HALİM SELİM romanımdan altıncı bölüm
Neyse savcı ile bal rengi buğulu gözlü
katip kız yanlarından geçip odaya girdiler. Halim ve polisler ayağa kalkmıştı.
Az sonra savcı zile bastı içeriye giren görevliye “tutukluyu getirsinler” dedi.
Polis’in biri Halim’i içeri götürdü savcının işareti ile kelepçesini çözüp
dışarı çıktı. Savcı “evet nerede kalmıştık?” dedi. Halim, “ninecimin verdiği
parıyla alıp geldim ıscacık ekmenin içine, tereyanla bal döküp yedimizi
annaddım, çok güzel olduydu dediydim” dedi. Savcı “aferin kafan iyi çalışıyor,
devam et” dedi. Halim savcı “aferin kafan çalışıyor” deyince keyif olmuştu. Az
kalsın ‘sağol savcım, ninecim de öyle deridi’ diyecekti kendini tuttu. “Ondan
soonacım” deyip anlatmaya başladı.
“Savcı beyim beni ninecim büyüddü. Daha
önce söyledim mi? Bilmiyon. Emme gine söylüsem de rahmetli hakediyodur” dedi.
Savcı Halim’in ne söyleyeceğini merak
etmişti. İlgiyle ne söyleyecek diye bakıyordu.
Halim “savcı beyim benim ninecim çok esaslı
bir garıydı. Hani öğünmek gibi olmasın erkek gibi garıydı. Çok güzeldi de. Çok
talibi varıdı; emme o ben çoklamı övey buba elinde gomam deyip evlenmediydi.
Gocası da ötürüklü biriymiş. Rahmetli dedem için ‘ötürüklünün biriydi; emme çok
yavız adamdı’ der, heç laf ettirmezdi. Ben azcık böyüdükten keri bubacımın
çoban durduğu Hacı velinin sürüye çoban durduydum. Emme hemen beni çoban
saymadılarıdı. Ben öteki çobanlan çırağı gibi bişeydim. Emme çobanlığı çabucak
gavradım. Soona da bene goca sürüyü teslim ettileridi. Öteki sürülere kaç kere
canıvar gırdıydı; emme benim sürüye heç canıvar manıvar uğrumadıydı. Emme benim
yanımda bubacımın köpe Bozoğlanın hem kendisi, hem de eniği varıdı. Yani
köpeklem çok acarıdı. Gerçi Bozoğlan azcık ihtiyarladıydı, emme öteki sürülen
köpeklenin yanında gıral bibiydi” dedi.
Savcı “ifadeni biraz hızlandır” dedi. Halim
alınmıştı. “Gafanızı arıtdıysam gusuruma bakman. Siz bene ‘her şeyi anlat’
deyince ben de dipden dırnağa her bi şeyi anladıyodum. Neyise kısa kesen”
dedi. Savcı gülerek “yok sıktığın falan
yok. Ama biraz daha özet anlat” dedi.
Halim “başüstüne savcı beyim” dedi. “Ondan
sonacıma uzatmıyen, benim esgerlik gelince ben esgere gittim. Onu da kısa
kescen; emme bazı şeyleri söylümem icabediyor” dedi. “Esgere varınca beni önce
bölük gomutanının garşısına çıkardılar. Gomutan beni görünce şöyle depiden
dırnağa süzdü. Ayaklama bakınca başladı gülmüye. ‘Ne oğlum bunla, sen bunlara
babuç bulup geyiyon mu?’ dedi. Ben ‘valla gomutanım benimde en böyük derdim bu.
Heç ayama göre babıç bulumadım. Yazın neyse; emme gışın çok zor oluyo. Ayan
üstüne çapıt mapıt onun üsdüne de yün çorabı çekiyodum. Onun üstün de çarık
çekiyodum. Emme gomutanım valla kışın ayaklam soğuktan mafoluyodu’ dedim.
Gomutanım sağosun bene esgerken tam dört çift potin dikdirivediydi. Bene
esgerde herkes çok seviyodu. Hele bi tekmil veren, çavuşla on kere tekrar
ettiriyodu” dedi.
Savcı meraklanıp “nasıl tekmil veriyordun
göster?” dedi. Halim bal rengi buğulu gözlü katip kıza baktı. O da yazmayı
bırakmış Halim nasıl tekmil çekecek diye bakıyordu. Halim aynı askerde olduğu
gibi esas duruşa geçti. “Hacıomarın Osmanın ortanca oğlunun gançıklığıla
arkıdan bıçaklayıp öldürdüğü İbiram oğlu Bilal pelifanın oğlu Halim Selim emret
gomutanım” dedi.
Çok yüksek sesle bağırarak söyleyince
dışarıda polisler telaşlanıp “bir şey mi oldu acaba?” diye kapıyı açıp
baktılar. Savcı başıyla bir şey yok deyince kapıyı kapatıp dışarıda merakla
beklemeye başladılar.
Halim tekmili verince bal rengi buğulu
gözlü katip kız kikirdedi. Savcı, Halim’e “aferin çok esaslı tekmil vermişsin,
sonra?” dedi. Halim “soonası savcı beyim. Ben gülüm balım esgerlik yapıp
duruydum. Bi onbaşı varıdı. İkide bir benim ayaklama bakıp bakıp dalga
geçiyodu. Ben elli kere uyardım. ‘Onbaşım ayıp oluyo. Benle dalga geçmen. Bene
Allah yaratmış. Gınayıp durman’ dediysem de; naf dinlemeyince ben bunu dutup
bir iki vurdum. Zaten zayıf bişeyidi azı burnu gan içinde galdı. Beni gören
onbaşı, çavuş hepisi üstüme çöndü. ‘Yermisin yemezmisin?’ Allah yaratdı demeyip
bene epey vurdula. Benim derim biraz galındır. Öyle çok etkileri olmadı. Neyse
yüzbaşı görüp beni onlan elinden gurtardı. Ne oldu deyi sorup soruşturdu.
Sağosun orda beni gören diğer arkıdeşle durumu aynı anlatmış. Gomutan bene
çadır hapsi verdi. O onbaşıya da benle dalga geçtiği için çok gızmış. Çadır
hapsinden çıkınca gomutan bene ‘sen haklı bile olsan, burda üste el galkmaz.
Bida olmasın’ dedi. Zaten bida başka bi vukuatım olmudan yüzümün akıyla
esgerliği bitirdim. Terhis günü gomutan bene yapdırıvediği eski, yeni dört
postalı ve yanında bi de parkayı gışda gıyamette geyen deyi verdi. Başıma ne
geldiyse o parkayla postallan yüzünden geldi. Gomutan iyilik olsun deyi verdi.
Başıma bunlan gelceni bilse heç verimiydi? Neyse ben terhis olup köye geldim.
Ben esgerdeyken ninecim mefat etmiş. Bi geldim köyün heç eski dadı yok. Öte
dolandım beri dolandım. Zaten benle igilenen heç kimse yoğudu. Bene herkes
fazlıdan görüyodu. Bi gün emmim ninecimden bene iki bin lira galdığını söyledi,
‘burlada dolaşıp durmuda git gendine bi iş bul’ dedi. Zaten ninecim ölükdü,
bene oraya bağlısıla durmazdım. Bavuluda açmadıydım. Aldım onu ver elini
İstanbol dedim. Orda pulis dayım varıdı, o ötekilerden daha insanlıklıydı”
dedi.
Burada düşünmeyi bıraktı. Zaten yağmurda
başlamıştı. Vurdu kafayı yattı. Az sonra uyumuştu. Gece yarısı bir gürültüyle
uyandı. ‘Noluyor yavu?” diye kalktı baktı. Tombalacı Nuri boylu boyunca yerde
yatıyordu. Halim ‘noldu sene yavu?’ diye kalktı. ‘Allah edmesin’ Tombalacı Nuri
öldü zanetmişti. Baktı nefes alıyordu. Nuri’yi kucaklayıp yatağına yatırdı.
Halim’e Nuri çok ağır gelmişti. ‘Ölü gibi bu yav’ dedi.
Nuri yine her zamanki gece yarısına kadar
nerede zıkkımlandıysa, zıkkımlanmış. Zil zurna sarhoş odaya kadar zor
gelebilmiş; yatağına yatacağı sırada yere yıkılmıştı. Çok pis içki kokuyordu.
Halim burnunu tuttu. “Öff ileş gibi kokuyo mübarek. Aynı ileş gibi de
ağır”dedi. Nuri’yi yatağına güzelce yatırdı. Üstünü örttü. Kendi yatağına
yattı. “Bu gadar şeyi nerde içtin amübarek adam. Kendine garazınmı var?” dedi. “Herhal
dostlar meyhanesinde içmiştir. Bu saata gadar anca orası açıktır. Zaten oranın
gaçda gapanıb gaçda açıldı belli değil ya” diye söylendi. ‘Ben de içince böyle
ileş gibi kokuyomuyum’ diye düşündü. ‘Yok canım sen kokamısın? Anan seni
tütsülü doğurmuş. Sen içsen bile tütsü kokasın. Salak herif! Elbet sende böyle
ileş gibi kokasın. İnsan kendi kokusunu duymazmış. Kendi osurun sene nası mis
gibi kokasa, başkasına da ileş gibi koka’ deyip güldü. Kendi kendine böyle
konuşup gülerken yine uykusu geldi.
Zaten yağmur da hızlanmış, çinko çatıda
bateri resitali yapıyordu. Onu dinleyerek uyudu. Sabah erkenden uyandı. Baktı
Tombalacı Nuri hala ölü gibi yatıyordu. ‘Allah etmisin, ölüp galdı mı
yoğusam’diye bir an telaşlandı. Baktı ‘bebek gibi nefes alıyor’ diye rahatladı.
Tombalacı Nuri gece sabaha kadar horlamış,
şimdi horlamadan sessizce uyuyordu. Halim ‘akşam bunun gulağını çekmeli. Artık
çok oluyor. Allah etmisin bi yerde ölüp galıcek’ diye söylendi, akşam gelince Nuri’yi takip etmeye karar
verdi. Zaten zıkkımlandığı yerler belliydi. Onu eliyle koymuş gibi bulurdu.
Halim böyle düşünerek kalktı. Elini yüzünü
yıkadı. Hapislikte edindiği ağzını fırçalama alışkanlığı hep devam ediyordu.
Hapisliğin ona verdiği en güzel alışkanlık buydu. Dişlerini de güzelce
fırçaladı. Sigara içtiği halde dişleri bembeyazdı. Aynada ağzını açıp dişlerine
bakmayı çok severdi. Ağzı çok kocamandı, ama vücudun, kafasının elinin ayağının
iriliği arasında pek sırıtmıyordu.
Neyse temizlikten sonra giyindi, Tombalacı
Nuri’ye baktı “akşama görüşcez Nuri efendi” dedi. Bu sırada sanki onun babası
veya ağabeyi gibi olmuş; başkasına öğüt vereceğini düşününce koltukları
kabarmıştı. Dışarı çıkınca çaycıyla karşılaştı selam verdi. İçinden ‘yürü oğlum
yoluna, burda çay içip masrıfa girme, dükkanda bol bol içersin. Nası olsa
alıcen var’ dedi, güldü. Cebindeki parayı düşündü ‘bu gün de yeter, yarın
çekersin’ dedi. Birden ‘ee kasıda parası olan insan oldun. Gök görmedik gibi
hemen şımarma’ diye içinden kendini uyardı.
Katip kapıdaydı laf olsun diye “Metin gitti mi?” diye sordu. Katip “az önce
gitti” dedi. “Metin’i ne yapıcan?” diye soracaktı; kendini tuttu. Geçen gün bir
şey sorunca Halim katibi “sen işine bak” diye terslemişti. Bu aklına gelince
yalnızca “az önce gitti” demişti. Halim, katibin bu kısa cevabına kızdı.
‘Kendine bi bok sanıyor zibidi. Adam sorar Metin’i netcen deyi’ içinden söylendi.
“Bu hafta onun çalıştığı yerden biraz öteberi alcedim, ondan sordum” diye
açıklama yaptı.
Birden içinden ‘bok va gibi hemen öyle
söylüyon. Ya patron geçen haftaki gibi parıyı vermiden giderse’ diye kendine
kızmıştı. Katip biraz alaylı “ya öylemi? Patron sana zam yaptı herhalde?” diye
soruyla karışık cevap verdi. İçinden de ‘ayı kasadaki otuz lirayı çeker, gider
bol bol harcasın’ diye alay ediyordu.
Halim içinden ‘ok yaydan çıktı’ dedi “he ya
patron benim haftalığa tam yirmi lira zam yaptı, ayrıca işler iyi gidince
bahşiş de veriyor” dedi; ama içinden ‘at bakam at da civcivle yesin’ diye
kendiyle dalga geçiyordu.
Katip bunu duyunca çok kıskandı ve içinden
bir hesap yaptı. Pansiyon parası, haftalık arada bir bahşiş ‘bu ayı benden çok
alıyor. Bizim ortaokul mezunu olduğumuzun ne kıymeti var? Kimbilir patronu, bu
ayıyı nasıl kirli işlerde gullanıyorda, o parayı veriyor. Zaten patronu da
hırlı deyus değilmiş, öyle söylüyolar’ diye içinden geçirirken duraklayınca,
Halim içinden ‘zibdi kıskandı. Oh olsun öyle arkamdan atıp dutman da, ne biçim
adam oldumu öğrenin’ dedi; sonra katibe “sen dalıp gittin bizim oğlan, hadi
eyvallah, ben işe geç galmıyen de aldım parayı hak eden” dedi ve yürüdü gitti.
Katip arkasından bakıp kalmıştı...
Halim’in duymayacağına emin olunca da “yürü
ayı anca gidersin. Nasıl olsa patronunla yedin bokun kokusu çıkar. O zaman
görürüm ben senin bu havanı” dedi.
Onun bu sözlerini duyan çaycı katibin
yanına gelmişti. Katibe “ne oluyor bizim oğlan? Yine kime söyleniyon?” diye
Halim’in arkasından söylendiğini bildiği halde sordu.
Katip çaycıya geçen gün ‘bir bir
berabereyiz’ dediğinden beri artık çaycıdan bir şey sakınmaya gerek görmüyordu.
“Kim olucak, bizim ayıya söyleniyom, patronu zam yapmış da, ona hava atıyodu,
ayı” diye üstüne basarak anlattı.
Çaycı içinden ‘salak! Geçen gün ben Halim’e
gırın ayısı dedim deyi böyle fütursuz konuşuyo. Güya o dediyse ben de demişin.
Ben bi kere gırın ayısı dedim. Kendi elli kere ayı, deve dedi. Bu dangılak hiç
hesap bilmiyor. Hiç bi kereyle on kere aynı olur mu?’ diye geçirdi.
Sonra katibe “öyle deyip durma bizim oğlan
yerin gulağı var. Halim bi duyarsa valla seni parçılar. Gerçi ben de gırın
ayısı dedim; amma o bi kere ağzımdan gaçtı. Başkada hiç demedim” deyince
katibin korkudan beti benzi attı. “Sen söylümezsen nerden duyucak bizim oğlan.
Aman gözünü seveyim ağzından kaçırma. Töbe bi da, ben de demem” dedi.
Çaycı keyf olmuştu. İçinden ‘akıllım, ben
bi kere gırın ayısı deyince, berabereyiz deyi söyleniyodun. Duymadım mı
zannediyosun. Şimdi yine elime düştün, bi yamuk yap gör gününü’ diye geçirdi.
Katibe “ayıpsın bizim oğlan hiç
söylermiyim? Hem ben de gırın ayısı dedim de berabere olduyduk ya” diye alayla
cevap verip gitti.
Katip çaycının arkasından bakarken ‘hay
diline eşek arısı soksun. Geveze herif, çaycının eline bi dünya goz verdin.
Adam senin o gırın ayısı deyince bir bir berabereyiz dediğini bile duymuş onu
başına kakıp dalga geçiyo, sersem’ diye kendi kendine kızdı. Yapacak bir şey
yoktu olan olmuştu. Erken kalkmak için not yazdıran müşterileri kaldırmak üzere
üst katlara çıkarken hala kendi kendine söyleniyordu. Ama çok hafif adeta
dişlerinin arasından söylendiği için ne söylediği anlaşılmıyordu.
Bu sırada Halim dostlar meyhanesinin
yanından geçiyordu. İçerden gelen sesleri duyunca ‘be mübarekle! Buruya kaçta
geliyo bunla? Yoğusam hiç yatmıyolamı?’ diye söylendi.
İçinden ‘salak! Gurtla, guşla her bişey,
hatta çiçekle bile yatıcek uyucek de, bunlamı yatıp uyumecek? Seninki de laf
işde’ diye kendiyle alay ediyordu.
Kurtların kuşların hatta çiçeklerin bile
uyuduğunu ona ninesi söylemişti. ‘Gadir mevlam insana ne özellik verdiyse her
yaraddınıda aynı özelliği vermiş’ derdi.
Oradan bu düşüncelerle geçti. Her gün
geçerken etrafında gördüğü şeyler bu gün gözüne bir başka güzel gözüküyordu.
Çok mutluydu. İşi de vardı. Yatacak yeri de vardı. Hafta bittiği halde cebinde
yedi lirası, kasada otuz lirası, ayrıca bu hafta patronun vermeyi unutmazsa
belki de zamlı vereceği haftalığı da vardı.
O “şükretmecekde netcedi ya”. Çok şükür
öyle nankör değildi. Şu anda bunlar aklından geçiyor; yürürken gördüğü her şey
ona bir başka güzel geliyor içini çok güzel duygular kaplıyordu.
Bu şekilde iş hanına gelirken pastanecinin
önünden geçerken pastaneciye, lokantacının önünden geçerken lokantanın önünde
duran aşçıya gülümseyerek başıyla selam verdi işhanına girdi. Asansöre binip
büroya geldi. Bu sırada gördüğü herkese başıyla selam veriyordu.
Herkes de onun arkasından şaşkın bakarak
‘buna ne oldu böyle?’ diyordu.
Bu şekilde büroya giren Halim patronun
masasını güzelce temizledi, paspas yaptı. Aslında paspası her on beş günde bir
kat görevlisinin hanımı yapıyordu. Yani yarından sonra yine o yapacaktı. Hatta
Halim patrona “patron boşuna para vermeyin, ben yapıveren, nolcek elime mi
yapışcek” demiş, patron da biraz kızgın “elinin körü olacak. Oğlum o iş kadın
işi hiç sana yakışır mı? El ne der sonra? Yavuz has adamına kadın gibi paspas
yaptırıyor der, sonra benim de, senin de itibarın iki paralık olur, sakın ha”
demişti.
Tam paspas yaparken bu aklına geldi eline
ateş almış gibi paspası yere attı. ‘Yuh sene dangılak. Az daha esas görevini
de, kendini de beşparalık edip rezil etcedin. Patron sene bu iş garı işi demedi
mi?’ diye yere attığı paspası hemen yerden alıp yerine koydu.
Kapıya baktı ‘gören var mı?’ diye. Çok
şükür gören olmamıştı. Masanın üstü silinmişti. Şöyle bir göz gezdirdi, paspas
izleri kaybolmuştu. İyice baktı paspas yaptığının anlaşılmayacağına ikna olunca
geçti yerine oturdu.
Aklına buraya gelirken pastaneciye, aşcıya,
yukarı çıkarken önüne gelene selam verdiği aklına geldi. ‘Al başına belayı. Ya
onlar selam verdi deyi senle cıvık cıvık gonuşmuya kalkasa. Ya patrona senin
adam bu gün çok mutlu, herkese selam verdi. Herhal yemini fazlı verdin derse,
bak gari işe’ dedi.
Kalktı; dışarı çıktı. Kat görevlisi
ordaydı. Halim’i görünce “oo hemşerim bakıyom, bu gün çok neşelisin” dedi.
Halim ona sert sert baktı “yılışma oğlum işine bak” dedi. Adam şaşırmıştı
“bizim oğlan; senin de sağın solun belli olmuyor, bi öyle bi böyle” diyecekti,
Halim’in bakışından çok korkup yerine oturdu.
İçinden ‘ayı sağı solu belli değil. Salak! Sen de bi selama hemen yılışma. Selam
verilcek bi pezevenk mi sanki o?’ diyerek kendine kızıyordu.
Halim adamın yerine korkuyla oturduğunu
görünce ‘hah şöylem, bunnara selam vemeye gelmeyo, hemen cıvıtcek dangılak’
dedi. Diyafondan adeta kükreyerek “bene bi çay getir acil osun” diye bağırınca
katta o saatte gelen herkes korkuyla kapılara üşüştü. Halim onları görünce “ne
bakıyonuz ülen girin içeri” diye kükredi. Kapılardaki herkes kayboldu. Halim
yerine dönerken ‘hah şöyle, sabah cıvıdık, emme şindi her şey yerine oturdu’
dedi.
Aslında ilk kez böyle yapıyordu. Herkesin
kendinden korktuğunun ilk kez farkına varıyordu. Bu çok hoşuna gitti. Farkında
değildi; ama Özdemir Asaf’ın şiirinde “bütün renkler hızla kirleniyordu,
birinciliği beyaza verdiler” diye betimlediği gibi Halim de kirlenmeye
başlamıştı. Neyse zaten olacağı buydu.
Halim geçti yerine cibciddi oturup işine
başladı. Sabah gelirken kendince gösterdiği cıvıklıktan sonra hemen kendini
toplayıp işine başlamıştı. Şu anda hiçbir şey düşünmeden ve cıvıtmadan yerinde
oturuyordu.
Az sonra patronu çok neşeli bir şekilde
girdi “o kocoğlan aferin işine iyi sarıldın. Böyle gidersen seninle aram hiç
bozulmaz, aferin” deyip içeri girdi. Halim Patron gelince hemen ayağa kalkmış
gözünü kırpmadan cipciddi patronu dinliyordu. Son ‘aferin’ den sonra az kalsın
patronun eline sarılıp ‘sağol patron her bişey senin sayende, senin sayende çok
şükür, heç bi sıkıntım yok. Emret senin için ölem’ diyecekti. Ama kendini tuttu
sadece “sağol patron” dedi.
Yavuz bey onu duymamıştı bile odasına girip
kapıyı kapatıp koltuğuna kuruldu. Söyledikleri karşısında Halim’in çok hoşlanıp
zevkten dört köşe olduğunu anlamıştı. İçeri girip koltuğa oturunca ‘bunlara
arasıra böyle pohpohluycan. Ama mesafeyi de iyi koruyup, şımartmıycan’ diye
içinden söylendi.
Kendiyle gurur duyuyordu. Adam kullanmakta
üstüne kimseyi tanımıyordu. ‘Ee yılların tecrübesi o kadar olacak’ diye
kendiyle böbürlenip o da işine başladı. Onun işi de faizle para verdiği
kişilerin listesine bakıp ödeme günü yaklaşanları aramaktı. ‘Borcu olana
gününden önce arıycan ki aklı bokuna karışsın. Işık tutulmuş tavşan gibi
domalıp kalsın’ der, o nedenle önceden hepsini arayıp ‘günün az galdı ona göre’
diye arardı. İşte o da bu işine başlamıştı.
Halim her zaman ki gibi diyafona gitti.
Patrona bir sade kahve kendine bir çay söyledi. Az önceki kükremeyi duyan
herkes ona bir kere daha korkuyla bakıyordu. Çaycı da onun sesi duyunca telaşla
ocakçıya siparişi vermişti.
O bunları görüp biliyordu, ama hiç oralı
olmadan geçip yerine oturdu. “Hah şöyle herkez haddini bilsin” dedi. Bu gün de
önceki günler gibi geçti. Bu gün fazla gelen giden olmamıştı. Öğlene doğru
patron odadan çıktı. “Erken çıkıyorum. Arayan soran olursa yarın gelicek
dersin. Akşam vaktinde çıkar gidersin” deyip çıkıp gitti. Halim önce kendine
iki liralık bir dürüm söyledi. Bir de ayran söyleyecekti ‘fazla masraf olmasın’
dedi. ‘Patron böğün böle, bakasın yarın değişir. Ninecim insan kısmı çiğ süt
emmiş güven olmaz deridi. Bunu aklından heç çıkarma oğlum’ diye kendi kendine
uyarıda bulundu. Garson dürümü de getirmişti. Halim’e korkuyla bakarak dürümü
verdi. Sonra arkasına bakmadan koşup gitti.
Halim hiç bunun farkında değildi. Aklı
savcıda ve onun yanındaki bal rengi buğulu gözlü katip kızda kalmıştı. Bir de
Tombalacı Nuri ‘acıba kalkdımı?’ diye Nuri’yi düşünüyordu. Dürüm kuru kuru
gitmez diye diyafondan bir de çay söyledi “acile et, ekmek yeyon” dedi.
Garson aşağıda çok kızmıştı. “Ne bu yavu?
Adam her şeyi acele istiyor. Sanki biz onun özel uşağıyız” diye söylenince
ocakçı “oğlum burda söylenip durma da, git kendine söyle” diye yarı şaka
söylendi. Garson ocakçıya ‘erkeksen sen söylesen ya!’ diyecekti, ama ocakçı
patronunun asker aradaşının kayınıydı kendini tuttu. Çayı kaptığı gibi Halim’e
götürdü. Halim “eferin isteyince ekspres gibi oluyosunuz” deyip çaya şekerini
atıp karıştırmaya başladı.
Çaycı garson çoktan tüymüştü. Halim çay
içip, dürümü güzelce yedi bitirdi. Giti tuvalette ‘çöydürdü’. Ama artık eskiden
olduğu gibi, ‘şarıl şarıl çöydüremiyordu’. ‘bu porosdat mı ne, emme bok iş ha;
bu gidişle ayamın üsdüne işecen’ diye söylendi.
Hapishane doktoru “gençsin, ilaç kullanırsan bir sıkıntın olmaz”
demişti. Ama hiç sigortası olmamıştı ki. Aldığı para ancak yarım ekmek ciğere,
bir de üç beş kuruş artarsa da sigaraya falan ancak yetiyordu. Bu gidişle ilaç,
milaç alması çok zordu. Bunları düşünerek tuvaletten geldi. Sonra ‘nası osa iş yok?’ dedi ve dün akşam
kaldığı yerden düşünmeye başladı.
Çünkü geçmişini düşünürken yaşadığı üç
dönemi de ayrı ayrı, ama ara vermeden düşünüp bitirmekten hoşlanıyordu. Askerde
iken o zamana kadar yaşadığı ‘bubacını çılbacık yıkalarıken gördüğü’ ve kıt mıt
hatırladığı o andan askere gidene kadar süreyi ve o sürede yaşadığı küçük küçük
mutlulukları hatırlamayı çok seviyordu.
Askerde komutan onu koğuşçu yapmıştı.
Askerler kalkıp gittikten sonra kimseyi hiç şikayet etmeden bozuk yatakları
düzeltir koğuşu temizleyip havalandırır; sonra bir yere oturup başlardı
düşünmeye. Bir keresinde öyle dalgın otururken komutan girip gelmişti. Onun
haberi olmadığı için dibine kadar gelmiş sonra birden “asker!!.” diye
bağırmıştı. O zaman Halim ‘tingedek’ düşüp hemen toplanıp tekmilini vermişti.
Komutan da “asker böyle dalgın olmaz” diye sertçe uyarmıştı. Halim ondan sonra
sık sık ara vererek düşünmeye başlamıştı.
Sonra o olaydan sonra hapise girince
hapishanede yıllarca boş kaldığı anlar hem köydeki yaşamını, hem askerlikte
geçen günlerin içinde yaşadığı küçük mutlulukları hatırlayarak avunurdu. Şimdi
de hem köydeki günleri, hem askerlik, hem de ifade verirken yaşadıklarını, bazı
hapishane anılarının içindeki küçük mutlulukları hatırlamayı çok seviyordu.
En son savcıya “aldım bavılı ver elini
İsatanbol dedim. Orda pulis dayım
varıdı. Ötekilerden da insanlıklıydı’ demişti.
Oradan düşünmeye devam etti.
“Önce Sirkeci deyi bi yer var; oruya
gittim. ‘Neden?’ derseniz. Bubacımın köyde bi esger arkıdeşi var. O da
insanlıklıdır. Ben esgerden gelince bi o bene iyi garşıladıydı. Ben size
esgerden gelince hiç kimse oralı olmadı dedim; emme onu hısım akrıba için dediydim.
Bubacımın bu arkıdeşi öyle hısım akrıba değil, köyden biri. Sonacıma savcı
beyim bu adama ben dost bildim. Çünküm bubamın esger arkıdeşiydi de ondan.
Savcı beyim burda bişey decem. Belkim siz bilmezsiniz. Bizim orlada herkezin en
aziz arkıdeşi yalınız esger arkıdeşidir. Çünküm insan esger arkıdeşiyle
icabında goyun goyuna yata. Biri bişe anladıce zaman hemen ‘benim falan yerde
esger arkıdeşim va, onla ne günle yaşadık deyi’ lafı başla. Bi de mapusane
arkıdeşliği vadır. Onla da sağlam arkıdeşdir, emme onu sayma. Neden? Çünküm hem
mapusluk kötü bi şeyimiş, hem de herkes mapusa girmeyo. Temsil şindi benim de
sizden iyi olmasın mapus arkıdeşim var” deyince bu sefer savcı ‘tingidek’
düştü.
Çünkü önündeki dosyada Halim’in sabıkası
yoktur yazılıydı. Halim’e biraz şüphe biraz merakla “hangi hapishane arkadaşı?
Sen daha önce hapis yattın mı?” diye sordu.
Halim “savcı beyim ben size ‘temsil’ dedim.
Önceden mapuslum falan yok” dedi. Savcı “peki o zaman; senin hapishane arkadaşı
nereden oluyor?” diye sordu. Halim “ha o mu? Savcı beyim ben buruya gelmiden
önce pulisle beni bi yere kapadıydı. Orda biçok insan varıdı. Onlan içinden
sizden iyi olmasın biri yanıma geldi. Biraz hoşbeşten sonra bene ‘mapusluk zor
zanattır’ dedi. Bene mapusluğu öğretti ben onu deyodum” dedi. Savcı biraz merak
biraz da alayla “kimmiş sana hapisliği öğreten usta? Neler öğretti?” diye sordu.
Bu sefer
‘tingidek’ düşme sırası Halim’deydi. İçinden ‘ha diline eşek arısı
soksun. Bişe yımırdlımıdan durameyon. Al başına belayı çık içinden çıkabilisen’
dedi. Komiserin “savcıyla hakime her şeyi anlat” dediği, Rüstem’inde “ben sana
mapuslukta az konuş diyom; yoksa savcıya, hakime ne anladırsan anlat” dediği
aklına gelince yine içinden “ne bok olusa olsun ok yaydan çıktı gari” deyip
savcıya “ha o mu savcı beyim? Adı Rüstem mi neyimiş” dedi. Adını biliyordu; ama
sanki bilmiyormuş gibi öyle söylüyordu. Neyse, “o pulislen beni gapadığı
galabalın oldu yerde bene ‘arkıdeş mapusluk zor zanaddır. Bunu her zanat gibi
usdasından örencen. Bu usduda benim’ deyip bene mapusluğu öretti” diye kısa
kesti.
Ama savcı işin peşini bırakmıyordu. “Pekii
neymiş o zanat? Neler öğrendin? Anlat bakalım” deyince Halim içinden ‘al başına
belayı. Adam dibini deliyo. Anlat bakam öğrendin zanadı şom ağız’ diye kendine
kızarken “önemli değil savcı beyim, bir iki bişey, öyle önemli bişey değil”
diye geçiştirmeye çalıştı. Savcı durur mu? Hakikaten dibini delmek istiyordu ve
‘acaba bu salağa kim neler öğretmiş?’ diye çok merak ediyordu.
Halim çaresiz anlatacaktı. “Savcı beyim”
dedi, “önce mapusa girince cipciddi olcemişim. Mapusa girince dedim. Çünküm
benim suçum ağır olduğu için; garanti tutuklanıp orda yargılanırmışım” dedi.
İçinden ‘al bakam savcı bey sen bene öyle gaz zannediyon. Emme ben yargılamaya
bile biliyom, hemide tam yerinde gullandım’ geçiriyordu.
Şaşırmayın Halim öyle kaz gibi biri
değildi. Az önce savcıyla hakimin, şimdi de savcının kendini merakla
dinlediğini; söylediklerinden etkilendiklerini hep görmüş ‘belki bi işe yarar
deyi lafı uzadıyodu’.
Ancak bu ‘mapusluk zanatını’ söylemek
istememiş, lafı ağzından kaçırınca anlatmak zorunda kalmıştı. Ama kaçamak cevap
vermeye çalışıyordu, savcı iyice meraklanıp sorunca da Halim içinden böyle
şeyler geçiriyordu.
“Soonacıma savcı beyim. O bene ‘mapusanede
sene bişe soralasa kısa cuvap ve’ dedi. Misal ben ordakile bene merakla
bakarken ‘selamüaleyküm’ demem lazımmış onu deyon. Ozuman selamımı alan ordaki
mahkumla benle alakalı her şeyi bildi halde, bi şey bilimezmiş gibi
davranırmış. Onnan her şeyi bildini benim nerden bildimi sorasanız. Çünküm
mahkumlan işi gücü boş zamanlanda gaztelen cinayet habarını okumak, bide
bulmuca çözmeyimiş. Arıda bi de voltu atalamış ya neyse. Mahkumla benne alkalı
her şeyi bildi halde ‘cinayet mi?’ deyi soramış. Ben ozman ‘oldu bi kere’
decemişim. Onna ısrarla ‘siyasimi?’ deyi sorasa onlara ‘şöyle bi bakıp’ orası
sizi alakıder etmez decemişim” dedi.
‘Şöyle bi bakıcemişim’ derken Rüstem’in tarif
ettiği gibi bakınca hem savcının, hem de bal rengi buğulu gözlü köy katibinin
kızına benziyen katip kızın içi ürpermişti. Her ikisi de karşılarında hırlayan
bir aslan var sanmışlardı.
Savcı “sonra?” dedi. Halim “sonacıma savcı
beyim bi de sigara içeken ordaki birine elimi uzadıp sigarasını almecemişim
bir, bi de elimdeki yanan sigarayı birine ateş deyi vermicemişim iki” dedi.
Savcı meraklanmıştı ve biraz da sabırsızlanmıştı “peki ne yapacakmışsın” diye
sordu.
Savcı sabısızlanıyordu. İfade uzadıkça
uzuyor. Halim’in anlattıklarının ifadeyle ilgisi yoktu; ama çok tatlı
anlatıyordu ve bir de anlattıklarının zaman zaman olayla bağlantısı da
oluyordu. Onun için ifadeyi kesmek istemiyordu. Ama bir yerde de bitirmek istiyor
onun için sabırsızlıkla iki de bir “sonra?” diye soruyordu.
“Savcı beyim ben de ona aynı sizin sordunuz
gibi sordum. O bene ‘ben sene sigarayı ateş deyi alıp verme. Lazım olunca
kibrit, çakmak isdersin veya gider kantinden alırsın’ dedi” diye açıkladı.
Savcı bu sefer “sonra” dememişti. Halim “soonacıma savcı beyim, o bi de voltu
atmasını öğretti. Bi de kimsenin voltasını hiç kesmecemişim, bi de voltamı hiç
kestirmecemişim, bi de hep cibciddi olcemişim” dedi.
Gördünüz değil mi? Halim’in ‘cib ciddi’
olmak sanki kaderiydi.
“Hem savcı beyim ben zaten cibciddi olmayı
daha önce ninecimden öğrendim” dedi. Savcı yine meraklanmış hep “ninecim”
diyorsun, “nineciğin” sana başka neler öğretti?” diye sordu.
Halim biraz duygulanmıştı. Çünkü ninesini
çok seviyor, onu na zaman hatırlasa veya hatırlatılsa içinden ağlamak gelirdi.
Savcı “nineciğin başka ne öğretti?” deyince
Halim duygulu bir sesle “savcı beyim ben ne biliyosam; nur içinde yatsın. Yattı
yer cennet mekan osun, hep ninecimden örendim. O olmusa ben hodul gaz gibi bişe
olurdum” dedi ve ninesinden öğrendiklerini anlatmaya başladı. Zaten daha önce
birçoğunu anlatmıştı. Ama ninesinin ‘cibciddi’ olmak üzerine bir sözü vardı,
onu hiç unutmamış hep kulağına küpe yapmıştı. İşte onu anlatacaktı. “savcı
beyim” dedi. “Biliyosunuz bubacım ben beş yaşlandeyken öldürüldü. Anacım da ben
ilkokul üçüncü sınıftayken öldüydü. Şindi onlan nası öldüğünü, ta başından
anlatıp gıymatlı vatkınızı almeyen” dedi.
Halim ‘bubacım öldürüldü, anacım öldü’ diye
başlayınca savcı da içinden ‘eyvah ta başından başlarsa yandık’ diye
geçiriyordu, ancak sonradan “ta baştan anladıp gıymatlı vaktınızı almeyen”
deyince rahatlamıştı.
Halim “savcı beyim onla ölüp gidince, ben
ninecimle bi başıma galdım. Gerçi emmilem, dayılam varıdı; emme onlara sayma.
Hele dezemi, halamı heç sayma. Çünküm onlan kendi çoluk çocuğula işleri
başlarından aşkın Halim akıllana bile gelmezdi. Yannış annıman, Halim deyi bene
deyon. Yoğusam köyde başka Halim yok. Bizim soyadımız Selim’miş, ninecim bene
adı gibi halim selim biri olur işallah deyi, adımı Halim goymuş. Neyise savcı
beyim ben ninecimle bi başımıza galınca; akşamları o bucak minderine oturudu.
Ben de gafam güççükden gocuman oldu için onun dizleri dayımecenden, başımı
dizlenin üstüne gomaz hemen yanına uzanıp yatadım. Ninecim bi yandan o mis
kokulu elerile salçamı dara, bi yandan da nasihat ederdi. Ben de gözlemi
gapadır heç bi nafını gaçırmıdan hep gafama yazadım” dedi.
Bu sırada katip kız Halim’in aslan yelesi
gibi saçlarına bakıyor, içinden gidip o yeleyi ellemek geliyordu. Hemen kendini
toplayıp işine döndü.
Halim “Savcı beyim ninecim bi gün bene ben
yanı başında gözlem kapalı yataken ‘tosun oğluum, görmeyen göze bişe gösdercen,
bi de duymuyan gulağa bişey duyurcen deyi uraşıp, kendini yormu’ dediydi. Ben
de ‘ninecim öyleyse ben kimsiye bişe demecen, bişe göstermecen öyle mi?’ deyi
sorduydum. O güldüydü. Biliyomusun savcı beyim” dedi, sonra güldü “beninki de
naf sen nerden bilcedin ya? Ninecimi görmedin ki, benimkide naf” dedi.
“Sonacıma savcı beyim ben ninecime öyle sorunca o güldüydü ya. İnanın savcı
beyim ağzında o yaşında inci gibi dişleri varıdı. Benim ninecim çok bi güzel,
hemi de ferasetli garıydı; emme şindi lafımız o değil. Neyse ben öyle sorunca
ninecim bene ‘ben onu demeyon a bubacı gılıklı tosun oğlum lafı eyi anna. Elbet
sen de birine bişe göstercen, birine bişe decen. İşde ozman garşındaki insan
mı? Değilmi deyi önce bi bak’ dediydi. Ben gine burda ‘hobbula ninecim her
gonuşan bizim gibi herkez insan demi?’ dediydim. O gene güldüydü. ‘Oğlum nasıl
her gördün sakallı deden değilse, öyle her gördüğünü de insan zannetme. Onnan
çoğu insan gılığında iblisdir, güvenilmezdir. Ben onlara deyon’ dedi. Ben de
‘iyi ninecim ben kim insan, kim deyil nerden bilcen’ dedim. O da bene, ‘oğlum
insan sene bakaken içine bi sıcaklık gire sanki kırk yıllık tanışmış gibi
gelir’ dediydi. İşde savcı beyim ninecim bene böyle böyle şeyler söyledi” dedi.
Savcı ve bal gengi buğulu gözlü katip kız
Halim’i sabırla dinliyordu.
“İşdi böyle savcı beyim daha öncüde
söyledim gibi; bunlara bene hep ninecim öretti. Savcı beyim ninecim çok
hakigatlı garıydı. Ötürüklü bi işe yarımaz bi adama, dideme varmışdı; emme onun
hakkında kimsiye bişe söyletmez. Biri didemin hakkında ileri geri gonuşmuya
kalkasa ninecim hemen ‘çok gonuşman; o benim çoklamın bubası; gocem ona laf
söylencese bi ben söylerin’ deridi. Siz şindi ninecin çok hakıkatlı bilmiş ve
de güzel bi garıydı da, başka alan olmadı da mı ötürüklü bi işe yarımaz adama
varmış derseniz, onun da cuvabı hazır. Didem, ninecimin emmioğluymuş. Ninecime
köyün bütün gençleri vurgunmuş. Hatta bubacımı vuranlan bubası Hacı Omar’ın
Osman’da ninecime çok yangınmış; gaçırmıya bile galkmışmış. Bunu
becerimiyincek, büyük didem ninecimi ötürüklü dideme verincek, kıskançlığından
benim sevdiğim gızı elimden aldı deyi, intikam için oğlanlanı kışgırdıp bubamın
üstüne salmış ki, kendinin olmuyan döl, yani bubacım gebersin gitsin demiş.
Ninecim bubacım öldünde de sonru da ‘ciğer bağından yanası, beni alımayıncı
intikam için tosunumu oğlanlana öldürttü’ derdi. Şindi siz bene ‘sen bunu önce
hiç söylümedin, şindi nerden icabeddi de sölüyon’ decesiniz, emme her laf
yerinde söylenirmiş. Ninecim bene oğlum her lafı zamanında söyle ki dinliyen bi
mana çıkarsın. Yoğusa ettin laf davılcı osuruna gide. Onun için ciddiyetini hep
mafaza ed’ derdi. Neyise savcı beyim. Ötürüklü didemin bubasının, yani böyük
didemin iki oğlu olmuş. Biri didemin bubası, biri de ninecimin bubası. Didemin
bubasının yalınız bi oğlu olmuş, yani didem olmuş. Ninecimin bubasının da bi
gızı, yani ninecim olmuş. Siz şindi ‘bunla tavık mı ki? Bitek bitek yımırta mı
yımırtleyomuş?’ decesiniz. Netcen savcı beyin vermeyen Allah vermiyor. Neyise
savcı beyim; büyük didem, didem ötürüklü doğuncek, bi de tek erkek torun
olduğundan ve de ötürüklü olduğu için, başka gız veren olmayıncek, öteki
oğlunun bitek gızını, yani ninecimi ötürüklü dideme züriyetim gurumasın deyi
vermiş de ondan ninecim ötürüklü bi adama varmış. Baştı da dedim gibi ninecim
didem hakkında kimsiye kötü lnaf ettirmez. Nafı açılınca yalınız ‘iyi hoştu, emme ötürüklünün biriydi. Yattı
yer cennet, mekan olsun’ der başka naf etmezdi. Neyse şindi ben ifadeye dönesem
savcı beyim şart osun, pıltıka olsun deyi demeyom. Siz de” dedi, bal rengi
gözlü buğulu gözlü köy katibinin kıza benzeyen katip kıza baktı “şu hamfendi
de” diyecekti; ayıp olur diye vazgeçti. “Siz de savcı beyim ninecimin dediği o
hakiki insana benzeyosunuz. Benim her dedimi duyup dinleyosunuz da ondan her
bişeyi esiksiz sizi anladıyon”dedi.
Yüzüne iltifat edilen her insan gibi savcı da
biraz utanmıştı. Belli etmemeye çalıştı.
Halim “yani aynı ninecimin dedi gibi siz
bene bakınca içimde bi ıscaklık duydum, sonacıma sanki tanış gibi geldiniz de
ondan öyle söylüyon” dedi. Ve devam etti “savcı beyim işde bubacımın arkıdeşi
de öyle insanlıklı biriydi. Bene ‘İstanbol’a pulis dayın yanına git, o sene
baka’ dediydi. Ben de ondan İstanbol’a pulis dayımın yanına gittiydim” dedi. Bu
arada savcı saatine baktı; içinden ‘İstanbul’a geldi artık hikayesi yavaş yavaş
bitiyor’ diye geçirip “sonra” dedi.
Halim “savcı beyim naflamıla sizi sıkıyosam
hiç çekinmen hemen burda kesen” dedi; devam etti “hani iki de bir saata
bakıyosunuz da ondan dediydim” dedi.
Savcı şaşırmış biraz da kızmıştı. İçinden
‘amma alıngan ha, saate bile baktırmayacak’ diye geçirdi.
“Yok yok sen merak etme çekinmem. Saate
vakit kaça geldi diye bakmıştım. Zaten İstanbul’a geldin, artık bitiyor değil
mi?” diye sordu. Halim içinden ‘sıkıldı belli etmeyo. Yoğusam İstanbola geldik,
artık bitiyor mu demez. Kısı kesmeli ki Aydın habası olsun’ deyip “soonacıma
savcı beyim” diye devam etti. “Bubacımın esger arkıdeşi dayın Beyoğlu’ndaki
garagoldaymış deyince ben doru oruya giddim. Sora sora pulis garagolunu buldum.
O adamın dedi doğruymuş, emme dayım gaymıkamla dakışınca, onu pulislikden atmışla”
dedi. Bakın burada dayısının kaymakam tokatladığını bildiği halde, onu
söylememiş, “gaymıkamla dagışınca” demişti. Çünkü “nineci ona her laf her yerde
söylenmez. Laf vadır daştan ağır, gurşun gibi insan öldürür; laf vadır
yumuşacık tül gibi insanı okşar, düşmanı dost gılar” demişti. Halim burada
soluklanıp devam etti. “Sonacıma savcı beyim ben ordaki pulislere dayımı
sordum. Onla bene ‘dayın şindi pulis değil’ dedi. İçlenden dayımın insanlıklı
bi arkıdeşi benle çok ilgilendi. Bene, Asmılımescit deyi bi yer varımış;
dayımın orda olduğunu söyledi. ‘İsdesen bekle ben götüren’ dediydi. Ben ‘sağol
pulis abe, ben sora sora bulurun. Çünküm sora sora Bağdat bile bulunurmuş’
dedim. Ben öyle dedim. Garıgoldan çıkıp sora sora dayımın yanına vardım.
Hakkadden dayım orda gave işlediyomuş. Bene görünce çok sevindi. Sarıldı,
essahdan çok sevindi. Çünküm ninecim bene insan samimiyse gözlenden belli olur
dediydi. Ben de o nası bişe ninecim deyince. Ninecim bene ‘oğlum samimi insan,
aynı insan olan insan gibi bakınca insanın içine bi ıscaklık aka. Eğer o insan
samimi değilse. Bakınca insanın içine soğukluk gire, insanı ürpertip üşüdür
ordan annasın’ dediydi. Neyse savcı beyim işde dayım bene öyle ıscacık
garşılayıp ‘dayım gelmekle iyi etdin. Yalınız burası yani İstanbol çok bahalı
ve galabalıkdır. Onun için iş bulana gadar, burda gavede yat kalk. İçerde oda
var orda galırsın’ deyince çok sevindim. Hemen Sirkeci’de otele goydum bavılı
alıp buruya geldim” dedi.
Burada durakladı “işde şu bavıl o bavıl”
dedi. Hem savcı, hem de köy katibinin bal rengi buğulu kızına benzeyen katip
kız bavula baktılar.
“Soonacıma savcı beyim, ben oruya
yerleşince çok sevindiydim. Dayımın arkıdeşleri çok gafa dengiydi. Dayım orda”
dedi durakladı. ‘Dayım orda gumar oynadıyodu’ deyip, kumar oynattığını
söyleyecekti. ‘ninecinin sen sen ol kimseyi müzevirlime, müzevirlik aşşalık
bişedir’ dediği aklına geldi “dayım orda çay gave satıyodu” dedi. Savcı
Halim’in burada bir şey sakladığını sezmişti. ‘Açık konuş bir şey saklama
gözümden kaçmaz’ diyecekti, ifade uzadığı için vazgeçti. “Sonra?” dedi. Halim “soonacıma savcı beyim”
dedi. Halim’de içinden ‘ifade bitsin, savcı da adamakıllı sıkılmıya başladı.
Hem nolcemiş? Asceklese assınla,
kesceklese kessinle’ diye düşündüğü için bundan sonrasını hızla anlattı.
“Soonacıma savcı beyim ben orda galırken, bi gece İstiklal caddesi denen yerde
geziyodum. Siz de bilirsiniz orası her zaman çok galabalık oluyomuş. Dayım öyle
dediydi. Yalınız geceye doğru az tenhalaşıyo. ‘Geciye doğru tenhalaşdını nerden
biliyon?’ dersen, dayım dediydi. İşde ben de o gün gece yarısına doğru çıkdım.
Yörüye yörüye giderken orda birileni görüp durdum, bakıyodum. Onnan hepsi
birden üstüme çullandı. ‘Pis gominis, burda ne işin va?’ deyip küfredip
bağırıyoladı. Ben netcemi şaşırdıydım. Çünküm orların yabancısıydım. Sen şindi
‘be herif yabancıydın da’ “afidersin” ‘orlada bok işin mi vardı?’ desen yerden
göye gada hakkın va. Ben o günden beri kendime hep öyle deyom. Neyise onlar
bene öyle üstüme çullanınca benim de aklım bokuma garıştı afidersin. Netcemi
şaşırdım. Birden ninecimin, bubacımı Hacı Omarın Osmanın oğlanlanın köpekleni
bizim Bozolan boğunca da” dedi burada durdu. “Şindi bunu demiden olmaz. Çünküm
öncüden dedim mi bilmeyon. Bozoğlan bubacımın köpeği oluyor. Siz şindi
‘köpekleri neye boğuşturmuşla?’ decesiniz. Doğru deyosunuz, emme köpek bu
boğuşur. Görmeyomusunuz insan insanıken, onna bile boğuşup birbirini öldürüyo.
Hem bubacım köpeklen boğuştunu görünce ayırmıya kakmış. Hacı Omarın Osmanın
oğlanla bubacıma “ne o köpen boğulur deyi gorktun mu” deyince bubacım “eyi
ozman deyip garışmamış” diye açıklama yaptı sonra devam etti “Neyise savcı
beyim nafı uzatmıyen. Ninecimin bene, bizim Bozoğlan onlan köpeni boğunca;
onlan bu sefer dayanamayıp bubacımın üstüne çullanıp onu gancıklığıla öldürülüşünü
anladışı aklıma geldi. Bi de ninecimin bazara gittimiz bi gün ‘tosun oğlum
zaman değişdi. Sene de bubacın gibi gancıklığıla bıçaklala, mıçaklala. Sen de
bunla gendini gorursun, senin anan ağlecene onlan anası ağlasın’ deyip alıp
vediği yatığan bıça aklıma gelince o bıça çekdim. Benim anam ölükdü, emme bizim
orlada öyle dedikleri için o bıçağı elime aldım. “Benim anam ağlecene sizin
ananız ağlasın” deyip bıça savurunca bıçak gidip birini öldürmüş, ikisini de
yarılamış. Savcı beyim yalınız burda bişe söylücem. Söylümezsem ırahat edemem.
Gerçi siz sormadınız, emme gomiser sorduydu. Hatta onlan yani bene gominis
zannedip saldıranlan elinde silah, bıçak varısa nefsi müdafaya gire cezan
azalır dediydi. Savcı beyim ben yeminle söylüyom. Onlan elinde bıçak mıçak
görmedim. Belki ceplende falan varımışdır. Yalınız görmüden şu deyemen. Böyle
söyledim için isterseniz beni asın. Zaten benim cezam ipimiş. Neyse ne olursa
olsun yeminle deyom o arkıdeşlen elinde bıçak silah, milah yoğudu. Şindi var
deyip oballanı alıman. Ben de demin dedim gibi bubacımı öldürenler bubacımı
galleşliğile bıçaklımısaydı, sonra ninecim bene onu annadmıseydi, bide bene
yatağan bıçağı alıp, gendini goru deyi vermiseydi, töbeler olsun ben de bu
haltı işlimezdim. Ne ededin dersen; ben de elimle, yumrumla gendimi gorumuya
çalışır, beceremezsem de daya yer oturur, bida başımın olmadığı yere de götümü
sokmazdım. Netcen benim de gaderim buymuş. Çünkü ninecim bene ‘herkezin yazısı
doğmudan yazılır, insan o yazı neyse onu yaşarımış’ derdi. Benim bütün decem bu
savcı beyim garar sizin” deyip sustu.
Savcı dalıp gitmişti. Karşısında anasının
ak südü gibi ak pak temiz biri vardı. Öyle veya böyle cinayet işleyip karşısına
gelmişti. Aklına bir ara Halim’in ‘neyse benim cezam zaten ipimiş’ dediği
geldi. ‘Dur bakalım oğlum o ipi nereden çıkarıyorsun, daha davan görülmedi;
zaten işinde nefsi müdafaya benzer durum var’ diyecekti, vazgeçti.
Savcı bir kanun adamıydı, görevi neyse onu
yapacaktı. Halim’e çok canı acımıştı.
Bu sırada köy katibinin bal rengi buğulu gözleri
olan kızına benzeyen katip kız ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Meslekte
onuncu yılıydı. Ne ifadeler yazmış; ilk kez onu böyle etkileyen birinin
ifadesini yazmıştı. İçinden Halim’e sarılmak, koca ellerini tutup aslan yelesi
gibi saçlarını tıpkı Halim’in ‘nineciği’ gibi parmaklarıyla taramak ve ‘hiç
üzülme ceza alsan bile, sen katil olacak biri değilsin, sen katil
değilsin, kader utansın’ demek
geçiyordu.
Savcı dalgınlığından sıyrıldı. Zile bastı,
görevli gelince Halim’e “seni şimdi hakime götürecekler. O sana gerekeni
söyleyecek” dedi ve tutuklanması talebiyle nöbetçi hakime sevketti.
Nöbetçi hakim de bir süre önce savcının
yanında oturup Halim’i dinleyen hakimdi. Tabi Halim bunu bilmiyordu. Savcıya
“hakkını helal et savcı beyim” deyip elini öpmek için yönelince görevli onu
durdurdu ve Halim yine kelepçelenen ellerine bavulu alıp, görevlinin peşinden
dışarı çıktı. Arkasında da onu içleri acıyarak bakan savcı ve katip kızı
bırakmıştı. Halim çıkarken içinden köy katibinin bal rengi buğulu gözlü kızına
benziyen gözleri olan katip kız için ‘acaba o mu?’ diye düşünüyor sonra ‘yok
canım o değildir. O öğretmen olcedi. Emme benzeyo ha. Hayrına insanla çift
yaradılır dememişle’ diye içinden geçiriyordu.
Bunları düşünürken yorulmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder