HALİM SELİM romanımdan dokuzuncu bölüm
Hakim “ne konuşuyorsun? Ben sormadan
konuşma, burası mahkeme”deyince Halim çok korktu. Ne konuştuğunu söyleyecekti.
Son anda kendini topladı “afidersin hakim bey” deyip yine hakime bakmaya
başladı. Gözü arada bir katip kıza kayınca hemen başını öte yana çeviriyor, için
için ‘valla o anasını sattım; valla o’ diye habire söyleniyordu; ama bu sefer
‘kendini gapıp goyvermediği’ için hiç belli etmiyordu.
Çünkü ninesi ona böyle durumlarda çok
dikkatli olmasını ‘ayıyı gazana sıçırıp bi çuval inciri berbat etmemesini’
tembih etmişti. “’Ayının gazana sıçmasıyla bi çuval incirin berbat olması’
arasında ne ilgi var anlayamamıştı, ama ‘şindi de onu düşüncek sıra değildi’.
Kafası böyle böyle gidip geliyordu.
Hakim “savcıya verdiğin ifadeye ekleyecek
bir şeyin var mı?” dedi. Halim yine gözlerini tavana dikti; söyleyeceği başka
bir şey kaldı mı diye düşündü düşündü sonunda “şindi va desem yalan olur hakim
bey. Yalınız benim gafam az galındır. Her bi şeyi bi anda akıl edimez. Şindik
bu söylediklem bu gadar galsın. Söylecek başka bişe olursa ben size habar
ederin efendim” dedi.
Hakim “iyi o zaman. Ben şimdi seni
tutuklayacağım. Seni hapishaneye götürecekler.
Başka hatırladığın bir şey olursa duruşmalarda söylersin, anladın mı?”
dedi. Halim birden “afidersin hakim bey siz şindi içinizden bene ‘yediği bokla
övünüyo mu acıba? Yoğusam pişman mı oldu?’ deyi geçiriyosunuzdur. Töbosun hakim
bey çok pişmanın. Bunu size bene acıyında az ceza verin deyi demeyon. Valla
öyle deyil hakim beyim. Birden aklıma geldiydi ondan deyon. Çünküm ninecim bene
‘ne halt edesen et, yalınız akşam yatağa yaddında, kendinle mutluka mahkimileş’
dediydi. Ben o niyeymiş ninecim deyince. ‘Oğlum insan olan insan, mutluka
gündüz yedi haltın hesabını kendine vermeli. Çünküm insan olduğu için böyle
yapması lazım. Hayvanla böyle bişey düşünmez. Misila, emme öküzle, emme goyun
geçile onun bunun malına zarar verir, ortalık yere sıçala; emme benemisin
demezle. Çünküm onla hayvandır. İnsan olan insan ise mutluka her ne halt ederse
kendi içinde mahkimileşmesi ilazımdır. Çünküm bi insanın içindeki tüm
kötülükleri, bütün işlediği gabahatları yanim ne suçu, gabahatı varısa yalınız
kendi bilirde ondan’ dediydi. Ben de ‘ninecim hep böyle mahkimileşmeyle başa mı
çıkılır’ dediydim. O da ‘a goca gafalı oğlum sen de her gün bi halt işlimeyver.
Tabi her gün bi halt eder; afidersin bi bok yersen tabi mahkimileşe mahkimileşe
canın çıka. Emme yalınız bi halt edip de mahkimileşdinmiydi, mahkimen çabuk
bite. Bi halt işlimezsen mahkimen göz açıp gapayıncıya gada bite. İçin ırahat
olur. Okumuşla ona vicdan mı ne deyo. Yanim vicdanın ırahat ede, sen de ırahat
edesin. Emme her gün bi halt edersen için cehenime döne. Şindi soruyom; sen
şindi için ırahat olsun hep ırahat uyuyen mi deyon, yoğusam her gün yatan
içinde dört dönüp cebelleşcem mi deyon. Onu garar ver anladın mı bubası gılıklı
tosunum hee’ deyince ben de ‘anladım, hemi de eyi anladım’ dediydim. Sona
ninecim bene ‘misila sen beni ninecim ninecim deyi yeri göğü sığdırımeyon. Emme
daha önce de accık çıtladdıydım. Benim kimsenin bilmediği ne haltlam, ne günahlam
var’ dediydi. Sonacıma ‘bide, her kim içinden kendiyle mahkimileşmesse ona
insan denmez. Dense dense hayvan denir. Hatta hayvan bile denmez’ dediydi. Ben
de ninecim insanın içindekileri Allah bilmez mi, o ne der peki? dedimde de. ‘A
alık oğlum ben niye öyle yatıp kakıp ona dua ediyon peki. Ben Allah bilmise
ondan korkmusam heç öyle gıçı yanık tazının moğuk moğuk moğukladı gibi dua ede
durumun?’ dediydi. İşdi hakim beyim. Ben de gece gündüz afidersin o yediğim
haltımla mahkimileşiyon. Siz şindi ‘öyle yapıyon da; o ölen dirilip gelcekmi
sankim?’ derseniz yerden göğü gadar haklısın. Emme ben de mahkimileşerek
kendimi içimde cezalandırıyon. Çünküm ninecim ‘insanın içindeki pişmanlın
verdiği yangın, heç bi cezayıla gıyas gabul edimez. Çünküm o yangına vicdan deyola
ondan dolayı. Allah heç bi guluna vicdan azabı verip çektirmesin’ deridi. Yani
benim içimdeki kendi mahkimemin bene verdiği cezanın yanda, sizin bene verceniz
cezanın hiç bi hükmü olmaz” dedi.
Hakim bunları sabırla dinledikten sonra
“merak etme, ben senin samimiyetine inandım” deyince Halim “sağolun hakim
beyim” dedi.
Bu arada Halim hakim konuşurken katip
kızın, ebenin iri iri güzel gözleri olan küçük kızı olup olmadığını düşünüyor;
arada bir de ‘yok canım o değil’ deyip sonra ‘valla o’ diye kendi içinden
konuşuyordu.
Hakim “başka söyleyeceğin bir şey var mı?”
diye sorunca ‘şindi işin bokunu çıkarcen’ deyip “yok hakim beyim her bi şeyi
söyledim” dedi.
Hakim onun bu sırada aklından başka şeyler
geçirdiğini tahmin etti. Biraz sertçe “Söyle bakalım aklından geçen başka şey
ne var?” dedi.
Halim şaşkınlık ve korkuyla ‘valla başkı
bişe düşünmeyodum hakim bey’ diyecekti. Bir anda ‘anasını saten ne bok olursa
olsun söylücen işde’ diye karar verip “valla, pıravo hakim beyim. İnsan
sarrafısın. Benim başka şey düşündümü bildin valla” deyince hakimin hafif
koltukları kabarmıştı. Ama hiç belli etmeden “anlat bakalım ne düşünüyordun?”
dedi.
Hakim ‘anlat bakalım’ deyince Halim “valla
hakim bey, yannış anlıman. Şurdaki katib gız bene anacım ölünce ben ağlarken
benim elimden dudup ağlıma deyen ebenin iri iri çok güzel gözleri olan güççük
gızına çok benzeyo gibi geliyo da; gafamı o garışdırdıydı. Yannış annıma hakim
beyim ben istimiden aklıma öyle geldi” dedi. Kıza tekrar dikkatli baktı “valla
aynı hakim beyim. Emme ben o olmadını da biliyon. Çünküm o gız öğretmen olcedi”
diye açıkladı.
Bu sırada katib kız alı al moru mor olmuş;
utanmış, nereye bakacağını bilemiyordu. Yalnız Halim’in “iri iri çok güzel
gözleri olan güççük gıza çok benzeyo” dediğini duyunca için için çok mutlu
olmuştu. Çünkü katib kız da her gün aynanın karşısına geçer dakikalarca
gözlerine bakar, çok beğenirdi. Hatta birkaç kez aynada gözlerini seyretmekten
işe bile geç kalmıştı. Erkek arkadaşı da ona “benim mühür gözlü sevgilim”
derdi. Katib kızın aklına onlar gelmişti.
Halim “sonacıma hakim beyim savcı beyin
yanındaki katib gızın gözleri de aynı ben anacımın ölüsünün yanında ağlaken
ebenin gızın bene ağlıma dedinde, yanındaki köy katibinin bal rengi buğulu
gözlü gızın gözlene çok benzeyodu. Ben ordu da ona öyle bakdıydım. Emme valla
hakim beyim bunlar dünya ahret gardeşim olsun, ikisi de onnara çok benzeyo”
dedi.
Hakim önce ‘bu herif acaba sapık mı? da
bizim katip kızlara gözünü dikiyor’ diye düşünmüştü.
Çünkü Halim savcının yanındayken oradaki katip
kıza da arada bir kaçamak bakıyordu ve bu hakimin dikkatini çekmişti. Şimdi
Halim açıklayınca durum açığa kavuşmuştu.
Hakim Halim’e “sen o kızları çok mu
sevmiştin?” dedi.
Halim adeta sıçrayarak “töbosun hakim
beyim; ben öyle sizin sandınız gibi değil. Onna benim rüyama guş gibi, kelebek
gibi giriyo; ben onlara öyle seviyom. Yoğusam şindi onla kimbilir nerde. Orası
bene hiç ilgelendirmeyo. Töbosun yanış annıman” dedi.
Hakim içinden “zavallının hayatında gördüğü
tek güzellik o kızlar herhalde, kendini onların hayalleriyle avutuyor” diye
düşündü.
Halim’e çok canı acımıştı. “Tamam tamam ben
yanlış anlamıyorum; zaten sen yanlış bir şey söylemedin” dedi; sonra “hadi
Allah kurtarsın” deyip polislere “tutukluyu götürüp, hapishaneye teslim edin”
dedi. Önceden hazırladığı tutuklama kağıdını da verdi.
Polisler yine Halim’in ellerini
kelepçeledi. Halim ‘bu da savcı gibi, tutukluya götürün dedi’ diye içinden
geçirirken, hakimin “Allah kurtarsın” dediğini duymuş; yine içinden ‘heç beni
gurtarcek Allah bu yazıları yazamıydı? Bununki de naf işde’ dedi. Halbuki bu
“Allah kurtarsın” sözünü sonraları çok duyacak ve alışacaktı.
Döner sandalyede arkaya kaykılarak bunları
düşünürken uykusu gelmişti.
“Ne günlerdi beh?” dedi. Ayağa kalktı;
şöyle bir silkindi. Patronun “git köşedeki ayakkabıcıya ayağın ölçüsünü” ver
dediği aklına geldi, içini sevinç kaplamıştı.
Birden patronun verdiği paralar aklına
geldi. Önce bir cebindeki parayı çıkardı, elli lira bir de önceden kalan dört
lira vardı. O parayı sayıp tekrar cebine koydu. Öteki cebine koyduğu iki yüz
lirayı çıkardı. Onu da güzelce saydı; onu da o cebine koydu.
“Bi cüzdan almanın zamanı geldi; bi
cüzdanlık param oldu” diye düşündü. Sonra ‘oğluum cüzdanı bi düşürüsen, ozman
netcen gari’ diyerek cüzdan almaktan vazgeçti. Daha önce yaptığı gibi cebinde
beş on lira bırakıp kalanını pansiyonda kasaya koyup lazım oldukça oradan
çekecekti. ‘Münasibi bu’ dedi. Rahatladı. ‘Beş, on lirasını bırakıp kalanını
kasıya gorun’ diye düşündüğü aklına geldi. “Hadi oğlum böyle patronu buldun
sırtın yeri gelmez gari. Sene garada bile ölüm yok” dedi; çok mutluydu.
Patronun odaya girdi çıktı. Ayağındaki
terliğe bakarak “hadi bakam seninde zamanın geçiyo. Şindi nankör olmeyen, epey
ayaklamı taşıdın, sağol” diye söylendi.
Onu bu halde biri görse ‘bu adam delirmiş’
derdi. Ama o, öyle düşünüp söyleyen olursa ‘deyin varın, ninecim adamın hası
accık deli olurumuş deridi’ diye cevap verirdi.
Saati yoktu zamanla alakası olmadığı için
çok aramıyordu. Dışarı çıkıp dolaştı. Onun böyle dışarıda dolaştığını görenler
ona şaşkınlık korku ve hayretle bakıyorlardı. Çünkü Halim ilk kez böyle dışarı
çıkıp dolaşıyordu. Oralarda biraz volta attı. Aklına hapishane günleri geldi.
‘Ustam bene eyi ders verdiydi” diye düşündü. Hapishanede volta attığı günleri
hatırlamıştı. ‘Kim bilir nerlede. Sağısan Allah uzun ömür vesin, öldüyse Allah
ırahmet etsin’ diye aklına gelen Hacıhüsrevli Rüstem’i anıyordu.
Bu sırada tıpkı hapishanede olduğu gibi
kendine bir volta sahası seçmiş orada sert dönüşlerle gidip geliyordu.
Kendinden geçmişti. Onun böyle seri şekilde volta attığını gören o koridora
bakan bürolardaki herkes kapılara çıkıp onu ilgiyle seyrediyordu. Hiç kimse çıt
çıkarmıyordu. Yalnız Halim’in ayağındaki terliklerden çıkan sesler duyuluyordu.
Halim tam hızını almıştı. Bu sırada o katta
asansör durdu. Asansörden o kadın çıktı.
Halim de tam bu sırada sert bir dönüş
yapmıştı. O kadınla göz göze gelince birden durdu “hobbıla bu da nerden çıktı
böyle?” dedi. Bu sırada koridordaki kapılardan bakanlara gözü ilişti “ayı mı
oyneyo burda?” diye bağırdı, sonra kadına döndü “afidersin hamfendi. Sizi
demedim, buyurun; emme patron çoktan gittiydi” dedi.
Kadın biraz kırıtarak “ne o beni içeri
davet etmeden, başından mı savıyorsun?” deyince Halim ne diyeceğini şaşırdı. “Olur
mu öyle şey hamfendi. Buyurun burası zaten sizin sayılır” deyip kadını büroya
davet ederken bir gözü de koridordaki kapılardaydı.
Kapılardaki herkesin o “ayı mı oyneyo
burda?” diye bağırınca içerilere kaçıştığını görünce içinden “bunlara böylesi
lazım” diye geçirip, o da kadının arkasından büroya girdi.
Kadın hemen oradaki Halim’in döner koltuğa
oturmuştu. Halim içinden “bu garı gine neye geldi böyle acıba?” derken onun
kendi döner sandalyesine oturduğunu görünce içi bir çeşit olmuştu.
Kadının karşısında ayakta duruyordu. Birden
terliğinin eskidiği, tırnaklarının uzadığı aklına geldi. “Netcen şindi ayaklama
bakarsa dırnaklama öyle görese ayıp olucek” diye telaştan nasıl duracağını
şaşırdı. ‘küçük çocukların yabancı biri karşısında ayakları üzerinde sağa sola
sallandıkları gibi sallanarak’ “hamfendi patron yoğudu emme” dedi.
Kadın Halim’in bir şeyden sıkılarak
sallandığını fark etmişti. Gülerek “ne o çişin mi geldi de öyle kıvranıyorsun?”
deyince Halim’in yüzü kara boz oldu. “Yok hamfendi olur mu öyle şey? Ben acık
rahatsızında, ayaklamda romatizma var da ondan” dedi. Bu son sözleri söyleyince
içinden ‘emme atıyosun ha’ diye geçiriyordu.
Kadın Halim’in bu çok kaba ve de vahşi
görünüşünden çok hoşlanmıştı. İçinden ‘ayy ne değişik tip? Bayılırım böylesine’
diye geçiriyordu. “Sıkılma hayatım ben yabancımıyım? Hadi bana bişey söyle”
dedi “soğuk bişey, şöyle ateşimi alsın” diye fingirdeyerek gülümsedi.
Halim onun “şöyle ateşimi alsın” derken ne
demek istediğini anlamış ‘hapı yuddun oğlum, bu garı çok alaflı’ diye
düşünüyordu.
Korkmuştu. Çünkü ninesi ona ‘oğlum garının
alaflısından kork. Adamı çıra gibi öyle yakar ki söndürene aşk olsun’ demiş;
bir de “kim olursa olsun, kimsenin garısına neyine yüz verip başdan çıkarma.
Yoğusam şeytan senin tefterini dürüp eline verir, başın dertten gurtulmaz”
demişti.
Bunlar aklına gelince çok telaşlanmış ‘bu
garıdan nasıl gurtulen?’ diye plan yapıyordu. “Yengicim ben sene her şeye
ısmarların; emme bizim burla güççük yer. Sizi böyle gören olursa, bi laf eden
olur. Patron yanış anlar, ozuman çok ayıp olur” dedi.
Kadın biraz alınmış gibi yaptı “ne yani?
Ben kocamın yerine gelince bir şey içip dinlenemiyecek miyim?” diye sordu.
Sonra “çok ayıp, patronun duyarsa asıl buna kızar, çabuk bana soğuk bişey
söyle” dedi.
Halim içinden ‘al bakam başına belayı, garı
yapışık. En iyisi bişey söyleyip biran önce savmak’ diye düşündü. Sonra
“afidersin yenge size ne deyem? Sovuk ne deyem?” dedi. Kadın yine kırıtıp “ay
senin yenge diyen dilini yiyeyim. Bir ayran söyle. Şöyle buzzz gibi olsun”
dedi. ‘Buzzz gibi’ derken dudaklarını domaltmıştı. Halim’in içi yine bir çeşit
olmuştu. ‘Yandın oğlum, hemi de ne yandın?’ deyip diyafona gitti “buzz gibi bi
ayran getirin” dedi. Nereye olduğunu söylemesine gerek yoktu. Kükremesinden
nereye olduğunu çaycılar hemen anlıyordu.
Az sonra, bu sefer öteki garson yani Cengiz
geldi. İçeri elinde ayran şişesiyle girince Halim “hobbıla sen nerden çıkdın
ya?” dedi. Cengiz şaşırmıştı. “Şey Halim abi, Ali ben gitmicen deyince ocakçı
beni gönderdi” dedi. Halim temelli şaşırmıştı. ‘Ali kim? Nereye gitmecen dedi?
Neden gitmecen dedi? Bu kim? Neden geldi?’ gibi sorularla kafası arapsaçına
döndü. “Oğlum sen ne deyon? Ben seni tanımeyon, Ali kimmiş? Neden gitmecen
demiş? Ocakçı kimmiş?” diye sorunca bu sefer şaşırma sırası garson Cengiz’e
gelmişti. Bu sırada kadın da sinemada film seyreder gibi onlara bakıyordu. O
da, kim ne söylüyor anlamamıştı. O öyle Halim’i süzüyor, içinden de
değerlendiriyordu. ‘Burası amma film bi yermiş. Ben arasıra canım sıkılınca
buraya gelsem çok hoş vakit geçiricem. Bu Halim’de gerçekten hayvan gibi’ diye
içinden düşünürken; Halim de garsonun sözlerine şaşırmış, kadından saklamaya
çalıştığı ayaklarını unutmuş tam kadının ayaklarını göreceği yerde, garsonu
haşlıyordu. En sonunda “tamam çok gonuşup durmu da yengeye ayranı ver gaybol”
demişti.
Garsonun bu canına minnetti. Kadına ayranı
ve pipeti verip hiç beklemeden kendini asansöre zor atıyordu ki, arkasından
“apcanlıyarak” gelen Halim’i gördü. Hemen asansöre binip düğmeye basacaktı. Halim
son anda asansör kapısını tuttu “dur oğlum, arkandan govalıyan mı var?” deyince
garson mecbur durdu. Halim garsona “bene bak. Aşşağıda bu gadından naf falan
etme. Yoğusam senin gafanı goparırın” dedi.
Bunu derken koca eliyle Garsonun kafasını
avucunun içine almıştı. Garson korkudan bayılacaktı, hatta altına da biraz kaçırmıştı.
“Tamam abi bana ne yav? Ben kimsiye hiç bişe demen” dedi. Halim “de bakalım da
gören” derken garson asansörün kapısını kapatıp düğmeye çoktan basmıştı.
Asansör aşağı inerken arkasından bakan
Halim ‘aklı bokuna garışdı. Kimsiye bişe demez gari’ diye düşündü. Sonra ‘bu
garı da başıma bela oldu; emme yapışakmış ha’ diye içinden söylenerek geriye
büroya geldi.
Kadın Halim garsonun arkasından koşunca hem
çok korkmuş, hem de meraklanmıştı. “Ne söyledin çocuğa öyle koşup da?” dedi.
Halim “sene ne ‘diyecekti?’ kendini tutup “hiç möhim bişe değel” dedi.
Çünkü ninesi ona ‘kendine mukayyet ol,
herkezi gırıp yığma. Çünküm eğer varı yoğa ona buna tersle durusan, bi başına
dımdızlak dikilip galırsın’ demişti.
Gerçi bu kadına ters davransa bir şey
olmazdı. Ancak patrona gider söylerse patron Halim’e çok kızar, bir de işten
atarsa; işte o zaman ninesinin dediği gibi, ‘dımdızlag dikilip galırdı.’ Onun
için kendini tutmuştu.
Bu sırada kadın da Halim’in terliklerine
bakmış; patlıcan gibi parmaklar, bir de çapa gibi göğermiş tırnakları görünce
içinden ‘ayy ne pis, gerçekten hayvan gibi’ diye düşünüp tiksinirken; bir
yandan ‘bu hayvanla ne egsantirik olurdu. Bütün arkadaşlara hava atardım’ diye
geçiriyordu. Bu arada ayranı bitirmişti. Halim’e yine bir, iki kırıttı. Baktı
‘iş’ çıkmayacak “ayran için teşekkür ederim, yine görüşeceğiz hayatım” deyip
çıkıp gitti.
Bu sırada Halim, kadından da sözlerinden de
bir şey anlamamış; kadının arkasından ‘mal’ gibi ‘bön bön’ bakıp kalmıştı.
Kadının en son söylediği ‘yine görüşeceğiz’ lafı kafasına takılmıştı. ‘Gine
görüşcez hayadımmış. Bok görüşürüz. Sene de nalet, yüzüne de nalet’ diye
söyleniyordu.
Böyle söylenirken kadına biraz daha
kızmıştı; ama geçip yerine oturunca “sen onu, bunu boş ver. Allah için güzel
garıydı. Hele o memileri, essahmı acıba?” diye söyleniyordu. Birden aklına
tırnakları geldi. “Garı gördü ya” diye üzüldü. “Ula dırnaklar, ben sizi akşam
kesen de görün. Yumuşadıp da öyle kesen derken garıya rezil olduk” dedi.
Bu sırada garson Cengiz az önce soluk
soluğa ocağa girmişti. Onu soluk soluğa gören öteki garson Ali “nasılmış? öyle
atıp dutması değilmiş demi?” dedi. Bu arada ocakçıda Cengiz’i soluk soluğa
görünce “ne oldu Cengiz, ne bu halin?” dedi. Cengiz hala soluyor, bu arada
içinden ‘söyliyem mi? Söylimeyen mi?’ diye mücadele ediyordu. Dayanamadı
“ayının yanında bir kadın var; amma bi içim su. Ayının koltuna oturmuş aygın, baygın
ona bakıp kırıdıyodu” deyince hem Ali, hem ocakçı meraklanmıştı.
Ocakçı “yok canım” deyince Cengiz “sen öyle
san. Ayranı da o kadın istemiş” dedi.
Ocakçı “iyi de arkandan canıvar geliyormuş
gibi neye öyle soluk, soluğaydın?” deyince; Cengiz “ha o mu? Ne olucak canım? Bir
an önce işe yetişen diye öyle koşduydum” dedi. Ali “sen onu benim külahıma
anlat” dedi ve ocakçıya “abi bu yalan söylüyor. Herhalde ayı bunun arkasından
gelir gibi yapınca, bu efe kendini asansöre zor atmış. Varsan, baksan altına
bile kaçırmışdır bu” deyince Cengiz birden paniğe kapılıp “valla az bişe
kaçırdım; amma önemsiz bişey” dedi. Birden böyle söylediğine pişman oldu.
“Doğru arkamdan geldi. Abim burda gördüklerin aramızda galsın, patron falan
duyarsa kızar dedi” diye açıkladı. Ali, alaylı “peki niye soluk soluğaydın?”
deyince Cengiz “o ayı arkamdan koşup gelince azıcık korkduydum. Bi de o lafı
sizi yetiştirmek için öyle hızlı geldiydim de ondan” diye ‘sap yiyip, saman
sıçarak’ soluk soluğa gelişini anlatmaya çalışıyordu.
Bu sırada o kadın asansörden inip dış
kapıya yönelmişti. Cengiz “iş de bak, şu kadın ordaydı” dedi. Bu sırada
lokantacı da tesadüfen oradan geçiyordu. Garsonun gösterdiği kadına o da
merakla baktı. “Ne olmuş o kadına?” diye sordu. Ocakçı “hani Yavuz bey var ya!
İşde bu kadın az önce ordaymış; bu görmüş de onu diyordu” dedi.
Lokantacı sabahleyin lokantanın önünde
beklerken, bu kadını işhanına girerken gören pastaneci “seninki geliyor” demiş.
Lokantacı “kim o kadın?” deyince pastaneci “kim olucak? Yavuz beyin dostu olan
o intihar eden adamın karısı” diye cevap vermiş. Lokantacı “hadi yav demek o
kadın bu muymuş?” diye hayret etmişti.
Kadını görünce bu aklına geldi “Ha bu
kadın, Yavuz beyin dostu olan kadın” diye biliyormuş gibi konuştu.
Ocakçı içinden ‘bunların da, pastaneciyle
her şeyden haberi oluyor. Adamlar ayaklı gazete gibi’ diye geçirirken “hadi
yahu demek bu kadın, o kadınmıymış?” dedi.
Çünkü o da hem gazetede, hem de
televizyonda bu tür haberleri kaçırmaz ve hiç unutmazdı.
Bu sırada kadın salına salına kapıdan çıkıp
gitti.
Hepsi de içinden ‘hey maşallah! Yavuz bey
de ağzının dadını biliyormuş’ diyordu. Lokantacı “iyi ama Yavuz bey çıkıp
gideli epey olduydu. Bu kadının onun orada ne işi varmış?” dedi. Çaycı içinden
‘bu adam da Yavuz beyi amma takip ediyor ha. Kadının dostu olduğunu biliyor, az
önce çıkıp gittiğini de biliyor, var bunların arasında bişey ya neyise’ diye
geçirirken “biz de onu merak ediyoduk. Eğer doğruysa, yukardaki ayı bizim
Cengiz’e ‘aman bizim oğlan, bu kadını burda gördüğünü kimseye söyleme’ demiş”
diye lokantacıya açıkladı.
Lokantacı iki üç saat önce Yavuz bey
geçerken selamlaşmış; Yavuz bey ona “yarın bi uğra da görüşelim” deyince içi
‘cız’ etmişti.
O da o sırada yukarıya arabasını ‘alımkar’
olan mühendisle görüşmeye gitmiş; mühendis arabayı pahalı bulup almaktan
vazgeçtiği için yenice oradan inmiş lokantaya gidiyordu. Burada öğrendiği bu
haber ona sanki yarın işine yarayacakmış gibi gelmişti.
Lokantaya geldi. Bu sırada pastaneci
dükkanın önündeydi. Lokantacı bir an pastaneciye, öğrendiği bu haberi söyleyip
söylememekte tereddüt etti. Sonra ‘sarı öküzün yanında duran ya huyundan, ya
tüyünden alırmış; ben de bunun yanında onun gibi dedikoducu oldum’ diye içinden
geçirip pastaneciye “duydun mu son haber ne?” dedi. Pastaneci hemen meraklanmıştı.
‘Bana dedikoducu diyor; amma benden aşağı kalır yanı yok’ diye içinden
geçiriyordu. Yalan dedikodu yapıp hem karısını, hem de karısının üvey kardeşini
öldürmesine sebep olduğu adam dün yine cezaevinden haber göndermişti.
Gönderdiği haberde “o pastanecinin sonu çok yakın” diye tehdit etmesi
pastanecinin aklına gelince yine içi ürpermişti.
İçinden lokantacıya ‘senin haberinden bana
ne yahu?’ demek geldi; ama yine
dayanamadı. Merakla “son haber de neymiş?” dedi. Lokantacı kendine borç para
verirken “ayıp ediyorsun. Çek mi olurmuş? Komşu komşunun külüne muhtaçmış”
deyip üç dört saat önce ‘Azrail gibi’ yarın gel de görüşelim diyen Yavuz beyden
adeta intikam alır gibi “seninkini yanındaki ayı boynuzluyormuş” dedi.
Pastaneci, lokantacının sözleri arasında
geçen ‘seninkini’ diye “ayı boynuzluyormuş” deyişinden Yavuz bey olduğunu
çoktan anlamıştı.
Sanki anlamamış gibi davrandı. Biraz
dedikodunun hem tadını çıkarmak, hem de lokantacının Yavuz beye karşı daha
suçlu olmasını sağlayıp kendini Yavuz beye ele vermesini önlemek için “seninki
kimmiş? Kim kimi boynuzluyormuş?” dedi.
Lokantacı zokayı yutmuştu. Pastanecinin
bilmediği bir şeyi ondan önce bilmenin mutluluğu içinde “kim olucak? Yavuz bey
denen pezevenk. O onun bunun karısını ayardayım derken elin oğlu, onun altındaki
karıyı çekip kullanıyormuş da pezevengin ruhu duymamış” dedi.
Dedi; ama içinden ‘amma boşboğazmışım ha.
Kendimi kaybedip pastaneciye karşı kozumu gaybettim. Adam şimdi senedi çok
rahat tahsile kor” diyerek kendine müthiş kızıyordu. Çünkü zaten işler çok kötü
gittiğinden herkese çok borçlanmıştı. Şimdi pastaneci de ne zamandır beklettiği
açık senedi istediği gibi doldurup tahsile korsa tam hapı yutardı.
Pastaneci de ne zamandır lokantacının
tümüyle diz çöküp eline düşmesini bekliyordu. Lokantacının bu sözlerine “hadi
yahu! O zaman Yavuz bey bi duyarsa ayının işi bitik desene” dedi. Lokantacı
“aynen öyle” dedi.
Ama o öyle düşünmüyordu. ‘Bu işin sonunda
ayının değil, Yavuz beyin işi bitik diye’ düşünüyordu. Eğer Yavuz bey kıskanıp
da Halim’i öldürürse hapse girer; yok Halim Yavuz beyi öldürürse, bu sefer
Yavuz bey mezara girerdi. Yani her iki durumdan da lokantacı karlı çıkıyordu.
Halim’e ne olacağına ise hiç umursamıyordu.
Aynı şeyleri pastaneci de düşünüp
sevinmişti. Çünkü her durumda da Yavuz beyin lokantacının karısını elde etmesi
olanaksız olacaktı. Ama ‘Yavuz beyin sonu ne olursa olsun lokantacının
faydalanıp biti kanlanacak’ diye pastaneci burada Yavuz beyin başına iç
açmasını önlemeye çalışacaktı.
Çünkü lokantacı temelli zor duruma düşerse
Yavuz beyle şansı fifti fiftiydi. Ama lokantacı durumunu düzeltirse
lokantacının karısını elde etmesi hayal olurdu. Çünkü o kadın ancak kocası zor
durumda kalıp istediklerini karşılamayınca elde edilebilirdi.
Pastaneci böyle düşünerek olaya çok
isabetli teşhis koymuştu. Çünkü lokantacı borçları nedeniyle arabasını satılığa
çıkarınca karısı şiddetle karşı çıkmış; kocasının yani lokantacının “hayatım bu
araba sana yakışmıyor. Ben sana daha yeni bir araba alacağım da ondan
satıyorum” deyince sesi kesmiş, hatta kocasının boynuna sarılarak “seni çok
seviyorum” demişti.
Yani böyle bencil adi bir kadındı.
Lokantacı kaç gecedir borçlardan uyuyamayıp yatakta kıvır kıvır kıvranırken, bu
kadın kocasının sıkıntısını hiç fark etmeden horul horul uyumuştu. Şimdi de
kocası kıskandığı için “lokantaya gelme de neriye gidersen git” demiş;
harcaması için epey para vermişti. Kadın o günden beri şehrin şık mekanlarını
dolaşmayı huy edinmişti. En çok da lüks kafeteryalarda oturmayı seviyordu.
Oralarda gelip gideni izlemesini; bir de kendini çapkın gözlerle süzen
erkeklere sanki hiç oralı değilmiş gibi davranıp, onları tahrik etmeyi çok
seviyordu.
Neyse; pastaneci “hadi yahu Yavuz bey bunu
duyarsa ayının işi bitik desene” deyince, lokantacı “aynen” diye cevap verdiği
sırada, her ikisi de bu yazdıklarıma benzer düşünceler içindeydi.
Lokantacı devam etti. “Yalnız birinin ayı
duymadan bunları Yavuz beye münasip şekilde çıtlatması lazım” dedi. Pastaneci
yukarıda belirttiğim duygu içindeydi. Lokantacıya “sakın ha! Bu ne seni, ne
beni hiç ilgilendirmez. Belki de o garson yalan söylüyodur. Durduğun yerde
çirkefe taş atıp, üstüne sıçratma. Eğer doğruysa bırak ne halleri varsa
görsünler” dedi.
Lokantacı pastanecinin bu sözleri karşısında
çok şaşırmıştı. İçinden ‘duy da inanma. Kırk yıllık dedikoducu adam, bana
dedikodu yapma diyor. Hayret, yoksa ben bunu yanlış mı tanıyom’ diye geçirirken
pastaneciye “doğru söylüyosun, bizim üstümüze vazife mi bu, ne halleri varsa
kendileri görsün” dedi.
Ama yine de bu konudan bir şekilde
faydalanmak istiyordu. Onun için yarına kadar bir plan düşünecekti.
Onlar bunları konuşurken Halim paralarını
tekrar cebine koymuştu. Kadının etkisiyle uğradığı şaşkınlık da geçmişti.
Garson Cengiz’in arkasından koşup tembih edince çok rahatlamıştı. İçinden “götü
sıkıyorsa söylesin, ben ona yapcemi biliyon” dedi.
Sonra bunların hepsini uzayan tırnaklarını,
kadının yanında bu tırnaklarıyla rezil olduğunu falan aklından sildi. “Daha
akşama vakit var” deyip kafasını arkaya yasladı ve düşünmeye başladı. Hakim
Halim’e “Allah kurtarsın” deyip polislere “tutukluyu hapishaneye götürüp,
teslim edin” demişti. Halim burada kalmıştı.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder