26 Kasım 2016 Cumartesi

HALİM SELİM romanımdan altıncı bölüm



     

Neyse savcı ile bal rengi buğulu gözlü katip kız yanlarından geçip odaya girdiler. Halim ve polisler ayağa kalkmıştı. Az sonra savcı zile bastı içeriye giren görevliye “tutukluyu getirsinler” dedi. Polis’in biri Halim’i içeri götürdü savcının işareti ile kelepçesini çözüp dışarı çıktı. Savcı “evet nerede kalmıştık?” dedi. Halim, “ninecimin verdiği parıyla alıp geldim ıscacık ekmenin içine, tereyanla bal döküp yedimizi annaddım, çok güzel olduydu dediydim” dedi. Savcı “aferin kafan iyi çalışıyor, devam et” dedi. Halim savcı “aferin kafan çalışıyor” deyince keyif olmuştu. Az kalsın ‘sağol savcım, ninecim de öyle deridi’ diyecekti kendini tuttu. “Ondan soonacım” deyip anlatmaya başladı.

 

“Savcı beyim beni ninecim büyüddü. Daha önce söyledim mi? Bilmiyon. Emme gine söylüsem de rahmetli hakediyodur” dedi.

 

Savcı Halim’in ne söyleyeceğini merak etmişti. İlgiyle ne söyleyecek diye bakıyordu.

 

Halim “savcı beyim benim ninecim çok esaslı bir garıydı. Hani öğünmek gibi olmasın erkek gibi garıydı. Çok güzeldi de. Çok talibi varıdı; emme o ben çoklamı övey buba elinde gomam deyip evlenmediydi. Gocası da ötürüklü biriymiş. Rahmetli dedem için ‘ötürüklünün biriydi; emme çok yavız adamdı’ der, heç laf ettirmezdi. Ben azcık böyüdükten keri bubacımın çoban durduğu Hacı velinin sürüye çoban durduydum. Emme hemen beni çoban saymadılarıdı. Ben öteki çobanlan çırağı gibi bişeydim. Emme çobanlığı çabucak gavradım. Soona da bene goca sürüyü teslim ettileridi. Öteki sürülere kaç kere canıvar gırdıydı; emme benim sürüye heç canıvar manıvar uğrumadıydı. Emme benim yanımda bubacımın köpe Bozoğlanın hem kendisi, hem de eniği varıdı. Yani köpeklem çok acarıdı. Gerçi Bozoğlan azcık ihtiyarladıydı, emme öteki sürülen köpeklenin yanında gıral bibiydi” dedi.

 

Savcı “ifadeni biraz hızlandır” dedi. Halim alınmıştı. “Gafanızı arıtdıysam gusuruma bakman. Siz bene ‘her şeyi anlat’ deyince ben de dipden dırnağa her bi şeyi anladıyodum. Neyise kısa kesen” dedi.  Savcı gülerek “yok sıktığın falan yok. Ama biraz daha özet anlat” dedi.

 

Halim “başüstüne savcı beyim” dedi. “Ondan sonacıma uzatmıyen, benim esgerlik gelince ben esgere gittim. Onu da kısa kescen; emme bazı şeyleri söylümem icabediyor” dedi. “Esgere varınca beni önce bölük gomutanının garşısına çıkardılar. Gomutan beni görünce şöyle depiden dırnağa süzdü. Ayaklama bakınca başladı gülmüye. ‘Ne oğlum bunla, sen bunlara babuç bulup geyiyon mu?’ dedi. Ben ‘valla gomutanım benimde en böyük derdim bu. Heç ayama göre babıç bulumadım. Yazın neyse; emme gışın çok zor oluyo. Ayan üstüne çapıt mapıt onun üsdüne de yün çorabı çekiyodum. Onun üstün de çarık çekiyodum. Emme gomutanım valla kışın ayaklam soğuktan mafoluyodu’ dedim. Gomutanım sağosun bene esgerken tam dört çift potin dikdirivediydi. Bene esgerde herkes çok seviyodu. Hele bi tekmil veren, çavuşla on kere tekrar ettiriyodu” dedi.

 

Savcı meraklanıp “nasıl tekmil veriyordun göster?” dedi. Halim bal rengi buğulu gözlü katip kıza baktı. O da yazmayı bırakmış Halim nasıl tekmil çekecek diye bakıyordu. Halim aynı askerde olduğu gibi esas duruşa geçti. “Hacıomarın Osmanın ortanca oğlunun gançıklığıla arkıdan bıçaklayıp öldürdüğü İbiram oğlu Bilal pelifanın oğlu Halim Selim emret gomutanım” dedi.

 

Çok yüksek sesle bağırarak söyleyince dışarıda polisler telaşlanıp “bir şey mi oldu acaba?” diye kapıyı açıp baktılar. Savcı başıyla bir şey yok deyince kapıyı kapatıp dışarıda merakla beklemeye başladılar.

 

Halim tekmili verince bal rengi buğulu gözlü katip kız kikirdedi. Savcı, Halim’e “aferin çok esaslı tekmil vermişsin, sonra?” dedi. Halim “soonası savcı beyim. Ben gülüm balım esgerlik yapıp duruydum. Bi onbaşı varıdı. İkide bir benim ayaklama bakıp bakıp dalga geçiyodu. Ben elli kere uyardım. ‘Onbaşım ayıp oluyo. Benle dalga geçmen. Bene Allah yaratmış. Gınayıp durman’ dediysem de; naf dinlemeyince ben bunu dutup bir iki vurdum. Zaten zayıf bişeyidi azı burnu gan içinde galdı. Beni gören onbaşı, çavuş hepisi üstüme çöndü. ‘Yermisin yemezmisin?’ Allah yaratdı demeyip bene epey vurdula. Benim derim biraz galındır. Öyle çok etkileri olmadı. Neyse yüzbaşı görüp beni onlan elinden gurtardı. Ne oldu deyi sorup soruşturdu. Sağosun orda beni gören diğer arkıdeşle durumu aynı anlatmış. Gomutan bene çadır hapsi verdi. O onbaşıya da benle dalga geçtiği için çok gızmış. Çadır hapsinden çıkınca gomutan bene ‘sen haklı bile olsan, burda üste el galkmaz. Bida olmasın’ dedi. Zaten bida başka bi vukuatım olmudan yüzümün akıyla esgerliği bitirdim. Terhis günü gomutan bene yapdırıvediği eski, yeni dört postalı ve yanında bi de parkayı gışda gıyamette geyen deyi verdi. Başıma ne geldiyse o parkayla postallan yüzünden geldi. Gomutan iyilik olsun deyi verdi. Başıma bunlan gelceni bilse heç verimiydi? Neyse ben terhis olup köye geldim. Ben esgerdeyken ninecim mefat etmiş. Bi geldim köyün heç eski dadı yok. Öte dolandım beri dolandım. Zaten benle igilenen heç kimse yoğudu. Bene herkes fazlıdan görüyodu. Bi gün emmim ninecimden bene iki bin lira galdığını söyledi, ‘burlada dolaşıp durmuda git gendine bi iş bul’ dedi. Zaten ninecim ölükdü, bene oraya bağlısıla durmazdım. Bavuluda açmadıydım. Aldım onu ver elini İstanbol dedim. Orda pulis dayım varıdı, o ötekilerden daha insanlıklıydı” dedi.

 

Burada düşünmeyi bıraktı. Zaten yağmurda başlamıştı. Vurdu kafayı yattı. Az sonra uyumuştu. Gece yarısı bir gürültüyle uyandı. ‘Noluyor yavu?” diye kalktı baktı. Tombalacı Nuri boylu boyunca yerde yatıyordu. Halim ‘noldu sene yavu?’ diye kalktı. ‘Allah edmesin’ Tombalacı Nuri öldü zanetmişti. Baktı nefes alıyordu. Nuri’yi kucaklayıp yatağına yatırdı. Halim’e Nuri çok ağır gelmişti. ‘Ölü gibi bu yav’ dedi.

 

Nuri yine her zamanki gece yarısına kadar nerede zıkkımlandıysa, zıkkımlanmış. Zil zurna sarhoş odaya kadar zor gelebilmiş; yatağına yatacağı sırada yere yıkılmıştı. Çok pis içki kokuyordu. Halim burnunu tuttu. “Öff ileş gibi kokuyo mübarek. Aynı ileş gibi de ağır”dedi. Nuri’yi yatağına güzelce yatırdı. Üstünü örttü. Kendi yatağına yattı. “Bu gadar şeyi nerde içtin amübarek adam. Kendine garazınmı var?” dedi. “Herhal dostlar meyhanesinde içmiştir. Bu saata gadar anca orası açıktır. Zaten oranın gaçda gapanıb gaçda açıldı belli değil ya” diye söylendi. ‘Ben de içince böyle ileş gibi kokuyomuyum’ diye düşündü. ‘Yok canım sen kokamısın? Anan seni tütsülü doğurmuş. Sen içsen bile tütsü kokasın. Salak herif! Elbet sende böyle ileş gibi kokasın. İnsan kendi kokusunu duymazmış. Kendi osurun sene nası mis gibi kokasa, başkasına da ileş gibi koka’ deyip güldü. Kendi kendine böyle konuşup gülerken yine uykusu geldi.

 

Zaten yağmur da hızlanmış, çinko çatıda bateri resitali yapıyordu. Onu dinleyerek uyudu. Sabah erkenden uyandı. Baktı Tombalacı Nuri hala ölü gibi yatıyordu. ‘Allah etmisin, ölüp galdı mı yoğusam’diye bir an telaşlandı. Baktı ‘bebek gibi nefes alıyor’ diye rahatladı.

 

Tombalacı Nuri gece sabaha kadar horlamış, şimdi horlamadan sessizce uyuyordu. Halim ‘akşam bunun gulağını çekmeli. Artık çok oluyor. Allah etmisin bi yerde ölüp galıcek’ diye söylendi,  akşam gelince Nuri’yi takip etmeye karar verdi. Zaten zıkkımlandığı yerler belliydi. Onu eliyle koymuş gibi bulurdu.

 

Halim böyle düşünerek kalktı. Elini yüzünü yıkadı. Hapislikte edindiği ağzını fırçalama alışkanlığı hep devam ediyordu. Hapisliğin ona verdiği en güzel alışkanlık buydu. Dişlerini de güzelce fırçaladı. Sigara içtiği halde dişleri bembeyazdı. Aynada ağzını açıp dişlerine bakmayı çok severdi. Ağzı çok kocamandı, ama vücudun, kafasının elinin ayağının iriliği arasında pek sırıtmıyordu.

 

Neyse temizlikten sonra giyindi, Tombalacı Nuri’ye baktı “akşama görüşcez Nuri efendi” dedi. Bu sırada sanki onun babası veya ağabeyi gibi olmuş; başkasına öğüt vereceğini düşününce koltukları kabarmıştı. Dışarı çıkınca çaycıyla karşılaştı selam verdi. İçinden ‘yürü oğlum yoluna, burda çay içip masrıfa girme, dükkanda bol bol içersin. Nası olsa alıcen var’ dedi, güldü. Cebindeki parayı düşündü ‘bu gün de yeter, yarın çekersin’ dedi. Birden ‘ee kasıda parası olan insan oldun. Gök görmedik gibi hemen şımarma’ diye içinden kendini uyardı.

 

Katip kapıdaydı laf olsun diye  “Metin gitti mi?” diye sordu. Katip “az önce gitti” dedi. “Metin’i ne yapıcan?” diye soracaktı; kendini tuttu. Geçen gün bir şey sorunca Halim katibi “sen işine bak” diye terslemişti. Bu aklına gelince yalnızca “az önce gitti” demişti. Halim, katibin bu kısa cevabına kızdı. ‘Kendine bi bok sanıyor zibidi. Adam sorar Metin’i netcen deyi’ içinden söylendi. “Bu hafta onun çalıştığı yerden biraz öteberi alcedim, ondan sordum” diye açıklama yaptı.

 

Birden içinden ‘bok va gibi hemen öyle söylüyon. Ya patron geçen haftaki gibi parıyı vermiden giderse’ diye kendine kızmıştı. Katip biraz alaylı “ya öylemi? Patron sana zam yaptı herhalde?” diye soruyla karışık cevap verdi. İçinden de ‘ayı kasadaki otuz lirayı çeker, gider bol bol harcasın’ diye alay ediyordu.

 

Halim içinden ‘ok yaydan çıktı’ dedi “he ya patron benim haftalığa tam yirmi lira zam yaptı, ayrıca işler iyi gidince bahşiş de veriyor” dedi; ama içinden ‘at bakam at da civcivle yesin’ diye kendiyle dalga geçiyordu.

 

Katip bunu duyunca çok kıskandı ve içinden bir hesap yaptı. Pansiyon parası, haftalık arada bir bahşiş ‘bu ayı benden çok alıyor. Bizim ortaokul mezunu olduğumuzun ne kıymeti var? Kimbilir patronu, bu ayıyı nasıl kirli işlerde gullanıyorda, o parayı veriyor. Zaten patronu da hırlı deyus değilmiş, öyle söylüyolar’ diye içinden geçirirken duraklayınca, Halim içinden ‘zibdi kıskandı. Oh olsun öyle arkamdan atıp dutman da, ne biçim adam oldumu öğrenin’ dedi; sonra katibe “sen dalıp gittin bizim oğlan, hadi eyvallah, ben işe geç galmıyen de aldım parayı hak eden” dedi ve yürüdü gitti. Katip arkasından bakıp kalmıştı...

 

Halim’in duymayacağına emin olunca da “yürü ayı anca gidersin. Nasıl olsa patronunla yedin bokun kokusu çıkar. O zaman görürüm ben senin bu havanı” dedi.

 

Onun bu sözlerini duyan çaycı katibin yanına gelmişti. Katibe “ne oluyor bizim oğlan? Yine kime söyleniyon?” diye Halim’in arkasından söylendiğini bildiği halde sordu.

 

Katip çaycıya geçen gün ‘bir bir berabereyiz’ dediğinden beri artık çaycıdan bir şey sakınmaya gerek görmüyordu. “Kim olucak, bizim ayıya söyleniyom, patronu zam yapmış da, ona hava atıyodu, ayı” diye üstüne basarak anlattı.

 

Çaycı içinden ‘salak! Geçen gün ben Halim’e gırın ayısı dedim deyi böyle fütursuz konuşuyo. Güya o dediyse ben de demişin. Ben bi kere gırın ayısı dedim. Kendi elli kere ayı, deve dedi. Bu dangılak hiç hesap bilmiyor. Hiç bi kereyle on kere aynı olur mu?’ diye geçirdi.

 

Sonra katibe “öyle deyip durma bizim oğlan yerin gulağı var. Halim bi duyarsa valla seni parçılar. Gerçi ben de gırın ayısı dedim; amma o bi kere ağzımdan gaçtı. Başkada hiç demedim” deyince katibin korkudan beti benzi attı. “Sen söylümezsen nerden duyucak bizim oğlan. Aman gözünü seveyim ağzından kaçırma. Töbe bi da, ben de demem” dedi.

 

Çaycı keyf olmuştu. İçinden ‘akıllım, ben bi kere gırın ayısı deyince, berabereyiz deyi söyleniyodun. Duymadım mı zannediyosun. Şimdi yine elime düştün, bi yamuk yap gör gününü’ diye geçirdi.

 

Katibe “ayıpsın bizim oğlan hiç söylermiyim? Hem ben de gırın ayısı dedim de berabere olduyduk ya” diye alayla cevap verip gitti.

 

Katip çaycının arkasından bakarken ‘hay diline eşek arısı soksun. Geveze herif, çaycının eline bi dünya goz verdin. Adam senin o gırın ayısı deyince bir bir berabereyiz dediğini bile duymuş onu başına kakıp dalga geçiyo, sersem’ diye kendi kendine kızdı. Yapacak bir şey yoktu olan olmuştu. Erken kalkmak için not yazdıran müşterileri kaldırmak üzere üst katlara çıkarken hala kendi kendine söyleniyordu. Ama çok hafif adeta dişlerinin arasından söylendiği için ne söylediği anlaşılmıyordu.

 

Bu sırada Halim dostlar meyhanesinin yanından geçiyordu. İçerden gelen sesleri duyunca ‘be mübarekle! Buruya kaçta geliyo bunla? Yoğusam hiç yatmıyolamı?’ diye söylendi.

 

İçinden ‘salak! Gurtla, guşla her bişey, hatta çiçekle bile yatıcek uyucek de, bunlamı yatıp uyumecek? Seninki de laf işde’ diye kendiyle alay ediyordu.

 

Kurtların kuşların hatta çiçeklerin bile uyuduğunu ona ninesi söylemişti. ‘Gadir mevlam insana ne özellik verdiyse her yaraddınıda aynı özelliği vermiş’ derdi.

 

Oradan bu düşüncelerle geçti. Her gün geçerken etrafında gördüğü şeyler bu gün gözüne bir başka güzel gözüküyordu. Çok mutluydu. İşi de vardı. Yatacak yeri de vardı. Hafta bittiği halde cebinde yedi lirası, kasada otuz lirası, ayrıca bu hafta patronun vermeyi unutmazsa belki de zamlı vereceği haftalığı da vardı.

 

O “şükretmecekde netcedi ya”. Çok şükür öyle nankör değildi. Şu anda bunlar aklından geçiyor; yürürken gördüğü her şey ona bir başka güzel geliyor içini çok güzel duygular kaplıyordu.

 

Bu şekilde iş hanına gelirken pastanecinin önünden geçerken pastaneciye, lokantacının önünden geçerken lokantanın önünde duran aşçıya gülümseyerek başıyla selam verdi işhanına girdi. Asansöre binip büroya geldi. Bu sırada gördüğü herkese başıyla selam veriyordu.

 

Herkes de onun arkasından şaşkın bakarak ‘buna ne oldu böyle?’ diyordu.

 

Bu şekilde büroya giren Halim patronun masasını güzelce temizledi, paspas yaptı. Aslında paspası her on beş günde bir kat görevlisinin hanımı yapıyordu. Yani yarından sonra yine o yapacaktı. Hatta Halim patrona “patron boşuna para vermeyin, ben yapıveren, nolcek elime mi yapışcek” demiş, patron da biraz kızgın “elinin körü olacak. Oğlum o iş kadın işi hiç sana yakışır mı? El ne der sonra? Yavuz has adamına kadın gibi paspas yaptırıyor der, sonra benim de, senin de itibarın iki paralık olur, sakın ha” demişti.

 

Tam paspas yaparken bu aklına geldi eline ateş almış gibi paspası yere attı. ‘Yuh sene dangılak. Az daha esas görevini de, kendini de beşparalık edip rezil etcedin. Patron sene bu iş garı işi demedi mi?’ diye yere attığı paspası hemen yerden alıp yerine koydu.

 

Kapıya baktı ‘gören var mı?’ diye. Çok şükür gören olmamıştı. Masanın üstü silinmişti. Şöyle bir göz gezdirdi, paspas izleri kaybolmuştu. İyice baktı paspas yaptığının anlaşılmayacağına ikna olunca geçti yerine oturdu.

 

Aklına buraya gelirken pastaneciye, aşcıya, yukarı çıkarken önüne gelene selam verdiği aklına geldi. ‘Al başına belayı. Ya onlar selam verdi deyi senle cıvık cıvık gonuşmuya kalkasa. Ya patrona senin adam bu gün çok mutlu, herkese selam verdi. Herhal yemini fazlı verdin derse, bak gari işe’ dedi.

 

Kalktı; dışarı çıktı. Kat görevlisi ordaydı. Halim’i görünce “oo hemşerim bakıyom, bu gün çok neşelisin” dedi. Halim ona sert sert baktı “yılışma oğlum işine bak” dedi. Adam şaşırmıştı “bizim oğlan; senin de sağın solun belli olmuyor, bi öyle bi böyle” diyecekti, Halim’in bakışından çok korkup yerine oturdu.

 

İçinden ‘ayı sağı solu belli değil.  Salak! Sen de bi selama hemen yılışma. Selam verilcek bi pezevenk mi sanki o?’ diyerek kendine kızıyordu.

 

Halim adamın yerine korkuyla oturduğunu görünce ‘hah şöylem, bunnara selam vemeye gelmeyo, hemen cıvıtcek dangılak’ dedi. Diyafondan adeta kükreyerek “bene bi çay getir acil osun” diye bağırınca katta o saatte gelen herkes korkuyla kapılara üşüştü. Halim onları görünce “ne bakıyonuz ülen girin içeri” diye kükredi. Kapılardaki herkes kayboldu. Halim yerine dönerken ‘hah şöyle, sabah cıvıdık, emme şindi her şey yerine oturdu’ dedi.

 

Aslında ilk kez böyle yapıyordu. Herkesin kendinden korktuğunun ilk kez farkına varıyordu. Bu çok hoşuna gitti. Farkında değildi; ama Özdemir Asaf’ın şiirinde “bütün renkler hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler” diye betimlediği gibi Halim de kirlenmeye başlamıştı. Neyse zaten olacağı buydu.

 

Halim geçti yerine cibciddi oturup işine başladı. Sabah gelirken kendince gösterdiği cıvıklıktan sonra hemen kendini toplayıp işine başlamıştı. Şu anda hiçbir şey düşünmeden ve cıvıtmadan yerinde oturuyordu.

 

Az sonra patronu çok neşeli bir şekilde girdi “o kocoğlan aferin işine iyi sarıldın. Böyle gidersen seninle aram hiç bozulmaz, aferin” deyip içeri girdi. Halim Patron gelince hemen ayağa kalkmış gözünü kırpmadan cipciddi patronu dinliyordu. Son ‘aferin’ den sonra az kalsın patronun eline sarılıp ‘sağol patron her bişey senin sayende, senin sayende çok şükür, heç bi sıkıntım yok. Emret senin için ölem’ diyecekti. Ama kendini tuttu sadece “sağol patron” dedi.

 

Yavuz bey onu duymamıştı bile odasına girip kapıyı kapatıp koltuğuna kuruldu. Söyledikleri karşısında Halim’in çok hoşlanıp zevkten dört köşe olduğunu anlamıştı. İçeri girip koltuğa oturunca ‘bunlara arasıra böyle pohpohluycan. Ama mesafeyi de iyi koruyup, şımartmıycan’ diye içinden söylendi.

 

Kendiyle gurur duyuyordu. Adam kullanmakta üstüne kimseyi tanımıyordu. ‘Ee yılların tecrübesi o kadar olacak’ diye kendiyle böbürlenip o da işine başladı. Onun işi de faizle para verdiği kişilerin listesine bakıp ödeme günü yaklaşanları aramaktı. ‘Borcu olana gününden önce arıycan ki aklı bokuna karışsın. Işık tutulmuş tavşan gibi domalıp kalsın’ der, o nedenle önceden hepsini arayıp ‘günün az galdı ona göre’ diye arardı. İşte o da bu işine başlamıştı.

 

Halim her zaman ki gibi diyafona gitti. Patrona bir sade kahve kendine bir çay söyledi. Az önceki kükremeyi duyan herkes ona bir kere daha korkuyla bakıyordu. Çaycı da onun sesi duyunca telaşla ocakçıya siparişi vermişti.

 

O bunları görüp biliyordu, ama hiç oralı olmadan geçip yerine oturdu. “Hah şöyle herkez haddini bilsin” dedi. Bu gün de önceki günler gibi geçti. Bu gün fazla gelen giden olmamıştı. Öğlene doğru patron odadan çıktı. “Erken çıkıyorum. Arayan soran olursa yarın gelicek dersin. Akşam vaktinde çıkar gidersin” deyip çıkıp gitti. Halim önce kendine iki liralık bir dürüm söyledi. Bir de ayran söyleyecekti ‘fazla masraf olmasın’ dedi. ‘Patron böğün böle, bakasın yarın değişir. Ninecim insan kısmı çiğ süt emmiş güven olmaz deridi. Bunu aklından heç çıkarma oğlum’ diye kendi kendine uyarıda bulundu. Garson dürümü de getirmişti. Halim’e korkuyla bakarak dürümü verdi. Sonra arkasına bakmadan koşup gitti.

 

Halim hiç bunun farkında değildi. Aklı savcıda ve onun yanındaki bal rengi buğulu gözlü katip kızda kalmıştı. Bir de Tombalacı Nuri ‘acıba kalkdımı?’ diye Nuri’yi düşünüyordu. Dürüm kuru kuru gitmez diye diyafondan bir de çay söyledi “acile et, ekmek yeyon” dedi.

 

Garson aşağıda çok kızmıştı. “Ne bu yavu? Adam her şeyi acele istiyor. Sanki biz onun özel uşağıyız” diye söylenince ocakçı “oğlum burda söylenip durma da, git kendine söyle” diye yarı şaka söylendi. Garson ocakçıya ‘erkeksen sen söylesen ya!’ diyecekti, ama ocakçı patronunun asker aradaşının kayınıydı kendini tuttu. Çayı kaptığı gibi Halim’e götürdü. Halim “eferin isteyince ekspres gibi oluyosunuz” deyip çaya şekerini atıp karıştırmaya başladı.

 

Çaycı garson çoktan tüymüştü. Halim çay içip, dürümü güzelce yedi bitirdi. Giti tuvalette ‘çöydürdü’. Ama artık eskiden olduğu gibi, ‘şarıl şarıl çöydüremiyordu’. ‘bu porosdat mı ne, emme bok iş ha; bu gidişle ayamın üsdüne işecen’ diye söylendi.  Hapishane doktoru “gençsin, ilaç kullanırsan bir sıkıntın olmaz” demişti. Ama hiç sigortası olmamıştı ki. Aldığı para ancak yarım ekmek ciğere, bir de üç beş kuruş artarsa da sigaraya falan ancak yetiyordu. Bu gidişle ilaç, milaç alması çok zordu. Bunları düşünerek tuvaletten geldi.  Sonra ‘nası osa iş yok?’ dedi ve dün akşam kaldığı yerden düşünmeye başladı.

 

Çünkü geçmişini düşünürken yaşadığı üç dönemi de ayrı ayrı, ama ara vermeden düşünüp bitirmekten hoşlanıyordu. Askerde iken o zamana kadar yaşadığı ‘bubacını çılbacık yıkalarıken gördüğü’ ve kıt mıt hatırladığı o andan askere gidene kadar süreyi ve o sürede yaşadığı küçük küçük mutlulukları hatırlamayı çok seviyordu.

 

Askerde komutan onu koğuşçu yapmıştı. Askerler kalkıp gittikten sonra kimseyi hiç şikayet etmeden bozuk yatakları düzeltir koğuşu temizleyip havalandırır; sonra bir yere oturup başlardı düşünmeye. Bir keresinde öyle dalgın otururken komutan girip gelmişti. Onun haberi olmadığı için dibine kadar gelmiş sonra birden “asker!!.” diye bağırmıştı. O zaman Halim ‘tingedek’ düşüp hemen toplanıp tekmilini vermişti. Komutan da “asker böyle dalgın olmaz” diye sertçe uyarmıştı. Halim ondan sonra sık sık ara vererek düşünmeye başlamıştı.

 

Sonra o olaydan sonra hapise girince hapishanede yıllarca boş kaldığı anlar hem köydeki yaşamını, hem askerlikte geçen günlerin içinde yaşadığı küçük mutlulukları hatırlayarak avunurdu. Şimdi de hem köydeki günleri, hem askerlik, hem de ifade verirken yaşadıklarını, bazı hapishane anılarının içindeki küçük mutlulukları hatırlamayı çok seviyordu.

 

En son savcıya “aldım bavılı ver elini İsatanbol dedim.  Orda pulis dayım varıdı. Ötekilerden da insanlıklıydı’ demişti.  Oradan düşünmeye devam etti.

 

“Önce Sirkeci deyi bi yer var; oruya gittim. ‘Neden?’ derseniz. Bubacımın köyde bi esger arkıdeşi var. O da insanlıklıdır. Ben esgerden gelince bi o bene iyi garşıladıydı. Ben size esgerden gelince hiç kimse oralı olmadı dedim; emme onu hısım akrıba için dediydim. Bubacımın bu arkıdeşi öyle hısım akrıba değil, köyden biri. Sonacıma savcı beyim bu adama ben dost bildim. Çünküm bubamın esger arkıdeşiydi de ondan. Savcı beyim burda bişey decem. Belkim siz bilmezsiniz. Bizim orlada herkezin en aziz arkıdeşi yalınız esger arkıdeşidir. Çünküm insan esger arkıdeşiyle icabında goyun goyuna yata. Biri bişe anladıce zaman hemen ‘benim falan yerde esger arkıdeşim va, onla ne günle yaşadık deyi’ lafı başla. Bi de mapusane arkıdeşliği vadır. Onla da sağlam arkıdeşdir, emme onu sayma. Neden? Çünküm hem mapusluk kötü bi şeyimiş, hem de herkes mapusa girmeyo. Temsil şindi benim de sizden iyi olmasın mapus arkıdeşim var” deyince bu sefer savcı ‘tingidek’ düştü.

 

Çünkü önündeki dosyada Halim’in sabıkası yoktur yazılıydı. Halim’e biraz şüphe biraz merakla “hangi hapishane arkadaşı? Sen daha önce hapis yattın mı?” diye sordu.

 

Halim “savcı beyim ben size ‘temsil’ dedim. Önceden mapuslum falan yok” dedi. Savcı “peki o zaman; senin hapishane arkadaşı nereden oluyor?” diye sordu. Halim “ha o mu? Savcı beyim ben buruya gelmiden önce pulisle beni bi yere kapadıydı. Orda biçok insan varıdı. Onlan içinden sizden iyi olmasın biri yanıma geldi. Biraz hoşbeşten sonra bene ‘mapusluk zor zanattır’ dedi. Bene mapusluğu öğretti ben onu deyodum” dedi. Savcı biraz merak biraz da alayla “kimmiş sana hapisliği öğreten usta? Neler öğretti?” diye sordu.

 

Bu sefer  ‘tingidek’ düşme sırası Halim’deydi. İçinden ‘ha diline eşek arısı soksun. Bişe yımırdlımıdan durameyon. Al başına belayı çık içinden çıkabilisen’ dedi. Komiserin “savcıyla hakime her şeyi anlat” dediği, Rüstem’inde “ben sana mapuslukta az konuş diyom; yoksa savcıya, hakime ne anladırsan anlat” dediği aklına gelince yine içinden “ne bok olusa olsun ok yaydan çıktı gari” deyip savcıya “ha o mu savcı beyim? Adı Rüstem mi neyimiş” dedi. Adını biliyordu; ama sanki bilmiyormuş gibi öyle söylüyordu. Neyse, “o pulislen beni gapadığı galabalın oldu yerde bene ‘arkıdeş mapusluk zor zanaddır. Bunu her zanat gibi usdasından örencen. Bu usduda benim’ deyip bene mapusluğu öretti” diye kısa kesti.

 

Ama savcı işin peşini bırakmıyordu. “Pekii neymiş o zanat? Neler öğrendin? Anlat bakalım” deyince Halim içinden ‘al başına belayı. Adam dibini deliyo. Anlat bakam öğrendin zanadı şom ağız’ diye kendine kızarken “önemli değil savcı beyim, bir iki bişey, öyle önemli bişey değil” diye geçiştirmeye çalıştı. Savcı durur mu? Hakikaten dibini delmek istiyordu ve ‘acaba bu salağa kim neler öğretmiş?’ diye çok merak ediyordu.

 

Halim çaresiz anlatacaktı. “Savcı beyim” dedi, “önce mapusa girince cipciddi olcemişim. Mapusa girince dedim. Çünküm benim suçum ağır olduğu için; garanti tutuklanıp orda yargılanırmışım” dedi. İçinden ‘al bakam savcı bey sen bene öyle gaz zannediyon. Emme ben yargılamaya bile biliyom, hemide tam yerinde gullandım’ geçiriyordu.

 

Şaşırmayın Halim öyle kaz gibi biri değildi. Az önce savcıyla hakimin, şimdi de savcının kendini merakla dinlediğini; söylediklerinden etkilendiklerini hep görmüş ‘belki bi işe yarar deyi lafı uzadıyodu’.

 

Ancak bu ‘mapusluk zanatını’ söylemek istememiş, lafı ağzından kaçırınca anlatmak zorunda kalmıştı. Ama kaçamak cevap vermeye çalışıyordu, savcı iyice meraklanıp sorunca da Halim içinden böyle şeyler geçiriyordu.

 

“Soonacıma savcı beyim. O bene ‘mapusanede sene bişe soralasa kısa cuvap ve’ dedi. Misal ben ordakile bene merakla bakarken ‘selamüaleyküm’ demem lazımmış onu deyon. Ozuman selamımı alan ordaki mahkumla benle alakalı her şeyi bildi halde, bi şey bilimezmiş gibi davranırmış. Onnan her şeyi bildini benim nerden bildimi sorasanız. Çünküm mahkumlan işi gücü boş zamanlanda gaztelen cinayet habarını okumak, bide bulmuca çözmeyimiş. Arıda bi de voltu atalamış ya neyse. Mahkumla benne alkalı her şeyi bildi halde ‘cinayet mi?’ deyi soramış. Ben ozman ‘oldu bi kere’ decemişim. Onna ısrarla ‘siyasimi?’ deyi sorasa onlara ‘şöyle bi bakıp’ orası sizi alakıder etmez decemişim” dedi.

 

 ‘Şöyle bi bakıcemişim’ derken Rüstem’in tarif ettiği gibi bakınca hem savcının, hem de bal rengi buğulu gözlü köy katibinin kızına benziyen katip kızın içi ürpermişti. Her ikisi de karşılarında hırlayan bir aslan var sanmışlardı.

 

Savcı “sonra?” dedi. Halim “sonacıma savcı beyim bi de sigara içeken ordaki birine elimi uzadıp sigarasını almecemişim bir, bi de elimdeki yanan sigarayı birine ateş deyi vermicemişim iki” dedi. Savcı meraklanmıştı ve biraz da sabırsızlanmıştı “peki ne yapacakmışsın” diye sordu.

 

Savcı sabısızlanıyordu. İfade uzadıkça uzuyor. Halim’in anlattıklarının ifadeyle ilgisi yoktu; ama çok tatlı anlatıyordu ve bir de anlattıklarının zaman zaman olayla bağlantısı da oluyordu. Onun için ifadeyi kesmek istemiyordu. Ama bir yerde de bitirmek istiyor onun için sabırsızlıkla iki de bir “sonra?” diye soruyordu.

 

“Savcı beyim ben de ona aynı sizin sordunuz gibi sordum. O bene ‘ben sene sigarayı ateş deyi alıp verme. Lazım olunca kibrit, çakmak isdersin veya gider kantinden alırsın’ dedi” diye açıkladı. Savcı bu sefer “sonra” dememişti. Halim “soonacıma savcı beyim, o bi de voltu atmasını öğretti. Bi de kimsenin voltasını hiç kesmecemişim, bi de voltamı hiç kestirmecemişim, bi de hep cibciddi olcemişim” dedi.

 

Gördünüz değil mi? Halim’in ‘cib ciddi’ olmak sanki kaderiydi.

 

“Hem savcı beyim ben zaten cibciddi olmayı daha önce ninecimden öğrendim” dedi. Savcı yine meraklanmış hep “ninecim” diyorsun, “nineciğin” sana başka neler öğretti?” diye sordu.

 

Halim biraz duygulanmıştı. Çünkü ninesini çok seviyor, onu na zaman hatırlasa veya hatırlatılsa içinden ağlamak gelirdi.

 

Savcı “nineciğin başka ne öğretti?” deyince Halim duygulu bir sesle “savcı beyim ben ne biliyosam; nur içinde yatsın. Yattı yer cennet mekan osun, hep ninecimden örendim. O olmusa ben hodul gaz gibi bişe olurdum” dedi ve ninesinden öğrendiklerini anlatmaya başladı. Zaten daha önce birçoğunu anlatmıştı. Ama ninesinin ‘cibciddi’ olmak üzerine bir sözü vardı, onu hiç unutmamış hep kulağına küpe yapmıştı. İşte onu anlatacaktı. “savcı beyim” dedi. “Biliyosunuz bubacım ben beş yaşlandeyken öldürüldü. Anacım da ben ilkokul üçüncü sınıftayken öldüydü. Şindi onlan nası öldüğünü, ta başından anlatıp gıymatlı vatkınızı almeyen” dedi.

 

Halim ‘bubacım öldürüldü, anacım öldü’ diye başlayınca savcı da içinden ‘eyvah ta başından başlarsa yandık’ diye geçiriyordu, ancak sonradan “ta baştan anladıp gıymatlı vaktınızı almeyen” deyince rahatlamıştı.

 

Halim “savcı beyim onla ölüp gidince, ben ninecimle bi başıma galdım. Gerçi emmilem, dayılam varıdı; emme onlara sayma. Hele dezemi, halamı heç sayma. Çünküm onlan kendi çoluk çocuğula işleri başlarından aşkın Halim akıllana bile gelmezdi. Yannış annıman, Halim deyi bene deyon. Yoğusam köyde başka Halim yok. Bizim soyadımız Selim’miş, ninecim bene adı gibi halim selim biri olur işallah deyi, adımı Halim goymuş. Neyise savcı beyim ben ninecimle bi başımıza galınca; akşamları o bucak minderine oturudu. Ben de gafam güççükden gocuman oldu için onun dizleri dayımecenden, başımı dizlenin üstüne gomaz hemen yanına uzanıp yatadım. Ninecim bi yandan o mis kokulu elerile salçamı dara, bi yandan da nasihat ederdi. Ben de gözlemi gapadır heç bi nafını gaçırmıdan hep gafama yazadım” dedi.

 

Bu sırada katip kız Halim’in aslan yelesi gibi saçlarına bakıyor, içinden gidip o yeleyi ellemek geliyordu. Hemen kendini toplayıp işine döndü.

 

Halim “Savcı beyim ninecim bi gün bene ben yanı başında gözlem kapalı yataken ‘tosun oğluum, görmeyen göze bişe gösdercen, bi de duymuyan gulağa bişey duyurcen deyi uraşıp, kendini yormu’ dediydi. Ben de ‘ninecim öyleyse ben kimsiye bişe demecen, bişe göstermecen öyle mi?’ deyi sorduydum. O güldüydü. Biliyomusun savcı beyim” dedi, sonra güldü “beninki de naf sen nerden bilcedin ya? Ninecimi görmedin ki, benimkide naf” dedi. “Sonacıma savcı beyim ben ninecime öyle sorunca o güldüydü ya. İnanın savcı beyim ağzında o yaşında inci gibi dişleri varıdı. Benim ninecim çok bi güzel, hemi de ferasetli garıydı; emme şindi lafımız o değil. Neyse ben öyle sorunca ninecim bene ‘ben onu demeyon a bubacı gılıklı tosun oğlum lafı eyi anna. Elbet sen de birine bişe göstercen, birine bişe decen. İşde ozman garşındaki insan mı? Değilmi deyi önce bi bak’ dediydi. Ben gine burda ‘hobbula ninecim her gonuşan bizim gibi herkez insan demi?’ dediydim. O gene güldüydü. ‘Oğlum nasıl her gördün sakallı deden değilse, öyle her gördüğünü de insan zannetme. Onnan çoğu insan gılığında iblisdir, güvenilmezdir. Ben onlara deyon’ dedi. Ben de ‘iyi ninecim ben kim insan, kim deyil nerden bilcen’ dedim. O da bene, ‘oğlum insan sene bakaken içine bi sıcaklık gire sanki kırk yıllık tanışmış gibi gelir’ dediydi. İşde savcı beyim ninecim bene böyle böyle şeyler söyledi” dedi.

 

Savcı ve bal gengi buğulu gözlü katip kız Halim’i sabırla dinliyordu.

 

“İşdi böyle savcı beyim daha öncüde söyledim gibi; bunlara bene hep ninecim öretti. Savcı beyim ninecim çok hakigatlı garıydı. Ötürüklü bi işe yarımaz bi adama, dideme varmışdı; emme onun hakkında kimsiye bişe söyletmez. Biri didemin hakkında ileri geri gonuşmuya kalkasa ninecim hemen ‘çok gonuşman; o benim çoklamın bubası; gocem ona laf söylencese bi ben söylerin’ deridi. Siz şindi ninecin çok hakıkatlı bilmiş ve de güzel bi garıydı da, başka alan olmadı da mı ötürüklü bi işe yarımaz adama varmış derseniz, onun da cuvabı hazır. Didem, ninecimin emmioğluymuş. Ninecime köyün bütün gençleri vurgunmuş. Hatta bubacımı vuranlan bubası Hacı Omar’ın Osman’da ninecime çok yangınmış; gaçırmıya bile galkmışmış. Bunu becerimiyincek, büyük didem ninecimi ötürüklü dideme verincek, kıskançlığından benim sevdiğim gızı elimden aldı deyi, intikam için oğlanlanı kışgırdıp bubamın üstüne salmış ki, kendinin olmuyan döl, yani bubacım gebersin gitsin demiş. Ninecim bubacım öldünde de sonru da ‘ciğer bağından yanası, beni alımayıncı intikam için tosunumu oğlanlana öldürttü’ derdi. Şindi siz bene ‘sen bunu önce hiç söylümedin, şindi nerden icabeddi de sölüyon’ decesiniz, emme her laf yerinde söylenirmiş. Ninecim bene oğlum her lafı zamanında söyle ki dinliyen bi mana çıkarsın. Yoğusa ettin laf davılcı osuruna gide. Onun için ciddiyetini hep mafaza ed’ derdi. Neyise savcı beyim. Ötürüklü didemin bubasının, yani böyük didemin iki oğlu olmuş. Biri didemin bubası, biri de ninecimin bubası. Didemin bubasının yalınız bi oğlu olmuş, yani didem olmuş. Ninecimin bubasının da bi gızı, yani ninecim olmuş. Siz şindi ‘bunla tavık mı ki? Bitek bitek yımırta mı yımırtleyomuş?’ decesiniz. Netcen savcı beyin vermeyen Allah vermiyor. Neyise savcı beyim; büyük didem, didem ötürüklü doğuncek, bi de tek erkek torun olduğundan ve de ötürüklü olduğu için, başka gız veren olmayıncek, öteki oğlunun bitek gızını, yani ninecimi ötürüklü dideme züriyetim gurumasın deyi vermiş de ondan ninecim ötürüklü bi adama varmış. Baştı da dedim gibi ninecim didem hakkında kimsiye kötü lnaf ettirmez. Nafı açılınca yalınız  ‘iyi hoştu, emme ötürüklünün biriydi. Yattı yer cennet, mekan olsun’ der başka naf etmezdi. Neyse şindi ben ifadeye dönesem savcı beyim şart osun, pıltıka olsun deyi demeyom. Siz de” dedi, bal rengi gözlü buğulu gözlü köy katibinin kıza benzeyen katip kıza baktı “şu hamfendi de” diyecekti; ayıp olur diye vazgeçti. “Siz de savcı beyim ninecimin dediği o hakiki insana benzeyosunuz. Benim her dedimi duyup dinleyosunuz da ondan her bişeyi esiksiz sizi anladıyon”dedi.

 

Yüzüne iltifat edilen her insan gibi savcı da biraz utanmıştı. Belli etmemeye çalıştı.

 

Halim “yani aynı ninecimin dedi gibi siz bene bakınca içimde bi ıscaklık duydum, sonacıma sanki tanış gibi geldiniz de ondan öyle söylüyon” dedi. Ve devam etti “savcı beyim işde bubacımın arkıdeşi de öyle insanlıklı biriydi. Bene ‘İstanbol’a pulis dayın yanına git, o sene baka’ dediydi. Ben de ondan İstanbol’a pulis dayımın yanına gittiydim” dedi. Bu arada savcı saatine baktı; içinden ‘İstanbul’a geldi artık hikayesi yavaş yavaş bitiyor’ diye geçirip “sonra” dedi.

 

Halim “savcı beyim naflamıla sizi sıkıyosam hiç çekinmen hemen burda kesen” dedi; devam etti “hani iki de bir saata bakıyosunuz da ondan dediydim” dedi.

 

Savcı şaşırmış biraz da kızmıştı. İçinden ‘amma alıngan ha, saate bile baktırmayacak’ diye geçirdi.

 

“Yok yok sen merak etme çekinmem. Saate vakit kaça geldi diye bakmıştım. Zaten İstanbul’a geldin, artık bitiyor değil mi?” diye sordu. Halim içinden ‘sıkıldı belli etmeyo. Yoğusam İstanbola geldik, artık bitiyor mu demez. Kısı kesmeli ki Aydın habası olsun’ deyip “soonacıma savcı beyim” diye devam etti. “Bubacımın esger arkıdeşi dayın Beyoğlu’ndaki garagoldaymış deyince ben doru oruya giddim. Sora sora pulis garagolunu buldum. O adamın dedi doğruymuş, emme dayım gaymıkamla dakışınca, onu pulislikden atmışla” dedi. Bakın burada dayısının kaymakam tokatladığını bildiği halde, onu söylememiş, “gaymıkamla dagışınca” demişti. Çünkü “nineci ona her laf her yerde söylenmez. Laf vadır daştan ağır, gurşun gibi insan öldürür; laf vadır yumuşacık tül gibi insanı okşar, düşmanı dost gılar” demişti. Halim burada soluklanıp devam etti. “Sonacıma savcı beyim ben ordaki pulislere dayımı sordum. Onla bene ‘dayın şindi pulis değil’ dedi. İçlenden dayımın insanlıklı bi arkıdeşi benle çok ilgilendi. Bene, Asmılımescit deyi bi yer varımış; dayımın orda olduğunu söyledi. ‘İsdesen bekle ben götüren’ dediydi. Ben ‘sağol pulis abe, ben sora sora bulurun. Çünküm sora sora Bağdat bile bulunurmuş’ dedim. Ben öyle dedim. Garıgoldan çıkıp sora sora dayımın yanına vardım. Hakkadden dayım orda gave işlediyomuş. Bene görünce çok sevindi. Sarıldı, essahdan çok sevindi. Çünküm ninecim bene insan samimiyse gözlenden belli olur dediydi. Ben de o nası bişe ninecim deyince. Ninecim bene ‘oğlum samimi insan, aynı insan olan insan gibi bakınca insanın içine bi ıscaklık aka. Eğer o insan samimi değilse. Bakınca insanın içine soğukluk gire, insanı ürpertip üşüdür ordan annasın’ dediydi. Neyse savcı beyim işde dayım bene öyle ıscacık garşılayıp ‘dayım gelmekle iyi etdin. Yalınız burası yani İstanbol çok bahalı ve galabalıkdır. Onun için iş bulana gadar, burda gavede yat kalk. İçerde oda var orda galırsın’ deyince çok sevindim. Hemen Sirkeci’de otele goydum bavılı alıp buruya geldim”  dedi.

 

Burada durakladı “işde şu bavıl o bavıl” dedi. Hem savcı, hem de köy katibinin bal rengi buğulu kızına benzeyen katip kız bavula baktılar.

 

“Soonacıma savcı beyim, ben oruya yerleşince çok sevindiydim. Dayımın arkıdeşleri çok gafa dengiydi. Dayım orda” dedi durakladı. ‘Dayım orda gumar oynadıyodu’ deyip, kumar oynattığını söyleyecekti. ‘ninecinin sen sen ol kimseyi müzevirlime, müzevirlik aşşalık bişedir’ dediği aklına geldi “dayım orda çay gave satıyodu” dedi. Savcı Halim’in burada bir şey sakladığını sezmişti. ‘Açık konuş bir şey saklama gözümden kaçmaz’ diyecekti, ifade uzadığı için vazgeçti.  “Sonra?” dedi. Halim “soonacıma savcı beyim” dedi. Halim’de içinden ‘ifade bitsin, savcı da adamakıllı sıkılmıya başladı. Hem nolcemiş?  Asceklese assınla, kesceklese kessinle’ diye düşündüğü için bundan sonrasını hızla anlattı. “Soonacıma savcı beyim ben orda galırken, bi gece İstiklal caddesi denen yerde geziyodum. Siz de bilirsiniz orası her zaman çok galabalık oluyomuş. Dayım öyle dediydi. Yalınız geceye doğru az tenhalaşıyo. ‘Geciye doğru tenhalaşdını nerden biliyon?’ dersen, dayım dediydi. İşde ben de o gün gece yarısına doğru çıkdım. Yörüye yörüye giderken orda birileni görüp durdum, bakıyodum. Onnan hepsi birden üstüme çullandı. ‘Pis gominis, burda ne işin va?’ deyip küfredip bağırıyoladı. Ben netcemi şaşırdıydım. Çünküm orların yabancısıydım. Sen şindi ‘be herif yabancıydın da’ “afidersin” ‘orlada bok işin mi vardı?’ desen yerden göye gada hakkın va. Ben o günden beri kendime hep öyle deyom. Neyise onlar bene öyle üstüme çullanınca benim de aklım bokuma garıştı afidersin. Netcemi şaşırdım. Birden ninecimin, bubacımı Hacı Omarın Osmanın oğlanlanın köpekleni bizim Bozolan boğunca da” dedi burada durdu. “Şindi bunu demiden olmaz. Çünküm öncüden dedim mi bilmeyon. Bozoğlan bubacımın köpeği oluyor. Siz şindi ‘köpekleri neye boğuşturmuşla?’ decesiniz. Doğru deyosunuz, emme köpek bu boğuşur. Görmeyomusunuz insan insanıken, onna bile boğuşup birbirini öldürüyo. Hem bubacım köpeklen boğuştunu görünce ayırmıya kakmış. Hacı Omarın Osmanın oğlanla bubacıma “ne o köpen boğulur deyi gorktun mu” deyince bubacım “eyi ozman deyip garışmamış” diye açıklama yaptı sonra devam etti “Neyise savcı beyim nafı uzatmıyen. Ninecimin bene, bizim Bozoğlan onlan köpeni boğunca; onlan bu sefer dayanamayıp bubacımın üstüne çullanıp onu gancıklığıla öldürülüşünü anladışı aklıma geldi. Bi de ninecimin bazara gittimiz bi gün ‘tosun oğlum zaman değişdi. Sene de bubacın gibi gancıklığıla bıçaklala, mıçaklala. Sen de bunla gendini gorursun, senin anan ağlecene onlan anası ağlasın’ deyip alıp vediği yatığan bıça aklıma gelince o bıça çekdim. Benim anam ölükdü, emme bizim orlada öyle dedikleri için o bıçağı elime aldım. “Benim anam ağlecene sizin ananız ağlasın” deyip bıça savurunca bıçak gidip birini öldürmüş, ikisini de yarılamış. Savcı beyim yalınız burda bişe söylücem. Söylümezsem ırahat edemem. Gerçi siz sormadınız, emme gomiser sorduydu. Hatta onlan yani bene gominis zannedip saldıranlan elinde silah, bıçak varısa nefsi müdafaya gire cezan azalır dediydi. Savcı beyim ben yeminle söylüyom. Onlan elinde bıçak mıçak görmedim. Belki ceplende falan varımışdır. Yalınız görmüden şu deyemen. Böyle söyledim için isterseniz beni asın. Zaten benim cezam ipimiş. Neyse ne olursa olsun yeminle deyom o arkıdeşlen elinde bıçak silah, milah yoğudu. Şindi var deyip oballanı alıman. Ben de demin dedim gibi bubacımı öldürenler bubacımı galleşliğile bıçaklımısaydı, sonra ninecim bene onu annadmıseydi, bide bene yatağan bıçağı alıp, gendini goru deyi vermiseydi, töbeler olsun ben de bu haltı işlimezdim. Ne ededin dersen; ben de elimle, yumrumla gendimi gorumuya çalışır, beceremezsem de daya yer oturur, bida başımın olmadığı yere de götümü sokmazdım. Netcen benim de gaderim buymuş. Çünkü ninecim bene ‘herkezin yazısı doğmudan yazılır, insan o yazı neyse onu yaşarımış’ derdi. Benim bütün decem bu savcı beyim garar sizin” deyip sustu.

 

Savcı dalıp gitmişti. Karşısında anasının ak südü gibi ak pak temiz biri vardı. Öyle veya böyle cinayet işleyip karşısına gelmişti. Aklına bir ara Halim’in ‘neyse benim cezam zaten ipimiş’ dediği geldi. ‘Dur bakalım oğlum o ipi nereden çıkarıyorsun, daha davan görülmedi; zaten işinde nefsi müdafaya benzer durum var’ diyecekti, vazgeçti.

 

Savcı bir kanun adamıydı, görevi neyse onu yapacaktı. Halim’e çok canı acımıştı.

 

Bu sırada köy katibinin bal rengi buğulu gözleri olan kızına benzeyen katip kız ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Meslekte onuncu yılıydı. Ne ifadeler yazmış; ilk kez onu böyle etkileyen birinin ifadesini yazmıştı. İçinden Halim’e sarılmak, koca ellerini tutup aslan yelesi gibi saçlarını tıpkı Halim’in ‘nineciği’ gibi parmaklarıyla taramak ve ‘hiç üzülme ceza alsan bile, sen katil olacak biri değilsin, sen katil değilsin,  kader utansın’ demek geçiyordu.

 

Savcı dalgınlığından sıyrıldı. Zile bastı, görevli gelince Halim’e “seni şimdi hakime götürecekler. O sana gerekeni söyleyecek” dedi ve tutuklanması talebiyle nöbetçi hakime sevketti.

 

Nöbetçi hakim de bir süre önce savcının yanında oturup Halim’i dinleyen hakimdi. Tabi Halim bunu bilmiyordu. Savcıya “hakkını helal et savcı beyim” deyip elini öpmek için yönelince görevli onu durdurdu ve Halim yine kelepçelenen ellerine bavulu alıp, görevlinin peşinden dışarı çıktı. Arkasında da onu içleri acıyarak bakan savcı ve katip kızı bırakmıştı. Halim çıkarken içinden köy katibinin bal rengi buğulu gözlü kızına benziyen gözleri olan katip kız için ‘acaba o mu?’ diye düşünüyor sonra ‘yok canım o değildir. O öğretmen olcedi. Emme benzeyo ha. Hayrına insanla çift yaradılır dememişle’ diye içinden geçiriyordu.

 

Bunları düşünürken yorulmuştu.

 

 

 

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder