

 

Hepsi de içinden ‘hey maşallah! Yavuz bey de ağzının dadını biliyormuş’ diyordu. Lokantacı “iyi ama Yavuz bey çıkıp gideli epey olduydu. Bu kadının onun orada ne işi varmış?” dedi. Çaycı içinden ‘bu adam da Yavuz beyi amma takip ediyor ha. Kadının dostu olduğunu biliyor, az önce çıkıp gittiğini de biliyor, var bunların arasında bişey ya neyise’ diye geçirirken “biz de onu merak ediyoduk. Eğer doğruysa, yukardaki ayı bizim Cengiz’e ‘aman bizim oğlan, bu kadını burda gördüğünü kimseye söyleme’ demiş” diye lokantacıya açıkladı.

 

Lokantacı iki üç saat önce Yavuz bey geçerken selamlaşmış; Yavuz bey ona “yarın bi uğra da görüşelim” deyince içi ‘cız’ etmişti.

 

O da o sırada yukarıya arabasını ‘alımkar’ olan mühendisle görüşmeye gitmiş; mühendis arabayı pahalı bulup almaktan vazgeçtiği için yenice oradan inmiş lokantaya gidiyordu. Burada öğrendiği bu haber ona sanki yarın işine yarayacakmış gibi gelmişti.

 

Lokantaya geldi. Bu sırada pastaneci dükkanın önündeydi. Lokantacı bir an pastaneciye, öğrendiği bu haberi söyleyip söylememekte tereddüt etti. Sonra ‘sarı öküzün yanında duran ya huyundan, ya tüyünden alırmış; ben de bunun yanında onun gibi dedikoducu oldum’ diye içinden geçirip pastaneciye “duydun mu son haber ne?” dedi. Pastaneci hemen meraklanmıştı. ‘Bana dedikoducu diyor; amma benden aşağı kalır yanı yok’ diye içinden geçiriyordu. Yalan dedikodu yapıp hem karısını, hem de karısının üvey kardeşini öldürmesine sebep olduğu adam dün yine cezaevinden haber göndermişti. Gönderdiği haberde “o pastanecinin sonu çok yakın” diye tehdit etmesi pastanecinin aklına gelince yine içi ürpermişti.

 

İçinden lokantacıya ‘senin haberinden bana ne yahu?’  demek geldi; ama yine dayanamadı. Merakla “son haber de neymiş?” dedi. Lokantacı kendine borç para verirken “ayıp ediyorsun. Çek mi olurmuş? Komşu komşunun külüne muhtaçmış” deyip üç dört saat önce ‘Azrail gibi’ yarın gel de görüşelim diyen Yavuz beyden adeta intikam alır gibi “seninkini yanındaki ayı boynuzluyormuş” dedi.

 

Pastaneci, lokantacının sözleri arasında geçen ‘seninkini’ diye “ayı boynuzluyormuş” deyişinden Yavuz bey olduğunu çoktan anlamıştı.

 

Sanki anlamamış gibi davrandı. Biraz dedikodunun hem tadını çıkarmak, hem de lokantacının Yavuz beye karşı daha suçlu olmasını sağlayıp kendini Yavuz beye ele vermesini önlemek için “seninki kimmiş? Kim kimi boynuzluyormuş?” dedi.

 

Lokantacı zokayı yutmuştu. Pastanecinin bilmediği bir şeyi ondan önce bilmenin mutluluğu içinde “kim olucak? Yavuz bey denen pezevenk. O onun bunun karısını ayardayım derken elin oğlu, onun altındaki karıyı çekip kullanıyormuş da pezevengin ruhu duymamış” dedi.

 

Dedi; ama içinden ‘amma boşboğazmışım ha. Kendimi kaybedip pastaneciye karşı kozumu gaybettim. Adam şimdi senedi çok rahat tahsile kor” diyerek kendine müthiş kızıyordu. Çünkü zaten işler çok kötü gittiğinden herkese çok borçlanmıştı. Şimdi pastaneci de ne zamandır beklettiği açık senedi istediği gibi doldurup tahsile korsa tam hapı yutardı.

 

Pastaneci de ne zamandır lokantacının tümüyle diz çöküp eline düşmesini bekliyordu. Lokantacının bu sözlerine “hadi yahu! O zaman Yavuz bey bi duyarsa ayının işi bitik desene” dedi. Lokantacı “aynen öyle” dedi.

 

Ama o öyle düşünmüyordu. ‘Bu işin sonunda ayının değil, Yavuz beyin işi bitik diye’ düşünüyordu. Eğer Yavuz bey kıskanıp da Halim’i öldürürse hapse girer; yok Halim Yavuz beyi öldürürse, bu sefer Yavuz bey mezara girerdi. Yani her iki durumdan da lokantacı karlı çıkıyordu.

 

Halim’e ne olacağına ise hiç umursamıyordu.

 

Aynı şeyleri pastaneci de düşünüp sevinmişti. Çünkü her durumda da Yavuz beyin lokantacının karısını elde etmesi olanaksız olacaktı. Ama ‘Yavuz beyin sonu ne olursa olsun lokantacının faydalanıp biti kanlanacak’ diye pastaneci burada Yavuz beyin başına iç açmasını önlemeye çalışacaktı.

 

Çünkü lokantacı temelli zor duruma düşerse Yavuz beyle şansı fifti fiftiydi. Ama lokantacı durumunu düzeltirse lokantacının karısını elde etmesi hayal olurdu. Çünkü o kadın ancak kocası zor durumda kalıp istediklerini karşılamayınca elde edilebilirdi.

 

Pastaneci böyle düşünerek olaya çok isabetli teşhis koymuştu. Çünkü lokantacı borçları nedeniyle arabasını satılığa çıkarınca karısı şiddetle karşı çıkmış; kocasının yani lokantacının “hayatım bu araba sana yakışmıyor. Ben sana daha yeni bir araba alacağım da ondan satıyorum” deyince sesi kesmiş, hatta kocasının boynuna sarılarak “seni çok seviyorum” demişti.

 

Yani böyle bencil adi bir kadındı. Lokantacı kaç gecedir borçlardan uyuyamayıp yatakta kıvır kıvır kıvranırken, bu kadın kocasının sıkıntısını hiç fark etmeden horul horul uyumuştu. Şimdi de kocası kıskandığı için “lokantaya gelme de neriye gidersen git” demiş; harcaması için epey para vermişti. Kadın o günden beri şehrin şık mekanlarını dolaşmayı huy edinmişti. En çok da lüks kafeteryalarda oturmayı seviyordu. Oralarda gelip gideni izlemesini; bir de kendini çapkın gözlerle süzen erkeklere sanki hiç oralı değilmiş gibi davranıp, onları tahrik etmeyi çok seviyordu.

 

Neyse; pastaneci “hadi yahu Yavuz bey bunu duyarsa ayının işi bitik desene” deyince, lokantacı “aynen” diye cevap verdiği sırada, her ikisi de bu yazdıklarıma benzer düşünceler içindeydi.

 

Lokantacı devam etti. “Yalnız birinin ayı duymadan bunları Yavuz beye münasip şekilde çıtlatması lazım” dedi. Pastaneci yukarıda belirttiğim duygu içindeydi. Lokantacıya “sakın ha! Bu ne seni, ne beni hiç ilgilendirmez. Belki de o garson yalan söylüyodur. Durduğun yerde çirkefe taş atıp, üstüne sıçratma. Eğer doğruysa bırak ne halleri varsa görsünler” dedi.

 

Lokantacı pastanecinin bu sözleri karşısında çok şaşırmıştı. İçinden ‘duy da inanma. Kırk yıllık dedikoducu adam, bana dedikodu yapma diyor. Hayret, yoksa ben bunu yanlış mı tanıyom’ diye geçirirken pastaneciye “doğru söylüyosun, bizim üstümüze vazife mi bu, ne halleri varsa kendileri görsün” dedi.

 

Ama yine de bu konudan bir şekilde faydalanmak istiyordu. Onun için yarına kadar bir plan düşünecekti.

 

Onlar bunları konuşurken Halim paralarını tekrar cebine koymuştu. Kadının etkisiyle uğradığı şaşkınlık da geçmişti. Garson Cengiz’in arkasından koşup tembih edince çok rahatlamıştı. İçinden “götü sıkıyorsa söylesin, ben ona yapcemi biliyon” dedi.

 

Sonra bunların hepsini uzayan tırnaklarını, kadının yanında bu tırnaklarıyla rezil olduğunu falan aklından sildi. “Daha akşama vakit var” deyip kafasını arkaya yasladı ve düşünmeye başladı. Hakim Halim’e “Allah kurtarsın” deyip polislere “tutukluyu hapishaneye götürüp, teslim edin” demişti. Halim burada kalmıştı.

 

 

 

 DEVAM EDECEK

 

 

 

 

 

 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder